Ferai Tınç

Çözüm umudu mu yeniden paylaşım mı?

24 Şubat 2008
RUM gençleri bütün mahalle baskılarına omuz silkip sandık başlarında bildiklerini okumasalardı, Mr. No, yani Tasos Papadopulos bugün ikinci turu yapılacak olan Kıbrıs seçimlerinin galibi olacaktı. Ama olmadı. Bugün de sandıktan nasıl bir sonuç çıkacağı, bu mahalle baskısı, parti disiplini tanımaz 30 bin genç seçmene ve geçen hafta yapılan siyasi pazarlıkların vereceği sonuca bağlı.

Bu sonuç Kıbrıs Türklerini nasıl etkileyecek? Batı basınının ileri sürdüğü gibi gerçek bir çözüm süreci başlayacak mı?

Bu hafta boyu süren pazarlıklar sırasında Papadopulos’un, orta sağ partinin lideri Kasulides değil de solcu AKEL Lideri Hristofyas’a destek vermesi, Makarios’çu çizginin devamıyla ilgili.

Bu çizginin özelliği dün Sovyet yanlısı, bugün ise Rusya ile çok iyi ilişkiler içinde bulunmasından ileri geliyor.

Rusya ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında ekonomik ve siyasi ilişkiler çok güçlü. Kayıtlı olduğu kadar kayıtdışı ekonomiyi de içeriyor bu ilişkiler.

Ayrıca, Annan Planı’nın Türk tarafında kabul, Rum tarafında reddedilmesinden sonra BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne sunduğu rapor, ilk kez Rumları çözüm istemeyen taraf olarak gösterince Rusya’nın engeline takılmamış mıydı?

Rusya Devlet Başkanı Putin, uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Kıbrıs’tan örnek verirken, bazıları bunun "İşte Rusya KKTC’nin bağımsızlığına destek veriyor" diye yorumladılar. Ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov hemen bu algılamayı düzeltti. "Biz Kıbrıs’ta BM Güvenlik Konseyi kararlarını esas alırız" dedi.

***

DİĞER
aday, merkez sağ partinin lideri Kasulides ise Annan Planı’na "evet" demişti. Kasulides Avrupa ve ABD’nin desteğine sahip. İşin ilginç tarafı Annan Planı’na "Hayır" diyen Kıbrıs Rum Kilisesi Baş Piskoposu Hrisostomos da Kasulides’i desteklediğini açıkladı.

Seçim pazarlıkları sırasında Papadopulos’un desteğini almak için her iki lider de yarıştı. Kasulides, on bakanlı hükümetin beş bakanlığını ve Meclis başkanlığını teklif ederken, Hristofyas üç bakan önermesine rağmen destek aldı. Bunun nedeni EOKA döneminden beri gelen, "batı karşıtı" Sovyet yanlısı siyasi duruş olarak yorumlanıyor.

Kıbrıs’taki seçimlerin bir yönü bu dengeler mücadelesi.

Ama bizi yakından ilgilendiren diğer yönü ise çözüm umutları.

Papadopulos ve onunla birlikte "çözümsüzlük" bu küçük adanın siyaset sahnesinden siliniyor mu?

Şimdi herkes bu soruyu soruyor. Avrupa basınında yer alan yorumlarda sorunun yanıtı olumlu. Yeni bir çözüm döneminin başlayacağı yorumları yaygın biçimde yapılıyor.

Bu yoruma ben de katılırdım eğer, bugünkü seçimlerde adaylardan herhangi birinin gerçek bir çözüm planı olsa ve halk o adayı desteklese idi.

Her iki aday da Papadopulos’un desteğini almak için sözler verdiler. Kıbrıs ile ilgili her adımı Ulusal Konseyi’nin alacağı karara göre atacaklarına dair. Bu, da Papadopulos’un partisine veto hakkını baştan tanımak anlamına gelir. Ayrıca her ikisinin de öne çıkarttığı konu Kuzey’de Türk askeri varlığının sona ermesi. Bu konuda da geniş bir uluslararası destek sağlayacaklardır.

