Fuat Bol

‘Cani geziyor dipdiri, can vermede masum!’

8 Şubat 2020
BATI’nın bin bir yüzlülüğüne, daha açık ifadesiyle Âkif’in deyişiyle “Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz/ Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz”lüğüne onlarca kez tanık olmamıza rağmen, körü körüne Batı taklitçiliğimiz bize ağır bedeller ödetiyor.

Malum, kör taklitçiler yüzünden toplumca girdaba sürüklendik. Bu denli bir kendini kaybedişte kimimiz ‘Yalnızca Türk kalalım, Müslümanlık ve Batı bizim neyimize’ dedi. Kimimiz ‘Yalnızca Müslüman kalalım, Türklük ve Batı neyimize’ dedi. Diğer bir kesimimiz de ‘Yalnızca Batılı olalım yeter, Müslümanlık ve Türklük neyimize’ dedi.

Gerçekte ise Yusuf Akçura’nın işaret ettiği gibi, bizim hem Türk, hem Müslüman ve hem de Batılı olma zorunluluğumuz var. Zira Türk ve Müslüman kalanın Batıcılığından korkmamak lazım, zira o,  Batı’dan neyi ve nasıl alacağını bilir. Türk ve Müslüman kalan asla Batı’nın potasında erimez ve böylece maddesiyle ve manasıyla tarih sahnesindeki yerini korumaya devam eder.

AB ülkeleri ve ABD bizim NATO’da sözde müttefiklerimiz. Güya teröre karşı mücadelede bizim yanımızda olmaları gerekiyor. Halbuki terör örgütleriyle el ele vererek karşımızda yer alanlar ve almaya devam edenler kendileri.

Avrupa Parlamentosu’nu gördük, kırmızı bültenle aranan teröristleri davet edip Türkiye aleyhinde konuşturdu. Avrupa demokrasisi bu denli bir kepazelikle iç içedir.

Koca ABD, İsrail’in taşeronluğuna soyunarak yüz yıl önceki, kendilerinin çalıp kendilerinin oynamak isteyip de İstiklal Savaşımızla kursaklarında bıraktığımız oyunları yeniden sahnelemek istiyor.

Bu cümleden olarak, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin toprakları üzerinde Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin yanı sıra butik devletçikler kurup bu ülkeleri paramparça etmek istiyorlar.

1943 yılında vefat eden büyük İslam âlimi Seyyid Abdülhakim Efendi, “Batılılar, doğuda Ermeni aşı kaynatırlar, Kürtler de o aşa tuz ve biber olurlar!” buyurmuştu.

ABD, DEAŞ’a ön vererek ve onun canavarlıklarını dünya kamuoyunun gözüne sokarak, aklı sıra PKK-PYD’ye meşruiyet kazandırıyor. Bu terör örgütlerini silahlandırarak, işgal ettiği petrol sahaları ve daha önemlisi İsrail için tampon güç olarak kullanıyor.

Yazının Devamını Oku

Suriye’de herkes ikili oynuyor

5 Şubat 2020
TÜRKİYE’nin dışında tüm ülkeler, Suriye’de emperyal emellerin peşinde.

Suriye iç savaşının bedelini, bu ülkeden göç etmek zorunda kalan masum sivil halk ile bu halka kucak açan ve bu savaş sebebiyle sınırlarının güvenliği tehlikeye düşen Türkiye ödüyor.

Türkiye dört milyon Suriyeli mülteciyi barındırıyor ama görünen o ki, Suriye rejimi, bunlar gibi daha milyonlarcasını göndermek derdinde.

Türkiye’nin onca gayretleriyle Rusya, ABD ve İran’la sağladığı anlaşma ve mutabakat süreçlerinin sahada işlevsiz kaldığı görülüyor.

Çünkü Türkiye’nin dışındaki hiçbir ülke Suriye’deki savaşın bitmesini istemiyor ve bunların hiçbirisi Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana değil.

Rusya destekli Şam yönetimi haftalardır okul ve hastane demeden, İdlib’de, El Bab’da sivil yerleşim yerlerini bombalıyor. Yüz binlerce insan bu soğukta yollara dökülmüş Türkiye sınırına doğru geliyor.

