Vücutta enerji metabolizmasında kullanılan bir besin öğesi olduğundan özellikle sporcularda eksik olmaması gerekir.
- Glutatyon oluşumunda görevli olması, hidrojen peroksitin artışını engellemede, oksidatif stres reaksiyonlarında görevli olması B6 vitamininin ne kadar kıymetli olduğunu gösteriyor.
- Yine, serotonin, dopamin, nöral sistemde de katkıda bulunur. Bu yüzden eksikliğinde depresif ruh hali, huzursuzluk, mutsuzluk, kaygı gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir.
- Homosistein metabolizmasına katkıda bulunur.
Öncelikle size bu konudaki bilimsel çalışmaları sıralamak istiyorum;
Zeytin yaprağı çayına dair bu ünü oluşturan yıllar yılı halk arasında yara iyileştirici, kabızlık önleyici, idrar yaptırıcı özellikleri bilinen bu etkileriyle birlikte analiz edilen maddelerin ortaya konmaya başlanması ciddi etkiler gösterdiği gerçeğini tozlu raflardan hayatımıza sürüklemiştir.
Zeytin yaprağında aktif tespit edilmiş analiz edilebilmiş bir kısım kimyasal ürünlerden başlıca etkilerini şu şekilde sayabiliriz;
Zeytin yaprağı çayı nasıl yapılır?
Zeytin yaprağının tek başına veya kombine olarak çay karışımlarında kullanımı uygundur. 78 gram yaprak 150 ml sıcak suyla demlenmek suretiyle hazırlanarak günde 3-4 kez içilir. Zeytin yaprağının ekstresi günde 580 mg’lık kapsül olarak kullanılabilir. İki aydan fazla kullanılması tavsiye edilmez.
Allah’ın mucizeleri ve bunların insan hayatı üzerinde etkileri büyük ölçüde mucizeler içermeye ve aklımızı başımızdan almaya devam edecektir.
Aydınlık ve sağlıklı günler.
PCOS semptomları
-Gebe kalmada güçlük,
-Ruh hali değişiklikleri,
-Akne benzeri cilt problemleri,
-Yorgunluk, halsizlik,
-Uykusuzluk, uyku apnesi,
-İnsülin direnci,
-Yüksek testosteron,
Doğal yapısında bulunan tahıllar dışında gıda sektöründe bolca tercih edilen gluten, iştahın artırılarak gıda maddelerinin tüketilmesini artırır. Bu nedenle belirli hastalıklarla bağlantı kurulmuş ve bunlara bağlı komplikasyonların nedeni olmakla suçlanmıştır. Doğal ortamında tahılların genetiği değiştirildikten sonra daha farklı bir forma dönüşen gluten insan sağlığına etki etme oranında son on yılda açık ara öne geçmiş gıda ürünleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır.
Non-çölyak gluten sensitivitesi barsakta fonksiyonel barsak içi florayı etkileyen reflü, dispeptik şikayetler, vitamin mineral eksiklikleri gibi farklı birçok klinik semptomlarla giden bir rahatsızlıktır.
Standart tedaviye yanıtsız barsak spazm çözücüleri, gaz gidericiler ve fonksiyonel barsak hastalığı ilaçlarının pek de işe yaramadığı, uzun vadeli tedavilerde hastaların semptomlarını anlamlı olarak gidermediği gösterildiğinden ilaç tedavisi yerini hızla diyet ve alternatif tedavilere bırakmıştır.
Çölyak hastalığı bir sendrom olup, belirli başka bulguların eşlik ettiği farklı klinik semptomlarla ve endoskopik ve serolojik bulgularla karakterizedir. Serolojik bulgularda; doku trans glutaminaz enzimine karşı oluşan endomisyuma karşı oluşan ve gliadine karşı oluşan antikorlarla ve endoskopik biyopsi yöntemlerinde marsh evrelemesi değerlendirilmesiyle tanı alır.
Çölyak ve gluten alerjisi ayırıcı tanısında kan endoskopik biyopsi ve genetik bulguların ayırıcı tanıda yer aldığı bilinmesine rağmen 2012 çölyak klavuzunda; klinik tablonun farklı türleri olan atipik ve latent çölyak tipleriyle bir kesişim kümesi oluşturabilmektedir. Yani tam olarak ayırt etmek mümkün değildir.
Belirtileri nelerdir?
Hastaların her iki grubunda da glutensiz diyetten fayda görülmekte ve hastanın klinik tablosu dramatik olarak düzelmektedir
-Polyester satın alabileceğiniz en tehlikeli kumaştır. Gribal enfeksiyonlara davetiye çıkartır. Kadın hastalıklarına ve çeşitli cilt hastalıklarına sebep olduğu gibi erkeklerde iç çamaşırında kullanıldığında sperm kalitesini düşürür.
