İkonik Vogue dergisinin genel yayın yönetmeni ve Met Gala’nın başkanı Anna Wintour’un host ettiği gecenin konusu da belli: “Amerikan modası.” Geçen seneki gala pandemi sebebiyle iptal edildiği için bu sene iki farklı aşamada kutlama yapılacak.
Daha önce hiç “co-host’luğu” yapılmayan gecede ilk kez Amanda Gorman’ın co-host’luk yapacağı dedikodular arasında...
Met Gala’nın bağlı olduğu Kostüm Enstitüsü dedikoduları yalanlamıyor ama tam olarak kabul etmiş de değil.
Pandemi, ekonomik kriz, modanın durağanlaşması, sürdürülebilirliğin önemi ve Amerikan modası bir araya gelince tasarımcıları zorlayıcı bir tema ortaya çıkmış gibi gözüküyor. Ama uzun zamandır böyle event’lere hasret kalındığı için kocaman bir şaşaa ile karşı karşıya kalacağımız kesin.
Oscar de la Renta, Ralph Lauren, Tommy Hilfiger, Tom Ford ve Vera Wang gibi Amerika kökenli markaların şov yapacağından hiç şüphem yok.
Eylül ayında New York’ta bulunan Metropolitan Museum of Art’ta gerçekleşecek gece için şimdiden heyecan dorukta.
Geri dönüşümü ileri dönüştürecek kumaşlar
Gerçekten lüksü sağlık ve konforda arar olduk. Betûl Mardin’in çocukluğunun geçtiği tarihi iki yalıda hizmet vermeye başlayan Six Senses Kocataş Mansions bunun en iyi örneklerinden.
Kendi kristal su rafinerisini yöneten, karbon ayak izini düşük tutup plastik şişe kullanmadan yüksek kaliteli içme suyu üreten bir otelden bahsediyorum.
Organik sebze bahçesi ile çevresel ayak izini daha da azaltma amacını destekleyip ambalaj ve atıkları minimumda tutup yeniden kullanmayı hedefliyorlar.
İşte yeni lüks anlayışı bu ve bunun gibi felsefelerden oluşuyor.
Misafirlerini yeniden doğa ile buluşturan, bağ kurmasına yardımcı olan her otel, marka, restoran veya hizmet bundan sonra tercih sebebi olacak.
Six Senses’i beğenmemin sebeplerinin büyük bir bölümü bunlar olsa da asıl sebebi farklı.
Onun için doğaya olan özlem, içsel sorgularımız, anda kalmak isteği lüksün tanımını değiştirmeye başladı.
Bain&Company’nin yayınladığı rapora göre tüketicilerin yüzde 79’u sağlıklı olmayı, zengin olmaya tercih ediyor.
Yani şehirden kaçış, açık hava aktiviteleri, kişiselleştirilmiş sağlık, spor bu senenin ve hatta sonrasının yükselen eğilimlerinden olacak. Bunu moda tarafında da görmüyor muyuz zaten?
Rahatlığın ön planda
olduğu, pandemi zamanı hayatımıza giren “athleisure” trendine uygun koleksiyon yapan markalar, spor markalarıyla işbirliği yapmak için neredeyse sıraya girmiş durumda.
Bu değişimin yakın zamanda iş dünyasının kodlarına da gireceğine inanıyorum.
Dışarıya çıkmak istiyoruz ancak ne eşofmanlarımızı ne de rahat terliklerimizi terk etmeye niyetimiz var. Bunun farkında olan moda evleri son bir senedir üzerinde yaşadığımız parçaları yaz koleksiyonlarına taşıdı. Rahatlık ve konforu bir araya getirip buna eş olabilecek markalarla işbirliği yapan moda evlerinin başında Valentino geliyor. Gardıroplarımızın vazgeçilmez jean’i Levi’s 501’i defilesine taşıyan Valentino, günlük hayatımıza dokunuyor.
Yüksek modayı ikonik modellerle birleştirmek bu dönem için çok akıllıca bir çözüm. Sonuçta sokaklar yeniden ele geçirilecek ama alıştığımız konfordan eskiye dönüş olacak mı? işte onu zaman gösterecek.
Denim demişken mevsim geçişlerini kolaylaştıran ‘denim on denim’ trendinin tam zamanı. Spor ayakkabı ve tişörtle cool’luğun kitabını yazmış olan bu ikili, uzun zaman sonra ilk defa aynı ton yerine farklı tonlar ile karşımızda olacak.
Mesela siyahtan beyaza doğru bir geçiş yapabilirsiniz. Hatta bu geçişte cesur davranarak stilinizde farklılık yaratabilirsiniz. Birçok şey gibi denim de kendini nostaljiye teslim etti.
70’lerin İspanyol paçası, bot kesimler ve 90’ların yırtık jean’leri bu yaz yeniden gardırobumuzun olacaklar.
GEÇMİŞLE GÜNÜMÜZÜ HARMANLAYIN
Trend değiştikçe eskilerle bağı olup, her şeyi saklamayı sevenler için bir güzel haber daha. Sandıklardan bu jean’lerinizle beraber denim elbiselerinizi de gönül rahatlığı ile çıkartabilirsiniz.
Hatta modellerin üzerinde oynama yapıp günümüze uyarlayabilirsiniz.
Kaz Dağları’na komşu olan, zamanın durduğu Adatepe köyünün gizli cenneti İda Blue, çok sevdiğim şeflerden biri olan Murat Deniz Temel ve ekibi ile geçen günlerde nefis bir etkinliğe ev sahipliği yaptı.
