İstanbul’un benzer konumundaki bir yapısı, Haliç’in, yani Altın Boynuz’un kıyısındaki Artİstanbul Feshane şimdi Tate Modern koleksiyonundan özel bir seçkiyi ağırlıyor.
Artİstanbul Feshane
Dün akşam özel açılışı yapılan ‘The Dynamic Eye: Beyond Op and Kinetic Art / Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde’ sergisi yarından itibaren ziyaret edilebilecek.
İBB Kültür ve İBB Miras’ın katkılarıyla açılan sergide aralarında Alexander Calder, FrankStella, Victor Vasarely, Lygia Clark, Liliane Lijn, Julio Le Parc, Jesus Rafael Soto, Kenneth Noland, Helio Oiticica gibi sanatçıların eserleri yer alıyor.
Tate Modern
21 ülkeden 57 sanatçının 95 eserinin yer aldığı serginin küratörlüğünü Tate Modern’in Sergiler ve Uluslararası Sanat Küratörü
1950’li yılların son çeyreğinde ABD ve SSCB arasındaki Soğuk Savaş dönemiyle birlikte başlayan uzay yarışı ve insanlı uzay yolculukları teknolojiden modaya, sinemadan edebiyata, sanata pek çok alanı etkilemişti.
Alper Gezeravcı’nın bu yolculuğu Türk sinemasının uzay macerasını da yeniden gündeme getirdi.
İLK YOLCULUK MERİH’E
Türk insanını uzaylılarla ilk tanıştıran ilk film 1955 yapımı ‘Uçan Daireler İstanbul’da’ oldu.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Orhan Erçin’in üstlendiği film iki gazetecinin haber yapmak için gittikleri rasathaneye uçan dairenin inmesiyle yaşananları anlatıyordu. Kadınlardan oluşan uzaylıların erkek aramak için indikleri İstanbul’da verdikleri gençlik iksirinin ortalığı karıştırdığı bir avantür filmdi bu. Ve filmin sonunda iki kafadar gazeteci uçan daireye binip Merih’in yolunu tutuyordu. Orhan Erçin, Zafer Önen, Halide Pişkin, Semiramis Göze ve Özcan Tekgül’ün rol aldığı filmin sürpriz oyuncusu ise ünlü şair Özdemir Asaf’tı.
TURİST ÖMER UZAY YOLU’NDA
Uzay filmlerinin ve dizilerinin dünyayı kasıp kavurduğu dönemde modaya ilk uyan Sadri Alışık’ın canlandırdığı ‘Turist Ömer’ film serisi oldu. ‘Star Trek’ (Uzay Yolu) dizisinin ilk bölümlerinden uyarlanan 1973 yapımı ‘Turist Ömer Uzay Yolunda’ filminin senaryosunu Ferdi Merter yazmış ve Hulki Saner yönetmişti. Turist Ömer’in fırlama üslubuna terminolojisinin girmesi filmi en çok izlenenler kategorisine sokmuştu. Turist Ömer mekan olarak da uzayda geçen ilk Türk filmi olmuştu.
1924’te Fransız şair Andre Breton tarafından yazılan manifestoya göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur. Gerçeküstücülük akımı, gerçek dışı anlamında değil aksine gerçeğin insandaki iz düşümü şeklinde bir yaklaşımdır. Aklın uyguladığı herhangi bir kontrol olmaksızın, estetik ya da ahlâki kaygılardan bağımsız olarak düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak...
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkisini yitiren akımın en önemli temsilcileri arasında Joan Miro, Salvador Dali, Andre Breton, Rene Magritte gibi sanatçılarla Louis Aragon, Paul Eluard, Antonin Arnaud ve Federico Garcia Lorca gibi ünlü edebiyatçılar vardı.
KARAKUTU AÇILDI
Akımın son temsilcilerinden yazar ve sanatçı Desmond Morris bir anlamda sürrealistlerin karakutusu olarak kabul edilebilir. Pek çoğuyla dost olmuş, ortak sergiler açmış. ‘Sürrealistlerin Hayatları’ adlı kitabında 32 sanatçının yapıtları kadar özel hayatlarını da mercek altına almış. Onlara insan olarak odaklandığını söyleyen Morris, kişiliklerinin nasıl olduğunu, tercihlerini, karakterlerinin güçlü ya da zayıf yönlerinin neler olduğunu renkli anekdotlarla anlatıyor. Özellikle ‘Cinsel olarak normaller miydi yoksa erotik sapkınlıkları var mıydı’ sorusuna cevap verdiği bölümler gerçeküstü birçok dedikodu malzemesi içeriyor.
DALİ VE EŞİ GALA’NIN ÖLÜMÜNE KAVGALARI
“Dali hiç kuşku yok ki sürrealistlerin en hünerlisi, en başarılısıydı” diyor
Geçen yıl mart ayında eşi ünlü yazarın kanser olduğunu ve tedavisinin devam ettiğini duyurmuştu sosyal medya hesabından.
Bir tür veda romanıydı sanki kitap.
‘Ay Sarayı’ndan itibaren yazdıklarını kaçırmamaya çalıştığım ve severek okuduğum Paul Auster’ın ‘Baumgartner’ını buruk bir merakla bekliyordum. Can Yayınları tarafından Seçkin Selvi çevirisiyle Türkçe yayımlanınca hemen okudum.
