Coelho’nun tüm dünyada tanınmasını sağlayan romanıydı Simyacı. İlk kez 1988 yılında yayımlanmış ve Türkçeye 1996 yılında Özdemir İnce tarafından çevrilmişti. Kitap dünyada olduğu gibi Türk okuru tarafından da çok sevilmiş ve belki de Can Yayınları’nın en çok sattığı kitaplardan biri olmuştu. Okurunun bu ilgisi Coelho’yu da mutlu etmiş ve Türkiye’yi ziyaret de etmişti.
Gördüğü bir rüyayı anlattığı falcının tavsiyesi ile İspanya’dan yola çıkıp Mısır Piramitleri’nin eteklerinde kendisine müjdelenen hazinesinin peşine düşen çobanın hikâyesini anlatıyordu o romanında. Çoban Santiago’nun yolculuğu sadece fiziki değil, içsel bir yolculuktu aynı zamanda.
Coelho bu kitabıyla farkında olmadan bir anlamda içsel yolculuk kitapları modasını ateşlemiş oldu. Sadece çobanlar değil anlı şanlı CEO’lar Ferrari’lerini satıp bilgelik yoluna düştüler.
Gelelim Coelho’nun fotoğrafını paylaştığı Türk çobana. Ruhsal yolculuğunu tamamladı mı, içindeki hazineyi keşfedebildi mi bilmem ama bu pozuyla ve Coelho’nun paylaşımıyla meslektaşlarının imajını da kurtardı. Aysun Kayacı’nın meşhur “Benim oyum dağdaki çobanın oyuyla bir mi?” şeklindeki tezine antitez oldu.
Lahana şeklinde bir anıt parçasının cami avlusunda ne işi olabilir diye düşünenler çıkacaktır. Tarihçiler ve tarih meraklılarının çok iyi bildiği gibi Osmanlı döneminde Enderun’da içoğlanların gruplara ayrılarak oynadıkları cirit oyunlarında iki takım karşı karşıya gelirdi: Bunlara ‘Lahanacılar’ ve ‘Bamyacılar’ denirdi. Büyük ihtimalle cami avlusunda bulunan ‘Lahanacılar’ figürü onlara ait bir nişantaşının parçasıydı.
Hem eğlence hem de eğitim amaçlı gerçekleşen cirit oyunlarında ordu takımlarının ayrıldığı bölüklerin isimleriydi bu. Başta cirit olmak üzere, torba darbı, tomak, ok, mızrak atışı, nişan alma yarışları yaparlardı.
İLK DERBİ OLARAK KABUL EDİLİYOR
Haberi gazetede okuyunca, tarihimizin bu ilk derbisi sayılabilecek Lahanacılar-Bamyacılar müsabakalarını hatırladım. Malum, hafta sonu da futbolda İstanbul’un heyecanla beklenen derbilerinden biri, Fenerbahçe-Beşiktaş maçı var.
Yrd. Doç. Dr. Emine Dingeç’in yazdığına göre yükselmede liyakat sisteminin geçerli olduğu sarayda, bu takımlarda yer almak, padişahın gözüne girmek için fırsattı. Ayrıca yarışmaya dayalı bu oyunlar saray dışında İstanbul’da heyecan uyandıran bir seyirlik gösteri niteliği kazanmıştı. Her iki grubun tutkulu taraftarları vardı.
AMASYA’NIN BAMYASI MERZİFON’UN LAHANASI
Peki, Lahanacı ve Bamyacı isimleri nereden geliyor? Tarihçilerin anlattığına göre Ankara Savaşı sonrasında Amasya’ya çekilen
Dünya geçen hafta ABD eski Başkanı Donald Trump’ın tutuklanma fotoğraflarını konuştu. Deepfake teknolojisiyle yaratılmış fotoğrafların kısa sürede kurgu olduğu anlaşılsa da bu işin boyutlarının nereye kadar gidebileceğine dair ürkütücü ipuçları veriyordu.
