Oyuncular bu işin görünen yüzleridir ama ya arkası? O hikayeleri, o can alıcı cümleleri yazıp bizden olan ve bizden çoğalan, hatta ‘biz’i şekillendiren o muhteşem senaryoları, oyunları, hikayeleri yazan kahramanlarımız vardır. Bu hafta, Perihan Abla’dan Devekuşu Kabare’ye kadar yıllarca hayatlarımıza dahil olan eserlerin yazarı Kandemir Konduk’la bir araya geldik. Kendisi mizahın önemli ustalarından. Durmadan üretiyor. İzmir’de olduğunu duydum ve koşa koşa yanına gittim. Tüm kibarlığı ve sakinliği ile sohbetimizi gerçekleştirdik. Yaşam üstadı Kandemir Konduk’u iyi ki yakalamışım. Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de kendisini konuk etmekten, gençlere örnek olacak deneyimlerine sayfamızda yer vermekten mutluluk duyarım.
MİZAH, HOŞGÖRÜ ORTAMINDA GELİŞİR
* Kandemir Bey, yıllarınızı mizaha adamış biri olarak mizahı kendi bakış açınızla tanımlayabilir misiniz lütfen... Mizahın sınırları var mıdır? Olmalı mıdır? Toplumsal ve kişisel olarak bakarak belki geniş bir soru oldu ama derinliğiyle bize mizahı unutmuşlara, yanlış anlamışlara anlatabilir misiniz...
- Mizah, adına mizahçı dediğimiz yazar-çizer-sahne, perde, ekran, mikrofon sanatçıları tarafından izleyenleri güldürmek amacıyla üretilen bir sanattır. Yani, birisini gıdıklayarak güldürmek mizah değildir! Güldürmek konusu mizahçının yaşamdaki duruşuna, olaylara bakışına ve tercihine göre değişir. Kimileri ‘suya sabuna dokunmadan’ her olguya yüzeysel yaklaşarak güldürme biçimini benimseyebilir. Kimi mizahçı da ülkesinin ve dünyanın sorunlarını irdeleyen, gerçekleri vurgulayarak olumsuzlukları sergileyen, yanlışları, sıkıntıları eleştiren güldürme yolunu seçer. Elbette bu tür eleştirisel mizah bilinçlendirme görevini de üstlendiği için toplumsal yarar sağlar. Bu da genelde yönetimlerin işine gelmez ve eleştirisel mizaha baskı uygulamalarına yol açar. Oysa mizah, hoşgörü ortamında gelişir. Hoşgörü de öncelikle özgüvenle ilintilidir. Uygar ülkelere baktığımızda devlet başkanlarından din adamlarına, hatta Tanrı’ya kadar mizah yapma özgürlüğüne sahip olduklarını görürüz. Kişisel kanım, mizahın kutsal değerlerin dışında kalması ve hakaret boyutuna varmamasıdır.
MUTLU KADIN, GÜÇLÜDÜR
* Tam bir beyefendisiniz ve kadınlarla ilgili yazdığınız çok değerli eserleriniz var. Çok gülen kadınların farklı algılandığı toplumlara nasıl bakıyorsunuz?
EMEK VERMEDEN OLMUYOR
- Büyük bir marka yarattınız ama siz kendiniz de Gamze Cizreli olarak bir markasınız. Bunu stratejik olarak mı yaptınız?
GAMZE CİZRELİ: Bu tamamen içgüdüsel oldu. Sosyal medyayı da etkin kullanmaya çalıştım ve sanırım etkisi büyük oldu. Orada ağırlıklı kadın ve genç girişimcilerden oluşan bir topluluk oluştu. Türkiye’de sesini yükselten, konuşan kadın sayısı ne yazık ki az! Sanırım bundan dolayı marka öne çıktıkça, kişisel markam da öne çıktı. Kadınlara rol model olacak, ilham alacak insanlara çok ihtiyaçları var. Önce aldığım ödüllerle başladı. Konferanslara gittim, her fırsatta konuştum, anlattım. Her yere gittim. Vaktimin çoğunu bunlara harcayınca da kişisel marka oluştu. Emek vermeden olmuyor!
