Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e minnetimin, saygımın zirve yaptığı günlerden sadece biri... Düşmanın belkemiğinin kırıldığı 30 Ağustos Zaferi, Türk Milleti’nin yeniden var olduğu gün.
Anıtkabir’e gittim onu ziyarete. Ülkece çok zor günlerden geçtiğimiz şu süreçte bizim için yaptıklarını, yıllar önce söylediklerini tekrar dinledim...
Bayrağımıza, topraklarımıza zarar vermek isteyenlere “Yenilmiyoruz ama canımız çok yanıyor” demek istedim...
Her devriminle bize şahsiyet, kimlik kazandırdın... Cumhuriyet’i bize armağan ederken, Türk kadınını başının üzerinde taşıyıp böylesine yüceltirken, Gençliğe Hitabe’yi yazarken, dünyada çocuklara bayram hediye eden tek lider olarak seni sevmek ve anlamak için bize binlerce sebep verdin...
“Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed’dir” diyen sen şeyhlik, müritlik gibi, dini gruplaşmalar ve dini cemaatler gibi grupların karşısında duruşunla, seni anlamayanları daha da anlar kıldın...
Her 19 Mayıs gibi...
Siz hiç kimlikle girilen bir köy gördünüz mü? Ben gördüm…
Hem de yıllardır konser vermek için gittiğim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde… Burası Kuzey Kıbrıs’ın en güneyinde, Rum sınırında. Akıncılar, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde en büyük Türk köyü olma özelliğine sahipken bugün nüfusu sadece 350.
Evet yanlış okumadınız bu büyük köyde sadece 350 kişi yaşıyor. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra güvenlik nedeniyle köye girişler askeri kontrol noktasından geçilerek yapılıyor. Biz de köye yaklaşırken askerler tarafından durdurulduk, kimliklerimizi teslim ettik ve yolumuza öyle devam ettik.
Köye askeri birliğin kurulması nedeniyle 1974’ten sonra her sene bir hayli göç vermiş. Kimi Kıbrıs içinde, kimi Türkiye’de kimi de İngiltere’de kendine yeni bir hayat kurmuş.
Bu minik köyün hemen ilerisinde dikenli teller dikkatimi çekiyor. Telin hemen arkasının Rum kesimi olduğunu öğreniyorum.
O kadar yakın ki… Akıncılar Köyü’nün güleryüzlü sakinleri Rum tarafında pişen yemeğin kokusunu buradan alırız diyorlar.
Demokrasi ve Şehitler Mitingi, 7 Ağustos Pazar günü saat 5’te Yenikapı’da...
Saat 2’de buluşuyoruz. 3’te teknemiz hareket ediyor...
DMC Yönetim Kurulu Başkanı Samsun Demir’den telefonuma gelen mesaj...
Büyük heyecan!
Hayatımda hiç mitinge katılmadım, hep televizyondan izledim o coşkulu kalabalıkları...
Toplumun her kesiminden insanın destan yazacağı günde ben de varım.
Geçen hafta Tunceli’nin
Elmalı Yaylası’nda koyunlarını otlatırken tanıdığım Mahir’in etkisinden kurtulamadan bu hafta kalp rotamı Manisa’ya çeviriyorum. Yine yollardayım...
Bu kez bir Dünya Şampiyonu için gidiyorum. Elimde kayıt cihazım, merak torbamda bir dolu soru...
İyilikleri yüzüne yansıyan bir anne-baba karşılıyor beni.
Geldiğinize inanamıyoruz diyorlar... Mütevazılık, zirveye “hazmederek” ulaşanların vazgeçilmezi sanırım.
Asıl ben size teşekkür ederim beni kabul ettiğiniz için...
Hayatımda hiç dünya şampiyonu ile tanışmamıştım.
Gözümün bebeği, burnumun direğinde sızı Mahir... Çocuklarıma anlatmaya çalıştığım insanlığın ete kemiğe bürünmüş hali Mahir... Annesi Türkan babası Güzel, kardeşi Deniz, tüm akrabalarının, köyünün, arkadaşlarının ve öğretmenlerinin haklı gururu Mahir...
Yaşanan onca olaydan sonra benim hâlâ umudum var çünkü bu ülkede Mahir ve onun gibi nice gençler var...
FELSEFEM ŞU: EYVAH DEMEDEN EYVALLAH DEMEK
◊ Mahir, çok büyük bir başarıya imza attın. Helal olsun sana… Eminim ailenin de bunda emeği büyüktür. Sana verdikleri en büyük tavsiye neydi?
