Fotoğraflar: Murat ŞAKA - Ezgi BİNGÖL
Oraya gitmeden önce Ece ile yeni haftanın röportajı için aranırken yine Erhan'dan bomba bir haber geldi: "Bu hafta Nazilli'ye gidip, 100 yaşının üzerinde sağlıkla, neşeyle yaşayan yaşlıları araştır bakalım.” İnsanın eşi haberci olunca pek güzel oluyor böyle tüyolar. Hem İzmir'e de gideceğiz, açılış sonrası iki saat karayolundan gideriz dedik ve başladık hazırlıklara.
Yeşillikler içerisinden yolumuz önce Huriye Nine’nin evine... Sonra Alamut Köyü’nün kahvesine ve yatağında bizi bekleyen dünya tatlısı Ayşe Nine’yi ziyarete. Allahım bu nasıl mucizevi yaşlanmak? Bu ne neşe? Pastasının mumunu üflerken, sorularıma gülümserken, kızını, torununu, torununun çocuğunu benimle tanıştırırken ne gülmek... Yine derdime gülerek döndüm evime... Yine dua ederek, yine öğrenerek ve yine kalbimi koyarak...
106 YAŞINA NASIL GELDi?
NAZİLLİ’NİN EN YAŞLI KADINI: AYŞE ÇÖRTÜK
“Televizyonda o izdivaç programlarını seyredip vakit öldüreceklerine çalışsınlar” dediklerinde hepsini kucaklamak istedim. Nasıl bir özgüven, nasıl bir analık, nasıl bir güç, nasıl bir kadınlık fışkırıyor her birinden... Ağlarını da kendileri yapıyorlar, eriştelerini de, salçalarını da...
Doğaya, hayata, topraklarına bağlı can kadınlarımız onlar bizim.
Sabah ezanı ile düşüyorlar yollara, kocalarına, aile bütçelerine aslanlar gibi destek oluyorlar. Şarkılarla, türkülerle ağ atıp, bereket topluyorlar. Hayranım çalışan, üreten, evlatlarına bunu gösteren analara...
Buyurun okuyun mücadelelerini, dimdik duruşlarını, yaşama sevinçlerini, beklentisiz mutluluklarını... Yolunuz düşmezse yolunuzu çevirin onlara... Bursa’yı geçtikten sonra 40 kilometre gidip sağda Gölyazı (Apollonia) okundan içeri gireceksiniz. Gölyazı Köyü’nün balıkçı kadınlarını tanıyın. Balığın en tazesini onların elinden alın. Alın ki, onlar ayakta kalsın daha uzun seneler.
Umudumuzu artırsınlar bizim, ülkemizin ve tüm kadınlarımızın...
PARA BÖLÜNMESİN DİYE BALIKÇILIĞA BAŞLADIK
TARLABAŞI ÇOCUKLARIYIZ FİLENİN SULTANIDA OLURUZ
Tarlabaşı Toplum Merkezi Hürriyet-Kelebek yolumun ilki... İç donanımı çoğu yetişkinden daha yukarıda olan birçok çocukla konuştuk. Sonra malum bir süreç başladı. Minik bir ses kayıt cihazına kaydettiğimiz sohbetimizi Ece (Emre) ile yazıya döküp bir güzel harmanlamak... Öncelikli yerleri daha da okunur hale getirmek… Fotoğrafları seçmek…
Sayfaya yerleştirmek ve röportajın kaderini belirlemek... Nedir o? Manşete çıkacak cümleyi içeriden cımbızlamak. Yılların gazetecilerinin en iyi bildiği, benim yeni yeni öğrendiğim önemli bir detay.
Yıllardır çok sevdiğim röportajlarım sırf bu başlık algısı yüzünden heba oldu. Bazılarında da tam tersi gönlüm ihya oldu…
Tarlabaşı Toplum Merkezi’nde tanıdığım; kırmızı saçlı, beyaz tenli, yürek gözlü, az da çilli Zuhal’in bir cümlesini taşıdık manşete: “Gülben Abla Söyle Onlara Voleyboluma Karışmasınlar” Gülben Abla bir iPad’imiz olsa değil…
Devlet bize yardım etsin de değil... Kendi başının çaresine bakar Zuhal! Okuluna gider. Mahallesinin tüm yorgunluğuna inat, bir güneş gibi açar Tarlabaşı’nda Zuhal.
