Sözleri şair Ayten Mutlu’ya ait olan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle kaydedilen 100. Yıl Marşı, ses ve video olarak 23 Nisan’da tüm dijital platformlardaydı ve büyük bir ilgi gördü.
Fazıl Say bestesini paylaşırken “Dostlarım, 23 Nisan gibi özel ve anlamlı bir günde 100. Yıl Marşımızı paylaşmak benim için mutluluktur. İyi dinlemeler diliyorum, güzel enerjiler getirsin size bu müzik. Bir gün hep beraber söylemek umuduyla” diye yazdı.
Ayten Mutlu’nun 1984 yılında yayınlanan şiir kitabındaki ‘Ver Elini’ şiirini bestelemeye birkaç ay önce karar vermiş Say. Ayten Mutlu beste için gerekli düzeltmeleri yapmış ve marşın son hali ortaya çıkmış.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ilk yıllarındaki o hissiyatı, duygu yoğunluğunu aktaran bir marş çıkmış ortaya.
Beste, Fazıl Say’ın Cumhuriyet’in 100’üncü yılına bir armağanı. Bir gönül borcu. Onun bireysel çabası. Dün o alkışı aldı ve daha da alacaktır.
Böylesine bir yıldönümü için çok daha fazlasının yapılması gerekirdi diye düşünüyorum.
Umarım yüzlerce yıl hep bir ağızdan coşkuyla söylenir.
Bolşoy Tiyatrosu ve JSC Rus Medya Grubu’nun işbirliği ile gerçekleştirilen ödüllerin beşincisinin töreni Bolşoy Tiyatrosu’nun tarihi sahnesinde 25 Nisan tarihinde yapılacak. Törende Şefika Kutluer’e BraVo Ödülleri’nin altın heykeli takdim edilecek ve Kutluer, Bolşoy Senfoni Orkestrası eşliğinde bir de konser verecek.
Bolşoy yetkililerinin ödüle değer görüldüğünü kendisine bildirdiklerinde yaşadığı duygu karmaşasını aylar önce konuşmuştuk Kutluer ile. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonucu uluslararası alanda başlatılan yaptırım kararları ve tepkiler doğal olarak onu da etkilemişti. Rus bestecilerinin eserlerini çalmamaya, yazarlarının romanlarını basmamaya, hatta yasaklamaya kadar varan bir dizi saçma olay yaşanmıştı hatırlarsınız. Askeri, ekonomik ve siyasi ambargonun kültür dünyasına da yansıtılmasının abartılı örnekleriydi bunlar.
Böyle bir ortamda uluslararası otoritelerce belirlenen bu ödüle değer görüldüğünü öğrendiğinde belki endişelenmiştir Şefika Kutluer. Türkiye, dengeli bir dış politika ile her iki ülkeyle ilişkileri sürdürmeyi başardı. Kültürel alanda da yapılması gereken benzer bir tutum takınmak.
Kutluer, dünya çapında beş kıtada verdiği sayısız konser ve kaydettiği 17 albüm ile ülkemizin önde gelen sanat elçilerinden biri.
UNICEF’in iyi niyet elçisi olarak çocuklar için dünya çapında birçok etkinliğe imza atan,
Oysa II. Abdülhamid tarafından sarayın resmi terzisi ve modacısı olan Hollandalı Maison Jean Botter için yine o dönem 16 yıl saray mimarlığı yapan İtalyan Raimondo D’Aronco tarafından yapılmıştı. Mimaride bitkisel desenlerin kullanıldığı, süslemeleri ile öne çıkan Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının İstanbul’daki ilk örneği olarak kabul ediliyordu. En şık binalardan biriydi.
Botter Ailesi’nin Paris’e göç etmesinden sonra birçok kez el değiştirmiş, son olarak çökmemesi için çelik bir iskeleyle etrafı kapatılarak kaderine terk edilmişti.
Birinci derece kültür varlığı statüsündeki apartman yıllar sonra varisleriyle anlaşılarak İBB Miras ekiplerince restorasyona alındı. Dış cephesi ve önemli bir bölümünün restorasyonu tamamlanarak ‘Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezi’ adıyla cuma günü düzenlenen bir törenle de halka açıldı.
Tören kalabalığına karışmayıp ertesi gün daha rahat gezerim düşüncesiyle Tünel’den İstiklal Caddesi’ne dönüp Casa Botter’e yaklaştığımda önce binanın karşısında birikmiş kalabalığı fark ettim. Hayranlıkla binayı seyredenler ve ellerinde cep telefonlarıyla fotoğraf çekenler neredeyse caddeden geçişi engelleyecek kadardı.
Binanın ilk katındaki balkonunda acaba ünlü bir var da onun için mi birikti bu kalabalık diye düşündüm.
Yaklaşınca anladım ki balkonunda ünlü birinin olmasına gerek yoktu, kendisi mimari ve estetik açıdan zaten yeterince güzeldi. Casa Botter’in dönüşüyle İstiklal Caddesi’nde kültürel mirasımız için önemli bir yapı kurtarılmış olmuyor sadece, kültür sanatın, yaratıcılığın nefes alıp vereceği yeni bir kapı da açılıyor.