Yine yapay zekâyla yaratılmış bir başka fotoğraf da sanat dünyasının gündemindeydi.
Brad Pitt ve Eva Green’in yan yana getirilmiş fotoğrafları sosyal medyada ikilinin biyografik bir filmde Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ı canlandıracakları bilgisiyle paylaşıldı. Dünya düşünce tarihinin bu en önemli ve popüler çiftini beyazperdede izleme fikri sanatseverleri oldukça heyecanlandırdı. Ancak kısa sürede bu fotoğrafın da sahte olduğu anlaşıldı.
Teyit.org fotoğrafların Giovanni Rolla tarafından yapay zekâ kullanılarak oluşturulduğu bilgisine ulaştı. Rolla görselleri parodi amacıyla üretmişti.
Fotoğrafları oluşturmak için yapay zekâ uygulaması olan MidJourney 5’i kullandığını açıklayan Rolla, Brad Pitt ve Eva Green’i Sartre ve Beauvoir olarak hayal etmesini istemiş ve beş dakikada bu görüntüleri elde etmişti.
Felsefe dünyasının ideal çiftini dünyanın en ünlü oyuncularının canlandırması güzel olurdu ama gerçek değildi. Yapay zekânın yarattığı yapay gerçeklik yakın bir gelecekte sanat dünyasında diğer alanlara göre çok daha fazla ağırlığını hissettirecek gibi görünüyor.
Yapay zekânın Brad Pitt ve Eva Green’i dönem kıyafeti ve makyajlarıyla Sartre ve Beauvoir’a dönüştürdüğü fotoğraf.
CAFÉ DE FLORE EVLERİ GİBİYDİ
Özellikle sinemada, çekilen biyografi filmlerinde görüyoruz bunu. Neş’et Ertaş’ın ailesi kendilerinden izin almadan çekilen filmin gösterimini yasaklatmış; Müslüm Gürses, Naim Süleymanoğlu filmlerinin davaları aylarca gündemi meşgul etmişti.
Benzer bir tartışma şimdilik mahkeme salonlarında değil ama sosyal medyada alevlendi. Agora Yayınları, Erdal Doğan’ın yazdığı Sevgi Soysal biyografisi ‘Yaşasaydı Âşık Olurdum’ kitabının yeni baskısını yayınlayacağı duyurusunu yaptı sosyal medya hesabından.
İlk baskısı 2003 yılında yapılan kitap için Sevgi Soysal’ın kızı Funda Soysal bir yorumda bulunarak, aile olarak kitabı tasvip etmediklerini vurguladı ve şöyle yazdı: “Ne kadar güzel yazılmış olursa olsun, yanlış, anneme büyük haksızlık edip, onu gelişmemiş erkek gözüyle, yalnız kalamayan kadın gibi acayip bir kutuya koyup kaldıran bir biyografi. Annemi bu kitapla tanıdığınızı sakın sanmayın, kolaya kaçarsınız.”
Agora Yayınları’nın sahibi, yazar ve çevirmen Osman Akınhay’ın kitabın izin alarak yazıldığına yönelik itirazına ise “Onayımız filan alınmadı; ben o zaman ancak merak ediyordum zaten; teyzem Milliyet Sanat’ta itirazını yazdı; babam ise hiç görüşmedi bile. Ayrıca ben iki ay önce size yazdım, temas kursun mu Erdal Doğan dediniz, buyursun dedim, ulaşan olmadı” diye cevap verdi.
Kitabın yayınından 20 yıl sonra yaşanan bu tartışma bizde biyografi türünün neden yeterince gelişmediğinin de cevabını içermekle birlikte Funda Soysal’ın itirazı biraz da sanki kitabın adına oldu...
ELEŞTİRİLERE CEVAP KİTABIN GÜNLÜĞÜNDE
Kitap müstehcenmiş... Sanatı baskıyla engellemek, rüzgârı hapsetmeye benzer. Asla başaramazsınız.”