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Ne Narman’ı bilirdim ne de Erzurum’dan Türkiye Şampiyonu buz hokeyci kızların çıktığını. Ta ki telefonuma gelen Whatsapp mesajına kadar. Eşim, “Bak” diyordu, “Erzurum’da yaşayan Narmanlı kızların başarısına bak...” Altına da not düşmüş “Kalk, git bakalım...”
Geçen hafta Şanlıurfa’dan gelmişim röportaj için, iki gün önce de Artvin’den. Çocuklar Gülsün Diye anaokulu açılışımız için. Şimdi bir de Erzurum’a mı gideceğim deyip geçiştiriyorum.
Aynı notunu Ece’ye de ilettiği için başlıyor Ece beni tüketmeye.
“Mutlaka gitmeliyiz Gülben Hanım.” Okuduğum haberlerdeki, habersizlik etkiliyor beni. Altı çizilmemiş kahramanlar ordusu bu kızlar.
Zor bir spor buz hokeyi bildiğim kadarıyla. Nasıl başarmışlar bunca şeyi? Sesleri, başarıları kadar fazla değil. Belki bizim sayfalarımız onlara ses olur...
Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyin diyenler halt etsinler! Şiddeti yaşayan, annesinden, babasından, öğretmeninden ya da kimden olursa olsun işte hayattan şiddet gören her bireyin yetişkin olduğunda iki yolu var. Birisi yanan canının intikamını alırcasına can yakmak, diğeri özgüven eksikliği ile içine gömülmek, pısırık bir yaşamı sırtında kamburla sırtlamak... Bir de bu yolların ikisine birden eklenen hastalıklar zincirleri var. Alkol ve madde bağımlısı olmaktan, kansere kadar uzanan vücudun yetişkinlik zamanlarında attığı çığlıklar var. Evladını döven ebeveynlerin çocukluklarında yaşadıkları şiddet hep aynı. Özgecan’a kıyan katilinde, Münevver Karabulut’u kesen katilin de çocukluklarına inilse aynı travmaların karşımıza çıkacağı kesin. Röportajımıza ek olarak Klinik Psikolog Emre Konuk bizimle bir de araştırma raporları sonuçlarını paylaştı ki zaten başlı başına bir olay çıkan sonuçlar. Dövmeyin kimseyi! Dövmeyin çocukları! Bir ömrü, bir nesli, koca bir yaşamı mahvediyorsunuz! Döverek kimin kiminle meselesi hallolmuş? Dayak dayakla, anlayış anlayışla, sevgi sevgiyle, aşağılama aşağılanmayla karşılık buluyor hayatta. Ne ekersen onu biçersin sözünden çıkalım yola...
Bizi en çok travmatik süreçler yorar
◊ Travma ve travmatik süreçleri konuşmak istiyorum... Travma deyince ne anlayalım?
- Travmatik süreçten kastımız, çocuğun ya da kişinin yaşanan stresle başa çıkma kapasitesini zorlayan her şeydir. Teknik tanımı budur. Travma deyince genelde deprem, yangın, felaket gibi şeyleri algılarız. Hayati tehlikesi olmayan ama bizi zorlayan her şey travmatik bir özelliğe sahip olabilir.
◊ Sizi psikoterapist olarak zorlayan travmalar hangileridir?
Geride ölüm var, önünüzde sığınma hissi... Ülkemiz toplamda iki milyondan fazla insanı kucaklıyor, misafir ediyor.
Kamplarda yaşayanların sayısı Şanlıurfa’da 110.379, Gaziantep’te 50.951, Hatay’da 15.058, Kilis’te 33.769... İki milyon evsiz barksız, acılı, mahzun, hüzünlü insan. Dünyanın insanlık sınavı bu... Botlarla denizden kaçan, sınırdan giren, giremeyen milyon
larca Suriyeli’nin içindeyim.