Bütün bu gerçekleri göz önüne alınca, Kıbrıs’ta, bir görüşme sürecinin başlayacağı söylenebilir. Ama bu sürecin Kıbrıs sorununu çözüme götürüp götürmeyeceğini söylemek zor.
Yazının Devamını Oku

Masadaki harekát

22 Şubat 2008
TÜRKİYE’nin Kuzey Irak’a yönelik bir kara harekátının masada olduğu neden ikide bir gündeme geliyor? <br><br>Dışişleri Bakanı Babacan, Rusya’ya giderken neden böyle bir şeyi tekrarlamaya gerek duydu? Bir askeri operasyon başlatıyorsanız, her türlü seçeneği de masaya koyarsınız tabii ki.

Ama operasyona ne kadar büyük bir destek sağlarsanız, harekat alanınızın o oranda kısıtlandığı da bir gerçek.

Irak hükümetinin desteği, ABD’nin sağladığı istihbarat ile başlayan bu operasyonun sınırı dün olduğu gibi yarın da bu ittifak ile belirlenecek.

O zaman Irak’a kara harekátını da gündeme getirmenin iki nedeni olabilir.

İlki, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi ve burada belli bir bölgeyi kontrolü altına alması yönünde yeni bir durum ortaya çıkmıştır.

Sadece Irak Kürt Yönetimi ile değil, sadece Irak hükümetiyle değil ama tüm bölgeyle ilişkileri ciddi biçimde tehlikeye sokacak olan böyle bir senaryoyu aklı başında kimsenin masaya koyacağını düşünmüyorum.

ABD ile askeri ilişkilerin böylesine derinleştiği bir dönemde, Irak’ın geleceğiyle ilgili ortak bir zemin yakalanmışken, Kerkük konusunda Kürtler-Araplar ve Türkmenler arasında dengeli bir çözüm arayışı başlamışken, böyle bir girişim olsa olsa, bu dengeleri altüst etmeyecek bir çerçeve ile sınırlı olabilir.

* * *

İKİNCİ
neden ise AKP’nin bu çıkışları bir iç politika unsuru olarak zaman zaman gündeme taşıması.

Bu, bazı kesimlerin gazını almaya yarayan ama toplumda intikam duygusunu derinleştiren kötü bir taktik.

Üstelik de caydırıcılığı filan da yok.

AKP Hükümeti, beş yıllık ilk döneminde olduğu gibi, bu ikinci iktidar döneminde de terörle mücadeleyi askere havale etti.

Evet, Türkiye’de hiçbir hükümet bu sorunun çözümüne ortak olmaya yanaşmadı.

Tamam kimi zaman güvenlik sorunlarına sivil çözüm arayışlarının karşısına militarizm dikildi.

Ama kimi zaman da siyasi iktidar, hiçbir şey yapmamak için bu gerekçenin arkasına sığında.

AKP’nin de yaptığı gibi.

Hükümet türban meselesini, en sonunda bir sınıf mücadelesine dönüştürmeyi başarmakta gösterdiği cesareti bu konuda göstermek istemedi mesela.

* * *

TERÖRLE
mücadelenin askere terk edilmesi siyaset açısından büyük kolaylık.

Ne muhalefet hesap soruyor, ne iktidar hesap veriyor.

Hükümetten başka kime sorulacak "Ne oldu?" diye. Hükümetten başka kim anlatacak olan biteni?

İspanya ve İrlanda örneklerinin incelendiği haberleri geliyor. En azından bir hareketlenme olduğu anlaşılıyor ama o kadar uzağa gitmeye gerek var mı? Her ülke kendi somut durumuna uygun çözümler üretir. O da, kendi insanlarını dinlemekle başlar. Her yerde olduğu gibi.
Yazının Devamını Oku

Kontrollü bağımsızlık

18 Şubat 2008
Rreröfte Pavaresia e Kosoves. Yaşasın bağımsız Kosova!<br><br>Dün Kosovalılar böyle diyerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu gerçek bir bağımsızlık mı?

Kosova, BM temsilcisi Finlandiyalı diplomat Ahtisaari’nin hazırladığı kontrollü bağımsızlık planı çerçevesinde ilan edilen bağımsızlık ne kadar gerçek olabilirse o kadar.

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Kosova’nın, ABD tarafından adım adım bağımsızlığa nasıl taşındığını izledim.

BM barış gücünün bölgeye gelerek, Kosova devletinin kurulmasına nasıl olanak sağladığını, Arnavutların Sırbistan’a ait ne varsa reddetmelerini, kendi okullarını evlerde açışlarını, vergi toplayışlarını izledim, Türk azınlığın devlet yanlısı olduğu için dışlanışını gördüm. Sonra silahlanma süreci, UÇK’nın kurdurulması bütün bunları yakından takip ettim.

