Beş benzemezdiler; altı hatta yedi benzemezin bir araya gelmesiyle oluşturulan sözde Millet İttifakı, her dilin konuşulduğu ve kimsenin birbirini anlamadığı Babil Kulesi’ni andırıyor.
Tek ortak noktaları, Tayyip Erdoğan düşmanlığı. Erdoğan düşmanlığını öylesine içselleştirdiler ki, kinim dinimdir diyorlar ve tıpkı dün olduğu gibi; Edirne’yi Enver (Paşa) alacağına Bulgar alsın zihniyetindeler. Erdoğan gitsin de, Türkiye batarsa batsın!
Şu hazin tabloya bakar mısınız? Koskoca Türkiye muhalefeti, ABD’nin içi geçmiş başkanı Biden’ın alametine binerek kıyamete doğru, hızla yol almayı maharet biliyor.
ABD yetkililerinin, Erdoğan düşmanlığının gerçekte Türkiye düşmanlığı olduğunu göremiyorlar! Görüp de Biden ile ortak hareket ediyorlarsa sözün bittiği yerdeyiz.
Kılıçdaroğlu, ABD’nin PKK-YPG-PYD’yi silahlandırması karşısında ne dedi biliyor musunuz? ‘PYD bize mi saldıracak?’ Bu denli bir aymazlığa, gaflet deyip geçebilir miyiz?
Allah’tan korkmuyorsunuz diyelim; YPG’nin kahpece katlettiği şehitlerden de mi ibret almıyor ve kuldan da mı utanmıyorsunuz?
Bu ülkenin 700 tane gencecik evladı, çukur eylemlerinde; sizler, HDP-PKK ile halay çekesiniz diye mi can verdi?
CHP, kendisine üç büyük şehrin belediye başkanlıklarını kazandırdı ve daha önemlisi, ABD Başkanı, Kürt kartını açtı diye HDP’nin dümen suyuna girdi; girmek zorunda kaldı.
CHP, bugün de bu huyundan vazgeçmiş değildir. Oysa demokrasilerde, halkın tercihleriyle iktidara gelinir. CHP, bunun da kolayını bulmuştur; halkın tercihleriyle iktidar olan partilerin darbeyle alaşağı edilmesiyle CHP’ye gün doğmuş ve her seferinde gasp yoluyla iktidara gelmiştir.
Her darbeden sonra kurulan sözde partiler üstü hükümetlere bakın; hemen hepsinin CHP’lilerden oluşturulduğunu görürsünüz.
Bugünkü CHP lideri olan Kılıçdaroğlu da aynı alışkanlıkla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yüzde 52 oranında oy veren milletin kahir ekseriyetini ‘gayri milli’ ilan etmekte bir beis görmüyor.
Halbuki CHP için de iktidarın yolu, ‘gayri milli’ ilan edilen o insanların oyunu almaktan geçiyor. Gayri milli addedilen halkın büyük çoğunluğu, bu anlayışa oy verir mi?
Bu zihniyetin millilikten anladığı şeyi, vaktiyle CHP’li bir Adalet Bakanı (Mahmut Esat Bozkurt), şu rezil sözle dile getirmişti: ‘Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!’
Şimdi de bu efendinin (!) temsilcisi kalkmış; seneler senesi hizmetçi ve köle olarak addettiği unsurlardan helallik dileyecekmiş. Boşuna zahmet etmesin; zira ne karşı tarafın böyle bir niyeti var ve ne de senin günahlarını temizleyebilecek su veya herhangi bir temizlik maddesi var.
Yoksa İstanbul İl başkanlarının dediği gibi, hâlâ seçim dışı yollarla mı iktidar olma hayali peşindeler?
Oysa 15 Temmuz’daki rezil kalkışmadan sonra Türkiye muhalefetini güdümüne alacağını söyleyen ABD Başkanı
Devletlerin dostlukları da bilinen manada bir dostluk değildir. Zira devletlerin dostluğu daha ziyade karşılıklı menfaate dayanır.
Türkiye olarak biz, NATO müttefikiyiz; müttefiklerimizle bilinen manada bir dostluğumuzdan söz edemeyiz. Şu halde NATO da bir menfaat birlikteliğidir ve başka hiçbir şey değildir.
Üstelik biz Türkiye olarak, NATO’nun hep külfetine katlandık. Hatta üzerimize musallat edilen terör örgütlerini, sözde müttefikimiz olan NATO ülkeleri eğitip donatıyor.
Düne kadar BAE ile birbirimize diş biliyorduk. Bu durum, durduk yerde olmadı elbette.