Şanlıurfa’dayım...
Önce Harran’da konteyner kenti ziyaret ediyorum.
Sen çare bulamazsan, doğa sana çareler buluyor, çözümler üretiyor. Bu kez başka bir yaşama sevinci merkezindeyim. Türkiye Jokey Kulübü’nün Atla Terapi Merkezi’nde fiziksel ve zihinsel engelli çocuklar için ücretsiz eğitim veriliyor.
Kapıdan içeri girdiğim andan itibaren herkesin yüzünün güldüğü bir ortamın içinde buluyorum kendimi. Anneler, babalar, ablalar, çocuklar, eğitmenler ve tüm asilliği ile atlar...
Sağ kolu kilitlenmiş ve yıllarca elinin yumruğunu açamayan Batuhan artık sağ elini kullanabiliyor.
Babasının ölümünden sonra bir yıl hiç konuşmayan, konuşmaya başlayınca uzun süre kekeme olarak yaşayan Kaan, bir hatip gibi konuşuyor şimdi benimle...
Disleksi, depresyon, epilepsi ve birçok sağlık problemi yaşayan, tüm yazıları tersten okuyan, yaşının üstündeki çocuklarla eş değer bir zekaya sahip olan küçük dahi Arda, kullanmak zorunda olduğu ilaçları yarıya indirmiş durumda.
Merkezin tüm çalışanları çocuklarla arkadaş olmuş ama bir de dostluk var ki... İşte o dostlukta akan sular duruyor. Çocuklar ve atların dostluğu. At binene kadar tekerlekli sandalyesinde, çiçekli şapkasıyla suratı asık olan Selin’in, atına dokunduğu ve bindiği andan itibaren nasıl yüzü gülüyor, nasıl kendine güveni geliyor bunu gördüm...
Sevginin lisanı da, bedeni de yok, sevginin sadece ve sadece kirlenmemiş bir çift kalbe ihtiyacı var. O da sokaktaki insanda değil Zencefil atın yüreğinde...
“Hayattan ne isterdin?” diye sorduğum 9 yaşındaki hiç masal kahramanı olmayan zarif prenses ise “Bir yatak” diyor. “Bir yatağımın olmasını isterdim”... Gözünden yaş akmayan, ihtiyacı olduğunu belli etmek istemeyen bir çift göz bu... Sesi az çıkıyor... Kısık zannediyorum, değil. Annesi, “Ürküyor” diyor. Sınırdan geldiğimizde sokakta, parkta, cami kapılarında uyuduğumuz günlerde hep sessiz olmamız gerekiyordu. Şimdi çıkartamıyor sesini... Diğer can kadın eczaneye gidip nasıl ilaç alabildiğini anlatıyor. “Öhööö öhöö yapınca çocuğuma şurup, ah ah diye karnımı gösterince ağrı kesici alıyorum” diyor... Dil bilmemek ne acı. Düşünüyorum üç evladımla dilini bilmediğim bir memlekette yaşamak zorunda kaldığımı. İçim çırpınıyor derdimi anlatamayacağımı düşündüğümde... Annesi bir senedir hasta olan diğer can kadın, “Memleketimde doktora götürürdüm annemi, şimdi bakamıyorum anneme, durumu çok kötü” diyor. O kadar üzgün, o kadar kırgın ve o kadar yüreği savaşlı ki... “Bin lira kiramız var. Eşim ayda 900 lira alıyor, kızım (10) çalışıyor o da ayda 400 alıyor. Açız” diyor... “Memleketimde toktuk biz, yandık” diyor... Yanıyorum...
EVİNİN BALKONUNA BOMBALAR DÜŞEN NUR’UN HİKAYESİ “BALKONA BOMBA ATILINCA KORKUDAN DÜŞÜK YAPTIM”
◊ Nur, kaç yaşındasın?
- 23 yaşındayım…
◊ Ne zaman geldin Türkiye’ye?