KONFOR ALANIMDAN ÇIKTIM
- Hem bölge hem dönem hem de kadın olarak sizin sektörde tutunabilmenizin ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyorum...
Fotoğraflar: AYKUT USLUTEKİN
SANDALYEYE KAYA GİBİ OTURUP, DÜŞÜNÜYOR VE YAZIYORUM
*Her şey yaratıcılığınız için araç gibi duruyor. İçinizde adeta ‘Nil’in Harikalar Diyarı’ var ve okuyucularınız, dinleyicileriniz sık sık bu diyar ile renkleniyorlar. Nil’in dünyası bu kadar renkli mi gerçekten?
NİL KARAİBRAHİMGİL- Renkleri seviyorum orası kesin. Sabah kendimi şarj etmek için kıpkırmızı ya da sapsarı bir şey giyerek başlarım güne. Fakat içim herkesinki gibi karışık. Siyah beyaz taraflarım da var. Griler de var. Skala insanlık skalası. Beni hep gülüyor ya da hep renkli giyinmiş kırlarda koşuyordur diye tanımlayamayız. Tanımlarsak yanılırız. Bir sandalyeye kaya gibi oturup, düşünüyorum ve yazıyorum kendi kendime kaldığımda. Tabi çocuklu hayatın renklerini unutmayalım. Hala yokuş aşağı koşuyorsam bu oğlumun hayatıma kattığı renklerdendir.
HER ŞEY GELİP GEÇİYOR!
- Çocukluğunuzda annenizin piyano tınıları, babanızın opera aşkı ve enstrüman koleksiyonu... Sizin müzisyen olmaktan başka şansınız yok gibi görünse de kendi şansını yaratanlardansınız. Müzik tutkunuzun ilk filizlendiği yıllardan bahsedebilir misiniz?
MEHMET ALİ SANLIKOL: Her ne kadar annemin piyano dersleri eşliğinde büyüyüp Chopin ve Mozart’ın sonatlarını ezberlemiş olsam da müziğin bende bir tutkuya dönüşmesi Bursa’da 80’li yılların ikinci yarısında mevcut olan rock toplulukları ve festivaller sayesinde oldu. Bursa’nın o yıllarda adeta bir ‘Rock City’ olması tuhaf bir tesadüftü benim için. Zira o yıllarda Şebnem Ferah’la arkalı önlü konserlere çıkmamız bende gerçekten tutkulu bir amatör ruhun oluşmasına ve çok geçmeden de caz müziği ile yollarımın kesişmesine sebep oldu.
‘İÇİNDEN MÜZİK FIŞKIRIYOR!’
- Mehmet Ali bey, siz Berklee gibi dünyanın en zor üniversitesine çok erken yaşta kabul ediliyorsunuz. Üniversite yılları ve sonrasını nasıl anımsıyorsunuz?
ANNEMLE BABAMIN TAM KARIŞIMIYIM
- Çok sevilen bir sanatçısınız. Sevilme endişeniz var mı?
AYHAN SİCİMOĞLU: Hayır, hiçbir zaman olmadı. Bunun içinde bir gayret göstermedim.
- Çocukken de bu kadar renkli bir karakter miydiniz?
