Ferai Tınç

PKK ipoteğini kırmak hepimizin sorunu

19 Eylül 2005
AKP yönetimi engellemezse bugün Meclis’te terör konusu tartışılacak. Umuyorum, terörizme karşı tek başına mücadele edilemeyeceği gerçeğini kavrayan sağduyu, dar siyasi hesaplara üstün gelir de CHP’nin genel görüşme çağrısı gerçekleşir.İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, ‘Artık bilinmelidir ki terörün beklediği ortam ve şartlar ortadan kaldırılmadan terörle mücadelede kesin sonuca ulaşmak mümkün görünmüyor’ demiş.Bu kadar doğru bir tespit bile, konunun bir an önce en geniş kapsamda ele alınmasının öneminin kavrandığını gösteriyor.Hiç merak edilmesin, Meclis’teki tartışmayı, siyasi amaçlarla hükümeti yıpratma oturumuna dönüştürmek isteyenlerden de çekinilmesin, bu kadar önemli bir konudan siyasi menfaat sağlamak isteyenler zararı kendilerine vereceklerdir.Terörü, geliştiği ortam ve koşulları ortadan kaldırmak, terörizmin beslenme damarını kesmek, bunun çözüm yolu olmadığını göstermekle mümkün.Bu nasıl yapılacak? İşte ortak bir yol izleyebilmek için bu sorunun yanıtını tartışmak lazım.Yoksa geçmişte de olduğu gibi, terörizme karşı mücadele yine askere ihale edilecek.Bu yolu garantilemek için yerli nasyonal sosyalistler, neo naziler kolları sıvadılar bile.Etnik milliyetçiliğin birbirini tetiklediği bugünkü ortamı dağıtmadan ne çıkarlardan ne de güvenlikten söz edemeyiz.* * *AMA bu ortamın dağılması için bugüne kadar Kürtler adına konuşan politikacıların da ellerini taşın altına koymaları gerekiyor. Cenazeleri siyaset kürsüsüne dönüştürüp Kürt milliyetçiliği pompalayanlar, halkı devlet güçleri ile karşı karşıya getirenler dışlanmadan, yeni bir siyaset yolu açmak mümkün değil.Eski DEP’liler, bütün siyasi deneyimlerine ve arkalarındaki desteğe rağmen neden bir türlü ortaya somut bir öneri koyamadılar, olumlu bir gelişmeye imza atamadılar?Siyasetlerini PKK ipoteğinden kurtaramadıkları için. ‘Türkiye için siyaset’ çağrıları yaptılar, havaya gitti. Kendilerine uzanan dost elleri, diğer taraftan ellerini kurtaramadıkları için tutamadılar. Bu durum siyasetlerine de yansıdı. Ne diyeceklerini netleştiremediler.İttifaklar kuramadılar.Bugün gelinen noktada ne var? Barış ödülleri aldıkları Avrupa’da bile PKK’dan kendilerini kurtarmaları tavsiyeleri yapılıyor.* * *PKK terörüne karşı mücadele, Türkiye’de siyaseti PKK ipoteğinden kurtarmakla mümkün. Bu sadece Kürtler adına siyaset yaptıklarını söyleyen politikacıların değil, Türkiye’nin önemli bir sorunu. Bu ipotekten kurtulmak için hepimiz çaba harcamalıyız.
Yazının Devamını Oku

Almanya seçimleri ve Türkler

18 Eylül 2005
<B>AVRUPA </B>ülkelerinde<B> </B>seçimlerin en yeni unsuru Türkiye. Geçen yıl Fransa’da yerel seçimlerde, kampanyalarını Türkiye karşıtlığı üzerine kuran politikacılar vardı. Avusturya’da, Hollanda’da da aynı şey yaşandı. Avrupa Anayasası’nın oylanmasında da Türkiye’nin AB üyeliği, Fransa ve Hollanda’da partiler tarafından bolca kullanıldı.

Almanya seçimlerinde olduğu gibi.

Bayan Merkel’in başında bulunduğu Hıristiyan Demokratlar da son güne kadar Türkiye karşıtlığını her fırsatta yinelediler.

