Dubai’de, Miami’de, New York’ta birbirinden ünlü isimleri ağırlıyor.
Dünyanın en köklü gazetelerine, internet sitelerine haber oluyor.
Yabancı yatırımcıların ilgisini çekiyor.
Kısacası başarılı, hem de çok!
Tarzını, paylaşımlarını, etini, fiyatını, menüsü tartışalım tamam ama; steakhouse’ların memleketi Amerika’da bile restoran açabilen Nusret’e lütfen başarısız demeyelim. Komik oluyor!
İstanbul’un en iyi kokoreççisini ararken karşıma çıktı Oğuzhan. Ozzie's Kokoreç adında Dolapdere’de ufak bir dükkanı var. Dükkan dolup taşıyor, rezervasyonsuz yer bulmak mümkün değil. Ve kokoreç hakikaten nefis, yumuşacık. Ancak kokoreçi kadar Oğuzhan’ın hikayesi de etkiledi beni.
Oğuzhan’ın dedesi de, babası da kokoreççi. Hem de İstiklal Caddesinde mangalını ve etini sırtında taşıyan eski kokoreççilerden. Oğuzhan’ın babası oğlu okusun istemiş, okutmuşta. Babasını tatmin edecek beyaz yakalı bir işi olmuş Oğuzhan’ın. Sevdiği, kendini ait hissettiği…
Ancak hayat! Oğuzhan’ın babası kansere yakalanmış. Tedaviler sonuç vermemiş ve vefat ederken, türlü zorluklarla okuttuğunu oğlundan tek birşey istemiş; aile mesleğini sürdürmesini, kokoreççi olmasını. “Gel de anla!” diyor Oğuzhan.
Babasını kaybettikten sonra Oğuzhan bir süre bu isteğe direnmiş. Mutlu olduğu mesleğini bırakıp kokoreççi olmak istememiş. Ancak babası sık sık rüyalarına girmeye başlayınca, istifasını vermiş ve geçmiş Dolapdere’deki küçük dükkanın başına.
Yalan yok; sosyal medya Lena Perminova’ların dünyası! “Stylish” kıyafetlerin, “cool” pozların, pozitif ‘vibe’ların, seyahatlerin, pilateslerin, uzun bacakların, havalı yemeklerin dünyası! Ancak bazen bu profile hiç uymayan insanlar sosyal medyada parlayabiliyor.
Mesela Banu Berberoğlu.
Youtube’u takip ediyorsanız, Banu’nun videolarına mutlaka denk gelmişsiniz. 23 yaşında, muhasebe mezunu, hayatında hiç Trabzon’dan çıkmamış, çoğu insanın “sıradan” diye hitap edeceği bir genç kız. Ben sıra dışı buluyorum, orası ayrı.
Elinde kahvesi yok Banu’nun. Üzerinde “trendy” kıyafetler de yok. Makyaj yaparken, vlog çekerken ahkam kestiği bir konusu da yok. Kimseye akıl vermiyor, hiçbirşeyin en iyisini paylaşmıyor, “deneyin pişman olmazsınız” demiyor.
2018’de işi biraz daha zorlaştırıp, korkularımla yüzleşmeyi diledim.
"Ne istediğine dikkat et, bakarsın gerçekleşir…"
Geçen hafta Cape Town’da uçurum korkum çıktı karşıma. “İstedin geldim, haydi yüzleşelim” dedi!
Cape Town müthiş bir yer. Havası, doğası, insanları, yemekleri… Hürriyet Seyahat’te bu büyüleyici şehir ile ilgili kapsamlı bir yazımız var, okumanızı tavsiye ederim.
En büyüleyici yerlerinden biri de Masa Dağı’nın karşısındaki Aslan Başı Tepesi… Uzaktan bakınca sırtüstü yatan bir aslana benziyor. Oldukça heybetli!
Ve uçurum kenarından yürümeyi bırakın, araba bile kullanamayan, düz yolda kendi kendine takılıp yere düşebilen, uzun süredir spor yapmayan ben bu tepeyi tırmanacağım!
2.5 kilometrelik dimdik kayalardan oluşan bir parkur!
Bir yanımda sıkı bir koşucu olan gazeteci arkadaşım Yonca Tokbaş… Diğer yanımda “haftanın 8 günü antrenman yapıyorum” diyen fotoğrafçı arkadaşım Sezgin Yılmaz! Onlar için çıtır çerez, benim için Everest!
