Sanatçı Füsun Onur’un ‘Evvel zaman içinde...’ adını verdiği modern zaman masalı burada devam ediyor çünkü.
59. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu bir masal kitabının sayfaları gibi açılıyor önümüzde. Her biri bulut şeklinde tasarlanmış platformların üzerinde Onur’un telleri kullanarak yaptığı minimal heykelciklerle ilerliyor masal.
Küratörlüğünü İstanbul Bienali ve İKSV Güncel Sanat Projeleri Direktörü Bige Örer’in üstlendiği sergi, insanların gezegende yarattığı tahribata karşı birleşen bir grup fareyle kedinin öyküsünü anlatıyor.
Füsun Onur’un pandemi döneminde, iki yıl boyunca evinden hiç çıkmadan hazırladığı eserinin ana karakterleri fareler ve kediler. Sanatçı, Türkiye Pavyonu için metal telleri bükerek ve şekillendirerek farklı karakterler ve bu karakterlerin hayatlarından çeşitli kesitler sunan sahneler yaratmış. Sergi mekânına yayılan bulutlar üzerinde tasvir edilen her bir sahne, bir araya gelerek bütünsel bir anlatı oluşturmuş.
FARELER VE KEDİLERİN İŞBİRLİĞİ
Bu masalsı dünyada, okul çıkışında öğrenciler tarafından dağıtılan gazetelerden insanın yol açtığı pandemiyi öğrenen fareler, bunun üstesinden gelmek için neler yapabileceklerini tartışmaya başlarlar ve tüm dünyayı tehdit eden bu krize karşı mücadele etmek için kedilerle işbirliği yaparak güçlerini birleştirmeye karar verirler. Mücadeleleri sadece pandemiye değil, küresel iklim krizine de karşıdır...
Ruby Auster geçen kasım ayında Brooklyn’deki evinde bilinci kapalı şekilde bulunmuş, hastaneye kaldırıldıktan kısa bir süre sonra da öldüğü açıklanmıştı. Bebeğin ölümünden sonra yapılan incelemede ölüm sebebinin kanında yüksek oranda uyuşturucu madde olması gösterilmişti.
44 yaşındaki Daniel Auster ifadesinde eşi evden çıktıktan sonra eroin kullandığını, bebeği Ruby’nin yanına uzandıktan sonra uykuya daldığını, uyandığında bebeğin morarmış olduğunu ve hareket etmediğini fark ettiğini söylemiş.
Oscar adının geçtiği her muhabbette o tokat gündeme gelecektir bundan sonra.
Olay bana, bizde yaşanan tokat hikâyelerini hatırlattı.
Edebiyat tarihimizde kalem kavgaları çoktur. Rahmetli Emin Karaca’nın sırf bu konuyu incelediği kitaplarını bilirsiniz.
Oscar tokadı bana bu kavgaların fiziki olanlarını da hatırlattı.
Kavgaya en meyilli edebiyatçımız olarak
Hockney’nin bu sergisinin ilginç bir hikâyesi var.
Los Angeles’ta yaşayan David Hockney baharı resmetmek üzere iki yıl önce Normandiya’daki köy evine gidiyor. Aynı tarihlerde kimsenin aklına gelmeyen pandemi karantinası başlayınca Amerika’ya dönemiyor.
Kariyeri boyunca yeni teknolojileri ve sanat yapmanın farklı yöntemlerini araştıran Hockney, 2000’lerden itibaren iPhone ve iPad ile çizim yapıyor. Söz konusu teknolojik arayışının doruk noktası olan bu sergi, sanatçının baharın gelişini müjdeleyen iPad resimlerinin 116 tanesini içeriyor. Bunların tamamı 2020’de, COVID-19 salgınının ilk dönemi sırasında, karantinayı geçirdiği Normandiya’daki evinde üretildi.
David Hockney köpeği Rubi ile resim çiziyor. 29 Nisan 2019
İlk kez geçen yıl Londra’daki Royal Academy’de ve ardından Brüksel’deki Bozar’da sanatseverlerle buluşan serginin üçüncü durağı Akbank’ın desteğiyle Sakıp Sabancı Müzesi olacak. Eserler SSM’den hemen sonra Chicago Art İnstitute’te sergilenecek.
Hockney’nin baharın başından sonuna kadar bütün evrelerini yansıttığı resimleri meyve ağaçları, çalılar, çiçek bahçeleri, gölet ve nehirler, tarlalar ve uzak tepelere uzanan bir manzarayı yansıtıyor. Sanatçının, baharın senelik yolculuğunu çıplak ağaçlardan tomurcuk ve çiçeklere, bol yeşil yapraklara kadar yakaladığını gösteriyor.
Boğaz’da başka bir baharı yaşatacak olan sergi 29 Temmuz’a kadar görülebilecek.