Ama ben, bu kampanyada bir tutarsızlık görüyorum.

Hıristiyan Demokratlar, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine neden karşı olduklarını açıklarken, ‘Eğer Türkiye üye olursa Avrupa Birliği kuruluş amaçlarının dışına çıkar ve başka bir şeye dönüşür’ diyorlar.

Oysa, Alman Hıristiyan Demokratların çizgisine ve savunduklarına baktığımda, Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğini destekleyen liberal kanatla aynı söylemi paylaştıklarını görüyorum.

***

HIRİSTİYAN
Demokratlar Almanya’da reformların gerekliliğinden söz ediyorlar.

Sosyalistlerin korumaya çalıştığı sosyal devletten kurtulmak, liberalleşmek, pazarı serbest rekabete açma vaatleri Hıristiyan Demokratları Blair- Berlusconi çizgisi ile birleştiriyor.

Zaten, Blair Hükümeti de, bu seçimlerde Merkel’i desteklediğini gizlemiyor.

O çizgi ise siyasi birliği güçlü ama içe dönük, korumacı bir Avrupa’dan yana değil.

Avrupa Birliği’nin, rekabetçi ve belirleyici bir ekonomik güç olması gerektiğini düşünenlerin safında yer alıyor Bayan Merkel’in vaat ettiği Almanya.

İşte tuhaflık da burada.

Çünkü o Avrupa, Türkiye’yi de içine alan bir birliği öngörüyor. Bunu zaaf değil, kazanç olarak yorumluyor.

***

İŞTE
o zaman insanın aklına şu soru geliyor. Türkiye’nin Avrupa üyeliğine mi karşı olmak, yoksa Türkleri mi istememek?

Hıristiyan Demokratların programı ile Türkiye konusundaki söylemleri arasındaki zıtlık ikinci şıkkın ağır bastığını düşündürüyor.

Türkiye’nin üyeliğini istememek, Türklere karşı olmanın kılıfı. Avrupa’nın yüksek menfaatleri söylemiyle ırkçılığa selam çakmanın hiçbir tehlikesi yok çünkü.

Ama Almanya açısından çok tehlikeli. Avrupa açısından da daha az tehlikeli değil.

Bugünkü seçim sonuçları, yabancı düşmanlığına verilen primi göstermesi açısından da ilginç olacak.
Yazının Devamını Oku

BM, teröre övgüyü suç ilan etti

16 Eylül 2005
<B>BİRLEŞMİŞ </B>Milletler Zirvesi’nde, belki Genel Sekreter <B>Annan</B>’ın öngördüğü reform adımları atılmadı ama terör konusunda alınan karar önemliydi. Altmış yıllık tarihinde üçüncü kez liderler seviyesinde toplanan Güvenlik Konseyi’nin oybirliği ile benimsediği karar, yüzyılın kaderini belirleyecek olan terörizm tartışmasına yeni boyut getiriyor.

Çünkü karar, sadece teröristlerin değil, terörizmi teşvik edenlerin de cezalandırılması için üye ülkeleri yasal düzenlemeler yapmaya çağırıyor.

1624 sayılı kararda, terör eylemlerinin teşvikinin yasaklanması çağrısı ile kalınmıyor daha da ileri gidiliyor ve bu eylemlerin haklılığını savunanlara, mazeret bulanlara ve onları yüceltenlere karşı gerekli önlemlerin alınması çağrısında bulunuluyor.

Zirveden sonra kararla ilgili eleştiriler terörizmin tarifinin yapılmadığı noktasında toplandı. Terörizm tarifi yapılmıyor ama bana göre buna gerek de yok.

Çünkü, ‘Amacı ne olursa olsun, nerede olursa olsun ve kimin tarafından yapılırsa yapılsın terörizm, güvenlik ve barışın bir numaralı tehdidi’ ilan ediliyor.

Belki örgüt isimleri verilmiyor. Gerek var mı?

BM Zirvesi’nden çıkan karar terörizme karşı güçlü bir mesaj içeriyor.

Terörizmin önlenmesi, teşvik edenlerin cezalandırılmasının yanı sıra terörle ilişkisi saptananlara ‘güvenli bölgeler’ yaratılmaması isteniyor.

