Paylaş
Bize dayatılan sözde demokrasi kelimenin tam anlamıyla vesayet rejimiydi. Dikkat ediniz; dayatılan dedik, zira iddia edildiği gibi, biz İnönü’nün demokrasiye tutkusu yüzünden çok partili hayata geçmedik.
İnönü’nün böyle bir niyeti olsaydı, daha önce iki kez başvurulan çok partili hayatı akamete uğratmazdı.
İkinci Büyük Savaş’tan sonra, dünya galipler tarafından bölüşülürken; Türkiye, ABD tarafında kaldı. Şayet Sovyetler tarafında kalsaydı, biz de tıpkı Bulgaristan veya Romanya gibi komünist ülke olacaktık.
Dolayısıyla İnönü’ye çok partili hayata (demokrasiye!) geçmesini ABD dayattı. İnönü de bunu şark kurnazlığı yaparak kabul etti. Etmek zorunda kaldı.
İnönü’nün şark kurnazlığı, şapkadan tavşan çıkarmak şeklinde vuku buldu. Çıkardığı yüzkarası bir kanunla, kaybettiği seçimlerde kazanmış görünecekti. Bu rezil kanuna göre, halk, oyunu açık (verdiği partiyi belli ederek) şekilde verecek lakin sandıktaki oylar gizli sayılacaktı!
Oy sandığı CHP’li muhtarın dizleri arasında olup, başında, süngü takılı tüfeğiyle jandarma bekleyecekti. Dipçikle sindirilen halk, jandarmayı gördüğünde yolunu değiştiriyor, aksi halde adı bile kendisine unutturuluyordu!
Bütün bu baskılara rağmen, halk ölümü göze aldı ve sandıkları, CHP’nin rakibi olan DP lehine patlattı. Ucube kanuna göre, gizli tasnifte oylar, DP yerine CHP’ye yazıldı. Buna rağmen rakip partinin oylarının önüne geçilemedi zira binlerce sandıkta oyların yeri değiştirilemiyordu.
Çünkü o sandıklarda tek bir CHP oyu yoktu. Onun da kolayını, mahut sandıkları yakarak veya denize atarak bulmuşlardı.
İşte 1946’da CHP, diğer bir deyişle demokrasi şampiyonu (!) İnönü, seçimleri bu şekilde kazanmış oldu.
Bu rezil kanun kalkar kalkmaz, 1950 seçimleriyle DP, ezici bir çoğunlukla (487 milletvekilliğinin 408’ini alarak) tek başına iktidar oldu.
DP değil, CHP’nin karşısında hangi parti olursa olsun aynı şekilde, ezici bir çoğunlukla kazanacaktı.
DP iktidar oldu lakin muktedir olmadı, olamadı. Olamadı ki 1957 yılında yüzde 47 oyla tek başına iktidarken, alaşağı edildi; başbakan ve iki bakanı darağacına, topyekûn milletvekilleri, il ve ilçelerdeki yöneticileri de hapse atıldı.
Darbeciler, iktidarı İnönü’ye teslim ettiler (Etmek zorundaydılar, zira bürokrasi baştan aşağıya kadar CHP’liydi. Nitekim ihtilali yapan general, İnönü’ye ‘Emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur’ diyecektir) ve yaptırdıkları anayasa ile vesayeti kurumlaştırdılar. Zira bundan böyle davul, gelecek iktidarların boynunda, tokmak ise vesayet odaklarının elinde olacaktı. Öyle de oldu.
Artık gelecek iktidarlar, tek başlarına bile gelseler, sorumlu lakin yetkisiz olacaktı.
Getirdikleri sözde demokratik parlamenter sistemde, sözde başbakan ve onun başındaki sözde hükümetler TRT’ye genel müdür atayamıyordu.
Hükümetlerin yetkileri, belediye hizmetleriyle sınırlı kalıyor ve asla devlete, devletin kurum ve kuruluşlarına söz geçiremiyordu. Ama hükümetlere herkesin sözü geçiyordu.
Yedi kocalı Hürmüz’ü andıran hükümetlerle ülke yerinde sayıyor, darbe hükümetleriyle de onlarca yıl geri götürülüyordu.
1971-73 yıllarında, hükümet edebilmek için, yine kendileri mahut anayasanın 72 maddesini değiştirmek zorunda kaldılar.
Yetmedi, bu kez 1980 darbesiyle ‘Bol geldi’ iddiasıyla o anayasa büsbütün ortadan kaldırıldı. Onun yerine ‘daha darı’ yürürlüğe sokuldu.
Millete dar kılınan o anayasa ile sorumsuz cumhurbaşkanına kral yetkileri verildi.
Tüm bu abukluklara dur demek için, millet, başkanlık sistemini benimsedi. Yeni sistemin eskisinden farkı, demokrasinin gereğinin yapılmış olmasıdır. Yani siyasi irade yetkili kılınmıştır.
Artık işlerin sahibi vardır ve sahip kılınan kişiler, yetkileri oranında sorumludurlar.
Özetle: Demokrasi adına gözbağcılıktan vazgeçilmiş, demokrasinin temelleri atılmıştır.
Hem de olması gerekenden yarım asır sonra!
Ama gelin görün ki bugün dahi millete güvenmeyen, bütün bunları millete çok gören bir zihniyet var. Bunlar da eskinin özlemiyle yanıp tutuşuyorlar.
Millet, kendi elleriyle, doğrudan cumhurbaşkanını ve dolayısıyla hükümeti seçiyor.
Millet, elde ettiği bu kazanımdan asla vazgeçmez.
Vazgeçilebileceğini sanıp beyhude politika yapanlar, hayal dünyasındalar.
Paylaş