Bu hafta sayfamda, gündüz kuşağında yaptığım tüm TV programlarımın vazgeçilmez konuğu Suna Dumankaya var. Ailesinden öğrendiği bilgilerle yıllardır doğal tarifler hazırlayan dünya tatlısı, girişimci bir kadın o. Günümüz koşullarında tüm kozmetiklerde biliyoruz ki yapay, kimyevi ve doğal olmayan birçok madde bileşeni var. Ama Suna hazırladığı bitkisel tariflerle doğal güzelliğin mümkün olduğunu bize kanıtlıyor...
◊ Suna, senin en önemli özelliğin sahip olduğun bilgilerin çoğunu anneannenden öğrenmen değil mi?
- Anneannemin babaannesi Türkiye’nin ilk lokman hatunuydu. Türkiye’de seferberlik ve savaş varken, askerler yaralandığında tedavi edermiş. Doktorlar bacağına kurşun isabet eden askerlerin bacağını kesmek isterken, o doğadan topladığı otlardan macun yaparmış. Sonra onu askerlerin bacaklarına sararmış. O askerlerin bacakları kangren olmaktan kurtulurmuş. Seferberlik zamanında birçok insana deva olmuş. Ondan sonra anneanneme öğretmiş. Anneannemden de bana geçti. Rahmetli anneannem 105 yaşından fazla yaşadı.
◊ Anneannenizin ismi neydi?
- Fatma Öktem. Anneannem daha ilaç sektörü bu kadar gelişmeden önce, mesela çocuğu olmayana ilaç yapardı. Ama “Önce hekime gidin, sonra gelin” derdi. Hiçbir yaptığı ilacın parasını almazdı. Vakıf gibiydi. Diyelim ki birisinin çocuğu oldu. Ödül olarak hediyeler getirirdi. Mahallede kimin kızı evleniyorsa o hediyeler anneanneme giderdi. “Bilginin zekatını verin. Bilgiyi paylaşın ama bilgiyi paraya dönüştürmeyin, büyüsü bozulur” derdi. Anneannem cumhurbaşkanlarından başbakanlara, hatta Atatürk dahil herkese hizmet etti. Doğuya gelen bütün cumhurbaşkanlarına yemek yapardı, hastalıklarına çözüm bulurdu. Ama biz bunu hiçbir zaman reklam aracı olarak kullanmadık. Çünkü karşılık beklemeden yaptık. Tamamen sevgi ve saygı çerçevesinde...
◊ Peki senin el alman kaç yaşında oldu?
- Rahmetli anneannem köylere giderdi. “Bir kadın ters doğum yapıyor. Hadi gel” diye çağırırlardı. Ben de onun yanında giderdim. İlaç yapmasında ona yardım ederdim. Bazen “Hadi git şuradan otları al gel” derdi. Gider alırdım. Çok titiz bir kadındı. Acayip hijyene düşkündü. Rahmetli annem çok özel bir kadındı. Cenazesini çok büyük bürokratlar kaldırdı. Rahmetli Demirel de bana derdi ki “Suna, bu kadar öğretiyi öğrendin. Lütfen sen de bizim için kullan”...
Bundan 5-6 ay önce buluşmuştum hayvanseverlerle... Fakat maalesef o günden bugüne yasalardaki boşluklarla ilgili hiçbir somut adım atılmadı.
Sapanca’da yavru köpeğin başına gelen o korkunç olay hepimizi üzüntüye boğdu... Aynı şekilde Eyüp’te tecavüze uğrayan yavru kedi de...
Sivil toplum örgütleri ve baroAlar geçen hafta 17 şehirde basın açıklaması yaptı. Açıklamadan hemen sonra onlarla bir araya geldim ve acilen neler yapılması gerektiğini konuştum.
Biz karıncayı bile incitmekten çekinirken nasıl bir ruh hali o masum canlara kıyar?
Hayatım boyunca bu köpeğin bakışlarını unutmayacağım. Siz de unutmayın...
◊ Geçen hafta, Türkiye’nin birçok ilinde öldürülen o yavru köpekle ilgili bir basın açıklaması yapıldı. Sesinizi yeteri kadar duyurabildiğinizi düşünüyor musunuz?
- İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Yasemin Babayiğit:
Öyle bir gitar sesi ki, öyle bir dingin ve şahane ki... Kim bu çalan? Bu albümün adı ne? Dinledikçe kendimden geçiyorum. Tanımalıyım onu! “Yaşasın iyi müzik” diye haykırmalıyım. Albümün prodüktörü Ercan Saatçi 20 yıllık dostum. Ercan Saatçi Akademi’de albüme imza atan Ayhan Günyıl’la bir araya geliyoruz. Günyıl mütevazılık içerisinde anlatıyor hikayesini. Dinlemediyseniz çok şey kaçırdığınız bu albümün ana kahramanı ise Sezen Aksu... Üstelik Aksu, ömrümüze hediye ettiği şarkılarını bedelsiz veriyor, benim iyi müziğin peşini hiç bırakmayan gök gözlü arkadaşım Ercan ve Ayhan’a... Yeter ki iyi müzik olsun...