* * *

İNGİLTERE tarafından kaleme alınan ve tartışmaya açılan kararın kabul edilen son halinde, yoksulluk sorununun ve çatışmaların çözümü de terörizme karşı mücadele önlemleri arasında ele alınıyor.

Uygarlıklar arası anlayışın artırılması, farklı din ve kültürlere sahip olanların dışlanmasının engellenmesi, bölgesel çatışmaların çözümü’ mücadele yöntemleri arasında.

Mücadelenin bu yönünde medya, sivil toplum ve iş dünyasına, eğitim ve dini kurumlara da görevler biçiliyor. Farklılıklar arasında diyaloğun, karşılıklı anlayışın ve bir arada yaşama ikliminin yaratılmasında bu kurumların rol oynaması isteniyor.

Tabii ki terörizme karşı en etkili mücadele, bataklığı kurutmak.

* * *

EVET karar tüm üye ülkeleri yasal önlemler almaya çağırıyor ama bunların, uluslararası hukuk, özellikle de uluslararası insan hakları hukuku, iltica yasaları ve mülteci hakları ve haklar konusunda kabul edilen tüm uluslararası anlaşmalar çerçevesinde değerlendirilmesini istiyor.

Çağın tartışması da bu. Güvenlik ve haklar arasındaki dengenin, bir diğeri lehine fedakarlık etmeden kurulması.

Bu kolay değil. Ama günümüz koşullarına göre yeni düzenlemelere gidilirken akıldan çıkartılmaması gereken bir denklem.

Aslına bakarsanız yeni de değil.

Her zaman, her düzenin temelindeki sihirli formül.

Ermenistanlı gençler geliyor

AKP Balıkesir Milletvekili Dr. Turan Çömez, siyasi kariyerinin merkezine barış kavramını yerleştirmiş olan bir milletvekili. Irak’taki çalışmalarından sonra bir süredir Ermenistan ile Türkiye arasında, kendi deyimiyle ‘mayınsız bölgelerde’ diyalog kanalları açmak için çalışıyor. Çömez’in daveti üzerine Ermenistan’ın yedi büyük üniversitesinden biri olan Erivan Fransız Üniversitesi’nin rektörü Paul Rousset İstanbul’daydı. Bu ziyaretin amacı Türkiye ile Ermenistan’dan üniversite öğrencilerini bir araya getirecek projeler geliştirmekti. Nitekim, çok yakında Galatasaray Üniversitesi ile Erivan Fransız Üniversitesi arasında ortak bir girişimcilik projesi gerçekleştirilecek. Ayrıca öğrenci değişimi yapılacak. Önce Ermenistan’dan 40 öğrencinin Galatasaray Üniversitesi’ne gelecekler. Bu girişim, hem Türk hem de Ermeni hükümetleri tarafından destekleniyor. Dr.Çömez, ‘Mayınlı alanlarda tartışmalar sürerken, mayınsız alanlarda yakınlaşma sağlanabiliyor. Üniversite gençliği Ermenistan’da reform istiyor ve tek çıkış alanlarının Türkiye olduğunun bilincinde. Gençler arasında diyalog kanallarını güçlendirmeyi, ön yargıların aşılmasında etkili bir yöntem olarak görüyorum’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Özgürlükler olmasa acaba terör de olmaz mıydı?

12 Eylül 2005
<B>HENÜZ</B> kimse bu kadar açıkça telaffuz etmeyi göze alamıyor. Ama yakında, terörizmin en önemli nedenlerinden birinin hak ve özgürlükler olduğunu duyarsam şaşırmayacağım. 11 Eylül’ün üzerinden geçen dört yıl içinde, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler terörizmin neredeyse en geçerli nedeni, en ciddi güvenlik riski olarak kabul ediliyor.

Terörizme karşı mücadele dendi mi, önce ‘özgürlüklerin gözden geçirilmesi’ geliyor insanların aklına.

Bu tartışmalarda yöneticilerin görüş birliği içinde olduğu ilk uzlaşma noktası ‘hakların törpülenmesi’ oluyor.

Bu anlayış, ABD’de de aynı, Avrupa’da da.