- Mahir Gündoğdu: Teşekkür ederim. Babam “Tek isteğim seni iyi yerlerde görmek istiyorum” dedi. Umarım babamın isteğini yerine getirebilmişimdir. Annem de her zaman “Ne olursan ol asla kişiliğini kaybetme, kendini bozma” dedi.
◊ Sence kişiliğini kaybetme ne demek?
İstikrar insan yaşamında en hayran olduğum özellik. Saygınlığı beraberinde getiren bir ayrıcalık...
Sesine olduğu kadar istikrarlı duruşuna hayran olduğum kıymetli dostum Ahmet Özhan bu hafta sayfamın konuğu. Yüzündeki, gözündeki, sözündeki, özündeki anlam ve bilgi birikimi gün geçtikçe yerini mütevazılığa bırakıyor ve o hiç eskimeyen bir değer olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Biz de onu alkışlamaya ve hayran olmaya devam ediyoruz...
Beni arayıp “Gel seninle bir ilahi okuyalım birlikte” dediğinde hayatımın en anlamlı ve kutsal düeti olacağını düşünüp, hiç tereddüt etmeden “Evet” dedim. Sosyal medyanın acımasız eleştirileri beni yerden yere vururken sadece gülümsedim. Uzun bir yoldu bizim seçtiğimiz... Önce insan olmanın vasıflarını taşıyan, önce insan olabilmenin erdemlerinin peşine düşen meşakkatli bir yol... Elmasın toprak altında kömürleşmesinin sonunda pırlanta olması gibi... Hamız daha, pişeceğiz ve yanacağız elbette.
BABAM DOĞRUYU SÖYLERDİ DOKUZ KÖYDEN KOVULDU
◊ Nerede büyüdünüz?
- Ben bir memur çocuğuyum. Babamın görevi dolayısıyla Anadolu’nun birçok yerinde bulunduk. Şanlıurfa’da dünyaya gelmişim. 10 aylıkken Şanlıurfa’dan ayrılmışız ve Hakkari’ye gitmişiz. Benim babacığım doğruyu söylemeyi seven, hakkı savunan bir insan olduğundan dolayı çok çabuk tayin olurdu. Kimin tekeline çomak soksa başka yere sürerlerdi babacığımı. Dokuz köyden de gitti yani.
Fotoğraflar: Murat ŞAKA
Bir sevgi masalına tanık oldum bu hafta... Sevginin sonsuz gücünü dinledim, sizler ve kendim için... Erarslan Ailesi klasik değerlerini içinde korumuş biri kız, diğeri erkek iki çocuklu bir aile.
İşi sadece annelik olan bir sevgi profesörü anne, emekli maaşıyla eşine, evlatlarına mangal gibi bir yürekle kol kanat germiş bir baba... 28 sene önce bir kızları oluyor ve hayat onları seçilmişlerden ilan ediyor...
Kudret Bey ve Aynur Hanım Soma’nın insanlarının kömür karası acılarına inat, kar beyazı bir düğünle şehri aydınlatıyorlar...
Soma ve sevinç... Soma ve umut... Soma ve mutluluk kelimelerini ezberletiyorlar bize...
O dönemde teknoloji bugünkü gibi olmadığı için bebeğin rahatsızlıklarını önceden görebilmek mümkün değil. Kaldı ki “Görseydim bile vazgeçmezdim evladımdan” diyen bir anne var.
Samatya’da yokluklarla geçen çocukluğunun, çıraklıktan kalfalığa geçiş yolculuğunun emekle harmanlandığı yıllarını dinledim.
Özlediğimiz din kültürlerinin barışmasını gördüm... Topraklarımızın zenginliğini, her dilden, her dinden insanlığın güzelliğini gördüm onda...
Onun Paskalya Bayramı’nın benim başımın üzerinde yeri olduğu kadar, benim Kadir Gecemin, Miraç Kandilimin yeri ve değeri var onda... İyi bir dost, iyi bir eş, iyi bir baba ve “hâlâ kalfayım, hâlâ çırağım” diyen acayip bir yaşam ustası o...
Dünya starlarının üzerinde parlayan eserlerini zorla anlattırmaya çalıştığım, bir o kadar da gerçek ve mütevazı...
◊ Tasarımlarında farklı kültürleri buluşturuyorsun… Farklı kültürlerle tanışman nasıl oldu?
- Çok geriye, çocukluğuma gideyim. Samatya’da doğdum ve büyüdüm. Bizde iki bayram değil altı bayram vardı. Bizim Ermenilerin doğuş bayramı dediğimiz Dznunt, paskalya dediğimiz Zadik Bayramı, Şeker ve Kurban Bayramı, Musevilerin Şavot ve Purim Bayramları.