Eğer Miloşeviç Arnavut azınlığın isteklerine zamanında kulak verseydi, onların üzerine ateşle gitmeseydi böyle olur muydu? Çok uzun bir tartışma üstelik bunun için artık çok geç.

* * *

GÖNÜLSÜZ
ayrılıkların çok zor olacağını ve her iki tarafa da büyük acılar yaşatacağını düşündüğüm için Kosova’nın tek taraflı bağımsızlık ilanına karşıydım.

Bugün de içim rahat değil. Ama geri dönüş olabilir mi? Kosova tekrar Sırbistan’ın bir parçası olarak yaşamına devam edebilir mi?

Hayır. Yirmi yıldan beri bağımsızlık yolunda ilerleyen bir toplumun geri dönüşü mümkün değil.

Hele de arkasında uluslararası destek varsa.

Kosova, işte böyle uzun bir süre ABD’nin uzaktan kumandası, Avrupa Birliği’nin kontrolü altında "bağımsız" olacak.

Bağımsız olacak ama, yarından itibaren Avrupa gücü EULEX Kosova’da, devlet kurumlarının işleyişini kontrol edecek. NATO ordusu Mitroviça’da Sırp azınlık ile Arnavutlar arasında çatışma çıkmasını önlemek için zaten konuşlanmış durumda. Haziran’dan sonra o da görevi AB’ye devredecek.

Şartlı bağımsızlık anlaşmasına göre, Kosovalı Arnavutlar Büyük Arnavutluk hayallerine de veda edecekler, Arnavutlukla birleşmeleri yasak. Kendileri için çizilen haritanın sınırlarını değiştirmeleri de, yani Makedonya’daki Arnavutların birleşme hayallerine de set çekilecek. Ne zamana kadar belli değil.

Koşulları böyle belirleyen Ahtisaari planı ilk bakışta bile, bağımsızlık adımının Balkanlar açısından ne kadar riskli olduğunu da ortaya koyuyor.

Yunanistan, Romanya gibi bazı Avrupa ülkeleri Kosova’yı tanımayacaklar. Rusya da karşı çıkıyor. Türkiye ise, tarihi bağlar gerekçesiyle Kosova’yı tanıyacak.

Balkanlar’da, etnik ayrılıklar devlet temelinde bölünmelere yol açarken, bölgede yeni bir ayrım çizgisi oluşuyor. Ortodoks-Müslüman aksı.

Gelecekteki paylaşımlara yeni piyonlar hazırlamak için.

DİYARBAKIR’IN TURİZM ATAĞI

DİYARBAKIR Turizm Derneği, kentin kalkınması için ilk adım olarak gördüğü turizmi, gündeme taşıma girişimine devam ediyor. Dernek bu hafta sonu İstanbul’daki fuara katıldı. Dernek Başkanı Nedim Çizmeci, başlattıkları turizm kampanyasının Diyarbakır’ı hareketlendirdiğini söylüyor. Bu kampanya ile ilgili yazımdan sonra bana da Diyarbakır’dan çok mesaj geldi. Herkes kentin güzelliklerini ve tarihi mirasını tanıtmak için bir şeyler kampanyaya nasıl katılacağını soruyor. Kabe’nin ilk örtüsünün Diyarbakır’da Hasan Paşa Hanı’nda yapıldığını, Hıristiyan ve Musevi dinlerine ait bazı kutsal kalıntıların da burada olduğunu biliyor muydunuz? Ben de bilmiyordum. Ya insanlığın yerleşik düzene geçtiği ilk bölgenin burada bulunduğunu? Şimdi, Diyarbakır, Başbakan’a iletilen acil eylem planına yanıt bekliyor. Takipçisi olacağız. Bu kampanyanın sloganı, "Diyarbakır hepimizin". Evet öyle. Öyleyse, ihtiyaçlarına, sorunlarına sahip çıkmak için daha ne kadar beklenecek?
Yazının Devamını Oku

Örtünmek değil ama örtüştürmek

17 Şubat 2008
TÜRBAN tartışmasında üslup öyle sertleşti ki, kadınların sesi, erkek üslubunu kullanmadıkça neredeyse hiç duyulmaz oldu. Ben bu karmaşada yüreğimi açabileceğim bir ses duydum.