Biz de aynı şeyi yapıyoruz. Nasıl uygulayacağımızı bile doğru dürüst kavrayamadığımız yeni yasalarımızı değiştirmek için kolları sıvamadık mı?

* * *

İNGİLTERE ve İtalya terörizmle mücadele için yasalarını gözden geçirmeye başlayan ilk Avrupa ülkeleri.

Bireysel özgürlüklerin alanı genişleyince suç ile mücadelenin çok zorlaştığı kanısı yaygınlaştırılıyor.

İki haftayı geçen göz altı süreleri, mahkeme kararı olmaksızın insanların sınır dışı edilmeleri, telefonların dinlenmesi filan derken son hamle İngiltere istihbarat örgütü MI5’ın kadın başkanından geldi.

Eliza Manningham-Buller, terörist saldırıları önlemek için ‘özgürlüklerin tırpanlanabileceğini’ açıkladı Cuma günü.

Artık politikacılar değil, bürokratlar da özgürlükleri tırpanlama yetkisini kendilerinde görebiliyorlar. Halkların özverili mücadelelerle kazandığı hakları bürokratlar tırpanlayabilir mi?

* * *

ÖZGÜRLÜK alanına bu balıklama dalış, güvenliği sağlamakla yükümlü olanların, sorumluluklarını yaymak, yani yan çizmek istemelerinden kaynaklanıyor bana sorarsanız.

‘Ah yetkilerimiz kısıtlı olmasa ben onu elimden kaçırır mıydım?’ yakınmalarına işte gerekçe; Özgürlükler.

Bir yıl önce teröristleri ele geçirdikleri halde serbest bırakılmalarının hesabını soranlara İngiltere’de de aynı yanıt veriliyor, İtalya’da da.

Oysa, istihbaratından polisine, jandarmasına, savcısından hakimine, herkes kendi dosyasına en iyi biçimde hakim olsa, kurumlar arasında koordinasyon tıkır tıkır işlese, teröristlerin yararlandıkları boşlukları doldurmak için özgürlüklerin tırpanlanmasına gerek kalmaz.

Terörizme karşı mücadelenin kalıcı ve etkili olması da buna bağlı.

Tabii ki yasalar ihtiyaçlara tam olarak yanıt vermeyebilir. Değişen koşullara göre uygulamada sıkıntılar yaratabilir ve yeniden düzenlenirler. Ama düzenleme , kısıtlama değildir.

* * *

11 Eylül saldırılarının dördüncü yılında, terörizme karşı mücadele el yordamı gidiyor. Terörün uluslararası niteliği öne çıkarken mücadelenin uluslararası boyutu da çok zayıf kaldı.

İngiliz İstihbarat örgütü MI5’ın başkanı, bu zaafiyetin nedenini samimiyetle itiraf emiş aslında.

‘Devletler arasındaki zorunlu istihbarat paylaşımını hiçbir zaman kabul etmiyorum. Bu, bizim muhbirlerimize zarar verir. Sonunda paylaşacak hiçbir şeyimiz de kalmaz.’

Sadece İngiltere mi? Biz, başkalarını da biliyoruz.
Yazının Devamını Oku

Özgürlükler olmasa acaba terör de olmaz mıydı?

