Paylaş
Son aylarda edebiyat gündemini meşgul eden tartışmayı başlatan Sefa Kaplan’ın hazırladığı ‘Oğuz Atay Sözlüğü’ndeki bir madde olmuştu. Oğuz Atay’ın ölümünden sonra ‘Günlük’ünün evinden nasıl çalındığı ve yıllar sonra nasıl ortaya çıktığını anlatan bölümü alıntılamıştım ben de. Ertuğrul Özkök bir edebi dedektif titizliği ile olayın izini sürmüş ama bilenlerin suskunluğu yolunu kapatmıştı.
Sır perdesini Ayça Atikoğlu dün T24’te “1977’de kaybolan günce 1984’te Milliyet’te nasıl dizi oldu? Bu iyi niyetli Arsen Lüpenler Kim?” diyerek kaldırdı.
O dönem Milliyet’in Kültür Sanat Servisi’nde çalışan Atikoğlu tüm yaşananların tanığı. “1983 yılında Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının üst katında çalışanlar için bir sır yok aslında. Günlüğün bulunuşunu, gelişini, teslim edilişini hep birlikte yaşadık. Niye mi sustuk? Çünkü olayın iki kahramanı, onlara ‘Teşekkür edilsin’ istemedi” diye açıklıyor bu suskunluğun nedenini.
Günlük’ü Milliyet’e, Enis Batur ve Ömer Madra’ya getiren de yine o ekipte çalışan Ziya Derlen.
Günlüğün ortaya çıkartılıp yayınlanmasında katkıları için Enis Batur’un yazdığı önsözde kendilerine teşekkür edilmesini istemeyen, adının gizli tutulmasını isteyenlerden biri Ziya Derlen, diğeri de Günlük’ü Atay’ın öldüğü sıradaki eşi Pakize Barışta’nın evinden alan M.B.
EVİN BALKONUNDA DURUYORDU
Pakize Barışta o dönem Etiler’de yönetmen sevgilisi ile yaşıyor. Boğaziçi’nde okuyan M.B. de eve girip çıkanlardan biri. Bir gün Ziya Derlen’e Oğuz Atay’ın günlüğünün o evin balkonunda bir büronun çekmecesinde olduğunu söylüyor. Varlığından bile haberleri olmayan bu günlük çok heyecanlandırıyor onları. Okumanın tek yolu ise günlüğü o çekmeceden almak. M.B. sürekli gidip geldiği evden günlüğü çıkartmakta hiç zorlanmıyor.
Büyük bir merakla okuyorlar günlüğü ve fotokopi alıyorlar. Uzun süre Ziya Derlen’de kalıyor günlük.
Yıllar sonra Milliyet’te bir yazı dizisi projesi konuşulurken Enis Batur ve Ömer Madra’ya bahsediyor bu günlükten ve o yazı dizisiyle ilk kez bu şekilde okurla buluşuyor kayıp ‘Günlük’.
Yazıdan çıkardığım sonuç: Aslında ‘Günlük’ çalınmamış, bir anlamda kurtarılmış.
Yoksa genç dul eşi Pakize Barışta, Devlet Tiyatrosu’nun ‘Oyunlarla Yaşayanlar’ kitapçığının önsözünde ve Attila İlhan’a yazdığı mektuplarda olduğu gibi parça parça bu metinleri kendi edebi kariyerine dahil edebilirdi...
KEMAL TAHİR SAVUNMASI PAMUK’U KURTARIR MI?
İDDİANIN sahibi Oda TV internet sitesinin konuk yazarı Seda Kaynar. ‘Orhan Pamuk, Atatürk ile dalga geçiyor’ başlıklı yazısında “Veba Geceleri’ni okuyan biri birkaç sayfa sonra romanın asıl amacını, bütün kurgunun ardındaki belki sipariş üzerine tasarlanmış konuyu, sarakayı, zekâmızı hiçe sayan ama başarılı olamayan gizli mizahı keşfeder” diyerek soruyor:
“Neden Nobel almış bir Türk yazarı o ülkenin içinde bulunduğu durumu es geçip, fikirleri ile gerçek kurtuluş çaresi olan bir büyük insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasına böyle edebi bir saldırı düzenler?
Onun heykellerini yıkan meczuplara yazarın kendi yüksek seviyesinden yollanan bir onay değil de nedir bu?”