◊ “Sezen Şarkıları” albümü kimin fikriydi?
- Ercan Saatçi: Ayhan’ın fikriydi. Ama bu Ayhan’ın ilk albümü değil. Aslında üzülerek söylemek istiyorum, değeri bilinmemiş albümleri var. Bu ülkede enstrümantal müzik maalesef çok önemli bir gözükmüyor. Ülkede müzikle ilgili kalite kaygısı var ya, işte nedenlerinden biri bu. Ayhan beni arayıp “Abi böyle bir şey yapmak istiyorum” dediğinde “Yürü” dedim.
- Ayhan Günyıl: Aslında en başta “Perişan Şimdi”nin demo’sunu çalıp Ercan’a yolladım. Çok beğendi ve hemen bana geri döndü. Müzisyen ve prodüktör kafasıyla düşündüğü için “3-4 şarkı değil, 10-11 şarkı yapalım” dedi. O böyle söyleyince şaşırdım.
- Ercan Saatçi: Ayhan, “Sezen Aksu acaba bana şarkılarını verir mi?” diye bir kaygı duyuyordu. “Sen hiç merak etme” deyip hemen Sezen’i aradım. Ayhan’ın bana yolladığı şarkıyı da kendisine yolladım. Dinledikten sonra “Prodüktörü sensen, ne istiyorsan yap, yürüyün” dedi. Sezen’in hakkını verelim. Ondan sonra Ayhan’a “Sezen istediğin şarkıları kullanabileceğini söyledi” dedim.
◊ İyi ki Ercan’ı aramışsın...
- Ayhan Günyıl:
Instagram’da takibe aldığım günden beri bayılıyorum Nilgün Bodur’a. Yüzüne kahve telveleri sürüp içine karbonat kattığı pratik yüz maskelerini ben de yapıyorum. Geçenlerde bir videosu çıktı karşıma... Kitabında da bunu paylaşmış:
“Hayat ilginç, gün gelir, içoğlanları padişah olur.
Gün gelir Kezban’lar Destan,
Onları destan yapanlar, Mestan olur.
Gün gelir hadsizlik özgüven,
Saygı yalan, sevgi dolan olur.
Gün gelir çivisi çıkar dünyanın.
Ramazan davulu bizim en güzel geleneklerimizden biri. Bize dedelerimizden kalan bir miras. O yüzden her sene ramazan davulcularıyla bir araya gelmek istiyorum.
Geçen sene yine bir sahur vakti Kadırga’ya gitmiştim. Bu sene soluğu Sulukule’de aldım. Bir ay boyunca ekmeğini her gece 1’de çıkıp 3’e kadar davul çalarak kazanmaya çalışan davulcu arkadaşlarla buluşup onların sıkıntılarını dinledim.
Fotoğraflar: Murat Şaka
◊ Kaç senedir bu işi yapıyorsunuz?
- Ali Durgun: Neredeyse 80 senedir, kuşaktan kuşağa bu işi yapıyoruz. Bu iş bize baba yadigarı, atalarımızın emaneti. Dededen oğula sonra da torunlara geçiyor. Bir de bu bizim geleneksel müzisyenliğimiz. Zaten müzisyenlik bizim ezelimizde var. Ben kendim udiyim. Gazinolarda ud çalıyorum. Ramazan haricinde kendi ekmeğimi ud sayesine çıkarıyorum. Sadece ramazanda davul çalarak insanlara hizmet veriyoruz. Biz kimseden zorla bir şey beklemiyoruz. Bizim içimizden gelen şeyler bunlar.
◊ Kaç yaşındasınız?
- Ali Durgun: Ben 48 yaşındayım.
- Batuhan Yüceturanlı:
Gülben Ergen, ünlü balet Tan Sağtürk’le bir araya geldi. Sağtürk, dansa başlama hikayesinden kurduğu okullara, erkeklerin baleye bakışından kızının baleye olan ilgisine kadar her şeyi ayrıntılarıyla anlattı....
Fotoğraflar: Murat ŞAKA
◊ Uzun yıllardır dans okullarınız var. Ülkemizde dansa olan ilgi, okullarınızın ayakta kalması için yeterli mi sizce? Çünkü bale hep farklı görülür…
- Evet, çok elit hatta opera da, halktan uzak gibi hep değerlendirilirdi. Bizlerin de algısı öyleydi. Sonrasında biz onun çok da doğru olmadığını gördük. Çünkü o iletişimi kurmadığınız zaman size gelen çok küçük bir kitle olabiliyor. Ya da böyle Anadolu Ateşi gibi büyük şovlar yapacaksınız ki geniş kitlelere ulaşabilesiniz. Ben Diyarbakır, Elbistan, Kahramanmaraş gibi birçok yere gittim ve insanlara anlatmaya çalıştım.