Arap Birliği (!), İİT, ve Rabıta Örgütü çeşitli vesilelerle toplanıp dağılıyor ancak Suriye’de insanlık dramı için en ufak bir tedbir düşünülmüyor.

Ne düşünülüyor biliyor musunuz?

Türkiye ile Libya arasında gerçekleşen ‘Deniz Yetki Alanları Sınırlandırmasına Dair Mutabakat’ kınanıyor!

Yazının Devamını Oku

Olmadı, olmuyor Sayın Başkan!

3 Şubat 2020
MAHALLİ seçimlerin üzerinden on ay geçmesine ve daha önemlisi, uzmanlarca yakın bir gelecekte İstanbul için büyük bir depremden söz edilmesine rağmen başkan seçilen Ekrem İmamoğlu ve ekibinden dişe dokunur en ufak bir icraat göremedik.

Kendilerinin de işaret ettiği gibi, İstanbul’un devasa sorunları (başta trafik) katlanarak devam ediyor.

Değil icraat yapmak, merkezi yönetimin İstanbul için yürüttüğü büyük projelere nasıl taş koyarım, bunları nasıl geciktiririm derdinde.

Bizdeki muhalefetin “İstemezük”, “Yaptırmayız”, “En iyi de olsa karşıyız” anlayışıyla süratle hemhal olan İmamoğlu; yönetimde olmasına karşın yapmak yerine yaptırmamayı şiar edinmiş.

On ay içinde gözlemlediğimiz kadarıyla mesaisini de en olmayacak günlerde tatile ve icraatları engellemeye dönük eylemlere ayırmış.

Seçilir seçilmez ayağının tozuyla ve İstanbul’da sel olunca soluğu Bodrum’da alan Sayın Başkan, Elazığ-Malatya deprem felaketinde de Erzurum Palandöken’de kayak keyfi yapmaktan geri kalmadı.

Abdulkadir Selvi arkadaşımızın bu konudaki sorularını cevaplandırırken de “Ailem benim kutsalımdır, siyaseti kutsalmış gibi yaşamın ana merkezine oturtmam” demişsiniz.

Oysa seçim sonuçlarına itirazlar yapılıp tekrar sayımlar günler alınca “İstanbulluların hizmet beklediğini ve bir saniye bile geciktirilmemesi gerektiğini” siz söylüyordunuz.

Nitekim dile kolay, İstanbul’daki o koltuğa oturabilmek için 25 sene beklenilmişti.

Yazının Devamını Oku

İşgal planı!

1 Şubat 2020
Trump Ortadoğu’da ateşle oynamaya devam ediyor. ‘Yüzyılın antlaşması’ diyerek açıkladığı şey aslında Filistin’i yok etme projesi.

Trump, taraflardan yalnızca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte düzenlediği toplantıda, dünyanın gözlerinin içine bakarak Filistin’i İsrail’e peşkeş çekti.

Tıpkı dün, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi ve Suriye’nin toprağı olan Golan Tepeleri’ni İsrail’e verdim diyerek peşkeş çekmesi gibi.

Dünya bir kere daha gördü ki İsrail diye bir devlet yok, küçük (belki de ondan da büyük) ABD var!

‘Yüzyılın antlaşması’ yerine ‘yüzyılın yüz karası’ denilebilecek ve yok hükmündeki bu paçavraya göre bütünüyle Kudüs (bölünmemiş haliyle) İsrail’in başkenti olacak. Sözde Filistin diye bağımsız(!) bir devlet olacak ama bu, tamamen İsrail’in kuşatmasında ve askerden arındırılmış olacak.

ABD Başkanı Trump, İsrail’in bir eyaleti olarak tasarladığı bölünmüş ve savunmasız Filistin’e, bu aşağılık anlaşmayı kabul etmeleri halinde, 50 milyar dolarlık bir rüşvet teklif etti.

Bu kirli parayı da kendi cebinden (ABD’den) değil, Körfez’deki uşağı konumundaki ülkelerden temin edecek.

Müslüman görünümlü bu ülkelerin düştüğü çukuru görüyor musunuz?