AYHAN SİCİMOĞLU: Evet hep böyleydim. Bunun için iyi bir anne, baba lazım. Çok şükür ki benim hem annem hem babam ayrı alanlarda müthiş insanlardı. Birbirlerine hiç benzemezlerdi. Annem ne kadar esprili, müthiş kıvrak zekalı kadınsa, babam da son derece kurallı bir insandı. ‘Ayhan bey, zatıaliniz’ diye konuşurdu benimle. Ben ikisinin tam karışımıyım ama annem kadar esprili değilim. Annem beni biraz ticarete yönlendirmeye çalıştı ama babam buna hiç takmadı. Babam her zaman ‘benim çocuklarım en az iki enstrüman çalacak ve iki dil bilecek’ diyen bir adamdı. Kendisi inşaat mühendisi. 1917 doğumlu, Atatürk jenerasyonundan. Atatürk’ün cenazesine gidiyor, üzüntüden bayılıyor! Çok uzun boylu, renkli gözlü, çok yakışıklı biriydi.
- Ticaretle alakalı olmadınız değil mi?
- Uğur bey, seminerde anlattıklarınızdan çok etkilendim. Okuyucularımız da sizi tanısınlar istiyorum. Genetik alanına merakınız, bugünlere gelişiniz nasıl oldu?
UĞUR SEZERMAN: Aslında Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik Elektronik Mühendisliği okudum fakat hep insana daha yakın bir konuda çalışmak istediğimden mezun olur olmaz biyomedikal mühendisliğine geçtim. Doktoram sırasında İnsan Genom Projesi’ni başlatan kişi olan Prof. Charles Delisi ile tez çalışmalarımı yapmaya başladım. Bu sırada genetiğe de ilgi duymaya başladım. Çalışma alanım olan biyoinformatikte yeni nesil dizileme ile elde edilen verilerin analizi, anlamlandırılması için ve kişiye özel tanı ve tedavide kullanılması için yapay zekaya dayalı algoritmalar geliştirmeye başladım. Şimdi de hem Türkiye hem Polonya hem Amerika’da kurduğum şirketlerle bu geliştirdiğimiz yöntemlerle kişileri daha sağlıklı tutmak için uzmanlarla birlikte kişiye özel çözümler geliştiriyoruz.
- Müthiş bir alan bu! Gen, DNA, epigenetik, metilasyon... Tüm bunların ne kadarına hakimiz?
UĞUR SEZERMAN: Yeni nesil dizileme yöntemleri, insanların DNA dizilim bilgisine hızlı olarak makul masraflarla ulaşmamıza olanak sağladı. Biz de geliştirdiğimiz algoritmalarla bu bilgiyi anlamlandırarak olası riskleri belirleyebiliyoruz. Genom bilgileri uluslararası veri bankalarında tutuluyor. Buradaki veri arttıkça giderek daha doğru ve hızlı tanı ve tedavi geliştirmek mümkün olacak. Aynı şekilde diğer omik veriler -ki bunlara epigenetik veriler de dahil-, veri bankalarında daha fazla. İyi anote edilmiş veriler arttıkça bunlardan geliştirilen modellerin doğruluğu da daha çok artacak ve bu verilerin sağlık ilişkilerini belirlemede daha doğru modeller geliştirebileceğiz.
- Genetik tarama yaptırmamızın bize ne gibi faydaları olacak?
UĞUR SEZERMAN: Kişiye özel risklerinizi, yatkınlıklarınızı ve hatta belli spora olan performansınıza katkı olabilecek varyantlarınızı erkenden öğrenebilirsiniz. Buna göre önleyici tıp olarak riskiniz olan hastalıklar için yaşam tarzınızı ona göre değiştirebilirsiniz. Daha sık doktor kontrollerine gidebilirsiniz ya da belli ilacı hızlı metabolize ediyorsunuzdur. Bu tarama sonucunu doktorunuza ilettiğinizde size o ilacı vereceği zaman daha düşük doz verecektir ve ilacın olumsuz etkilerini önleyecektir. Ya da belli bir tür sporda performansınıza olumlu katkı sağlayacak varyantınız vardır. Siz o spora yönelebilirsiniz. Genetik analiz bu gibi veriler sunacağından hayatınızda sürekli kullanabileceğiniz bir rehber olacaktır.
