Ferai Tınç

Yakın takip yılları başlıyor

7 Ekim 2005
<B>ARTIK</B> Türkiye, Avrupa Birliği ile müzakere süreci içinde olan bir ülke. Bunun ne anlama geldiğini Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri<B> Olli Rehn </B>dün Ankara’da açıkladı. ‘Bundan sonra Türkiye Avrupa’nın yakın takibinde olacak’ dedi Rehn.

Bugüne kadar AB Türkiye’yi uzaktan mı izliyordu?

Kürt meselesinden, fikir özgürlüğüne, ruhban okulundan zina tartışmalarına kadar ‘iç işlerimiz’e karışan Avrupa Birliği değil miydi?

Kıbrıs sorunundaki tavrı, AB’nin dış politikamıza doğrudan müdahalesi sayılmaz mı?

Daha ne ‘yakın takibi’? Bundan yakını mı olacak?

Evet sevgili okuyucularım olacak. Hatta, uyum sağladığımızı düşündüğümüz Kopenhag kriterleri bile peşimizi bırakmayacak.

* * *

OLLI Rehn’
in açıklaması netti.

‘Avrupa Birliği’ne aday ülkelerden Kopenhag kriterlerine ‘yeterince’ uymaları beklenir. Müzakere içindeki ülkelerden beklenen ise tam uyumdur.’

Üstelik de Avrupa’nın her köşesinden ‘Müzakereler başladı ama tam üyelik garanti değil’ açıklamaları gelirken uyum çalışmalarını sindirmek ciddi kamuoyu bilinçlendirme çabaları gerektirecek.

Bir taraftan Avrupa Birliği’ni kendi gündemlerine alet etmek için pazarlık kızıştıran ortaklarla, öte yandan Türkiye ve diğer 25 ülkenin kendi iç politika denklemleri ile baş etmek kolay değil.

Yeni dönemin ilk işaretini Komisyon’un hazırlayacağı ilerleme raporlarında göreceğiz. Onların ilki ise 9 Kasım’da. Hazırlıklı olalım. Sert bir rapor olabilir.

Ama unutmayalım, ‘Yakından izleme’ tek taraflı bir süreç değil. Türk halkı da kendi sesini duyurabilecek bu süreçte.

Polonyalı çiftçilerin, tarım müzakerelerinde yaptıkları gibi örneğin. AB genişlemesinin en uzun süren müzakere başlıklarından biri Polonya ile tarım konusundaki başlık olmuştu.

Müzakere süreci içinde bir ülke olmanın anlamını, ağzımız yanmadan, Avrupa’ya karşı acılı tepkiler üretmeden kavramaya çalışırsak uyum sürecini kolaylaştırabilir, Türkiye’nin üyeliğini engellemeye çalışanların provokasyonuna gelmeyiz.

* * *

BU
süreçte, fabrikaların bacalarından çıkan karbondioksit miktarı ya da AB standartlarına uyumu için gerekli filtrelerin kimin tarafından finanse edileceği tartışmaları gürültü kopartmayabilir.

Ama Kıbrıs ile yakından uzaktan ilgili her fasıl bir olay olacak. Kıbrıslı Rumlar buna hazırlanıyor.

Ama kopartacakları gürültü, Kıbrıslı Türklerin daha fazla kale alınması bir yana, çözüm sürecini hızlandıracak. Kimse Kıbrıs’ı Papadopulos zihniyetine altın tepside sunmaz. Her şeyden önce Doğu Akdeniz’in stratejik özelliği buna izin vermez.

* * *

DİKKAT
ettiniz mi? Rehn, müzakere sürecinin ilk ziyareti için Türkiye’ye geldiğinde programına üç kenti almış. Ankara, İstanbul’un yanı sıra Kayseri’ye gidiyor Rehn. Diyarbakır’a değil. Gerekçe olarak da Anadolu’nun endüstriyel dinamizminin sembolü olduğu için Kayseri’yi seçtiğini söyledi.

Yeni sürecin ilgi odaklarını göstermesi açısından önemli bu seçim değil mi?