12 Eylül 2005
HENÜZ kimse bu kadar açıkça telaffuz etmeyi göze alamıyor. Ama yakında, terörizmin en önemli nedenlerinden birinin hak ve özgürlükler olduğunu duyarsam şaşırmayacağım.11 Eylül’ün üzerinden geçen dört yıl içinde, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler terörizmin neredeyse en geçerli nedeni, en ciddi güvenlik riski olarak kabul ediliyor.Terörizme karşı mücadele dendi mi, önce ‘özgürlüklerin gözden geçirilmesi’ geliyor insanların aklına.Bu tartışmalarda yöneticilerin görüş birliği içinde olduğu ilk uzlaşma noktası ‘hakların törpülenmesi’ oluyor.Bu anlayış, ABD’de de aynı, Avrupa’da da. Biz de aynı şeyi yapıyoruz. Nasıl uygulayacağımızı bile doğru dürüst kavrayamadığımız yeni yasalarımızı değiştirmek için kolları sıvamadık mı?* * *İNGİLTERE ve İtalya terörizmle mücadele için yasalarını gözden geçirmeye başlayan ilk Avrupa ülkeleri.Bireysel özgürlüklerin alanı genişleyince suç ile mücadelenin çok zorlaştığı kanısı yaygınlaştırılıyor.İki haftayı geçen göz altı süreleri, mahkeme kararı olmaksızın insanların sınır dışı edilmeleri, telefonların dinlenmesi filan derken son hamle İngiltere istihbarat örgütü MI5’ın kadın başkanından geldi.Eliza Manningham-Buller, terörist saldırıları önlemek için ‘özgürlüklerin tırpanlanabileceğini’ açıkladı Cuma günü.Artık politikacılar değil, bürokratlar da özgürlükleri tırpanlama yetkisini kendilerinde görebiliyorlar. Halkların özverili mücadelelerle kazandığı hakları bürokratlar tırpanlayabilir mi?* * *ÖZGÜRLÜK alanına bu balıklama dalış, güvenliği sağlamakla yükümlü olanların, sorumluluklarını yaymak, yani yan çizmek istemelerinden kaynaklanıyor bana sorarsanız.‘Ah yetkilerimiz kısıtlı olmasa ben onu elimden kaçırır mıydım?’ yakınmalarına işte gerekçe; Özgürlükler.Bir yıl önce teröristleri ele geçirdikleri halde serbest bırakılmalarının hesabını soranlara İngiltere’de de aynı yanıt veriliyor, İtalya’da da.Oysa, istihbaratından polisine, jandarmasına, savcısından hakimine, herkes kendi dosyasına en iyi biçimde hakim olsa, kurumlar arasında koordinasyon tıkır tıkır işlese, teröristlerin yararlandıkları boşlukları doldurmak için özgürlüklerin tırpanlanmasına gerek kalmaz.Terörizme karşı mücadelenin kalıcı ve etkili olması da buna bağlı.Tabii ki yasalar ihtiyaçlara tam olarak yanıt vermeyebilir. Değişen koşullara göre uygulamada sıkıntılar yaratabilir ve yeniden düzenlenirler. Ama düzenleme , kısıtlama değildir.* * *11 Eylül saldırılarının dördüncü yılında, terörizme karşı mücadele el yordamı gidiyor. Terörün uluslararası niteliği öne çıkarken mücadelenin uluslararası boyutu da çok zayıf kaldı.İngiliz İstihbarat örgütü MI5’ın başkanı, bu zaafiyetin nedenini samimiyetle itiraf emiş aslında.‘Devletler arasındaki zorunlu istihbarat paylaşımını hiçbir zaman kabul etmiyorum. Bu, bizim muhbirlerimize zarar verir. Sonunda paylaşacak hiçbir şeyimiz de kalmaz.’Sadece İngiltere mi? Biz, başkalarını da biliyoruz.
Yazının Devamını Oku