- Sizin genetik tarama yaptırdığınızdaki görülen yaş ile gerekli önlemleri aldıktan sonra görülen yaş arasında 10 yaş geriye gitmişsiniz. Zaten çok genç ve dinamik duruyorsunuz. Neler yaptınız?
Bir insan ancak işi ile aşk yaşıyorsa o iş sınırları aşabiliyor. Kerem Görsev röportaj sırasında art arda sıraladığı dünya çapında onlarca cazcının ismi, konserler, albümler, projeler ile sevdiğim ama derya gibi derin bu alemin içinde kaybolmamak için her bir cümlesini pür dikkat dinledim. Ben dinlerken yoruldum ama O hiç bitmeyen enerjisi ile daha yapacaklarından bahsetti. Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de cazın müthiş ismi Kerem Görsev ile yaptığımız dolu dolu sohbetten müzik, aşk, özgürlük ve adanmışlığı okuyabilir ve belki de payımıza düşen ilham pırıltısını hayatımıza katabiliriz...
SANATA DÜŞKÜN AİLE
- 6 yaşında müzik hayatına başlıyorsunuz. Bu kadar küçük bir yaşta yetenek nasıl kendini belli ediyor da ailenizin desteği ile müzik hayatınıza giriyorsunuz?
KEREM GÖRSEV: Babamın binlerce bant makarası ve plağı vardı. Ağır Rus klasikleri, Beethoven Çaykovski... Babam rahmetli olunca 10 bine yakın plak ve bant makara arşivini Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’na bağışladık. Ben annemin karnındayken bile babam hep klasikleri dinlermiş. Amcam piyano çalardı. Dayım akademide ressamdı, keman çalardı. Teyzem Türkiye’de Fransız filolojisinde okuyan 60’lı yılların enteresan kadınlarındandı. Teyzem ben de daha küçükken, o dönem Johnny Holidays, Silvie Vartan, Beatles gibi sanatçıların parçalarını mandolinle çalıyor, ben de bu parçalarda ritim tutup melodileri doğru söylermişim. 67 yılında beni konservatuvar imtihanına soktular. İmtihanı kazanıyorum. Hem ilkokula gidiyordum, hem de öğleden sonraları belediye konservatuvarına gidiyordum. 72 yılında İstanbul Devlet Konservatuvarı açıldı. Oraya geçtim. 79’a kadar orada okudum. Abim de o dönem akademideydi. Bill Evans’ın plaktan kasete çekilmiş parçalarını bana verirlerdi. Bu cihaz beni çok heyecanlandırdı ve ergenlik yıllarıma denk gelen bu dönemde konservatuvar hayatımı bıraktım.
- Ne istediğini biliyorsan belki de bir yola girebilmek için bazen bırakmayı bilmek gerekiyor!
Fotoğraflar: AYKUT USLUTEKİN
Kendi yazıp yönettiği ve müthiş bir performansla başrolünü üstlendiği 3. Richard, çok katmanlı, iç içe geçen akışı, yüksek temposu ve canlı orkestra eşliğinde seslendirdiği şarkılarıyla izleyiciyi içine alıyor. Geçmişten günümüze değişmeyen, ama insanı ve toplumları değişime zorlayan, felsefi metne sahip, sabit fikirleri yerinden oynatacak ve zamanın ötesinde bir tiyatro oyunu olan 3. Richard, kaçırılmaması gereken bir oyun.
YüzdeYüz İlham Veren Sohbetler’de ‘birilerine bir ilham ver’ diyen Okan Bayülgen ile sıradışı, fikirlerin uçuştuğu, derinliği ve esprileri ile renkli hem de çok renkli geçen sohbetimizden ‘ilham’ almanız ümidiyle...
‘DÜNYADAKİ VARLIĞIN BİR HALTA YARIYOR MU?’
- Entelektüel birikimi yüksek bir sanatçısınız ve fikirlerinizi kaygısızca söylüyorsunuz... Sevilme endişeniz yok öyle değil mi?