BİNAYI OKŞAYAN TÜY
4 Mart tarihinde yapılan müzayedede toplanan para depremzedelere yardım amacıyla AFAD hesaplarına yatırıldı.
Depremden hemen sonra oluşan bu yardım seferberliği ne yazık ki gün geçtikçe azalıyor. Acil ihtiyaçlar olabildiğince karşılandı belki ama bölgenin daha uzun süre desteğe ihtiyacı olacak.
Afet bölgesindeki yaraların çok büyük olduğunu ve yıllar boyunca pansumana ihtiyaç duyacağını unutmamak gerekir diye düşünen Üsküdarlı sahaflar yarın yeni bir müzayede gerçekleştirecek.
TEK NÜSHAYI GETİREN DE OLDU
Bu kez ulaştıkları yazarlardan müzayedede satışa sunulmak üzere imzalı ve ithaflı kitaplar istenmiş.
Kitap imzalamama prensibi olanlar bile bu teklifi geri çevirmemiş, bazıları kitaplarını bizzat kendileri getirmiş, kimisi de baskısı olmayan, ellerindeki son nüshayı imzalayıp teslim etmiş.
“Büyük bir teveccühle karşılaştık. Edebiyatçı, sanatçı, tarihçi gibi her alandan ve düşünceden entelijansiyamızın bu afet karşısında nasıl seferber olduğunu görerek gururlandık, umutlandık” diye dile getiriyorlar duygularını.
Yaklaşık 100 yazarın 200 imzalı kitap bağışladıkları yardım kampanyasında
1979 yılında yazılan oyun 80’li yıllarda sahnelerin en popüler eseri olmuş, fırtına gibi esmişti. 1984 yılında Milos Forman tarafından beyazperdeye de aktarıldığında 8 dalda Oscar almıştı.
Amadeus’la bizi yıllar sonra yeniden buluşturan Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment oldu.
250 BİN SEYİRCİ
Işıl Kasapoğlu
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu üstlendiği serginin toplantı daveti geldiğinde mekân seçimini yadırgamıştım. Merkezi bir yerde, kolay ulaşılabilen Şişhane’deki vakıf binası dururken neden burası seçilmişti? İPA Kampüs’teki ‘Havuz’a girince anladım nedenini.
Türkiye Pavyonu’nda bu yıl, küratörlüğünü Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın üstlendiği ‘Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi’ adlı projesi sergilenecek. Serginin kavramsal çerçevesini oluşturan ‘Çuval Teorisi’ meğer bu havuzdan çıkmış.
Geçmiş dönemde özel havuz olarak kullanılan, ancak alanın tamamı İPA Kampüs olarak değerlendirilirken küratörler Sevince Bayrak ve Oral Göktaş tarafından yürütülen bir projeyle atıl kalan 850 metrekarelik yüzme havuzu, kamuya açık geniş katılımlı etkinliklerin düzenlendiği bir konferans ve sergi alana dönüştürülmüş. Yapı, ‘Havuz’ adıyla kullanılmaya devam ediyor.
YIKMAK DEĞİL CANLANDIRMAK
Küratörler
Çocukluğunu geçirdiği basın koridorlarına, profesyonel olarak 1987 yılında henüz 14 yaşındayken Hey Dergisi’nde atmıştı adımını.
Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi gibi iki köklü kurumda iyi bir eğitim almış, bilgisini en iyi yaptığı işte, müzik yazarlığı ve yayıncılığında kullanmıştı. Aynı zamanda hayat tarzıydı bu onun.
Tolga’yı 1990’lı yılların ikinci yarısında Hürriyet’in Güneşli’deki binasında tanıdım. Yine çok genç bir yaşta bir gençlik dergisi olan Blue Jean’in yayın yönetmenliğini yapıyordu.
Çok satan, trendleri belirleyen, döneminin en önemli, en hit dergisiydi. Bir gençlik okuluydu.
Daha o yıllardan itibaren müzik aracılığıyla popüler kültüre yön veren isimlerden oldu hep.
Buluştuklarında, kendince Uyar’a iltifatta bulunur ve “Ben aslında sizin romanlarınızı daha çok seviyorum” diye söze başlar. Bunun üzerine “Bak aklıma yeni bir roman konusu geldi, unutmadan hemen yazmaya başlayayım. Bitince konuşuruz” diyerek ortamı terk eder Tomris Uyar.
Edebiyatımızda hikâye türünün özel ve öncü isimlerinden biriydi Tomris Uyar. Çevirileri, günlükleri, denemeleri vardı. Ama başka bir türe heves etmedi. Hiç roman yazmadı.
Hikâye yazarlarına sürekli sorulan “Romana ne zaman geçeceksiniz?” sorusundan sıkıldığı içindi belki de verdiği bu tepki.
Tomris Uyar
SORU MU YOKSA CEVAP MI YANLIŞ
Ya artık hayatta olmadığı için tepki gösteremedikleri...
Tomris Uyar denilince yazdığı hikâyeler, çeviriler, günlükler değil de İkinci Yeni akımı etrafında buluşan şairlerle yaşadığı evlilikler ve ilişkiler geliyor akla öncelikle. Magazin merakı bırakmıyor edebiyat tarihinin peşini.
Bu kabul, geçen hafta yayımlanan