Evet yakın takip yılları başlıyor, bu yıllara çok ama çok iyi hazırlanacağımızı hayal ettiğimde gördüğüm Türkiye resmi her didişmeye değer.
Yazının Devamını Oku

Yine iş başa düştü, kadınlara

3 Ekim 2005
<B> LEFKOŞA<br><br>TELLERİN</B> arasından ara bölgeye geçiyoruz. Sağda çok, çook eskilerden kalma güzel bir ev. Verandası ve pencerelerinde kum torbaları.

Savaşı devam ettiremedik bari anısını yaşatalım endişesi gibi hastalıklı bir anlayışı yansıtıyor.

Telleri, duvarlardaki kurşun izlerini, kum torbalı pencerelerin metruk evlerini geçerken, Kıbrıs’ın kırık ruhunu hissediyor insan.

Çözüm umutlarının üzerinde tepinen Papadopulos’un silindirleri, Brüksel’de yakıt alırken, Kıbrıslı Türk ve Rum kadınları Türkiye ve Yunanistan’dan gelen kadınlarla birlikte Ada’da adil çözüm umutlarını yeniden yeşertmeye çalışıyorlar.

Kardak krizinden sonra kurulan Türk-Yunan Kadın Barış Girişimi Winpeace’in deneyimlerini Kıbrıslılarla paylaşıyorlar.

Toplantı, gerginliğin en fazla hissedildiği günlere rast geliyor. Gerginliğin kaynağında sadece AB ile Türkiye’nin müzakerelere başlayıp başlamayacağı belirsizliği yok.

Kıbrıs sorununu, çözmeden halletmeye çalışan Rum Yönetimi’nin Brüksel’i seferber etmesinin yarattığı gerginlikten söz ediyorum.

* * *

BU adanın aklı başında Türkleri ve Rumları, taraflardan birini yok sayan tutumun, adanın zaten içselleştirdiği çatışma ruhunu beslediğinin farkındalar.

Türkler ve Rumların kaygısı farklı.

Dinlediğim Rum kadınlar, bölünmenin kaçınılmaz hale gelmesinden endişeli.

Türkler ise artık hiçbir yerde kendilerinin esamisi okunmamasından kızgın ve umutsuz.

Cumhurbaşkanı Talat’ın, önceki günkü görüşmemizde ‘KKTC kurumları muhatap alınmıyor. Yarın öbür gün bu takışmaya yol açacak’ sözleri de bu duyguyu yansıtıyor.

* * *

YUNANİSTAN
Winpeace’ten Sue, toplantının sonunda ‘Bir itirafta bulunacağım’ diye ayağa kalkıyor ve devam ediyor:

‘Buraya gelirken, Kıbrıs’a işgal topraklarına gideceğimi söyledim arkadaşlarıma. Ağzım alışmış. Ama şimdi kuzeyde geçirdiğim iki günden sonra terminolojimi değiştiriyorum. Ben bölünmüş bir ülkeden geliyorum diyeceğim soranlara.’

Avrupa bu işin sonunu göremiyor. Gene önce kadınlar fark ediyor ve kolları sıvıyorlar.

Barışın, ne Avrupa’ya ne de siyasi çıkarlara terk edilemeyeceğinin bilinciyle harekete geçiyorlar. 3 Ekim’de ne olursa olsun Kıbrıs sorunu sürecek çünkü.
Yazının Devamını Oku

Talat: Müzakereler başlamalı

2 Ekim 2005
<B>3 EKİM</B>’e giderken Kıbrıslı Türklerin ne düşündüğünü öğrenmek için Kıbrıs’tayım. Üzerinde hálá tartışılan AB’nin müzakere çerçeve belgesinde neredeyse baş rolü oynayan Kıbrıs’ın Türk Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Türklerin çerçevenin dışına itilmelerinden duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirse de ‘Müzakere süreci başlamalı’ diyor. Tabii, Avusturya’nın ısrarı kırılabilir ve imtiyazlı ortaklık önerisi tamamen geri çekilirse.