İlk kez 2007 yılında Güncel Yayıncılık tarafından yayımlanmıştı Tapınak Fahişeleri’nin çizgi romanı. Ahmet Ümit’in efsanevi polisiye roman kahramanı Başkomser Nevzat’ın maceralarını usta çizer İsmail Gülgeç resimleyerek yorumlamıştı. Gülgeç’in desenleriyle yayımlanan bir diğer Başkomser Nevzat macerası ise ‘Çiçekçinin Ölümü’ adını taşıyordu. ‘Tapınak Fahişeleri’nin yeni basımları 2011 yılında Everest Yayınları, 2021 ve 2022 yılında da Yapı Kredi Yayınları tarafından yapıldı.
Ahmet Ümit
Kitap ilk yayınlanışından 16 yıl sonra muzır bulunmuş oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı soruşturma sonucu Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı kurul kitabı incelemiş ve kitabın içerisinde yer alan bazı ifade, tasvir ve görsellerin 18 yaşından küçüklerin maneviyatı ve gelişimleri üzerinde muzır ve müstehcen tesir yapacak nitelikte olduğuna oybirliğiyle karar vermiş.
Alınan karar sebebiyle kitap ancak ‘içi görülmeyen zarf veya poşet içinde’ satılabilecek.
Ahmet Ümit’in paylaşımı üzerine #sansürehayir kampanyası başlatıldı ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk de buna destek vererek “Bir akıl tutulması hali devam etmekte; yayınevlerinin bu kararlara karşı yürütmeyi durdurma kararı aldırmak için mahkemeye başvurmaları gerekiyor. Basın yasasına aykırı kararlara karşı durmamız gerekiyor” yorumunda bulundu.
Ahmet Ümit
Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan süreçte toplumsal ve kültürel bütün değişimleri Boğaziçi’nin primadonnası olarak yaşamıştı. Gazinoların ilk assolisti, taş plakların ilk starıydı. Boğaz’ın mehtaplı gecelerinde parlayan yıldızı yine Boğaz’ın serin rüzgârlarıyla solduğunda, tarih 15 Mart 1939 Çarşamba gününü gösteriyordu. O gün saat 11.05’te bir efsanenin üzerine perde son kez kapanmıştı. Müzikolog Bilen Işıktaş, 84 yıl önce kapanan bu perdeyi İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ‘Boğaziçi’nin Büyülü Sesi - Denizkızı Eftalya’ kitabıyla bir kez daha aralıyor.
‘HAYDİ EFTO, BAŞLA’
1891 yılında ağırlıklı olarak Rum nüfusun oturduğu ve İstanbul’da turizmin ilk geliştiği semt olan Büyükdere’de dünyaya gelir Denizkızı Eftalya. Babasının kısaca Efto dediği, gerçek adıyla Atanasi Yeorgiadu. O dönem yaşanan bütün siyasi çalkantılara, savaşlara rağmen Boğaziçi’nde canlı bir eğlence hayatı vardır. Dönemin şöhretli hanende ve sazendelerinin kendilerini gösterdikleri doğal bir sahnedir adeta Boğaziçi. Sandallarıyla Boğaziçi mehtabına karışanlara çevredeki yalılardan gelen sesler de eşlik eder.
Yeteneği ilk yıllardan itibaren dillerdedir Eftalya’nın. Babası Yorgaki Efendi müziği seven, haftada bir arkadaşlarıyla evde buluşup şarkılar söyleyip eğlenmekten büyük zevk alan bir jandarma subayıdır.
Yan odadan babasının arkadaşlarıyla birlikte söylediği şarkılara eşlik eden Küçük
Sanat dünyasında da bireysel katkıların yanı sıra, yardım konserleri düzenleniyor, sergiler açılıyor, yapılan etkinliklerin gelirleri afet bölgesine gönderiliyor.
Son olarak geçen hafta Artam Antik A.Ş.’nin düzenlediği 382’nci müzayedenin bir bölümü depremzedeler yararına eser satışına ayrıldı.