Basının varoluş şekli, toplum üzerindeki etkisi başından beri meşgul etti sanatçıları ve bir yol arkadaşlığı içine girdiler. Kimi etkisini, gücünü sorgulayıp eleştirirken kimi aynı malzemeyi sanatının öznesi haline getirdi. Başta aynı olan malzemeydi, sonrasında amaç da aynı oldu.
‘Basın Sanatı’nın oluşumuna tanıklık eden ve yaklaşık 150 yıllık bu ilişkiyi gözler önüne seren bir sergi yarın Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde açılıyor.
Annette ve Peter Nobel’in koleksiyonundan eserlerle oluşturulan ‘Ve Şimdi İyi Haberler’ sergisi, matbaanın icadıyla birlikte 18’inci yüzyıl sonlarında düzenli gazetecilik faaliyetinin oluşması, 19’uncu yüzyılda resimli dergilerin basılmasından yola çıkarak kitleselleşen iletişim araçları ve sanat arasındaki diyaloğa odaklanıyor.
Medya tarihinde son 150 yılın bilim, kültür ve siyasetteki en can alıcı meselelerini gözler önüne seren sergi, geçtiğimiz 20 yılda yaşanan büyük değişimlere ve bu değişimlerin medya sanatındaki etkilerine ilişkin de önemli ipuçları veriyor.
Serginin tanıtımı için düzenlenen basın toplantısında Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü M. Özalp Birol ile koleksiyonun sahipleri Annette ve Peter Nobel de vardı.
Türkiye sanat tarihinde derin izler bırakmış, önemli bir ressam olan, hat, müzik ve edebiyat ile ilgilenen, pek çok sanatçının ve kurumun da hamiliğini üstlenmiş Abdülmecid Efendi’nin 1920-1921 yıllarında yaptığı ‘Başkadınefendi Şehsuvar Hanım’ın portresi, sergide yerini aldı.
Dört evlilik yapan Şehzade Abdülmecid Efendi’nin tablolarında model olarak en fazla kullandığı isim ilk eşi Şehsuvar Hanım.
Abdülmecid Efendi resimlerinde saraydaki Batılı hayat tarzını yansıtmıştı. ‘Haremde Beethoven’ tablosunda keman çalarken resmettiği Şehsuvar Başkadınefendi, ‘Haremde Goethe’ tablosunda da elinde Alman yazar Goethe’nin bir kitabıyla görülüyordu.
Her iki tablo 1918’deki Türk ressamlar tarafından Avrupa’da açılan ilk sergi olan Viyana Sergisi’nde yer almış, daha sonra ‘Haremde Goethe’ Ankara Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonuna, ‘Haremde Beethoven’ tablosu da İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonuna dahil olmuştu.
İlginçtir, Abdülmecid Efendi’nin şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı sergisinde bu en önemli iki tablosu projeksiyondan yansıtılmıştı. Eserlerin orijinalleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde sergilendiği için bu sergiye dahil edilememişti.
Sergi açılışına Fransa’dan getirtilen birkaç eser de yetişmediği için önce fotoğrafları konulmuş ama sonrasında orijinalleri gelince yerlerine asılmıştı.
Ama bu yeni portrenin varlığından kimse haberdar değildi. Tablo,
Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’ni, bugünkü adıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kuran Osman Hamdi Bey’e ait özel bölüm, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde açıldı.
Okulun 140’ıncı kuruluş yılı kutlamaları kapsamında düzenlenen sergi, müzenin üçüncü katında ve artık kalıcı olacak.
Müze envanterindeki bütün Osman Hamdi eserlerinin ve eşyasının sergilendiği bu bölümün küratörlüğünü Prof. Dr. Zeynep İnankur üstlenmiş.
Dolayısıyla şimdiye kadar açılmış en kapsamlı Osman Hamdi sergisi bu.
Salonun hemen girişinde sanatçı
Türk öykücülüğünde müstesna bir yeri olan, çevirileri ile dünya edebiyatının önemli isimlerine ses veren bir edebiyatçı değil de hayatına giren şairlerin ilham kaynağı olmaya kadar indirgenir neredeyse varlığı.
Erhan Altan’ın ‘Tomris Uyar’la Turgut Uyar Üzerine Söyleşi - Ben Koşarım Aşağlara, Koşarım’ kitabı bu kez Tomris Uyar’ın gözünden Turgut Uyar ekseninde dönemin edebiyat dünyasının fotoğrafını çekiyor.
Erhan Altan’ın 2000-2002 yılları arasında Turgut Uyar’ı tanıyan kişilerle yapacağı söyleşilerle ilerleteceği biyografi çalışması Tomris Uyar’la sınırlı kalmış. Turgut Uyar’ın hayatına ve şiirine dair bilinmeyen pek çok detayı ortaya çıkaran bu söyleşi kitabının yeni basımı yapıldı. Bu kez Tomris Uyar’ın gözünden okuyoruz İkinci Yeni şairlerinin edebiyatını ve hayatlarını.
ŞİİRLE BAŞLAYAN DOSTLUK
Tomris Uyar