Black Mirror’un 5. Sezonunda yer alacak ‘Rachel, Jack and Ashley, Too’ adlı bölümde başrolde izleyeceğimiz Miley Cyrus, pop dünyasının acımasız ve bir yandan da görünmeyen arka yüzüyle izleyicileri sarsacağa benziyor. 5 Haziran’da yayına girecek 3 bölümlük Black Mirror’ın yeni sezonu için dizinin yapımcısı Charlie Brooker özellikle Miley Cyrus’un yer aldığı bölüm için şimdiden eleştirilere hazırlıklı olduklarını belirtmiş.
Gelelim Miley Cyrus’un geçtiğimiz hafta yayınladığı yeni albümü ‘She Is Coming’e. Albüm ele avuca sığmaz popstar için geçmişteki deli dolu haliyle olgun yeni Miley arasında duran farklı bir çalışma olmuş. Farklı, yaratıcı ama yine de cüretkâr olan bu yeni albümün açılışını ‘Mother’s Daugher’ ile yapıyor. Şarkıyı ALMA ile birlikte yapan Cyrus, albümün ikinci şarkısı ‘Unholy’de önceki senelerde yaptıklarıyla eleştiri bombardımanına uğramasına cevaben kendisine söylenenlere bu şarkıyla sesleniyor.
Bir önceki akustik temalı albümünden sonra parti havasına giren Miley Cyrus ‘D.R.E.A.M’ şarkısıyla ile Hip-Hop türüne de göz kırpmış. RuPaul ile birlikte seslendirdiği ‘Cattitude’ şarkıdan çok diyalog karmaşası gibi görünüp pek beni sarmasa da albümün genelinde akıp gidiveriyor. Albümün incileri son iki şarkıda gizli diyebilirim. ‘Party Up The Street’ ile tempoyu yavaşlatan Cyrus, Mark Ronson ile birlikte yaptığı ‘The Most’ ile nefis bir kapanış yapmış. ‘She Is Coming’ Miley Cyrus için yeni ve başka bir faza geçişi simgeliyor mu bilinmez ama müzikal anlamda yeni bir pencere açtığı kesin.
FRANSA’DAN YENİ SİNGLE: ‘ROSE DES VENTS’
Görkem Han’ın yeni single’ı ‘
Mart ayında albümün habercisi ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’ single’ını yayınlayan sanatçıya ilk solo albümünde birbirinden özel isimler destek vermiş. Can Bonomo, Emre Aydın, Sibel Algan, Ersel Serdarlı, Ozan Ünlü, Umut Kaya, Cihan Güçlü gibi birbirinden başarılı müzisyenler söz ve besteleriyle ‘Elimde Dünya’ künyesinde yer alıyorlar.
Albümün prodüktörlüğünü Tarkan Gözübüyük ile birlikte Fatma Turgut, Cihan Barış ve Ozan Tügen üstlenmiş. Şarkıların düzenlemesinde Fatma Turgut ve Ozan İnam imzası var. ‘Elimde Dünya’nın kayıt, miks ve mastering süreçleri Babajim İstanbul’da tamamlanırken miksleri Cihan Barış, mastering’i ise Güven Ersoysal üstlenmiş.
Model grubuyla tanıdığımız Fatma Turgut’un ilk solo albümünde acaba Model’den bildiğimiz vokal ve sound’a yakın bir çalışma olur mu diye içten içe merak ediyordum. Bu anlamda hem çok riskli, hem de zor bir yerde duruyor ilk solo albüm. Gönül rahatlığıyla şunu diyebilirim ki, yepyeni ve daha da güçlü vokali olan bir rock sanatçısı var bu albümde.
Fatma Turgut ilk solo albümü için neden bu kadar ince eleyip sık dokuduğu albümdeki söz ve besteler için çalıştığı isimlerden de kendisini gösteriyor. Albümün açılışını yapan söz ve bestesi Can Bonomo’ya ait olan ‘Beni Tutmayın’ da Fatma Turgut’a Can Bonomo da eşlik ediyor. İkilinin düeti şarkıya çok yakışmış. Eminim albümdeki birçok şarkı zamanla daha da büyüyecek, özellikle canlı performanslarda etkisini daha çok gösterecek.