Ege Bölgesi’nin zengin ot çeşitleriyle yapılan yemeklerinin lezzeti ve İstanbul’dan kısa bir süre uzaklaşmanın verdiği huzur ile yaz özlemimizi bir nebze de olsa giderebildik.
Sağlıklı yaşam trendlerini takip eden Chef Seasons markası ile Alaf Restaurant’ın ikonik tatları bir araya gelince 2021 lezzet trendleri raporuna göz atmadan geçemedim.
Bu yılın öngörülerine göre, 2021’in mega trendi “mutlu günler”, ana teması ise “umut” olarak belirlenmiş.
Yani bilimsel yönden de kanıtlanan bazı yiyeceklerin mutlu ettiği bilgisinden hareketle, 2021’de psikolojik ve duygusal sağlığı ön planda tutan, vitamin ve mineral içeriği yoğun, depresyonu ve yorgunluğu azaltan, stres atmaya yardımcı yiyecek ve içeceklere ilgi artacakmış.
Veganlık, doğal ve organik gıdalar, sezgisel beslenme ve şekersiz içerikler 2021’de insanların vazgeçilmezleri haline gelecekmiş.
Bunların en güzellerinden bir tanesi ise Help Steps.
Uygulama, kullanıcılarını hem yürümeye hem de yardım etmeye teşvik ediyor. Gün içinde attığınız her adım, kullandığınız işletim sistemine göre Apple Health veya Google Fit verileri üzerinden alınıp Help Steps ekranına aktarılıyor.
Ne kadar çok adım atarsanız o kadar fazla yardım etme imkanına sahip oluyorsunuz.
Önemli olan gece 00.00’dan önce attığınız adımları bir reklam izleme karşılığında dönüştürmeyi unutmamanız.
İzlediğiniz reklamlar sayesinde adımların maddi değeri oluyor ve böylece yardım kuruluşlarına bağış yapma imkanına sahip oluyorsunuz.
Sağlıklı ve fit kalabilmek için her gün ortalama 10 bin adım atmak gerekirken ve yaz geliyor diye sahiller yürüyüş yapan insanlarla dolup taşmışken bu attığınız adımların kendi bedeniniz haricinde ihtiyaç sahiplerine de gideceğini bilmek sizi daha fazla motive etmez mi?
Ben sırf bunun için ekstradan bir tur daha atmaya gönüllü olabilirim. Mesela 21 yaşında Cerebral Palsy hastası Umut Özer için tekerlekli sandalyeye ihtiyaç var.
HAÇİKO, TEMA, TOG, UNICEF gibi dernekler olmasına rağmen ben şimdilik adımlarımı Umut için dönüştürüyorum. Sizleri de yürüyüşe beklerim.
Sürdürülebilirlik için kim ne aksiyon almış, bundan sonraki marka planlamaları için ne gibi adımlar atmayı ön görmüş hepsini tek tek radarıma alıyorum.
Geçen gün bir sohbet sırasında doğa dostu kıyafet markasının ilk sıralarında Jack Wolfskin olduğunu öğrendim.
Hatta sürdürülebilirilik konusunda sessiz bir lider olmaları daha da dikkatimi çekti.
Dünya çapında birçok mağazası olan Alman asıllı marka, çevreye verdiği sözlerle kendini en tepeye çıkarması gerekirken bunu dillendirmiyor olması ise beni çok şaşırttı.
Tedarik zinciri şeffaflığı, Fair Wear Vakfı (Adil Giyim) üyeliği, organik pamuk, geri dönüştürülmüş polyester ve kürke karşı duruşuyla sürdürülebilirlik konusundaki çalışmalarını ve duruşlarını duyurmamaları mütevazılıktan öte bence bu dönem için büyük bir hata niteliğinde.
Çevreye en çok zarar veren sektörlerin başında tekstil sektörünün olduğunu düşünürsek, Jack Wolfskin gibi
oyunun kurallarını değiştirmede öncülük edecek markaların daha çok ses çıkarması ve diğerlerine rol model olması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’de Spx mağazalarında satılan Jack Wolfskin’in sadece cool modelleri için değil sadece bu duruşu için bile gardırobumuzun baş köşesinde olması gerek.
Tekstil markaları için online alışveriş siteleri ile bu nispeten daha kolay ama iş market alışverişine gelince benim gibi sebze ve meyveyi kendi gözüyle görmeden alamayanlar için durum biraz daha farklı.
Geçen gün Metro’ya gittim ve ilk defa giriş kapısından çıkışına kadar “fijital” alışverişin deneyimini yaşadım.
Metro Fast adı altında yeni bir sistem kurmuşlar.
Hiç kimseye temas etmeden, tüm alışverişimi tamamlayıp çıktım.
İnanın o kalabalık kasa kuyruğunda beklemeden rahat ve sorunsuz bir şekilde çıkmak gerçekten çok güzel bir deneyim oldu. Bu hizmetin tam olarak ne olduğunu deneyimlediğinizde daha iyi anlayacaksınız ve o noktadan sonra hizmete olan bakışınız gerçekten çok değişecek.
En azından benim için öyle oldu. Galiba pandemi sonrası içime sinmeyen ve bir türlü istediğim hizmetin ne olduğunu tanımlayamadığım, hatta bire bir alışverişten kaçma içgüdüsünü yenmemi sağlayan formülün ne olduğunu sonunda buldum.
Dışarıya adım attıktan sonra içimden geçenler ise şöyle oldu:
“İşte bu! Neden bu sistem diğer mağazalarda yok?”