Geçmişten bugüne mesaj çıkartmak

11 Eylül 2005
TARİHİ Kentler Birliği, beş yıl önce 54 belediyenin katılımıyla kurulduğundan bu yana sessiz sedasız ama iddialı biçimde yaygınlaşıyor.Geçen hafta Çanakkale’deki ‘Buluşma’da, üye sayısının 165’i bulduğunu öğrenirken, Anadolu’nun her yerinden gelen belediye başkanlarının nasıl yarıştıklarını da gördüm.Herkes bölgesinin tarihi kent niteliğine sahip olması için çalışıyor. Araştırıyor. Eski eserleri değerlendirme çabasına giriyor.Bu araştırmalardan çıkan mesajlarla kentlerini turizme hazırlamak için didiniyorlar.Kent efsaneleri ve onun çevresinde gelişecek yerel kültür girişimlerinden, bölgesel mutfağın zenginleşmesine kadar turizmi canlandıracak fikirler oluşuyor bu araştırmalar sırasında. Anadolu kültürünü kilim, davul ve gözleme üçgenine teslim etmemenin formülünü öğretiyor Tarihi Kentler Birliği’ne üyelik. *** REFAH Partili bir eski bakanın yıllar önce bir televizyon programında, ‘Os’lu fos’lu isimleri öne çıkartarak yabancıların ağızlarının suyunu akıtıyorlar’ dediğini anımsıyorum. Neyse ki artık, tarihin izlerini silerek yaşadığımız topraklara sahip çıkma zihniyeti itibar görmüyor. Bu hafta başında da İznik’te, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve İznik Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri bir sempozyumu izledim. İznik’in tarihini ve kültürel zenginliğini derinlemesine inceleyen bu toplantıdan dönüşümde, aralarında yabancıların da olduğu birkaç arkadaşıma bazı sorular sordum. Hıristiyanlığın ilk kanunları nerede resmen kabul edildi? İlk Türk okulu nerede açıldı? Hangi kent, Roma, Bizans, Türk Selçuklu devleti ve Osmanlılara başkentlik yaptı? Aklıma hemen geliveren bu soruların hepsine bir çırpıda doğru yanıt veren yok gibi. Oysa hepsinin yanıtı İznik. Bazılarını ben de bu toplantıda öğrendim. 2 bin 400 yıllık geçmişin birikimini bugüne taşıyan İznik’e girer girmez, yeni yapılan çinko minareli çinko kubbeli camii gördüm. Kendi topraklarının anlamını kavrayamamak bu demek oluyor herhalde diye düşündüm. Öyle olmasaydı yeni mimarlar bu kente bunu reva görmezlerdi. *** YAŞADIĞIMIZ toprakların geçmişi bugünkü kimliğimizin ayrılmaz bir parçası. Bu ilişkiyi yerli yerine oturtmadan günümüzün sorunlarına doğru yanıtları vermek mümkün değil. İznik’teki sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, ‘Küreselleşme bir arada yaşama zorunluluğu getirdi. Farklılıklar içinde bir arada yaşama zorundayız. Günümüzde dinin mesajı da bu. İlahi mesaj, farklılıkların çatışma değil, güzellikler için yarışma amacını taşıdığını söylüyor’ dedi Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı M.Şevki Doğan. İşte İznik’in günümüze taşıdığı mesaj da bu. Bir hafta önce Çanakkale’de, Tarihi Kentler Birliği’ne üye olmak için birbirleriyle yarışan belediye başkanlarının heyecanı, tarihi kıymet bilirliğin geliştiğini gösteriyor. Bu kıymet bilirlik, derinliğini bilimsel çalışmalardan almalı. İznik’teki sempozyumda Rum Ortodoks Kilisesi Patriği Barholomeos’un söylediği gibi, ‘Bu topraklara bilimsel olarak hakim olmak, öncelikle bu toprakların sahibi bilim adamlarına aittir.’ Geçmişten bugüne çıkartacağımız mesajlar, kendi kimlik krizlerimize olduğu kadar tanıtım sorunlarımıza da yanıt olacak.
Yazının Devamını Oku

Değişik açıdan bakınca

9 Eylül 2005
<B>İKİ</B> haftadan beri uzlaşamadılar. <br><br>Avrupa Birliği’nin Kıbrıs ile ilgili olarak Türkiye’ye vereceği yanıt konusunda uzlaşma sağlayamaması Rum Yönetimi’nin taleplerinin sorun yarattığını gösteriyor. Aksi olsaydı, Kıbrıs’ın tanınma isteği bir çırpıda kabul edilir, limanların ve hava alanlarının Rum bayraklı araçlara açılmasına ilişkin bir pürüz çıkmazdı.

Ama öyle olmadı.

İki haftadan beri süren görüşmelerde, Rum Yönetimi ve Yunanistan, önceden bakanlar seviyesinde lobi yapmış olmalarına rağmen diğer üyeleri ikna edemediler.

Demek ki bu tartışmada, Türkiye’nin tavrı dikkate alınıyor. Kıbrıs Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen, dışarıdaki Türkiye’nin söylediklerine kulak verenler uzlaşmayı engelliyor.

Türkiye’nin kabul edemeyeceği bir açıklamaya karşı çıkanlar etkili bir muhalefet oluşturuyor.