İlk albümlerini senelerce dinleyip kendimce hafızamda sabitledikten sonra, grubun vokali Arın ile zaman zaman bir araya gelip ikinci albümün ne zaman çıkacağına dair ondan her defasında bir çıt bilgi almak için türlü numaralar yaptığım doğrudur. Ben sormaktan bıkmadım, o da sabırla benim yeni albüm baskılarıma direndi. Benim gibi bu anı bekleyen müzikseverler muradına eriyor; sonunda ‘Kül’ yepyeni şarkılarla, ‘Ait ve Dair’ albümü ile geri döndü.
İlk albüm grup üyeleri üniversitedeyken kurulan ve o hayalin, o dönemin enerjisinin bir araya getirdiği ivme ile hazırlanmış. Mezuniyet dönemi albümün çıkışına denk geldiğinden albüm çıktığında 2 grup üyesi iş sebebiyle yurt dışına gittikleri için ekipten ayrılmışlar. Dolayısıyla ilk albüm yayınlandığında grup aslında yola çıktığından başka bir grup olarak hayata adım atmak durumunda kalmış. Kül yeni yapısıyla 2 senelik konser dönemi geçiriyor ve sonrasında grup üyeleri kendi hayat koşturmasına odaklanıyor. İş ve özel hayat dengelerinin oturması, Ankara’dan İstanbul’a taşınma süreçleri ilk albümden sonraki yeni bir albümün hayata geçme dönemini de erteledikçe ertelemiş.
Her ne kadar süre 8 sene gibi dev bir zaman dilimi olsa da, onlar yeni şarkılar üzerine çalışmaktan vazgeçmemişler. Son 2.5 senedir şimdiye kadar köşeye attıkları mini demolar, riff’ler kısacası sandıklarında biriktirdikleri ne varsa hepsini ortaya döküp, artık yeni albüm için kolları yeniden sıvamışlar. Bütün bunlar olurken grubun ilk günkü gibi bugün de tek değişmeyen ideali ‘sevdikleri müziği yapma’ ana fikri hiç değişmemiş. ‘Ait ve Dair’ albümü tıpkı ilk albüm gibi ticari bir amaç güdülerek hazırlanmış bir iş değil; aksine Kül, müzik adına neyden zevk alıyorsa onu yazmış ve bestelemiş sonra da albüm için stüdyoya girmiş.
‘Artık Güçler Dengede’ albümünden grubu tanıyanlar hatırlayacaktır, grubun önemsediği söz ve beste hassaslığı yeni albüm ‘Ait ve Dair’de de devam etmiş. Özellikle ilk albümden sonra grup yeni haliyle müzik yapmaya başladıkça, birlikte konserler verdikçe ortak bir kimya oluşturmuşlar. Bu kimya birlikte yaptıkları müziği seneler içinde ortak bir dile dönüştürmüş ve bu uyumla yeni besteler, şarkılar ortaya çıkmaya başlamış. 8 sene uzun bir vakit gibi gelse de, Kül sabırlı ve daha iyisini üretmeye kitlenmiş.
‘Ait ve Dair’ ilk albüm ‘A.G.D’ye kıyasla daha içe dönük bir albüm diye anlatıyor grubun vokali Arın Kuşaksızoğlu. Bir albümün adının nereden geldiği benim için her zaman büyük bir merak konusudur. Kül gibi şarkılarında hikâyeler barındıran, onları dinledikçe, zamanla bir puzzle gibi çözmek gerektiği için ister istemez bu albümün de başlığı ben de merak çanlarını çaldırdı.
‘Hissiyat’ için bazı kavramlar belirlemek gerektiğini söyleyen Arın albümün adının nereden geldiğini buradan yola çıkarak anlatıyor. Şu an içinde bulunduğumuz zamana dair hayatımızda yer alan, kültür, ülke, dünya, insanlık, teknoloji, eşitlik gibi aklımıza gelen ne kadar güncel durum varsa bunlarla alakalı kendimizde nasıl bir karşılık buluyorsak bütün bunlara dair ne hislerden ötürü ‘Ait ve Dair’ başlığı çok uygun gelmiş. Albümün adının ‘Ait ve Dair’ olmasının bir diğer sebebi de, grup yaptığı müziğin sanat yönüne çok önem verdiği için sanat eseri denilen şeyin bu işi icra edenlerin kendi zamanına ait ve dair olması
The Cranberries 2017 senesindeki Avrupa turnesindeyken grup üyeleri yeni şarkılar üzerinde çalışmaya başlamışlar. Turnenin devamı Dolores’in belinde yaşadığı sağlık sıkıntısından ötürü önce ertelenmiş, daha sonra da iptal olmuştu. Turnenin iptal olması grubu moral olarak negatif etkilese de, geçtiğimiz hafta yayınlanan ‘In The End’e de aslında temel oluşturmuş. Grubun her üyesi bir köşede usul usul yeni şarkılar için çalışırken Dolores nerdeyse bir albüme yetecek kadar şarkı sözlerini tamamlayıp bunları demo kaydı yapmış. ‘Yeniden hem de yeni şarkılarla sahnede olma fikri onu çok heyecanlandırıyordu’ diyen Noel Hogan, Dolores’in vefat haberini aldıklarında girdikleri şoktan birkaç hafta çıkamadıklarını belirtmiş.