Kısacası sosyal medyada hepimiz birer iyilik meleğiyiz. Sürekli kendimizi olduğundan daha güzel, daha mutlu ve daha iyi gösterme çabasındayız. Hayatımızın zor kısımlarını ustaca eleyip, güzel kısımlarını titizlikle süsleyerek birbirimize servis etme konusunda ustalaşmış vaziyetteyiz. Yorucu mu? Çok yorucu! Hayatlarımızı bu kadar süslemek, aldığımız beğenilere ve güzel yorumlara değiyor mu? Değiyor olacak ki, çılgın bir şekilde paylaşmaya devam ediyoruz.
Çoğumuz hayatı gerçekten deneyimlemek yerine deneyimliyormuş gibi gözüküyor, istediğimiz kareyi yakalayınca da burnumuzu telefonumuza gömüyoruz.
Şüphesiz hayatı sosyal medya için yaşamanın bize zararı çok. Ancak işin o kısmını bırakıyorum psikologlar değerlendirsin. E bir de herkesin kendi tercihi, yargılamak bana düşmez. Fakat bu durumun özellikle gençlerde yarattığı olumsuz etki beni çok rahatsız ediyor.
İnstagram’da fotoğraflarına kalbim acıyarak baktığım o kadar çok genç kız var ki! Ustaca blur’lenmiş ciltlere, ufaltılmış burunlara, uzatılmış bacaklara, inceltilmiş vücutlara, kısacası bu yalan dünyaya kendini fazla kaptırıp küçücük yaşta zayıf olmak için aç kalan, para biriktirip bıçak altına yatan o kadar çok genç kız var ki!
Yurt dışında hastalarını birlikte yemek yaparak tedavi eden terapistlerin sayısı gitgide artıyor. Zor, kaotik hayatları olan insanların yemek yaparak rahatladıkları, kendilerine güvenlerinin arttığı ve stres attıkları gözlemleniyor. Hatta yemek yapmanın depresyona iyi geldiği düşünülüyor. İnsanın içindeki sevgiyi ortaya çıkardığına inanılıyor.
Geçenlerde mutfağıma youtuber arkadaşım Ayşenur Altan geldi ve birlikte baklava yaptık. İncecik yufkaları tek tek açmak, cevizleri serpiştirmek, baklava dilimlerini titizlikle kesmek, üzerine eritilmiş tereyağını, piştikten sonra ise şerbetini yavaşça dökmek bana terapi gibi geldi.
Karanlıkta kalktığımız bu soğuk havalarda kendini mutlu hissetmek isteyenler için ben de Ayşenur’un çıtır çıtır ev baklavası tarifini paylaşmak istedim.
Şimdiden afiyet olsun!
Dolce & Gabbana’yı bilirsiniz. Üst kesime hitap eden, oldukça feminen, gösterişli, seksi bir markadır. Kurucuları Domenico Dolce ve Stefano Gabbana moda dünyasının en etkili kişileridir. Domenico ve Stefano yılbaşında podyumdan inip, mutfağa girmeye karar vermiş ve İtalyan makarna üreticisi Pastificio di Martino ile işbirliği yaparak Dolce & Gabbana tasarımı makarna çıkartmış!
Dolce & Gabbana makarna sadece 5000 adet üretiliyor. 1000 tanesi Amerika’da, kalanı ise Avrupa’da satılacak. Mutfağınızda Dolce & Gabbana marka makarna pişirmek istiyorsanız, 95 doları gözden çıkartmanız gerekiyor. Ancak bu fiyatın içine Dolce & Gabbana tasarımı mutfak önlüğü de dahil!
Ben tasarımlara bayıldım! Siz ne dersiniz?
Dolce & Gabbana'ya yakışacak Trüflü Makarna tarifiyle yazıyı bitirelim. Haftaya görüşmek üzere!
Geçtiğimiz hafta sonu Belgrad ormanında karşıma yine çeşit çeşit mantarlar çıkınca, sizler ile bol mantarlı nefis tariflerimi paylaşmaya karar verdim.
Türkiye’de 30 binden fazla mantar türü var ancak biz sadece 2500’ünü biliyoruz.
Mantar toplamak kolay iş değil, uzun yürüyüşler ve büyük dikkat gerektiyor.
Maalesef mantardan zehirlenen vatandaş sayısı çok fazla. Mantar toplamaya mutlaka bir uzman ile birlikte çıkmak gerekiyor.
Zehirli olan mantarlara dokunmak bile oldukça sakıncılı olabiliyor.
Mantar Çorbası Nasıl Yapılır ?