◊ Öyle mi?
- Düşünülenin aksine erkeğin de yapabileceği, bütün sanat dallarını içeren bir sanat dalı olduğunu... İki tane klip yaptım. Ticari klipler değil bunlar. Orhan Gencebay’a gittim. Orhan Gencebay bana “Bir Teselli Ver”i verdi ve o şarkıyla dans ettim. Ardından bunu klip haline getirdim. Aynı klibi, aynı hareketlerle, Mozart’ın Requiem’i ile yaptım. Projeksiyon makinesiyle görüntüler izlettim. Baktım ki Orhan Gencebay’ın müziği ile olan yorumu müthiş beğenildi. Mozart Requiem ile olan algılanmadı. Dokunmadı insanlara. Orhan Gencebay’ı seyrettirdikten sonra baktım o da hoşlanılabilir hale getirdi sanki insanları. Dolayısıyla birtakım eserler üretmeye başladık bale için. Baktım ki insanlar artık yavaş yavaş gelmeye başladılar ve “Bu işi çocuklarımız yapabilir mi?” diye sormaya başladılar.
◊ “Bir Teselli Ver”, baleyi insanlara daha da yakınlaştırdı mı?
-Evet. Çünkü Gencebay’ı berberde de dinliyorlar evlerinde de. Dolayısıyla bu kadar saygın bir kimliğin bize destek olması çok önemliydi. Türkiye’de opera dışında tutunabilecek bir dal bulamıyorum kendime.
Tasavvufa giden her yolun, her sesin, her bilginin öğrencisi olduğum için sosyal medyada takibe aldığım, videolarını izlediğim genç bir isim; Hakan Mengüç... Ustalığı değil çıraklıkta harmanlanmayı seçenlerden. Üflediği ney’den çıkan “hu” sesinin anlamına şükredenlerden... Mengüç’ü hem yeni kitabını hem seminerlerini konuşmak için minik ofisinde ziyaret ettim. İşte Mengüç’ün 15 yaşında başlayan tasavvuf yolculuğunun etkileyici hikayesi...
Fotoğraflar: Levent KULU
◊ Sizi sosyal medyadan tanıdım. Yazarlığınız dışında yaptığınız işin tam adı nedir?
- Temel olarak sufi felsefesini, Mevlana’nın öğretilerindeki pozitif düşünceyi, hayata olumlu bakmayı, acıların üstesinden gelmeyi, sosyal medyada ve seminerlerde anlatıyorum. Ben anlatıcıyım. Aslında sufi olarak tanınıyorum. Sufi nedir? Sufi felsefesini benimsemiş kişiye sufi denir.
◊ Ağırlıklı olarak nerelerde seminerler veriyorsunuz?
- Daha çok halka açık seminerler oluyor. Üniversitelere de gidiyoruz.
◊ Sufizm ve Mevlana ile nasıl tanıştınız?
- 15 yaşında tanıştım. Bir gün bir dergâhta ney dinletisine şahit oldum. O anda neyin sesine âşık oldum. Sonra ney öğrenmeye karar verdim. Ney öğreten hocam aynı zamanda tasavvuf hocam oldu. Yolculuğum öyle başladı. Birçok yere gittim. Başka hocalardan da eğitimler aldım. Şimdi 32 yaşındayım. 17 senedir tasavvuf ve sufi felsefesine inanıyorum ve anlatmaya çalışıyorum.
Siirt’ten Diyarbakır’a oradan da İstanbul’a uzanan sıcacık, gerçek bir yaşam yolculuğu dinliyorum Yunus Emre Yıldırımer’den. Umut dolu, alçakgönüllü ve bir o kadar da güleryüzlü. “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinin gizli kahramanlarından biri o.
Bu hafta “Bal Kaymak” isimli sinema filmi ile de karşımızda olacak. Eski starlık anlayışlarını ve kurallarını yerle bir eden bir tevazu ile benimle konuşurken o sırada dizinin başrol oyuncusu, çok sevdiğim arkadaşım Oktay Kaynarca geliyor bizi ziyarete.
“Abi hoş geldin” diye ayağa kalkıp karşılayan Yunus Emre ile diyalogları buram buram dostluk kokuyor. Birbirini ezmek yerine yüceltmek üzerine kurulu bu başarı dolu işin tüm emekçilerini tebrik ediyorum.
◊ Siirt’te doğup Diyarbakır’da büyümüşsün... Nasıl bir çocukluk geçirdin?
- Annem bana 8 aylık hamileyken İstanbul’da doğum yapmak istemiş. Ama ben sürpriz yapıp erken dünyaya gelmişim.
Biz üç kardeşiz. Bir abim bir de kız kardeşim var. İkisi de farklı mesleklerde. Abim işletmeci. Kız kardeşim de turizmci.