Yüzyılın yüz karası anlaşmasına kolay gelinmedi. Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) başlatılan süreçle, İsrail’e diş bileyen ülkeler birer birer tasfiye edildi.

Yazının Devamını Oku

Depremin bize öğretemediği

30 Ocak 2020
DEPREM kuşağında olmamıza ve gerçekleşen onca depremle yıkılıp mahvolmamıza rağmen, yeterince ibret ve gerekli önlemleri aldık mı?

Almadık, alamadık ki hâlâ orta ölçekli depremlerle bile binaların enkazı altında can veriyoruz.

Her deprem alanı, gerçeği tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önüne seriyor. Bundan dolayıdır ki, Ay’ı yeniden keşfetmemize gerek yok, işin nasıl yapılacağının yolu yöntemi belli, yeter ki onlara harfiyen uyalım, uygulayalım ve gerekli denetimi yapalım.

Yan yana iki apartmandan biri sapasağlam ve dimdik ayakta iken, diğeri un ufak olup, yerle bir olmuş. Bu binaya baktığınızda bugüne kadar ayakta kalabilmesine şaşıyorsunuz.

Zira ne betonu beton, ne demiri demir.

Yapılması gereken tek şey kentsel dönüşüm, yani depreme dayanıksız binaları yıkıp yerlerine yenilerini yapmak.

Merkezi yönetim Türkiye genelinde bu çalışmayı yaptı ve hazırladığı raporları 81 ilin valiliklerine ve belediye başkanlıklarına gönderdi.

Ama gelin görün ki bir kısım vatandaşımız, yapılması elzem olan bu kentsel dönüşüme direniyor.

Yapıların plan ve projelerinin olması bir zorunluluk ama kâfi değil, zira burada yazılıp çizilenler uygulanmadıktan sonra ne ifade eder?

Yazının Devamını Oku

Deprem gerçeği

27 Ocak 2020
TÜRKİYEMİZ deprem kuşağında bir ülke ve uzmanların ifade ettiğine göre Türkiye’de şu anda 500’ün üzerinde her an deprem üretebilecek aktif fay mevcut.

1999 yılındaki İzmit merkezli 7.4’lük büyük depremden sonra, ülkemizin muhtelif yerleri tabiri caizse beşik gibi sallanıp durdu. Bunların hepsi orta ve ortanın altındaki depremlerdi. Nitekim daha önce de Elazığ’da aynı merkezli bir deprem olmuştu.

Bu kez 6.8’lik büyükçe bir deprem oldu ve yıkıcı tesir yaptı.

Yine gördük ki deprem değil, binalar öldürdü. Zira yıkılan binaların hepsi de Deprem Yönetmeliği çıkmadan önce yapılmış, depreme dayanıksız binalar.

Özellikle 1999 büyük depreminden sonra inşaatlar eskisi gibi başıboş bırakılmadı, yenilenen mevzuata göre inşaat yapımına hız verildi.

Depreme dayanıksız eski binalar için de dönüşüm kararları alındı. Bunların topluca (kentsel) olabileceği gibi tek tek de yapılabilirliğinin önü açıldı.

Bu deprem sonrasında da devlet, tüm imkânlarını seferber ederek yardıma koştu. İyi de devletin (yerel ve merkezi yönetim) asıl yapması gereken deprem öncesindeki faaliyetler değil mi?

Depremler mukadder olup önlenemeyeceğine göre, depreme dayanıklı binalar yapmaktan başka çaremiz yoktur.

Bilindiği üzere Kentsel Dönüşüm Eylem Planı’na göre Türkiye’de riskli 6.7 milyon binanın 20 yıl içerisinde dönüştürülmesi hedefleniyor.

Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın ödü patlıyor!

25 Ocak 2020
LİBYA, keşfedilmiş haliyle, 48.36 milyar varil ile dünyanın dokuzuncu petrol rezervine ve çok zengin doğalgaz yataklarına (1505 milyar metreküp ile dünyada 22. sırada) sahip ülkesidir. Daha keşfedilmemiş yığınla sahası bulunmaktadır.