Talat gibi KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer de görüşmemizde aynı duyguyu dile getiriyor. Sadece onlar değil, görüştüğüm meslektaşlarım, arkadaşlarımdan da aynı tepkiyi alıyorum. ‘Müzakereler başlamalı.’

Cumhurbaşkanı Talat’a soruyorum:

‘Kıbrıs Rumları, Türkiye’nin masadan kalkmasını istemiyor. Avrupa kozunu Ada’da kendi istekleri doğrultusunda bir çözümü dayatmak için sonuna kadar kullanmak istiyorlar. Bu durumda müzakerelerin başlamaması daha doğru olmaz mı?’

‘Hayır, olmaz.’
Bana nedenlerini açıklıyor:

‘Müzakere başlasa da başlamasa da Kıbrıs konusunda kriz çıkacak. Ama müzakere masasındaki Türkiye başka, görüşmelere başlamayı reddeden bir Türkiye başka. İkinci durum bizim üzerimizdeki izolasyonların sürmesini güçlendirecek, Türkiye’nin ekonomisi zayıflayacak, bizim elimiz de zayıflayacak. Masadaki Türkiye’nin pazarlık şansı daha fazla.’

Ya tanıma baskısı?

‘Rumlar istedi diye Türkiye Kıbrıs’ı tanımaz. Bunu kendileri de biliyor. Papadopulos’un izlediği politikalar bir süre daha devam edecek ama bir nokta gelecek ki bu ısrar AB’nin dayanma sınırını aşacak. Kriz çıkacak. Gerginlik arttıkça, Ada’da toplumlar birbirleriyle tartıştıkça bölünme derinleşiyor. Zaman çözümün aleyhine işliyor. Avrupa bunu görecek. Ve müzakere süreci içinde bizim de sesimizin dinleneceği fırsatlar ortaya çıkacak.’

***

TALAT
’a limanlar konusundaki düşüncelerini soruyorum. Hiç beklemediğim bir yanıt alıyorum. ‘Türkiye limanlarını tabii ki açacak. Önceden Türkiye limanları açmasın diyordum ama şimdi fikrimi değiştirdim. Tüm limanlar açılsın. Bizimkiler de AB’ye tercihli ticarete açılsın diyorum.’

Bu pazarlık, Türkiye müzakerelere başlarsa mümkün olabilecek. Böyle düşünülüyor. Zaten Talat da bu yüzden önümüzdeki dönemin siyasi ve diplomatik mücadele dönemi olacağını söylüyor.

‘Eğer bizim limanlarımız açılmayacaksa, o zaman nedenini açıklasınlar. Rumlar ve Türkiye limanlarını açıyor, Avrupa Birliği hukuku ve ilkelerine göre, neden bizimkiler kapalı kalıyor onun yanıtını vermek durumunda kalacaklar. İşte müzakere dönemi Kıbrıs konusunun canlı bir biçimde gündemde kalmasını sağlayacak ve çözüm arayışlarını besleyecek.’

Avrupa Birliği’nin KKTC kurumlarını dikkate almadığını söyleyen Talat, bunun ileride büyük sorunlara da yol açabileceğini anlatırken, kehanette bulunmuyor. Verdiği örnek ilginç. ‘Mesela’ diyor ‘Bizim limanlarımız bugün aslında açık. Ticaret devam ediyor. Bir kasa esrar bulunsa yükler arasında, Avrupa polisi, bizim polisi muhatap almadığı için gözünü mü kapatacak? AB, Kıbrıs’ta BM çerçevesinde çözümü desteklemezse büyük krizler yaşayacak, her adımda sorunla karşılaşacak.’

***

‘AVRUPA Birliği’nin Kıbrıslı Rumların hamisi olarak her adımda Türkiye’nin karşısına çıkmasına bizim kamuoyundaki tepki, en fazla Avrupa Birliği yanlısı olanları bile bıktırdı’
diyorum ‘Ama siz yine de müzakerelere başlanmasını istiyorsunuz.’

Yanıtı, ‘biz de bıktık. Biz de yay gibi gerginiz’ oluyor.