Dolores’in vefatından sonra, The Cranberries’in müzik dünyasında yarattığı etkiye ve insanların anılarında sahip oldukları yere bu yas dolu dönemde daha da yakından şahit olan grup üyeleri, son albümü hazırlamayı gerçek bir veda olarak görmüşler. Bu amaçla ‘In The End’ı tamamlamak için stüdyoya girmişler.
Grubun yeni şarkılar için stüdyo süreci oldukça zorlayıcı geçmiş. Her şeyden önce The Cranberries gerçekliğini yaratan grubun 90’larda birlikte başarılara başarılar kattıkları albümlerinin yapımcısı Stephen Street ile son albümde birlikte çalışmaya karar vermeleri belki de verdikleri en doğru karar olmuş. Albümdeki 11 şarkılık kaydın tamamındaki vokal kayıtlarının demo olmasına rağmen albümdeki son hallerini dinleyince, Dolores’in nerdeyse şarkıları stüdyo kaydında okumuş havası vermesi kesinlikle bu işin doğru bir elden çıktığını gösteriyor. Street, grupla kariyerleri boyunca en büyük başarılara imza atan biri olduğu için, Dolores’in sesindeki kırılganlığı ve şarkıların hislerini en az grup kadar iyi bildiği için albümdeki her şarkıyı birini inci gibi işlemiş.
Hayatını kaybeden sanatçıların ardından yapılan albümler genelde büyük hayal kırıklığı oluyor. Yakın zamandaki Amy Winehouse ve Michael Jackson albümleri belki de en bilindik örnekler olabilir. Plak şirkeleri bu albümleri yayınlayarak müzikseverlerin sanatçıların son dönemindeki şarkılarına ulaşsın istiyor ama kimi kayıt ya da prodüksiyon belki sanatçı hayatta olsaydı yayınlanmayacak kadar kötü olduğundan bu haliyle yayınlandığında da büyük ölçüde hüsranla sonuçlanıyor. Yalan yok The Cranberries için de benzer bir durum yaşanacak diye ödüm kopuyordu. İlk iki single sonrasında albüm nasıl olacak acaba diye biraz kafamda soru işaretleri gezinmeye başlasa da, albümün tamamını dinledikten sonra içim kesinlikle çok rahat. Özellikle demo kayıtlarından böyle bir albüme ulaşmış olmak beni bir hayran olarak çok şanslı hissettiriyor. Diğer yandan şarkıların genel havası, özellikle sözlerdeki tamamlanma ve nokta koyup hayata devam etmek odaklı modu ve grubun birlikte son kere daha bir kayıt yapması bir bütünlük ifade ediyor.
Cranberries ‘In The End’I kaydetmeye karar verip Stephen Street ile görüştüklerinde Stephen Street beklenmedik bir şekilde kayda bir an önce girmelerini istemiş. Henüz Dolores’in vefatının üzerinden çok kısa bir süre geçmişken şarkıları bu duygu yoğunluğunda kaydetmenin albüme katkısının çok daha farklı olacağını düşünen Street, eğer bu süreci uzatırlarsa albümün ruhunun farklı olacağını düşünüyormuş. Noel, Mike ve Fergal ne olduğunu anlamadan kendilerini son albümleri stüdyoda kaydedelerken bulmuşlar. ‘Stüdyodaki kayıtlarda ilk günler çok zordu’ diyen Noel, ‘mikrofondan Dolores’in sesini duyup nerde o şimdi diye düşündüğümüz çok oldu. Kayıtlar bitince eve gittiğimizde o gün kaydettiklerimizi
dinlediğimde içimi farklı bir mutluluk alıyordu’ diyor. ‘Adeta terapi gibiydi’ diyen Fergal kayıtların grup olarak unutamayacakları bir dönem olduğunu belirtiyor.