Aralarında bir ya da ikisi dışında kimseyi tanımadığım bir grup başı örtülü kadının sesi bu.

Mesaj kutuma düşen açıklamalarında, "Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir" diyorlar.

"Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki, üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız ta ki" dedikten sonra sıralıyorlar:

"Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan.

Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan, 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan.

Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatları bozulmadan.

Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden.

Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden.

Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerede ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden.

Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kalkmadan.

Kısacası 12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni sivil bir anayasa yapılmadan mutlu olamayacağız..."

Ben bu sese kulağımı ve yüreğimi açıp birlikte ortak nokta bulma arayışına çıkarım. Bir tane Türkiye var. Onun da sahibi ne bir kişi ne de bir grup. Türkiye bizim. Birlik olmak zorunda değiliz ama bir arada yaşamak için, hepimizin rahat edeceği bir noktada buluşmaya mecburuz.

Bu üçüncü sesle ortak bir nokta bulabilirim. Türban meselesinin çözümü konusunda en başından beri birçoğumuzun söylediği, ama siyaset erbabının rant getirmeyeceği için duymazdan geldiği bir gerçek var. Türban tek başına çözülemez.

Bu bir demokratikleşme paketinin parçası olarak uzlaşma ile çözümlenebilir. Herkesin kendini güvende hissedeceği bir demokratikleşme sürecinin yeniden yapılandırdığı zihniyet ikliminde bölücü bir konu olmaktan çıkarak, kişisel tercih boyutu ile gündeme gelebilir.

***

"SÖZ konusu özgürlüklerse hiçbir şey teferruat değildir"
diyen bu sese kendi sesimi de katıyorum. Türkiye’yi, tutuculuğun karanlık dehlizlerine çekmek isteyen din referanslı siyasi yapılanmaya karşıysak; gericilerin dini bayrak yapıp, özgürlükleri kısıtlamasından endişe ediyorsak; hak hukuk nutukları atarak türbanı üniversite özgürlüğüyle bir tutmasının demagoji olduğunu görüyorsak, o zaman özgürlükleri bir bütün olarak ele almak zorundayız.

Taassupla, gericilikle başa çıkmanın tek güvencesi var. Özgür zihniyet ortamını yaratmak. Bu olmadan, yarım yamalak düzenlemelerle yola devam etmemiz mümkün değil artık.

***

İTİRAF
edelim, Türkiye bugün dağınık, bölünmüş ve kırılgan. Cumhuriyetin ilkelerinin tehdit altında olduğunu düşünenler ile düşünmeyenler birbirlerini düşman ilan etmiş durumda. Sorunların üstünü örte örte geldiğimiz nokta işte burası. Türkiye’yi geleceğe hazırlayacak özverili cesareti gösteremedikçe biz hep birşeyleri "örtmeyi" konuşacağız. Bugün kadınları, yarın Kürt meselesini, ardından ifade özgürlüğünü. Oysa bu kırılganlığı, bölünmüşlüğü aşmanın yolu "örtmekten-örtünmekten" değil "örtüştürmek"ten, farklı istek ve görüşleri, özgürlükler ortamında örtüştürmeden rahata kavuşulamayacağını anlamaktan geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Irak’ta ümit yasaları

15 Şubat 2008
BÜYÜKELÇİ Oğuz Çelikkol, yeni görevi olan Atina’ya gitmeden önce Irak Özel Temsilcisi olarak İstanbul’da bir grup gazeteci ile dün vedalaştı.
İki yıla yakın bir süredir, Büyükelçi Çelikkol, Başbakan Dış Politika Danışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu ile birlikte zaman zaman İstanbul’da toplantılar düzenledi ve gelişmelerle ilgili bizleri bilgilendirdi.

Aklımızdaki soruları sorma fırsatı bulduk, Türkiye’nin bölgeye bakışını kavrama olanağını yakaladık bu toplantılarda.

Büyükelçi Çelikkol görevinden ayrılırken, Irak iki yıl önceki Irak değil artık.

Dini ve etnik grupların büyük bir kısmı, yani aklı başındaki Iraklılar bu ülkeyi bir arada ayağa kaldırabileceklerini her zamankinden daha fazla anlamış haldeler.

İkincisi, toprak bütünlüğünun korunması konusunda daha geniş bir uzlaşma görülüyor bugün.