Ama müzakere sürecinin riskler olduğu kadar fırsatlar süreci olacağına inanıyor KKTC yönetimi.
Yazının Devamını Oku

Bush’un imaj gurusu Gül’ün mesajıyla dönüyor

30 Eylül 2005
‘AMERİKA’ya dönerken, beni çok etkileyen bir mesajı birlikte götürüyorum.’‘Bush’un imaj gurusu’ diye söz edilen ABD Dışişleri Bakanlığı Kamu Diplomasisi’nden sorumlu Bakan Yardımcısı Karen Hughes’ün götürdüğü mesaj, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e ait.Hughes, Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye ziyaretlerinin son durağı İstanbul’daki görüşmemizde dün Washington’a götürdüğü mesajı şöyle açıklıyor:‘Bakın size bir şey anlatmak istiyorum. Bana gerçekten dokundu. Dün Gül ile buluştuğumda etkileyici bir açıklama yaptı. Bana Türkiye’de sokaktaki adam ile bizim aramızdaki düşünce farkını anlattı. ‘Siz Amerika’dan baktığınızda Irak, İran ve Suriye’yi ‘oradaki’ ülkeler olarak görüyorsunuz, ama onlar bizim komşularımız’ dedi. İşte ben bu sözleri Amerika’ya, Dışişleri Bakanlığı’nın siyaset belirleme toplantılarına götüreceğim. Ve göreceksiniz, önümüzdeki aylarda, ya da haftalarda, hatta günlerde sırası geldiğinde, ‘Bu konu Türkiye’nin komşularını ilgilendiriyor, belki de Türkiye ile konuşmalıyız bu meseleleri önce’ diyeceğiz. İşte ben Türkiye seyahatimden bunu götürüyorum Washington’a.’Ziyaretinin amacını, ‘ABD’nin imajını düzeltmek değil, özel önem taşıyan müttefikleri dinlemek ve onların görüşlerinin Amerikan politikalarına yansımasını sağlamak’ olarak niteleyen Hughes, dün özel görüşmemizde sorularıma dikkat çekici yanıtlar verdi. İşte sorular ve yanıtları:Irak’tan sonra sıranın Suriye’de olduğu haberleri geliyor. Doğru mu?HUGHES: Hayır. Irak özel bir durumdu. İnsanlar Irak’a bakıp orada olanın hemen başka bir yerde de meydana geleceğini düşünmemeliler. Biz, Suriye’de yönetimden tavrını değiştirmesini, isyancıların, teröristlerin sınırdan Irak’a geçişine engel olmasını bekliyoruz. Türkiye’den bu konuda ne bekliyorsunuz? HUGHES: Türkiye’den bir şey beklemiyoruz. Suriye’nin Irak’ta isyancılara yardım etmekten vazgeçmesi, Lübnan’a karışmaması ve Filistin’e müdahale etmemesi ABD’nin olduğu kadar Türkiye’nin de çıkarınadır.PKK KONUSUNDA DAHA FAZLA ŞEY YAPMALIYIZ PKK ile mücadelede neden ABD desteği etkisiz kalıyor? İran ve Suriye’yi istikrarsızlaştırmak için PKK’ya ABD’nin gerek duyduğu iddia ediliyor doğru mu? HUGHES:Biz teröristlerle işbirliği yapmayız. Nokta. PKK bir terör örgütüdür. Türkiye’ye destek veriyoruz. PKK’nın faaliyetleri ile ilgili istihbarat veriyoruz. PKK’nın mali kaynaklarının kurutulması için Türk hükümetiyle birlikte çalışmaya başladık. Irak hükümetini Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde işbirliği için teşvik ediyoruz. PKK, her gün masum insanları öldürüyor. Türk halkının kaygılarını anlıyoruz. Güvenlik danışmanımızın da söylediği gibi bu konuda daha fazla katkıda bulunmalıyız. Dönünce hükümetimizin dikkatini çekeceğim ve PKK’yı bastırmak için daha fazla şeyler yapmak gerektiğini söyleyeceğim. Bunu yapacağımızın güvenini vermeliyiz Türkiye’ye. KIBRIS TÜRKLERİNİN YALNIZLIĞI SONA ERMELİ Kıbrıs sorunun çözümünde yeni yaklaşımınız var mı?HUGHES: Biz Birleşmiş Milletler çözüm sürecini ve Kıbrıs Türklerinin yönetimindeki bölgenin tecrit durumunun sona erdirilmesini destekliyoruz. Savaşın Irak’ta yol açtığı kargaşa bölgeyi tehdit ediyor. Irak’tan ne zaman çekileceksiniz? Telafer’de neden Türkmenler hedef alındı? HUGHES: Irak kendisini yönetecek duruma gelir gelmez gideceğiz. Evet, Türk hükümeti ve halkı savaşa karşıydı ama demokratik, birleşik ve istikrarlı Irak için Türkiye’nin de yardımı ile yola devam etmemiz gerekiyor. Irak’taki bütün halkların haklarına saygı gösterilmesini sağlamaya çalışıyoruz.
Yazının Devamını Oku