Kaynar yazısında, romanda anlatılan olayların gerçekte hangi tarihi olaya ve kişilere gönderme yaptığını, denk geldiğini sıraladıktan sonra bunun bir sipariş roman olabileceğini söylüyor.
O DA KARGA KOVALAMIŞ
1901 yılında Minger adasına Veba salgınını önlemek için gönderilir Doktor Nuri ve eşi 5. Murat’ın kızı Pakize Sultan’la onlara eşlik eden Kolağası Kâmil. Adada salgınla mücadele zamanla bir ulus devletin kurulmasına kadar gider. Romanda anlatılan tarih Osmanlı’nın son dönemi ve ulus devletlerin ortaya çıkışına denk geliyor. Zaman kaydırılmış olsa da tarihi olaylarda ve isimlerde çakışmalar dikkat çekiyor. Kolağası Kâmil’le Mustafa Kemal’in ortak özellikleri gibi...
Seda Kaynar romandaki bu benzerlikleri şöyle anlatıyor:
“Yunan savaşından başka savaş görmemiş, tek madalyası olan, askeri okulu derece ile bitirmiş, annesinin ikinci evliliğinden dolayı ona kırgın, ince bıyıklarını yukarı doğru tarayan yakışıklı genç subay. Romanda onun için şu satırlar da var: ‘Genç subayın o anda tarihin kendisine vereceği büyük rolü o sırada aklından geçirmediği...’
Kolağası Kâmil’in evinin bahçesinde çocuk iken kargaları kovaladığı da araya sıkıştırılmıştır. Hâlâ anlamayanlar için. Vebanın korkunç boyutlara geldiği bir gün Kolağası Kâmil postaneyi basar, bütün telgraf sistemine el koyar. Ve daha sonra bir Rum bir eczacının amblemini taşıyan komik bir bayrağı sallayarak Komutan Kâmil olur, daha sonra da Cumhurbaşkanıdır artık.”
Minger’in veba kadar emperyalist güçlere karşı bağımsızlık savaşı, Kolağası Kâmil’in önderliğinde Cumhuriyeti ilan etmesiyle sınırlı kalmıyor benzerlikler. Padişah tarafından bir gemiyle Minger’e gönderilmesi, postane baskını sonrası çekilen fotoğraflarla yeni bir ulus tarihin yaratılması, o günün bayram olarak kutlanması, Kolağası Kâmil’in ölümünden sonra başkent Arkaz’ın her yanından görünen anıt mezarın yapılması gibi pek çok ortak nokta bulmak mümkün.
‘YENİ BİR TARİH GÖRÜŞÜ ANLATMAK EDEBİYAT PROGRAMINDA YOK’ DEMİŞTİ
Peki bu benzerlikleri Orhan Pamuk niye kullanmıştı romanında? Amacı neydi?
Bu sorunun cevabını Hürriyet’te yayımlanan röportajımızda şöyle vermişti Orhan Pamuk: “Evet, kitabımda ulus devletlerin oluşumu var. Bunu daha önce ‘Veba Geceleri’ni okuyanlar da bana söylediler. Evet, alegorik bir yanı var ama anlatılan bir tek Türkiye Cumhuriyeti devletinin hikâyesi değil. Oradaki ulusal devletin kuruluşu bize biraz benziyor, biraz da benzemiyor... Osmanlı devletinin küllerinin içinden son 90 yılda irili ufaklı pek çok ulusal devlet kuruldu. Arnavutluk en son kurulanı. Unutmayalım, ulusal devletlerin kuruluşunda sömürge karşıtı bir kahraman çıkar ve birbirine benzer şeyler yaşanır. Bu birbirine benzer şeylerin ortalaması benim yazdığım.”
Bu cevap Orhan Pamuk’un romanında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü isim vermeden mizahi bir şekilde küçümsediğini düşünenlere ne kadar inandırıcı gelir bilemiyorum. Kemal Tahir’in romancılığını çok sevdiğini söyleyen Pamuk “Ama kumpas araştırmak, tarihte bir sır bulmak ya da yeni bir tarih görüşü anlatmak benim edebiyat programımda yok” demişti.
Romanlarında resmi tarihe karşı tezler savunan Kemal Tahir’e yazdıklarının ne kadar gerçek olduğunu sorduklarında “Evet, gerçek ama roman gerçeği” cevabını vermişti.
Bakalım bu cevap Orhan Pamuk’un üzerini veba perdesiyle örttüğü tarihi romanını koruyabilecek mi?
Paylaş