Üçüncüsü ise, geçmişle köprüleri tamamen atmanın hata olduğu, Baasçıları topyekün mahkum etmenin yarardan çok zarara yol açtığı da anlaşıldı.

Irak Parlamentosu’nun önceki gün kabul ettiği yeni yasaları incelediğimizde ortaya çıkan manzara böyle.

Meclis, Irak’ta yerel yönetimlerin yetkilerini genişletmeyi, Baasçıları da kapsayan genel af çıkartmayı ve 2008 bütçesini belirlemeyi başardı.

Bu bir "uzlaşma" adımıdır. Kürtler yüzde 13’lük nüfuslarına rağmen bütçeden yüzde 17 pay sağlayacaklar, buna karşılık Sünniler yönetime girebilecek, Şiiler de hükümetteki ağırlıklarını koruyacaklar.

Ancak, tabii ki, dengelerin böylesine kırılgan olduğu bir ortamda, üç yasayla bütün sorunların çözüldüğü anlamına da gelmez. Petrol yasasını yine çıkartamadan Meclis tatile girdi.

Uzun süreden beri çalışamaz halde olan Irak Parlamentosu’nun bu yasaları kendi başına çıkardığını söylemek saflık tabii, bunlar Bush Yönetimi’nin Irak politikasının başarılı olduğunu kanıtlamak üzere belirlenmiş göstergelerdi.

* * *

ANKARA
’da iki hafta önce önemli bir toplantı yapıldı. Değişik parti ve gruplardan Iraklı Türkmenlerin katıldığı bu toplantıda, şimdiye kadar farklı siyasetler benimseyen Türkmenlerin kendi çıkarları konusunda uzlaştıkları ortaya çıktı. Bu uzlaşma, Türkiye’nin olduğu kadar Türkmenlerin de önümüzdeki dönemde Irak’ın bütünlüğü içindeki rollerini daha yapıcı hale getirecek.

Kerkük konusu da yeni bir çerçeveye oturuyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice, bir süre önce Kerkük’te Araplarla görüşerek onların Kerkük Meclisi’ne dönmelerini sağladı. Şimdi Türkmenler için de aynı şey söz konusu.

Kerkük’ün, bölgedeki bütün grupların temsil edildiği bir meşruiyet zemini üzerinde statüsünü belirleyebilmesi, sorunun Irak’ın istikrarını bozmayacak bir uzlaşma ile mümkün olacak.

Kerkük’te geçen yıl referandum yapılamadı. Bölgenin statüsüyle ilgili durum çözümsüz kaldı.

Şimdi önümüzdeki dönemde bu sorunun adil biçimde çözümü yine gündemde. Uzlaşma bu açıdan çok önemli. Bazı Kürt yayın organlarında daha şimdiden Bağdat ve Kürt yöneticiler, taviz verdikleri için topa tutuluyorlar. Kerkük’ü Kürdistan bölgesine bağlamak için silaha başvurmaktan başka çare kalmadığını ileri sürenler var.

Kürtler, Türkmenler ve Sünni Araplar arasındaki uzlaşmanın, Kerkük’e özel bölge statüsü ile sonuçlanması bu çevrelerin büyük korkusu.

* * *

IRAK
, gelecek vizyonunu oluşturmaya başladığı bir döneme adım atıyor. Bu kırılgan süreçte, geçen dönemden farklı olarak Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişkilerin derinleştiğine, güçlendiğine de tanık olacağız. Irak’taki uzlaşma, Türkiye’yi de rahatlatacak. Türkiye’deki de Irak’ı.
Yazının Devamını Oku

AB ve içki yasağı

11 Şubat 2008
İÇKİCİ oldukları için değil, ama muhafazakarlığın müdahaleci ve yasakçı boyutlara ulaşmasından endişelenen birçok insan, son zamanlarda içki yasaklarıyla ilgili gelişmeleri tedirginlikle izliyor. Spor kulüplerinde yer alan restoranlardaki içki yasağı, içki markalarının spor karşılaşmalarında sponsor olabilmelerinin engellenmesi, sigara yasağı ile ilgili düzenlemeye eklenen ve içki sponsorluk-reklamlarının vergiden düşülmemesi bu gelişmelerin bir kısmı.