Hafta başında Türkiye’yi ziyaret eden Estonya Cumhurbaşkanı’nın heyetinde bulunan üst düzey bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, son günlerdeki tartışmalarda dönem başkanı İngiltere ve çevresinde önemli sayıda bir grup bulunduğunu ve onların Türkiye ile müzakerelerin başlaması için ortak hareket ettiklerini söyledi.

* * *

İNGİLTERE’
nin dönem başkanlığı son aylarına yaklaşırken Türkiye, Avrupa gündeminin en önemli maddesi haline geldi. Hırvatistan da aday ve pürüzler var. Ama hiçbir toplantı Hırvatistan yüzünden ertelenmedi.

Türkiye farklı.

Toplantıların ertelenmesi, nihai karara bir türlü varılamaması, üye olmadığımız halde üyelerin kararı üzerinde bizim irademizin de etkili olduğunu gösteriyor.

Biz bu süreçte, Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın ‘fırsatçı’ politikalarını görüyor ve tepki duyuyoruz. İç politika hesapları ile onların arkasına sığınanlara bakıp köpürüyoruz.

Ama bize rağmen adım da atılamıyor. Bunun farkına varmak, bugüne kadar yapılanların, Kıbrıs’ta çözüm arayışımızın boşa gitmediğini gösteriyor.

Kendine güveni artırıyor.

* * *

AVRUPA Birliği üyesi ülkelerde Türkiye’nin katılımına karşı çıkanların sayısında artış varmış. Alman Marshall Fonu’nun bu araştırmasına göre, Türkiye’nin katılımından yana olanlar yüzde 22 iken, karşıtlar yüzde 29. Ama yanıt verenlerin yüzde 42’si ise bir fikri olmadığını söylüyor.

Demek ki, karşıt propaganda ile iç içe olmalarına rağmen henüz ondan etkilenmemiş olanların sayısı, olumsuz karar verenlerin iki katına yakın.

Ayrıca, Türkiye’ye karşı olanlar ise neden karşı olduklarını tam olarak açıklayamıyorlar araştırmaya göre.

Bu veriler, halklar arasında iletişim kanallarının gelişmesi, karşılıklı bilgilenme girişimlerinin artması ile kararsızların etkilenebileceğini gösteriyor.

Evet kimileri karşı çıkıyor, kimileri bir şeyler tırtıklamaya kalkıyor. Resmin bir yüzü bunu gösteriyor.

Değişik açıdan bakıldığında ise resim, ‘Mücadeleye devam’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Dünya barış merkezi Bugün düş yarın gerçek

5 Eylül 2005
<B>ÇEVRE </B>ilçelerin belediyeleri kordon boyunca tezgahlarını açmışlardı. Ressamlar, seramikçiler eserlerini sergiliyor, çocuklar uzun bir masanın başında gönüllerince toprak yoğuruyordu. Çanakkaleli ebru sanatçısı hünerini gösteriyor, Tiyatro Troya, Bozcaada Çocuk Tiyatrosu, Bayramiç, Biga ve diğer belediyelerin halk oyunları toplulukları gösteriler sunuyorlardı.

Şehir ayağa kalkmıştı. Sokaklarda, genç müzik grupları konserler veriyor, Bulgaristan’dan gelen dansçılar neşe dağıtıyordu. Akşama da Grup Sefarad’ın müziği, Çanakkale’ye yerleri boş kalan eski sakinlerinin Çanakkale Musevilerinin ezgilerini taşıyordu.

Kordon boyu, bölge belediyelerinin kendi ürünlerini tanıtmalarını sağlayan cümbüşlü bir panayırdı.

15 asitane içinde en haşmetli semaya sahip olduğu söylenen Gelibolu Mevlevihanesi’nin mutfaklarından gelen Gelibolu Mevlevi tatlısı, Bozcaada şaraplarının yanındaki standlarda ikram ediliyor, Ezine peynirleri tattırılıyordu. Çanakkaleliler, akşam geç saatlere kadar bu standların önlerinde uzun ama düzenli ve neşeli kuyruklar oluşturdular.