Bu durum, tüm emperyal güçlerin gözlerini Libya’ya döndürmüştür. Dünyanın petrol üreten belli başlı ülkelerinin büyük firmaları burada ham petrol çıkarmaktadır. Üstelik dünyada gravitesi (petrol yoğunluğu) en yüksek, diğer bir deyişle en değerli petrol Libya’da bulunmaktadır.

Emperyal güçler, iştahlarını kabartan Libya gibi ülkelerde, kendilerine tabi uşaklar vasıtasıyla karışıklık çıkarır ve bunların çizmeyi aşmalarına asla müsaade etmezler.

Bu durumun tipik örneği de Libya’da Kaddafi döneminin genelkurmay başkanı general Hafter’dir. Hafter, eğitimini Rusya’da gördü, Çad’la yapılan savaşta esir düştü. Kendisini esaretten ABD kurtardı.

İşte bu karanlık tip, arkasına emperyal güçleri ve onların uşağı konumundaki devletleri (Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Fransa) alarak, merkezi yönetime başkaldırarak, Libya’da iç savaş çıkardı. Aynı anda hem Rusya ve hem de ABD kartlarına oynuyor!

Dünya (BM) Hafter’i hem terörist görüyor ve hem de meşru addedip onunla sözde barış masasına oturuyor. Bir avuç petrol uğruna insanlığın düştüğü çukuru görüyor musunuz?

Petrole ulaşmak için kaybedemeyecekleri değer ve yapamayacakları alçaklık yok.

Hafter, ileri gidip petrol tesislerini tehdide yönelince (çizmeyi aşmaya başlayınca) dur dediler.

Çünkü biraz daha ileri gitse, tüm dünyada yeniden bir petrol krizi çıkacak ve ayrıca Avrupa’nın hop oturup hop kalktığı korktuğu şey başına gelecek.

Yazının Devamını Oku

İhtiyaca göre sınır belirlemek!

22 Ocak 2020
Birinci ve ikinci büyük savaşların galipleri, malum, bölgemizdeki ülkelerin sınırlarını cetvelle belirlediler! Bu denli belirlemede dikkat ettikleri yegâne konu, birbirine komşu devletler arasında ihtilaflı mevzular yerleştirmek ve zamanı gelince bunları kaşıyabilmektir.

İçerideki halklara sürekli pösteki saydıran emperyal güçler, kendilerince şirazesinden çıkanları da darbelerle hizaya soktular.

Bölge ülkeleri kendi içlerindeki karışıklıklarla veya birbirleriyle olan ihtilaflarıyla boğuşurken, mahut güçler petrol kuyularını tutarak malı götürdüler ve götürüyorlar.

Küresel güçler (başta BMGK üyesi 5 ülke ve diğer emperyalist ülkeler) petrol havzalarının bulunduğu bölgelerde ve bunların geçiş güzergâhı üzerindeki coğrafyada asla istikrar istemiyor.

Buralarda sürekli kaos çıksın ki, emperyal güçlerin elleri bu ülkelerin içinde olsun.

Irak, Suriye ve Libya’da bu halin tipik örneklerini yaşıyoruz. Bu ülkeleri karıştırıp iç savaşa sürüklediler, ardından müdahil olup içlerine girdiler (ve hatta içeridekiler bunları davet etti, etmek zorunda bırakıldı) ve onları canlarını kurtarmakla oyalayıp petrol kuyularını zapt ettiler.

Türkiye’yi boğmak ve bölmek istemelerinin önemli sebeplerinden birisi de budur. Zira Türkiye, bölgesinin kilit ülkesidir. Avrupa’ya aktarılacak enerji, en rantabl ve en ekonomik olarak Türkiye üzerinden geçebiliyor.

Sadece Rus doğalgazı değil, Ortadoğu’nun doğalgazı da Avrupa’ya götürülürken Akdeniz’deki Türkiye karasuları güzergâhı en ekonomik olanıdır.

Bundan dolayı Akdeniz’den dışlanmak istedik. Türkiye, Libya’yla mutabakat imzalayınca da hop oturup hop kalktılar. Çünkü Türkiye’nin bu hamlesiyle çanlarına ot tıkandı.

Yazının Devamını Oku