Bir de televizyonlara gelen uyarılar var. Kral TV’de şarap bardağı göründüğü için sansürlenen klip ve Kürşat Başar’ın Kanaltürk’teki yemekli sohbetine gelen uyarı. Kral TV, sansürün kendi tasarrufu olduğunu söylerken, Kanaltürk, yazılı uyarının RTÜK’ten geldiğini belirtiyor. (RTÜK kabul etmiyor.)

Bunlar geçen hafta peş peşe gündeme düşen haberlerdi.

Özellikle tv’deki yasaklar ve Avrupa Birliği uygulamalarıyla ilgili olarak bir araştırma yaptım.

Bir yandan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun Tasarısı taslağını inceledim diğer yandan İktisadi Kalkınma Vakfı’ndan yardım aldım. Onların, benim ricam üzerine hazırladıkları karşılaştırmalı bilgi notundan yararlandım. Avrupa Birliği kararlarına baktım.

* * *

TELEVİZYON
yasakları ile ilgili olarak 23 Ocak 2008’de RTÜK, yazılı bir açıklama ile iddialara yanıt vermişti.

Yeni taslak hazırlanırken Avrupa Birliği ve dünya normlarının dikkate alındığı belirtiliyor ama Türk halkının ihtiyaçlarının da gözönünde tutulduğu vurgulanıyordu. Ayrıca, izleyicilerin alkol kullanımıyla ilgili hassasiyetinin arttığına da dikkat çekiliyordu. Geçen yıl yerli dizilerle ilgili şikayetlerin yüzde 47’sini alkol ve sigara tüketimini özendiren sahneler olduğu da açıklamada yer alıyordu.

Yeni tasarıda, "alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu madde kullanımını özendiren yayın yapılamaz" deniyor.

RTÜK’ün yazılı açıklamasında da böyle bir yaklaşımın tasarıda bulunduğu kabul ediliyor.

Bunda ne var diyeceksiniz. Bir defa şunu söyleyeyim, Avrupa Birliği mevzuatında bu üç madde, bir arada zikredilmiyor. Hepsi ayrı ayrı ele alınıyor, bu yüzden de düzenlemeler farklı.

Ayrıca alkolle ilgili düzenlemeler reklamlarla ilgili. Yayınlarla değil.

Avrupa Birliği Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Direktifi’nde, "Sigara ve diğer tütün ürünlerinin her türlü görsel-işitsel ticari iletişimi yasaktır" denirken, "alkollü içeceklerin reklamlarının özellikle çocukları hedef almaması ve aşırı tüketiminin teşvik edilmemesi" öngörülüyor.

Evet yeni yasa taslağı Avrupa normlarıyla birçok noktada örtüşüyor. Ancak Avrupa normlarının akasına sığınıp televizyonlarda gösterilen filmlerde, dizi ve kliplerde alkol zaptiyeliğine çıkılamayacağı da ortada. Çünkü yok böyle bir şey.

* * *

AB
müktesebatında, alkollü içeceklerle ilgili reklamlar bile, belli ölçülere uymak koşuluyla serbest.

Evet, "alkollü içecek reklamlarında üye ülkeler kamu yararı ve kamu sağlığı gözetecek, kendi halkının ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak düzenlemelerde bulunma ve önleyici tedbirler alma hakkına sahip" deniyor.

Ama sadece "reklam"lar ile sınırlı olan bu yaklaşım bile yayın içeriklerine müdahale olanağı vermiyor.

TV yayınlarında "içki-kadeh" yasağı getiren anlayış Avrupa Birliği normlarının, Türk halkının ihtiyaçlarına göre uygulandığı iddiasında.

İşte bu, "biz AB’yi işimize geldiği gibi yorumlarız" yaklaşımı insanı tedirgin ediyor, yoksa içki bir sembol. Diğerleri gibi.

Muhafazakar zihniyetin, hayatı işine geldiği gibi yorumlayarak iktidar gücünü kullanmaya başlaması alarm zillerini çaldırtan gerçek neden.
Yazının Devamını Oku

Afganistan’a asker istiyorlar

10 Şubat 2008
PAZAR sabahı sizin de ruhunuzu karartmak istemem ama, bu yıl birçok şey gibi klasik "Pazar günü" ruh hali de değişmeye başladı. "Neler oluyor?" sorusu artık hayatın her anında hepimizin kafasını kurcalıyor.

Unuttuğumuz gündemin önemli konularından birini hatırlatmak istiyorum bugün.