Bu mektup yanıtsız bırakılmaz

26 Eylül 2005
23 EYLÜL tarihli Herald Tribune Gazetesi’nin 5. sayfasında boydan boya bir ilan yayınlandı. ‘Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Derneği’nden Başbakan Tayyip Erdoğan’a açık mektup niteliğindeydi bu tam sayfa ilan. 7 Haziran’da, kuruluşun iki yılda bir yapılan altıncı toplantısında oy birliği ile kabul edilen mektupta, Ermeni soykırım iddialarının tarafsız bilim adamlarınca araştırılması çağrısında bulunan Başbakan Erdoğan’a, iddiaları doğrulayan çok sayıda araştırmanın zaten var olduğu anlatılıyor. Örnekler veriliyor.Türkiye’nin öne çıkardığı bilim adamları için ‘onlar devlet kontrolündedir ve tarafsız olamazlar. Bu sözde bilim adamları, Ermeni soykırımının nasıl inkar edileceği konusunda size ve TBMM’ye yol gösterirken sadece tarihi ve ahlaki bulanıklık yaratma gündemine hizmet ediyorlar’ deniyor.Mektubun sonunda, Başbakan Erdoğan’ın çağrısının gayrı ciddi olduğunu vurgulamak için de Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacağı açıklanan Ermeni Konferansı’nın 25 Mayıs’ta iptal edilmiş olması örnek gösteriliyor.* * *PARİS’teki ‘Ermeni Komitesi Günü’ tarafından desteklendiği belirtilen mektubu kaleme alanlar bu örnekle, Türkiye’ye vurucu darbeyi indirdiklerini düşünüyorlar.‘İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde 25 Mayıs’taki Ermeni soykırımıyla ilgili konferansı engelleyerek, hükümetiniz demokratik toplumun temel koşulu olan akademik ve entelektüel özgürlüğe nefretini göz önüne sermiştir’ diyorlar.Bu mektubun yayınlandığı gazetenin matbaaya verildiği gün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın toplantının yasaklanması kararına karşı çıkışını duysalardı, entelektüel tutarlılık adına mektubu geri çekmeyi düşünürler miydi? Bilemiyorum ama, siz ki akademik özgürlüklerden nefret edersiniz, sorunu tarihçilere bırakırken samimi değilsiniz diyen bu mektuba şimdi bir yanıt gerekmez mi?* * *SOYKIRIM suçlarıyla mücadele konusunda ciddi çalışmalar sürdüren ve başında, Ermeni olaylarının Yahudi soykırımına örnek olduğunu savunarak İsrail hükümetinin de tanıması için çalışan Profesör İsrael Charny‘nin bulunduğu derneğin açık mektubuna Başbakan Erdoğan yanıt verir mi bilemiyorum ama başka bir kuruluş, örneğin bir üniversite ya da bir düşünce kuruluşu gazetenin aynı sayfasında yanıtlayabilir mektubu.Soykırım iddialarıyla ilgili kendilerinin kesin sonuca ulaşmasına rağmen, rağmen araştırmaların yeterli olmadığına inanan, bu konunun daha ayrıntılı incelenmesi ihtiyacını duyan başka bilim adamlarının bulunduğu hatırlatılabilir. Türk bilim adamlarının da bu tartışmalara katkıda bulunmasını sağlayacağı, bilimsel objektiflik adına dinlenmelerinin önemli olduğu belirtilebilir.Bunlar ilk aşamada aklıma gelenler. Yanıt verecekler çok daha iyi formüller bulacaklardır. Önemli olan cuma yani iki gün önce yayınlanan ve Türkiye’nin sorunlara çözüm arayan yaklaşımının samimi olmadığını dünya kamuoyuna duyurmak için kaleme alınan bu mektubun yanıtsız bırakılmaması.Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Ermeni Konferansı ve bundan sonra daha derin araştırmalara olanak sağlayacak olan bilimsel özgürlük ortamı, artık ‘yanıtlama’ fırsatı veriyor bize. Haydi çocuklar vaazaMilliyet Gazetesi’nin başlattığı ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası yeni bir kampanyaya ilham vermiş. Diyanet İşleri Başkanlığı ‘Haydi Çocuklar Vaaza’ kampanyası başlatıyormuş. Çocukların tatil günlerinde anne ve babalarıyla camilere gidip vaaz dinlemeleri teşvik edilecekmiş. Amaç çocuklara dinini sevdirmek. Pekiyi ama devletin bir kurumu olan Diyanet İşleri’nin bu kampanyası hangi vatandaşların çocuklarına yönelik olacak? Arkadaşım Suzi’nin torunu, Hayganuş’un kızı, Eleni’nin oğulları bu kampanyanın dışında mı kalacaklar? Eğer benim oğullarım kadar bu ülkenin vatandaşı olan bu çocuklara ayrımcılık yapılmayacaksa o zaman kampanya ‘Haydi çocuklar Camiye, Kiliseye, Havraya, Cem Evine’ olmalı. ‘Kızlar okula’ kampanyası nerede, ‘Çocuklar vaaza’ nerede? Milli Eğitim Bakanlığı’nın arkasında durduğu kampanyanın özü yani kızların okula gönderilmesi devletin sorumluluğu. Ama çocuklara dinini sevdirmek diye bir sorumluluğu olabilir mi laik devletin?
Yazının Devamını Oku