* * *

ÇANAKKALE
Ticaret ve Sanayii Odası Başkanı İlhami Tezcan, ‘Komşuluk, Dayanışma, Barış ve Çanakkale’ konulu panelde,. ‘Bizim için Gelibolu, Troya, Assos, Kazdağı önemli markalardır’ dedi. Bu kavrayış Çanakkale’yi kendi halinde bir kent olmaktan kurtaracak bilincin gelişmekte olduğunu gösteriyor.

Sivil toplum örgütleriyle, iş dünyası, Üniversitesi, Belediye Başkanı ve Valisi ile herkes elbirliğiyle Çanakkale’yi yepyeni bir boyuta taşıma hamlesi içinde.

Tabii ki bu hamleyi ateşleyen güçlü bir vizyon var.

* * *

İNSANLIK
tarihinin destanlaşan Troya ve Çanakkale savaşlarının geçtiği bu toprakların çağrısına kulak vererek kenti dünya barış kenti haline getirme vizyonu benimseniyor. Yöre halkının Osman Bey adını taktığı, 1988’den itibaren Troya kazılarını devralan arkeolog Prof. Korfman’ın da vasiyeti bu. Tübingen Üniversitesi’nden ayılıp Çanakkale’ye yerleşmeye hazırlanırken kansere yenik düşen Prof. Korfman 200 bin kitabını da Çanakkale’ye bağışlamış. Belediye Başkanı Ülgün Gökhan, içinde çeşitli etkinliklerin yapılabileceği büyük bir kitaplığın seneye açılması için kolları sıvamış.

Çanakkale’nin Türkiye’nin en batıdaki en uzak ili olmaktan kurtulup, sahip olduğu olanakları seferber edebilmesi için bazı sorunların aşılması gerekiyor. Ulaşım sorunun çözülmesi, doğa dostu sanayi yatırımlarının artması ve Troya müzesinin bir an önce kurulması öncelikli talepler.

Çanakkale Savaşı’nın kahramanı Mesudiye zırhlısı yıllar önce bir İtalyan firmasına hurda olarak satılmıştı. O günlerden Çanakkale’nin değerini bilen bugünkü zihniyete geldik.

Bugün Çanakkale, geçmişine sahip çıkıyor ve onun üzerinden geleceğini düşlüyor. Dünyanın tüm çatışmalarının çözümlendiği, iki büyük savaşın anıları arasında barış görüşmelerinin yapıldığı barış merkezi. Bugün düş, yarın gerçek.

Acıyı paylaşmak

Acının sınıfı, dini, ırkı, cinsi olabilir mi? Bir müslümanın acısını paylaşırken, bir Hıristiyan’ın acısı bizi daha mı az etkilemeli? Felaket, zenginin başına geldiyse hak yerini buldu diye mi düşünmeliyiz? Siyahların ölümü beyazlarınkinden farklı mıdır?

Amerikan halkının felaketi karşısındaki tepkimize bakınca bu sorular üşüşüyor aklıma. Bu felaketi paylaşmak, onlara yardım etmenin yollarını aramak yerine karşılaştırmalar, yorumlar yapıyoruz. Fransız Televizyonu TV5, Amerikan halkıyla dayanışma programları yayınladı, BBC ve diğer Avrupa televizyonları canlı yayınla, sular altında geleceklerini yitirenlerin sesini duyurdu dünyaya. Orada insani bir dram yaşanıyor. Irak’taki kadar gerçek bir dram. Kenti terk edemeyecek kadar yoksulları vuran bu felaket ile başa çıkmakta zorlanıyor ABD. Dünyadan yardım istiyor. Avrupa ülkeleri petrol rezervlerinin bir kısmını vermeye hazırlanıyor.

ABD’nin petrol rezervinin yüzde onunu yitirmesine neden olan bu felaketin insani sonuçlarını içimizde hissedecek duygusal takatimiz kalmadı diyelim, ekonomik sonuçlarının kapımızı çalacağını hesaplayamayacak kadar mı günü birlikçi olduk? Ne siyaset sınıfımızdan insani bir geçmiş olsun mesajı duyuldu ne de bizden teselli sözcükleri. Galiba biz de Bush kadar duyarsızlaştık, farkında değiliz.
Yazının Devamını Oku