Albümün Nisan ayının sonunda yayınlanmasıyla birlikte tanıtım çalışmaları da büyük bir hızla başladı. Ekip radyo, tv kanalları arasında mekik dokuyor, bir sürü röportaj veriyorlar. Normalde grup bu kadar basınla iç içe değilken, özellikle bu albümün bir anlamda Dolores’in anısına yapılmış olmasının da etkisiyle mümkün olduğunca her mecrada anlatmak ve tanıtmak istediklerini düşünüyorum. Her anlamda içlerine sinen bir çalışma olduğunun altını çizen grup elemanları onları tek üzen konunun bu albümü canlı olarak hep birlikte çalamayacak olmalarının da altını çiziyorlar.
Yıldızlar: All Over Now, Wake Me When It’s Over, Lost, A Place I Know, Got It, Summer Song,
O zaman bu hikâyeyi duyup soluğu ilk fırsatta Murat Kılıkçıer’in yanında almıştım. Çalışma azmi, sakinliği, efendiliği ve müziğe olan inancı bence birçok kişiye ilham olacak cinsten. Bu sebeple de ilk albümünden beri ne yapsa hep yakın takipteyim. Geçtiğimiz Mart ayında ‘In Hoodies’ tam 3 yıl sonra ikinci albümünü yayınladı. 3 sene içinde müziğini ve kendini geliştiren In Hoodies yepyeni şarkılarla geri döndü. İlk albümü ‘A Lunar Manoeuvre’dan sonra yeni şarkılar kaydetmeye devam eden sanatçı aslında bu süreçte yeni bir albüm amacıyla değil de daha çok o anın getirdiği enerjiyle ne çıkıyorsa onu müziğe dökmüş. Şarkılar birikmeye başlayıp çoğalınca tonu ve sound’u birlikte daha uyumlu olanları bir EP olarak 2018 senesinde ‘Circling The Cage’ adıyla yayınlamıştı.
EP’nin yayınlanması üretimi durdurmamış olacak ki, ikinci albüm için stüdyoda harıl harıl çalışmaya devam eden Murat ‘birbiriyle temas eden, konuşabilen, hikâyesi diğerleriyle bütünlük sağlayan şarkılarla ikinci albümü ‘Recalibrated Expectations’ı tamamlamış. İlk albümde birlikte çalıştığı Chris Potter bu albümün miks aşamasında yer almış. Yeni albümün künyesi oldukça zengin bir müzisyen yelpazesi içeriyor; çello ve yaylı düzenlemelerde Yasemin Özler, elektro gitarda Todd Gibson, bas gitarda Feryin Kaya, elektro gitarda Si Connely, diğer gitarlarda Mahmut Albulak, klavyede Burak Irmak, davulda Berke Can Özcan, perküsyonda Tunç Çakır yer alıyor.
Recalibrated Expectations’ın Murat için ne ifade ettiğini çok merak ediyordum. Albüme bu adı vermesini ona sorduğumda bu başlığın albümü tam anlamıyla ifade eden bir kelime bütünü olduğunu söyledi. Altında yatan anlama biraz daha mercek tutacak olursak; hem kayıtlardaki zorluklara atıfta bulunan bir yanı olduğunu belirtirken, bir taraftan da kişisel hayatlarımızda her gün hayatımızın beklentilerini yeniden gözden geçirmemizi temsil ediyor. Şehirlerin sürekli değişmesi, her gün artan yeni bina inşaatlarıyla birçoğumuzun çocukluğundaki anıların bir anlamda görsel olarak silinmesi bu albümün ruh haline ışık tutmuş. Yaşanan bu değişikliklerin ruhsal olarak hayatımıza yansımasını şarkılarda anlatırken, albümün tanıtım döneminde İstanbul’un çeşitli yerlerine yerleştirilen Murat Güzelgün’ün 3 boyutlu maketleriyle bir anlamda bu farklılaşmaya da dikkat çekilmiş.
Avicii son dönemlerinde 16 şarkılık bir albüm üzerinde çalışıyormuş. Hazırladığı şarkılar ile ilgili heyecanını plak şirketindeki ekibine haber verdikten 2 gün sonra vefat edince bu şarkılar da öylece başıboş kalmış. Sanatçının ailesi Avicii’nin yaptığı eserlerin yayınlanmasını ve sevenlerinin bunlara ulaşmasını istemesiyle plak şirketi de kolları sıvayarak ‘Tim’ albümünü Avicii’den kalan haliyle tamamlamak için kolları sıvamış.