-Akrilik kumaşlar daha çok kotlarda bulunur. Vücut ısı dengesini bozup, gribe yakalanma riskini artırdığı gibi polimer plastiğin ana maddesi olduğu için kanserojendir.
-Asetat ve triasetat selüloz denen ağaç liflerinden yapılmakta olduğu için geniş bir kimyasal işlemden geçmiştir.
-Naylon petrolden yapılmıştır. Bunlar kumaşlarda dikkat etmemiz gerekenler arasında yer alır.
Sağlıklı kumaşlar hangileridir?
Pamuk, keten, ipek, kenevir, yün, kaşmir gibi kumaşları seçtiğiniz takdirde daha sağlıklı seçimler yapmış olacaksınız.
Yalnızca yiyeceklerde değil, içtiğimiz suyla, giydiğimiz kıyafetle, kullandığımız bakım ürünleriyle, soluduğumuz hava ile pek çok kimyasala maruz kalıyoruz. Bütüncül bir tedavi, iyileşme istiyorsak, tüm bunların hepsine dikkat etmemiz gerekir.
Tüm bu kimyasallar östrojen yükünü artırarak insülin direnci, karaciğer yağlanması, bel çevresi kilo alımı gibi etkilere sebep olmaktadır.
Tüm hormonal sistemin düzenleyicisi hipotalamustur. Açlık, susuzluk, ısı gibi düzenlemeleri yapar ve tiroide ilk emri hipotalamus söyler. Ve TSH üretimi ile döngü başlar. Tiroit dokusu içerisinde tiroit hormonu oluşturabilmek için proteinlerin tam olarak sindirmesi sonucu (Bu yüzden sindirim problemi yaşanmaması gerekir) ortaya çıkan amino asitlerden biri olan L-tirozin ve iyot gereklidir. Dışarıdan alınan iyot vücutta doğrudan kullanılamaz. Dönüşüme ihtiyaç duyar. Tiroit peroksidaz (TPO) denilen enzim sodyum iyot pompası oluşturarak sistemi aktive eder. Bu işlem eğer demir eksikliği varsa düzgün çalışmaz.
Tiroit hücresinde üretilen tiroit hormonları %80-90 T4 (tiroksin) ve %10-20 T3 (triyodotiroin) şeklindedir. Tiroit bezimiz güzel çalışıyorsa T3’ün 4 katı T4 salgılanır.
Östrojen baskınlığı veya östrojen replasmanı tiroit fonksiyonlarını azaltabilir. Ayrıca sistemin düzgün çalışabilmesi için selenyum ve çinko minerallerine ihtiyaç duyulur.
Yine bedende oluşan kortizol yüksekliği, stres, insülin direnci, inflamasyon hastalıkları T4-T3 dönüşümünü bozar. Bu durum hipotiroid olarak ortaya çıkar. Semptomları şunlardır:
• Halsizlik, yorgunluk, sabahları uyanmak istememe,
• Hareketlerde yavaşlık, isteksizlik,
• Sindirim sistemi sorunları (kabızlık),
EPA ve DHA iltihabi süreçlerde rol oynar ve hücrelerin zar kısımlarının yapı taşları görevi görür. Özellikle beynimizin yaklaşık yüz milyar sinir hücrelerinin yapısında bulunur. Zaten böyle bakıldığında rol oynamayan kısım yok denecek kadar azdır. Özellikle de otizm, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi santral sinir sisteminde yapısal destek gerektiren bir içerik olan EPA ve DHA omega-3 ile sorunların tedavisinde etkili rol oynar.
Bu noktada ‘omega-3 desteği gerekiyor mu?’ diye soracak olursanız, doğru beslenme ile bu ihtiyacı karşılayabilirsiniz.
En doğru omega-3 kaynağı balık tüketimi ile gerçekleşir. Burada da balığın birtakım özelliklerine dikkat etmeniz gerekiyor.
Yapay yemlerle beslenmemiş, antibiyotik uygulanmayan, ağır metal yükü açısından derin/dip balık yerine; mevsiminde olta balığı olması gerekmektedir. Hamsi, istavrit, sardalye bu anlamda içeriği yüksek omega-3 kaynağıdır.
Haftada 2-3 kez ve doğru pişirme tekniğiyle (unsuz, kızartma olmadan) tüketilmesi önerilir. Bunun haricideki hayvansal kaynakların serbest gezen, güneş ışığından faydalanan, otlanan, hareket eden, antibiyotik/tarım ilacı/hormon gibi yapay durumlara maruz kalmayan hayvanlar tercih edilmelidir.
Yine dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta şudur;
Kapalı ortamda yetişmiş, güneş görmeyen, sağlıksız yemlerle beslenmiş bir tavuğun yumurtası bizlere fayda sağlamayacaktır. Bu nedenle hayvansal kaynaklı alınması gereken omega-3’lerin de doğru kaynaklar olması gerekir.
