Boğaziçi’nin zamansız sesi Denizkızı Eftalya

Eğlence kültürümüzün, müzik tarihimizin ilk efsanelerinden biri Denizkızı Eftalya.

Haberin Devamı

Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan süreçte toplumsal ve kültürel bütün değişimleri Boğaziçi’nin primadonnası olarak yaşamıştı. Gazinoların ilk assolisti, taş plakların ilk starıydı. Boğaz’ın mehtaplı gecelerinde parlayan yıldızı yine Boğaz’ın serin rüzgârlarıyla solduğunda, tarih 15 Mart 1939 Çarşamba gününü gösteriyordu. O gün saat 11.05’te bir efsanenin üzerine perde son kez kapanmıştı. Müzikolog Bilen Işıktaş, 84 yıl önce kapanan bu perdeyi İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ‘Boğaziçi’nin Büyülü Sesi - Denizkızı Eftalya’ kitabıyla bir kez daha aralıyor.

Boğaziçi’nin zamansız sesi Denizkızı Eftalya

‘HAYDİ EFTO, BAŞLA’

1891 yılında ağırlıklı olarak Rum nüfusun oturduğu ve İstanbul’da turizmin ilk geliştiği semt olan Büyükdere’de dünyaya gelir Denizkızı Eftalya. Babasının kısaca Efto dediği, gerçek adıyla Atanasi Yeorgiadu. O dönem yaşanan bütün siyasi çalkantılara, savaşlara rağmen Boğaziçi’nde canlı bir eğlence hayatı vardır. Dönemin şöhretli hanende ve sazendelerinin kendilerini gösterdikleri doğal bir sahnedir adeta Boğaziçi. Sandallarıyla Boğaziçi mehtabına karışanlara çevredeki yalılardan gelen sesler de eşlik eder.

Haberin Devamı

Yeteneği ilk yıllardan itibaren dillerdedir Eftalya’nın. Babası Yorgaki Efendi müziği seven, haftada bir arkadaşlarıyla evde buluşup şarkılar söyleyip eğlenmekten büyük zevk alan bir jandarma subayıdır.

Yan odadan babasının arkadaşlarıyla birlikte söylediği şarkılara eşlik eden Küçük Efto’nun sesi bir gece farkında olmadan yüksek çıkınca yeteneği evin içinde keşfedilir. O meşk gecelerinin vazgeçilmezi olur zamanla ve babasıyla sandala binip Boğaz’ın sularında devam ederler şarkılarını söylemeye. “Haydi Efto, başla” der babası. Küçük kızın billur gibi sesi yankılanır mehtaplı gecelerde. Kıyıdan ve sandallardan onu dinleyenler “Denizkızı yine çıktı, denizkızı suları titretiyor” diye tezahüratta bulunur. Hatta yakın yalı pencerelerinden “Şu şarkıyı da söyler misin?” diye istekler gelir.

Haberin Devamı

Geceleri sabahlara bağlayan sesin sahibi kısa sürede Denizkızı Eftalya olarak anılmaya başlar. Boğaz’ın sularının üzerinde yükselen Eftalya’nın sesi, kısa sürede İstanbul’un eğlence hayatının vazgeçilmezleri arasına girecektir.

PARİS’TE KONSERLERİ VE PLAKLAR

1928 yılında Pathe Gramofon ile bir anlaşma yapan Denizkızı Eftalya, Paris’te yapılacak kayıtlarda kendisine eşlik edecek Kemani Sadi (Işılay) Bey’le tanışır. Bu tanışma hayatının son dönemine kadar devam edecek bir beraberliğin başlangıcı olur. Paris’te Kemanî Sadi, Udî - piyanist Yorgo Bacanos ve kemençeci Aleko Bacanos ile sadece kayıt yapmazlar, Denizkızı Eftalya olarak Le Petit Journal salonunda konserler de verirler. Sahneye ilk kez Denizkızı Eftalya olarak orada çıkar. Konserler büyük ilgi görür, dönemin ünlü sanatçıları kulise gelip kendilerini kutlarlar. Ekibe Sadettin Kaynak da katılacaktır sonraki konserlerde. Klasik Türk müziği modası başlatırlar Paris’te. Söyledikleri şarkılar filme çekilir. Şöhretleri dünyanın dört bir yanına yayılmıştır. Mısır ve Suriye’de verdikleri konserler büyük bir ilgi görür. Turne programları Medine’ye, Filistin’e kadar uzanır. İstanbul sahneleri Denizkızı Eftalya için adeta yarış eder hale gelir. Onu sahnede dinleyebilmek bir ayrıcalıktır artık. Uzun yıllar sahnelerin tek assolisti olarak kabul edilir.