Koleksiyonerlerin ve sanatçıların bağışlarıyla bir araya gelen eserlerin satışıyla, yaraları sarabilmek adına dikkat çekici bir dayanışma örneği de sergilenmiş oldu. Deprem bağış satışından 1 milyon 157 bin TL’lik bir toplam rakam elde edildi.
En yüksek teklifi veren alıcının, tüm tutarı AFAD, Ahbap veya TED deprem yardım hesaplarından birine yatırarak esere sahip olabildiği bağış satışında Zekai Ormancı, Ekrem Yalçındağ, Eren Eyüboğlu, Fahrel Nissa Zeid, Nejad Melih Devrim, Ahmet Oran, Hüsamettin Koçan, Zeki Faik İzer, Mehmet Gün, Haluk Özden, İsmail Ateş, Asım İşler ve Utku Varlık’ın yapıtları yer aldı. Deprem bağış seçkisinde Zekai Ormancı’nın ‘Untitled’ı 190, Ekrem Yalçındağ’ın ‘Impressions From the Streets’i 150, Eren Eyüboğlu’nun ‘Untitled’ı 250, Fahrel Nissa Zeid’in Jean Giono’nun ‘Triomphe de la Vie’ adlı kitabının kapak ve iç sayfası üzerine yaptığı kuruboya ve mürekkep çalışması 80, Nejad Melih Devrim’in ‘Untitled’ı 75, Ahmet Oran’ın ‘Untitled’ı 90, Hüsamettin Koçan’ın ‘Untitled’ı 40, Zeki Faik İzer’in ‘Soyut’u 26, Mehmet Gün’ün ‘Soyut’u 44, Haluk Özden’in 2009 tarihli ‘Untitled’ı 45 bin ve 2005 tarihli ‘Untitled’ı 52 bin, İsmail Ateş’in ‘Untitled’ı 12, Utku Varlık’ın ‘Untitled’ı 75 ve Asım İşler’in ‘Kimse var mı?’ isimli eseri 28 bin TL’ye satıldı.
Bu arada Artam Antik, 2023 yılı boyunca düzenleyeceği müzayedelerin bir bölümünde, sanatçıların ve koleksiyonerlerin bağışladığı eserleri deprem bölgesine yardım amacıyla satışa sunmaya devam edeceğini açıkladı.
Umarım bu bir başlangıç olur ve büyük koleksiyonerler, sanatçılar yardım müzayedesine daha fazla ilgi gösterip eser bağışlar.
İddiayı komik bulup dalga geçenler, İlber Hoca’ya havale edenler, doğruluğuna inanıp Tolstoy’a rahmet okuyanlar, bilgi için teşekkür edenler vardı okuduğum yorumlarda.
Sanatta ve bilimde büyük işler yapmış, sevilen, saygı duyulan tarihi isimleri kendimizden kabul etmek gibi bir özelliğimiz var.
Yıllar önce Selçuk Altun o dönem Cumhuriyet Kitap ekindeki köşesinde Kaddafi’nin bir iddiasını yazmıştı. Kaddafi’ye göre Shakespeare bir Müslüman’dı ve gerçek adı Şeyh Pir’di. Hatta bu iddiaya daha sonra Kadir Mısırlıoğlu sahip çıkmış ve tarihi bir gerçekmiş gibi savunmuştu.
Tolstoy’un Müslümanlığı ile ilgili iddia, Shakespeare’ın Müslümanlığı kadar uçuk kaçık değil ama Rus edebiyatı uzmanlarına göre doğru da değil.
Ortodoks Hıristiyanlığın kurumsallığını sorguladığı ve dinde reformu savunduğu için 1901 yılında kilise tarafından aforoz edilen Tolstoy aydınlanma felsefesinin etkisindeydi.
En önemli özelliği, evrensel bir ahlak arayışı içinde olması.
İslamı bazı özellikleri bakımından Ortodoksluktan üstün görüyordu ama sonuçta bütün dinlere eşit mesafede.