Paul Auster
Son dönemlerinde kendi deyimiyle düşürseniz ayağınızı kıracak kalınlıkta tuğla gibi kitaplar yazdığını söyleyen Auster bu kez 164 sayfalık bir novella ile emekli felsefe profesörü Baumgartner’ın dünyasına sokuyor okurunu.
10 yıl önce eşi Anna’yı kaybeden Profesör Baumgartner’ın bu kaybı kabullenme ve hayatına devam etme mücadelesi geriye dönüşlerle anlatılıyor.
Gelelim romanın veda mesajı taşıyıp taşımadığına.
77 yaşındaki Paul Auster’ın 71 yaşındaki roman kahramanı Baumgartner aracılığıyla anlatmak istediği ya da ortak noktası, vedadan çok, büyük kayıplar karşısında insanın neler hissettiği ve onunla nasıl mücadele ettiği.
Şair Süreyya Berfe, İzmir’de bir süredir tedavi gördüğü hastanede 80 yaşında hayata veda etti. Berfe bugün ikindi vaktinde Urla Zeytinalanı Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından Zeytinalanı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
İstanbul doğumlu olan Süreyya Berfe’nin çocukluğu Fransızca öğretmeni olan basası Metin Kanıpak’ın memuriyeti nedeniyle Anadolu’nun çeşitli illerinde geçti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni yarıda bırakıp Edebiyat Fakültesi’nde felsefe okudu.
Öğrencilik yıllarından itibaren edebiyatla, şiirle ilgilendi. Meydan Larousse, Cumhuriyet Ansiklopedisi gibi yayınlarda ve çeşitli yayınevlerinde çalıştı, dergilerde şiirleri ve yazıları yayımlandı, dergi çıkardı. Uzun süre reklam sektöründe metin yazarı olarak çalışan Berfe emekli olunca İzmir’e taşınmıştı ve Urla’da yaşıyordu.
İlk şiiri 1962’de Yön dergisinde çıkan Süreyya Berfe’nin ilk kitabı ‘Gün Ola’ 1969’da Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından basıldı.
‘Kasaba’ şiiriyle 1966 Türkiye Milli Talebe Federasyonu Kültür Yarışması Ödülü, ‘Şiir Çalışmaları’ ile 1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü, ‘Nâbiga’ ile 2002 Behçet Necatigil Şiir Ödülü, ‘Seni Seviyorum’ ile 2002 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü, ‘Çıkrık’ kitabıyla 2009 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü, ‘Seferis ile Üvez’ ile 2011 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazanan Süreyya Berfe’nin şiirleri 18 dile çevrilmişti.
SOY ADINI NASIL DEĞİŞTİRDİ
Süreyya Berfe
70 yıl sonra sessizliğini bozan Akkaya, kitapla ilgili yapılan röportajda 1950’li yılların başında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) birlikte okudukları Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’yla ilgili hatıralarını da anlatıyor.
Sezai Karakoç’un kendisi için yazdığı ünlü imkansız aşk şiiri Monna Rosa’ya ve iki şairin Cemal Süreya’nın ‘Süreyya’ olan soyadındaki tek ‘y’ harfini atmasına neden olan iddialarına dair açıklamalarda bulunuyor.
Muazzez Akkaya aslında ‘Monna Rosa’ ve iki şairin kendisine olan platonik aşklarıyla ilgili ilk açıklamayı 2006 yılında kızı vasıtasıyla Ahmet Hakan’a yapmış ve “Bugün anneme Sezai Karakoç’un aşkını ve şiirini sordum. Annemin bu aşktan ve şiirden haberi olmamış. Ama şunu anımsıyor: Paltosunun cebinde şairi meçhul aşk şiirleri bulurmuş!” demişti.
Haluk Oral’ın arşivindeki belgelerden yola çıkarak kaleme aldığı yazıda Nâzım Hikmet’in yayıncısı Semih Lütfi’ye yazdığı mektupları ilk kez gün ışığına çıkıyor.
1920’li ve 30’lu yılların en büyük yayıncısı Semih Lütfi. Dönemin önemli edebiyatçılarının kitapları onun sahibi olduğu Sûhulet Kütüphanesi tarafından yayımlanıyor.
1928’de Moskova’dan yurda dönen Nâzım Hikmet’in de üç kitabı da 1932’de Suhulet Kütüphanesi tarafından yayımlandı. Bu kitapların ilki ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’ydü.
KAPAKLAR ÇARPIK ÇURPUK OLUYOR
Kitaplarının düzeni konusunda oldukça hassas davranan usta şair henüz basım aşamasında matbaayı ziyaret ederek tespit ettiği hataları ve isteklerini Semih Lütfi’ye gönderdiği bir mektupla tek tek açıklıyor:
“Üstat Semih Lütfi
İş bu mektubu zahmet edip dikkatle oku:
Haluk Oral’ın arşivindeki belgelerden yola çıkarak kaleme aldığı yazıda Nâzım Hikmet’in yayıncısı Semih Lütfi’ye yazdığı mektupları ilk kez gün ışığına çıkıyor.
1920’li ve 30’lu yılların en büyük yayıncısı Semih Lütfi. Dönemin önemli edebiyatçılarının kitapları onun sahibi olduğu Sûhulet Kütüphanesi tarafından yayımlanıyor.
1928’de Moskova’dan yurda dönen Nâzım Hikmet’in de üç kitabı da 1932’de Suhulet Kütüphanesi tarafından yayımlandı. Bu kitapların ilki ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü?’ydü.