BAE, Türkiye’nin menfaatlerine, açıktan ve gizli, halel getirici davranışlar sergiledi. Bunun üzerine iki ülke arasındaki münasebetler uzun süre kesildi.
İktidar partisi, bölgesindeki Suriye, Mısır, BAE, İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle münasebeti, şu veya bu sebeple kesince, muhalefetin şimşeklerini üzerine çekmişti.
Muhalefet partileri, ‘Tüm komşuları düşman ilan edip Türkiye’yi yalnızlığa ittiniz’ diye serzenişte bulunuyordu.
BAE Veliaht Prensi, önceki hafta Türkiye’ye geldi diye, aynı muhalefet bu kez; ‘Hani bunlar düşmandı, Türkiye’ye her türlü kötülüğü yapmışlardı; ne işiniz var bunlarla’ demeye başladı.
Malum Türkiye’miz; yaşadığı coğrafya, sahip olduğu tarih ve her daim hak ve hakikati savunması yüzünden emperyalist ülkelerin hedefi olmuştur.
Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyledir.
Bu yüzden Türkiye’mizde dert ve belalar bitmez, biri biterse derhal yenisini ikame ederler.
Türkiye düşmanları, ileriye doğru adım atmamızı ve kalkınmamızı asla istemezler. Zira Türkiye kalkınır ve bir güç olarak varlığını sürdürürse başlarına ne geleceğini bilirler!
Tıpkı dün olduğu gibi.
Böyle bir Türkiye, mazlumların sığınağı olmakla kalmaz, zalimlerden zulümlerinin hesabını da sorar. Oysaki onlar: ‘Altta kalanın canı çıksın!’ sistemlerinin, sorgusuz-sualsiz devam etmesini isterler.
Kendilerinden hesap soracak Bir ‘Molla Kasım’a asla tahammülleri yoktur.
Eşek arısı kovanlarına kimsenin çomak sokmasını istemezler.
Samimi değillerdir; her kalıba rahatlıkla girerler ve hemen herkes, onları kendilerinden sanır.
Bu halleriyle tipik münafıktırlar.
FETÖ’cülerin en bariz vasfı takiyye yapmaktır. Hedeflerine ulaşmak için her yolu mubah görürler ve bu yüzden işlemeyecekleri halt yoktur.
Takiyyecinin, diğer insanların bilmesini istemediği bir sırrı vardır ve hep bu gizli emeli uğruna uğraş verir.
Her çeşit terör örgütü mensubunun ortak özelliği takiyyeci olmalarıdır.
Ama gelin görün ki bu sıfat, son dönemde bizdeki siyasetçilerde karar kıldı.
Öyle ki son dönem siyasetçilerimizin birçoğu, siyasetlerini takiyyecilik doğrultusunda yürütmeyi maharet bildi ve bilmeye devam ediyorlar.
Son dönemde, siyasette, takiyyeciliğin öncüsü CHP Lideri
Bize dayatılan sözde demokrasi kelimenin tam anlamıyla vesayet rejimiydi. Dikkat ediniz; dayatılan dedik, zira iddia edildiği gibi, biz İnönü’nün demokrasiye tutkusu yüzünden çok partili hayata geçmedik.
İnönü’nün böyle bir niyeti olsaydı, daha önce iki kez başvurulan çok partili hayatı akamete uğratmazdı.
İkinci Büyük Savaş’tan sonra, dünya galipler tarafından bölüşülürken; Türkiye, ABD tarafında kaldı. Şayet Sovyetler tarafında kalsaydı, biz de tıpkı Bulgaristan veya Romanya gibi komünist ülke olacaktık.
Dolayısıyla İnönü’ye çok partili hayata (demokrasiye!) geçmesini ABD dayattı. İnönü de bunu şark kurnazlığı yaparak kabul etti. Etmek zorunda kaldı.
İnönü’nün şark kurnazlığı, şapkadan tavşan çıkarmak şeklinde vuku buldu. Çıkardığı yüzkarası bir kanunla, kaybettiği seçimlerde kazanmış görünecekti. Bu rezil kanuna göre, halk, oyunu açık (verdiği partiyi belli ederek) şekilde verecek lakin sandıktaki oylar gizli sayılacaktı!
Oy sandığı CHP’li muhtarın dizleri arasında olup, başında, süngü takılı tüfeğiyle jandarma bekleyecekti. Dipçikle sindirilen halk, jandarmayı gördüğünde yolunu değiştiriyor, aksi halde adı bile kendisine unutturuluyordu!