İlgisi yokmuş gibi dursa da türban çevresinde doğan korkuları tetikleme özelliğine sahip bir çatışma noktasından söz edeceğim. Afganistan.

"Hata yapmayın. NATO Afganistan’da kazanmıyor. Bu gerçek anlaşılmadan ve gerekli önlemler alınmadan Afganistan’ın geleceği karanlıktır. Ve bunun hem bölgesel hem de küresel etkileri olacaktır."

ABD’de geçen ay sonunda yayınlanan iki önemli rapordan Atlantik Konseyi’ne ait olanı böyle diyordu.

"NATO Afganistan’da kazanmıyor." Sadece NATO değil kimse kazanmıyor orada. Afgan Hükümeti Taliban’ın tehdidi altında.

Afganistan’da uluslararası toplumun müdahalesi ve Karzai Hükümeti’nin kurulmasından sonra değişen dengeler yeniden sarsılıyor.

Son yedi yılda iki ya da üç büyük patlama görülen bu ülkede geçen bir yıl içindeki patlamaları sayısı yüzü aştı.

Taliban güçleniyor, hatta bazı çevrelerde Taliban’ın belli bölgelerde yönetime gelmesine göz yumulabileceği hesapları yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde Karzai, Taliban ile pazarlıklara giriştikleri iddiasıyla iki İngiliz diplomatı sınır dışı etti.

Atlantik Konseyi’nin yayınladığı "Acil önlem için bir çağrı ve plan" ile Amerikalı emekli general ve büyükelçilerin kaleme aldığı "Çabalarımızı canlandırmak: Stratejilerimizi yeniden düşünmek" başlıklı iki rapor, Amerikan Yönetimi’ni ve müttefiklerini çok geç olmadan harekete geçmeye çağırdı. Pentagon, NATO üyesi ülkelerin daha fazla asker vermesini istiyor. Ama bu kez sakin bölgelere değil, çatışmanın sürdüğü güney için ABD müttefiklerinden destek istiyor.

ABD güvenlik gündeminin en önemli meselesi bu şu sıralarda.

***

DÜN
Münih’te yapılan uluslararası güvenlik konferansında da Afganistan konuşuldu. ABD Savunma Bakanı Gates, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açtığı toplantıda Avrupa kamuoyuna seslenerek Afganistan’da savaşmaktan kaçarsanız, terörden kurtuluşunuz olmaz mesajını iletti.

ABD, Avrupa’nın Afganistan’da elini taşın altına koyması konusunda kararlı. Afganistan’da Uluslar arası Güvenlik Destek Gücü İSAF’a bağlı 43 bin asker var. Destek veren 26 NATO üyesi ülkenin yanı sıra 14 ülke NATO dışından. NATO’nun devraldığı bu güçten sadece ABD, İngiltere, Hollanda ve Kanada çatıma bölgelerinde asker bulunduruyor. Kanada, diğer NATO üyelerinin asker göndermemesi durumunda kuvvet çekeceğini açıkladı.

Bölgede Taliban’ın Pakistan’daki etkisinin artması ve çatışmaların hızlanmasında, NATO içinde iki yıldan beri süren isteksizliğin etkisi olduğu son günlerde çok duyulan gerekçelerden.

Asker istenen ülkeler arasında Türkiye de var. Ama Türkiye bu isteğe sıcak bakmıyordu. Son olarak İtalya ile birlikte Türkiye de çatışma bölgelerine asker göndermeyeceğini açıklayan ülkeler arasındaydı.

Bu tutum devam edecek mi?

***

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
, dün Münih’teki toplantının açılışında, "Uluslararası toplumu Afganistan’da kazanmak zorunda" dedi ve 750 askerimizle Afganistan’da bulunduğumuzu söyledikten sonra "yardım ve desteğimizi sürdüreceğimizi" söyledi.

Bunca yıldır PKK konusunda hareketsiz kalan ABD’nin Hakkari’deki PKK saldırısından sonra vermeye başladığı askeri desteğinin tek nedeninin bu son eylem olmadığı daha iyi görülüyor artık.
Yazının Devamını Oku

Ya göründüğün gibi ya olduğun gibi

8 Şubat 2008
TÜRBAN ile ilgili tartışmaları dün sabahın erken saatlerine kadar izledim. Bugüne kadar döne döne tekrarladığım eşitlik, özgürlük, insan hakları gibi kavramların o salonun her duvarına çarpa çarpa, tekrarlana tekrarlana çoğalması, AKP’liler kadar MHP’lilerin de aynı söyleme sahip çıkmalarına ne kadar sevindiğimi söylemeliyim değil mi?