‘Tim’ albümünü kaldığı yerden devralan ekip Avicii ile bu şarkılarda birlikte çalışmış yapımcılar ve söz yazarlarından oluşan büyük bir takım. Her müzisyen Avicii’yle birlikte şarkı yaparlarken neler yaşadılarsa, yaptıkları şarkılara bu duygulara aktarmaya gayret göstermişler. Hedefleri dünyayı sallayacak hit şarkılarla dolu bir albüm hazırlamaktan ziyade Avicii bu albümü nasıl severdi düşüncesiyle stüdyoda çalışmalarını sürdürmüşler.
‘Tim’ albümünden ilk single ‘SOS’ Aloe Blacc vokaliyle geçtiğimiz hafta yayınlandı. Aloe Blacc şarkının sözlerini ilk defa gördüğünde Avicii’nin 3 sene önce yaşadığı depresyonu ve aradığı yardımı çok açık bir şekilde şarkıda gördüğünü belirtiyor. ‘SOS’in prodüksiyon aşamasında Avicii’nin şarkı için yaptığı çalışmalara birebir sadık kalındığı belirtilirken çok kişisel bir anlamı olduğunu düşündükleri için ilk olarak onunla albümün tanıtımını yapmak istemişler. Haziran ayında yayınlanması beklenen ‘Tim’ albümünde Aloe Blacc’in yanı sıra Coldplay’in vokali Chris Martin’in yer aldığı ‘Heaven’ adlı şarkının da yer alacağı şimdilik sızan bilgiler arasında.
Diğer yandan Avicii’nin ailesi ‘Tim’ albümüne verdikleri desteğin yanı sıra bir de oğullarının adına bir vakıf kurdular. Tim Bergling Foundation adlı bu vakıf psikolojik sıkıntılar çeken bireylere destek vermek için bağış toplamayı amaçlıyor. Bu sayede benzer sorunlar yaşayan bireylere destek vererek Avicii’nin adını bu vakıf ile yaşatacaklar.
Madonna Madame X Olarak Karşımızda
Açıkcası son birkaç senedir Madonna’nın yeni albümü için heyecan yaşıyorum. Hafta sonu tüm müzik dünyası Coachella festivaline kitlenmişken Madonna yeni albümünün tanıtımı için Instagram’dan postlar atmaya başladı. Dile kolay tam 14. stüdyo albümü olan bu son çalışmanın adı sanı nihayet bu postalar sayesinde kimlik buldu.
Marina – Love + Fear
İlk 2010 senesinde hayatımıza ‘The Family Jewels’ ile giren İngiliz sanatçı, 22 yaşından beri kendi deyimiyle ‘durmadan’ müzik yapıp, turnelerle dur durak bilmeden sahnelerdeydi. Farklı pop janrasıyla kendi tarzını yaratan Marina, ilk albümünün ardından yayınladığı ‘Electra Heart’ ile kendine yeni bir persona yaratmıştı. 2015 senesinde yayınladığı ‘Froot’ albümüyle Billboard albümleri sıralamasında 8. Sıraya kadar yükselerek kendi albümleri arasındaki en büyük liste başarısını yakalamıştı.
Başta da söylediğim gibi yaklaşık 10 sene nerdeyse durmadan üretince, o albümden başka bir turneye koşunca Marina Diamandis sonunda ruhen ve kafa olarak çok yıprandığını belirterek 2016’da neredeyse müziğe veda etmişti. Marina kariyerindeki koşturmadan o kadar kendini kaybetmiş ki, çok yakın iki aile bireyinin vefatından sonra bile doğru düzgün yas tutamadığını, bunun sağlıklı olmadığını itiraf ederek kendi içine çekildi.
Marina and The Diamonds sahne adıyla bildiğimiz Marina Diamandis yaklaşık 2-3 yıl gerçekten de gözlerden kaybolmuştu. Twitter’dan arada sırada post atsa da, genel olarak sosyal medyadaki varlığı 2017 senesine kadar oldukça zayıftı.