Bütün bu baskılara rağmen, halk ölümü göze aldı ve sandıkları, CHP’nin rakibi olan DP lehine patlattı. Ucube kanuna göre, gizli tasnifte oylar, DP yerine CHP’ye yazıldı. Buna rağmen rakip partinin oylarının önüne geçilemedi zira binlerce sandıkta oyların yeri değiştirilemiyordu.
Çünkü o sandıklarda tek bir CHP oyu yoktu. Onun da kolayını, mahut sandıkları yakarak veya denize atarak bulmuşlardı.
Hükümetin kabahati de, faizleri indirmek ve bu yolda kararlılık sergilemesi.
Malum, Sayın Erdoğan gelip geçen hiçbir siyasi lidere benzemiyor. Partisinin siyasi geleceğinin aleyhinde de olsa doğru bildiği yoldan şaşmıyor ve asla taviz vermiyor.
Bugüne kadarki siyasetçiler gibi, günü kurtarmanın derdinde olmadı; hep halkını, ülkesini ve halkının geleceğini düşünerek; gerektiğinde en radikal kararları almaktan çekinmedi.
Ondaki çelik irade sayesinde, iç ve dış vesayet odaklarının çanına ot tıkıldı. Mahut odaklar, artık Müslüman mahallesinde salyangoz satamıyorlar.
Faiz konusunda da aynı kararlılığı gösteriyor, ülkesini rantiyecilerin eline bırakmak istemiyor.
Malum, bize sunulan demokrasi, tek kelime ile hastalıklıydı, hem siyasi yönden ve hem de ekonomik açıdan vesayet odaklarının güdümündeydi.
ABD ve İngiltere (2. Büyük Savaş’ın galipleri olarak), siyasi ve ekonomik (para) açıdan dünya düzenini kuran iki ülkedir. Bütün dünya ülkelerine, bu iki ülke şekil verip rol biçmektedir.
Bu iki ülke, dünyanın diğer tüm ülkelerinin tarlalarını sürerler; İngiltere alttan ve sinsice, ABD ise önüne geldiği şekliyle, açık-gizli bakmaksızın vahşice sömürür.
Dolayısıyla Biden’ın, Erdoğan hakkındaki talebi, şahsi olmaktan ziyade, kendisini o makama taşıyanların, ABD’deki güç odaklarının isteğidir.
Daha seçilmeden önce, kendisine söyletilen şuydu: ‘...Erdoğan bedel ödemeli! Partisi İstanbul’dan dışarı atıldı. Peki, biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz. Şunu göstermemiz lazım. Türkiye, Rusya’ya bağımlı olmayı istemek zorunda değil. Çok önceden o elmadan bir ısırık aldılar! Bundan böyle kendilerine başka türlü davranacağımızı anlamak zorundalar. Bölgedeki müttefiklerimizle bir araya gelerek, Erdoğan’ın bölgedeki faaliyetlerini nasıl izole edeceğimizle ilgilenmek bizim için çok önemli olacaktır. Başkan seçilirsem, Erdoğan’ı darbeyle değil, seçimle devireceğim. Bunun için muhalefete destek vereceğim. Muhalefette olan Türk liderlerini desteklersek, onları daha cesur davranmaya itersek Erdoğan’ı yenebilirler...’
Bu aşağılık lafları edebilen (ya da kendisine ettirilen) bu adam, ABD başkanı olunca, müttefik ülkelerle el ele vererek Erdoğan’a ve onun hükümetine karşı tüm ufunetlerini kusuyorlar.
Malum kendisi ve müttefikleri, bizi savunmasız bırakınca ister istemez Rusya’ya yöneldik ve oradan S-400’leri aldık. Bu durum onları çıldırttı. Zira onlara göre, Türkiye her hal ve şartta savunmasız kalmalıydı.
Bu yüzden, Türkiye’nin bu girişimini ‘Yasak elmadan ısırık aldılar!’ deyip, izole edilip cezalandırılması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Denemedikleri envaiçeşit aşağılık darbe kalmadığını kendileri itiraf ediyorlar. Bunlarla yapamayınca bu kez kur-döviz-faiz üçgeninden vurmaya kalktılar.
Türkiye’nin hiçbir ekonomik göstergesi, kurlardaki bu yükselişi hak etmiyor.
ABD’nin elinde fazlasıyla kâğıt stoku mevcut, yeşile boyayıp boyayıp piyasaya sürüyor. 2. Dünya Savaşı’nın galibi olarak, kuralları o koydu, parayı o belirledi. Uluslararası ticarette onun parası kullanılacaktı.