Haberin Devamı

JÜBİLESİNİ DE BOĞAZ’DA YAPTI

Denizkızı Eftalya’nın Boğaziçi’nde bir sandalda başlayan şöhret hikâyesinde sonun başlangıcı yine aynı yerde olur. 1036 yılında Şirket-i Hayriye’nin (Şehir Hatları) Boğaz’da hayatı canlandırmak için düzenlediği eğlencenin assolisti Denizkızı Eftalya’dır. Bir tür jübile gecesidir Eftalya için. Saz heyetiyle şarkı söyleyecek, zeybek ekibi dans gösterileri yapacaktır. Geceye ilgi öylesine büyük olur ki 10 adet vapur hıncahınç seyirciyle dolar. Ellerine meşalelerini alanlar sahilleri doldurur. Bir salda Eftalya şarkılarını söyledikçe istekler gelmiş, alkışlar yükselmiştir. Ancak o gece üşüten Eftalya bir daha toparlanamaz ve gerçekten jübilesini hayatıyla bütünleşmiş olan Boğaziçi sahnesinde yapar.

Haberin Devamı

ATATÜRK SAFİYE AYLA İLE EFTALYA’YI KARŞILAŞTIRDI

DENİZKIZI Eftalya’nın hayatında Atatürk’ün önemli bir yeri vardı. Atatürk 1919 yılında ayrıldıktan sonra ilk kez 1927 yılında İstanbul’a geldiğinde Eftalya ile yolları Moda Deniz Kulübü’nde kesişir. 5 Ağustos günü Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Başvekil İsmet Paşa ve Meclis Reisi Kazım Paşa (Özalp) ile birlikte Ertuğrul Yatı ile Moda’da yapılan deniz yarışlarına gider. Dönüşte Kalamış Koyu’ndaki Belvü Gazinosu’na uğrar ve burada karşılaştığı, gençliğinden beri hayranı olduğu Denizkızı Eftalya’dan birkaç şarkı söylemesini ister. Atatürk’ün bu ilgisi Eftalya’nın yıldızının bir kez daha parlamasına neden olacaktır. Yine aynı günlerde Dolmabahçe Sarayı’nda mehtaplı bir gecede yıldızı yeni yeni parlayan Safiye Ayla ile Denizkızı Eftalya Ata’nın huzurunda şarkılarını söylerler. Bir ara Atatürk’ün salondan arkadaşlarıyla ayrılmasına anlam veremez diğer misafirler. Atatürk içeriye davet ettiği arkadaşlarına hangi icrayı daha çok beğendiklerini sorar. Gecenin sonunda Safiye Ayla’nın daha başarılı olduğu sonucu çıksa da bu bahisten sanatçıların hiçbir zaman haberi olmaz.

Boğaziçi’nin zamansız sesi Denizkızı Eftalya

NÂZIM, ‘BEN DENİZKIZI EFTALYA DEĞİLİM’ DEDİ Mİ?

Haberin Devamı

Atatürk ve Eftalya dendiğinde dolaylı olarak akıllara hemen ‘Nâzım Hikmet’li olan anekdot gelir. Zekeriya ve Yıldız Sertel’in hatıralarında yer alan anekdota göre, sofrasında devrin kültür ve edebiyat insanlarını, müzisyenlerini ağırlamaktan mutluluk duyan Atatürk, bir gece Nâzım Hikmet’i davet eder. Gecenin geç saatinde kendisine iletilen bu davete Nâzım’ın cevabı “Ben Denizkızı Eftalya değilim” olur. Bu bu bilgi Atatürk’e iletildiğinde, “Aferin çocuğa, işte şair dediğin böyle olmalı” dediği rivayet edilir.

Nâzım Hikmet, bir Moskova akşamında Uluslararası Doğu Bilimciler Kongresi’ne katılan ve “Eftalya olayının aslı var mıdır?” diye soran gazeteci Ömer Sami Coşar’a şöyle anlatacaktır işin aslını: “Bakın cancağızlarım! Elbette aslı yoktur. İşin doğrusunu da Türkiye’deyken yakın dostlarıma kaç kez anlatmışımdır. Ama dünyanın her yerinde halklar efsane uydurmaya bayılırlar. Bir kez tutunca da kimse kimseyi işin doğrusuna inandıramaz... Şimdi, Mustafa Kemal dünyanın en nazik ve efendi adamlarından biriydi. İnsanları gece yataklarından kaldırıp, öyle keyfi istedi diye ayağına çağırtmak onun yapacağı bir şey değildi. Atatürk Dolmabahçe Sarayı’ndaymış da, ‘Gidin şu deli oğlanı bulun, gelip şiir okusun bana’ demiş de, evime doluşan görevlileri ‘Ben Denizkızı Eftalya değilim...’ diye geri çevirmişim! Neresini düzelteyim ben bu hikâyenin? Atatürk’ün ancak kendini bilmez sarhoşlara yakışan böyle bir davranış içine girmesi bir yana, adamı kimse sarhoş görmemiştir. Bana da hiçbir zaman böyle bir davet gelmemiştir ondan. Kendisine daima hayranlık duymuş ve saygı beslemişimdir. O olmasaydı Türkiye olmazdı! Bir davet gelmiş olsaydı ondan, geri çevirir miydim? Bir kere devletin başı adam. Hem de nasıl bir baş... ‘Denizkızı Eftalya’ sözüne gelince, devrinin ünlü bir sanatçısı olmalı kadın. Böyle birini küçültücü ve incitici bir söz de bana yakışmaz zaten.”

Yazarın Tüm Yazıları