Bu büyük aradan sonra ilk müzik çalışması Clean Bandit ile yaptığı ve 2017’de yayınladığı ‘Disconnect’ oldu. Bu yeni çıkış ile birlikte Marina and The Diamonds artık Marina oldu. Bu isim değişikliğinin gelişimin bir parçası ve geçmişi geride bırakmak, sade ve kendini daha iyi hissettiği gibi ilerlemek olarak ifade eden sanatçı artık Marina ile yoluna devam edeceğini açıkladı. 2018’de yine Clean Bandit ve Luis Fonsi ile birlikte yayınladığı ve Clean Bandit’in bu sene yayınladığı albümünde de yayınlanan ‘Baby’ single’ı takip etti.
Kabuğundan yavaş yavaş çıkan İngiliz sanatçı sosyal medyada daha aktif olarak yer alıp ufukta bizi bekleyen bir albümün haberlerini de geçtiğimiz senenin sonundan beri çıtlatıyordu. Geçtiğimiz Şubat ayında yeni albümden ilk single’ı ‘
Billie Eilish’in müzik kariyeri aslında tamamen rastlantıyla başlamış. Her ne kadar 8 yaşından beri koroda şarkı söylese ve 12 yaşından beri şarkı sözü yazsa da aslında kendisi bir dans aşığı. Abisinin müzik grubu için yaptığı demo kaydını seslendirmesiyle Billie’nin müzik kariyerinde olaylar gelişiyor. ‘Ocean Eyes’ adındaki bu şarkıyı dans öğretmenine dinletmek için Soundcloud’a yükleyen sanatçı beklenmedik bir dinleme trafiği yakalıyor. Yapım şirketleri bu trafiği fark edip şarkının haklarını alıyorlar, derken şarkının remix’leri yapılıyor, onlar da büyük rakamlarda dinleniyor ve dijital dünya bir anda kendine yeni bir ses kazandırıyor.
AİLESİ VE BİLLİE
California’da doğup büyüyen, 8 yaşında koroya giden, dans kurslarından çıkmayan bu sanat dolu küçük kız aslında sanatçı bir ailenin bireyi. Annesi ve babası oyunculuk, müzisyenlik gibi kariyerlerle hayatları devam eden Billie aslında yaşıtları gibi okula gitmemiş. Ailesi hem abisi Finneas’e, hem de Billie’ye evde eğitim vermiş. Okula gitmeden evde eğitim görmesine rağmen aşırı dışa dönük bir birey olan Billie evde babasının piyano ve ukelele çalmasından da aldığı feyzle çocukluğu hep müzikle geçmiş. Abisi büyürken görüp kendisine örnek aldığı kişi olduğu için, evde birlikte müzik yapmaları da kaçınılmaz olmuş.
DANS+MÜZİK = BİLLİE
Billie dans aşığı derken günde 12 saat prova yapan bir dans öğrencisinden bahsediyorum. Yarışmalara hazırlanan Eilish, uzun süre hazırlandığı yarışmadan 1-2 gün önce ciddi şekilde sakatlanması sonrası dans kariyerine geri dönemeyecek şekilde veda ediyor. Dans penceresi kapanırken, müzik kapısı da eş zamanlı Billie’i içeri buyur ediyor. ‘Ocean Eyes’ın beklenmedik başarısı sonrasında abisi ile müzik işlerine adım atıyor. ‘Bellyache’ ve ‘Six Feet Under’ single’larının ardından artık dijital müzik platformlarında yerini sabitleyen Eilish ilk EP’si ‘dont smile at me’yi 2017 senesinde yayınlıyor. Netflix’in rekor izlenme grafiği yakalayan gençlik dizisi ‘13 Reasons Why’ için yaptığı ‘Bored’ ve Khalid ile düet yaptığı ‘Lovely’ Billie’nin yıldızlı pekiyilerine bir iki örnek olarak verilebilir.
Nevi şahsına münhasır bir kişilik olan Billie önceden bildiğimiz pop yıldızlarından biraz farklı. İlgi ve şöhreti zamanla tanıyan ve öğrenmeye başlayan genç sanatçı aklına geleni yapan, istediği şekilde giyinen, yani çok da kimin ne dediğini umursamayan bir kişilik. Bu rahatlığı onu ister istemez daha da orijinal kılıyor.
BEKLENEN İLK ALBÜM
3 senelik planlı bir ilerleyişle, yayınladığı single’lar ve EP ile beklentiyi hep daha da yukarı taşıyan genç yıldız geçtiğimiz hafta uzun zamandır beklenen