Konya seyircisi zaten iyiydi ama Milli Takım’ın kazanarak gelmesi ve Playoff’u garanti şekline sokması bambaşka bir taraftarı sahaya çekti. Milli Takım iyi olunca, destek daha büyük ve çoşkulu oluyor.
Çek maçını kazanmamız, beraberinde avantajları da cebimize koymamızı sağladı. Öncelikle, kazanmak mecburiyetinin ortadan kalkması bizi ciddi manada rahatlattı. Bu rahatlık maça başlangıçta farklı şekilde yüzünü gösterdi ve zaman zaman tempomuzu çok düşürerek İzlanda’yı oyuna ortak ettik. Kontrollü ama dikkatli oyun başlangıcı, belirlenen stratejinin yansımasıydı ama sahada formaliteden ‘varım’ görüntüsü veren rakibimizin seviyesine inecek kadar isteksiz bir resim verdik. Önemli olan ihtiyacımız olanı almaksa ve bu gereken 1 puanı eğer dengeli oynayarak alacaksak doğrusunu yapmalıydık. Maçın sonunda şampiyona biletini aldıysak, bunun nasıl olduğunun önemi yok.
SELÇUK’UN TARİHİ GOLÜ...
Fatih Hoca’nın maça başlangıç seçiminde dikkat çeken forvet seçimiydi. Daha doğrusu klasik bir forvet oyuncusu ile başlamamasıydı. Bu da aslında Çek maçının bir başka yansımasıydı. Hoca, kazanmaya değil de önce Playoff’a oynayıp sonra diğer sonuçlara göre risk almayı seçti. Orta sahadaki Arda-Hakan-Oğuzhan’ın yanına Volkan’ın seçilmesinin sebebi, rakibin orta alandaki mücadele gücünü düşürüp oyuna hakim olmak ve çabuk ayaklar ile iyi pas yaparak pozisyon bulabilmek içindi. Bu seçim diğer taraftan kendini garantiye almayı da gösteriyordu.
İlk yarı biterken Hollanda’dan gelen haber, bizim daha rahatlamamızı, sağladı. Bu haberin üstüne Kazak takımının golü, herşeyi tam istediğimiz şekle çevirdi. Yani, Fatih Hoca’nın devreye girip maçı alacak hamleleri yapmasına kalmıştı iş. Selçuk, öyle bir anda çıktı ki sahneye, sadece 3 puan değil, sadece Avrupa Şampiyonası’na gitmeyi değil, ülkenin futbol geleceğini değiştirecek bir gol ile bizi Fransa’ya taşıdı.
Kalan maçlarda 4 puan almak gibi bir avantaja da sahip olunca umutlar ve beklenti çok daha arttı.
Çek maçının deplasmanda olması ve alınacak 4 puandan 1’ini alacak maçın bu olduğu duygusu bizi oyundan düşürdü.
Daha doğrusu, oyuna giremedik ve maçın hakimiyetini, akışını, kontrolünü rakibe verdik.
İlk yarı, hiçbir futbolcumuzun kendi varlığını hissettiremediği, etkili olamadığı ve tamamen 1 puan odaklı bir oyuna sahne oldu.
LİGİN en disiplinli takımına karşı oynamak zordur.
Her ne kadar kendilerini Avrupa’ya taşıyan oyun kalitesini bu sene yakalayamamış olsalar da yine de sistem pratiği ve aklı olan bir takım Başakşehir...
Zaten maçın yarım saati geçtiğinde oyunda tek pozisyon olması da, rakibi kilitleme ve oyunu istediği şekle çevirme becerisini de gösteriyor.
İlk yarıda tek pozisyon verip, son bölümde net pozisyona girerek istediğini oynadı Abdullah Avcı...
Astana’dan alınacak 3 puan, aynı zamanda G.Saray’ın 2.liğe konsantre olmasına ve Benfica maçlarını daha önemli hale çevirecekti. İlk yarıda G.Saray, Hamza Hoca’nın senaristliğini yaptığı, Bilal’in başrolünde olduğu bir film izletti. Herşey, istenildiği şekilde gerçekleşti. Bilal’in golüyle Sneijder’in vuruşu ve girdiği pozisyon, deplasman için yeterliydi.
Astana, standart oyunculara sahip ve bunu bilip rakip hatası üzerine oyun kuran bir takım. Alanında savunma yapma isteği, geriye düştüğünde büyük sıkıntı ve yenilen gollere sebep oluyor. G.Saray öne geçince hamle üstünlüğünü aldı. Astana gibi takımlar için en kötü senaryodur geriye düşmek. Risk aldıklarında, G.Saray daha rahat pozisyon bulmalıydı. Ama, gösterdiği reaksiyonun karşılığını alan Astana'ydı. Pozisyonların gol olmamasının sebebi kalite ve yetenek eksikliğiydi.
BU KADAR YANLIŞA...
2. yarı başından gol yenilene kadarki bölümde verilen pozisyonlar ve kötü oyunun ilk sebebi, Umut-Yasin-Podolski üçlüsünün etkisizliği ve Sneijder’in sorumluluk almamasıydı. Ve topu tutamaması, baskı olarak döndü. Hoca, bu bölümde, rakibi bozmak için Sinan alabilirdi. Bir diğer etken, bireysel hatalardı. Semih’in düşmesi, Hakan’ın topu kaptırması, Carole’nin ağlara vuruşu, Muslera’nın zayıf dokunuşu...