Tersine, içimde derin bir hüzne yol açtı.

Kavramların içi bu kadar mı boşalabilir.

Sapla saman böyle ustaca mı karıştırılır.

Yasalar karşısında din, dil, ırk gözetmeden eşitliği savunanlar, aynı cansiperane biçimde Kürtlerin anadil kullanım hakkına sahip çıkacaklar mı? (O da benzer argümanlarla tartışılıyor. Kamuda hizmet alırken anadil hakkı mesela. Bugün yasak.)

Türban yasağının kalkmasını, demokrasinin vazgeçilmez koşulu olarak ortaya koyanlar, 301’in değiştirilmesi için aynı demokrat tavrı gösterecekler mi?

Türbanı, tolerans ve uzlaşmanın tek kriteri haline getirenler, basında yer alan en sıradan eleştirilerin bile "hakaret" olarak yorumlanmasına olanak tanıyan yasaların düzeltilmesi için önayak olacaklar mı?

İfade özgürlüğü üzerindeki yasaklar, herkes için kalkacak mı? Politikacıları eleştirdiği için karikatüristler aleyhinde açılan davalar düşecek, sürmekte olan soruşturmalarla ilgili haber yapan muhabirlere yönelik hapis tehditleri kalkacak, ağır para cezaları silinecek mi?

Meclis’te bekleyen sosyal güvenlik yasa tasarısı ile ilgili büyük bir memnuniyetsizlik var. Üniversitede türbanı serbest bırakarak, kadın haklarında büyük adım atıldığı savunulurken, bu tasarı ile kadınların emeklilik hakkı ellerinden alınıyor. Emeklilik için ya 9 bin iş günü ya 65 yaş. Sadece kadınların değil erkekler için de durum aynı.

Gazeteci ve diğer bazı mesleklerin yıpranma hakları budanırken, türban demokrasisi bir parmak bile bal çalmıyor sorunlarımıza.

* * *

DÜN
sabaha kadar süren tartışmaları izlerken bütün bu sorunların yaşanmadığı, demokrasinin tam olarak işlediği bir ülkenin parlamentosunu izliyormuş gibiydim.

Ama bugün artık çok şey değişti.

Türban tartışmalarında kullanılan üslup, ortaya atılan gerekçeler öyle özgürlükçü, öyle devrimci öyle ilericiydi ki, bu tavır bundan sonra politikacıların Türkiye’nin gerçek gündemindeki sorunlara yaklaşımlarında bir referans olacak.

Madem doğru olanı biliyorsunuz, o zaman o doğrunun gereğini bekleyecek insanlar sizden.

Göründüğünüz gibi olacaksınız. Özellikle MHP için kaçış zor olacak bundan sonra.

* * *

TARTIŞMALAR
sırasında hükümet temsilcisi, türban yasağı nedeniyle üniversiteye gidemeyen kız öğrencilerin sayısını öğrenmek isteyen bir muhalefet milletvekiline "bilmiyorum, şu anda veriler yanımızda değil" yanıtı verirken, türban yasağının kalkmasıyla ilgili kamuoyu yoklamalarına bol bol atıfta bulunuyordu.

İşine gelen verileri alıp işine gelmeyenleri görmezden gelerek, işine gelen hakları savunup gelmeyenleri boş vererek özgürlüklerin yolunun açıldığı nerede görülmüştür? Burada da görülmeyecek.

Yarın ikinci kez Meclis toplanıyor. Anayasa değişikliğinden sonra da 17. madde tartışılacak. Başbakan dün Almanya’ya giderken, konuyla ilgili bir soruya, "Önce Anayasa, sonra bu konu. Kademe kademe" yanıtını verdi. Çene altı formülü diye bir şey olamaz. Kimse kimseyi kandırmasın. Dini referanslı muhafazakar yaşam kültürünü kademe kademe hayata sokuşturmaya çalışmak yerine bırakın herkes istediği gibi örtünsün. Şeffaflık sağlansın. Demokrasi, haklar ve özgürlükler iddiası ile neyin kast edildiği ortaya çıksın. Demokrasi kavrayışı, olgunlaşacağı samimiyet zeminini bulsun.
Yazının Devamını Oku