Bununla birlikte keten tohumu, ceviz yağı, semizotu da bitkisel omega-3 kaynaklarıdır. Yalnız dikkat edilmelidir ki bitkisel kaynaklı ürünlerin vücutta emilimi % 10-15 civarında olup, hayvansal kaynaklı beslenmeyen (alerjisi olan, vegan/vejetaryen beslenen) bireylerin takviye almaları gerekebilir. Kronik hastalığı olan bireylerde bitkisel kaynaklı omega-3’lerin dönüşümü %10’un bile altında kalabilir.
Bütün bunların yanında içeriğinde yeterli vitamin ve mineraller bulunan doğal üretim şekliyle üretilmiş, içeriğinde yüksek vitamin ve mineral içeren toprakta yetiştirilmiş tarım ürünleri ve bunları yiyerek beslenmiş hayvanlardan elde edilen et ve sakatatlar haliyle çok daha fazla vitamin ve mineral içeriğine sahiptir.
Bu veriler ışığında literatür tarandığında birçok farklı gıdanın içeriğindeki vitaminlerin emilimini gıda içeriğindeki vitamin düzeylerine bağlamak tek başına yeterli değildir. Çünkü bütün bunlarla beraber kişinin bu vitaminleri organizmaya alımı da önemlidir.
İçeriğinde çinko içeren besinlerin alımı çinkoyu, D vitamini içeren gıdaların alımı, D vitaminini arttıracak gibi görünmesine rağmen birçok faktör bu düzeyi etkileyen dinamikler içerdiğinden sonuç beklendiği gibi olmamakta, hatta bu eksiklikler için geliştirilmiş tabletler şeklinde geliştirilmiş gıda katkılarının alınması ile bile vitamin ve mineral düzeyleri yükselememektedir.
Bazı Avrupa ülkelerindeki beslenme birimlerinin yayınladığı beslenme önerilerinin bir kısmında yiyecekler içine üretim öncesi veya sonrasında, (hayvanların kesim öncesi ve sonrasında) yapılan vitamin ve mineral replasmanları sonrasında zenginleştirilmiş formlara dönüştürülmesi işleminin önerilmesidir ki bu türlü beslenme ürünlerinin içeriğindeki vitaminlerin arttırılmasıyla eksikliklerin önlenmesi yoluna gidilmektedir. Ancak, bu ve benzeri öneriler orta ve uzun vadeli beslenme önerileri olarak kullanılamamakta ve çözüm olarak görünmemektedir.
Bütün bu çözüm önerilerine rağmen işin özünde, beslenme sisteminin en eski formuna (hiç insan eli değmemiş; özü bozulmamış, yapısı bozulmamış) dönüş daha geçerli görünmekte bunu öneren yayınlarda uzun soluklu ve ek katkılara ihtiyaç duymayan uzun vadeli ve doğal yetersizlikler çözülmektedir. Bu alanda ilaç katkısız en geniş çalışma ülkemizde yapılmış ve bilim dünyasına kazandırılmıştır. Yapılan diyet düzenlenmesi ve içeriğinde katkılı ürünlerin olduğu gıda katkılarından uzak durularak yapılan beslenmenin eksiklikleri oluşan bireylerde eksikliğin oluşumunu önlemiş, devam ettirilebilir bir beslenme önerisi sunmuştur. (Diet Effect of Vitamin d Deficiency; SAHAN A.G; ISIK G)
İçeriğinde değiştirilmemiş, katkı maddesi konulmamış, GDO içeriği olmayan ürünlerle beslenme ne olursa olsun genel kurallar içerse de bireysel hale getirilmek zorundadır. Çünkü insan DNA’sında benzerlik %98 düzeyinde olsa da benzerliğin olmadığı bölgeler hem dış görünüşteki çeşitliliğimizi hem de gıdalara verdiğimiz farklı tepkileri ortaya koymaktadır. Bunlara örnek olarak sarı ırkta olanların bağırsaklarında laktaz eksikliği nedeniyle özellikle inek sütü ile yapılan ürünlerde toleranslarının olmaması nedeniyle alınan gıda içeriğinin bol miktarda D vitamini, kalsiyum, fosfor içermesine rağmen organizmada bu düzeylerin artışının gözlenmemesi bu türlü beslenmeden sonra şişkinlik şikayetlerinin olması veya vitamin, mineral eksikliklerinin gözlenmesi karşılaşılan problemleri anlatmak açısından iyi bir örnektir.
Yağda eriyen vitamin eksiklikleri
Genel olarak A, D, E, K vitaminleri olarak bilinen üstüne esansiyel yağ asitlerinin de (omega-3, omega-6) eksikliğinin gözlendiği eksikliklerdir.