Ayrıca Selçuk, Bilal ve Rodriguez, paslarla takımı rahatlatmalıydı. Denayer, fizikli ve tempolu ama aksi bir görüntü vererek, pozisyonlarda geç kalıyor. Kademeye girmiyor veya geriden seyrediyor. Bunu sağ bek olmamayla açıklayamayız. Kaldı ki o bir savunmacı ve devamlı pozisyonun içinde olmalı. Son G.Antep maçında da benzer işleri yaptı ve golde bu şekilde geldi.
FAZLASIYLA kritik Trabzon deplasmanından galibiyetle dönerek kasırgaya kapılmatan kurtulan Galatasaray, iç sahada ilk galibiyetini alma peşindeydi.
Gaziantep maçı bu anlamda şanstı.
Karşısında, ligde 2 gol atabilmiş ama 7 gol yemiş, fakat bu verileri dümdüz edecek şekilde 7 puanı olan bir takım vardı.
Ya yemiyor ve tek atıp kazanıyor ya da yiyince oyundan kopan bir ekip Gazintepspor.
Pozisyonu gole çevirme oranı da düşük olunca, ortaya, Trabzon’un favori olduğu ve kazanmazsa G.Saray’ın daha sezonun başında zor bir döneme gireceğini gösteren tablo çıktı.
İlk yarı bittiğinde ise, G.Saray nispeten daha derli toplu ve ne yaptığını bilen taraftı. Orta sahadaki eksikliğin büyük probleme dönmesini engelleyen önde oynayanların yardımı ve topu daha verimli kullanması oldu. Trabzon’un, kendi sahasında oynadığının farkında olmaması ve fazla korumacı oyun, her iki takım için de üretkenliği düşürdü. Trabzon orta sahası ile ayakta kalırken, G.Saray tecrübeli ve diri savunması ile oyunda kaldı.
Trabzonspor hücumcuları birbirinden kopuk ve uyumsuz iken, Galatasaray forvetleri yakın ve yardımlaşarak oynadı.
Trabzonspor sadece Marko Marin ile farklılık ortaya koymaya çalışırken, Galatasaray önde fazla oyuncu ile denedi.
Trabzonspor orta sahasında Okay Yokuşlu iyi oyunu ile dikkat çekerken, Galatasaray orta sahasında öne çıkan yoktu.
Erkan o golü atsaydı....
Her ne kadar rakip, Avrupa’nın iç sahada oynanabilecek en zor rakiplerinden biri olsa da, doğru seçim ve doğru oyun ile Galatasaray bu zorluktan ciddi bir dönüşüm çıkarabilirdi.
Hamza Hoca, maça başlangıç 11’inde verdiği mesaj ile “Rakip gibi düşün, rakip gibi oyna, rakip gibi kazan” demek istiyordu.
Hakan Balta tercihi, bu stratejiyi ve maçı son bölümlere taşıma isteğini anlatıyordu.
Fakat hesaplamadığı, oyuncularının düşük performansı idi.
Maçın kısa özeti bu. Taraftarın gelmeyişinin nedenleri vardır ama sonuçları da vardır. Bu durum, oyuncuların baktığı pencerede, kendilerine karşı bir güvensizlik, inanmamışlık ve moral bozmaya giden bir yolun izlerini gösterir. Maçın içine de yansıdı bu durum. Mesut Hoca’nın doğru analizi ilk yarıda sonuç verdi. G.Saray defansına önde yapılan baskı, orta sahaya yansıdı ve üretkenliği düşürdü.
Gerçi bu problemin oluşmasında Rodriguez’in de katkısı büyük. İspanyol oyuncunun orta sahadaki hali ve tavrı, sıradan ve çok düşük bir performans olarak sahaya yansıdı. G.Saray, orta sahada sayı olarak değil ama oyun olarak bir eksik oynadı. Selçuk’un zaten yediği baskı sorunu büyüttü. Durum orta alanda bu iken, önde Podolski’nin gol atmasına rağmen etkisiz oyunu, Hamza Hoca’nın elini kolunu bağladı. Topu çabuk öne taşıma ve kaleye direkt gitme isteği, G.Saray’ın beraberlik golünü bulmasını sağladı. Hamza Hoca, elinde bu özellikteki tek oyuncusu olan ve geçen sene çok şeyler kazandıran Yasin’den vazgeçmemeli.
GEÇ KALINCA
İKİNCİ yarı, yenilen gole verilen çabuk reaksiyon sayesinde muhtemel mağlubiyet önlendi. Asıl kayıp, takımın tam ihtiyacı olduğu ve onun devreye gireceği anlarda Sneijder’in oyundan kopmuş olmasıydı. Daha önce de yazdım. Eğer problem varsa, tribünler sana inanmıyorsa, tercihler ve performanslar yeterli değilse, sahada problem yaşarsın ve bunu ‘’Şanssızlık’’ olarak adlandırırsın.