Avrupa için değil kendimiz için

25 Eylül 2005
HAMASET milliyetçileri, soykırım iddialarıyla ilgili konferansı yasaklatarak bir bardak sudaki fırtınaya kaptan olmaya kalktılar ama olamadılar. Bu girişim aklıma yıllardan beri sorduğum soruları yeniden getirdi. Ermenistan’da soykırım ile ilgili kitap ve yayın sayısını öğrendiğimde ne kadar şaşırmışsam, bizde konuyla ilgili en derli toplu araştırmanın sadece 20 yıl önce merhum Büyükelçi Kamuran Gürün tarafından yapıldığını öğrendiğimde de o kadar şaşırmıştım. Avrupa ve ABD’de çeşitli üniversitelere bağlı soykırım iddialarıyla ilgili araştırmalar yapan enstitüleri varken, neden bizim üniversitelerimizde Ermeni Araştırma Enstitüsü yok, neden Türklerin bakış açısı ile bilimsel çalışmalar yapılmıyor sorusunu kendime hep sordum. Soykırım iddiaları bu denli karşımıza dikilmeseydi bu konuyla ilgilenen çıkabilir miydi acaba? Sanmıyorum. Kendi tarihine meraksız bir ulus yaratmak için öyle çaba sarf ettik ki. Tarih konusundaki entellektüel çabaların esasını iddialara yanıt arama çabası içinde bir üretim faaliyeti oluşturdu. Hamaset milliyetçileri aynı çizginin devam etmesini istiyorlar. Ama artık mümkün değil. Türkiye bu dönemeci aştı. Avrupa Birliği istediği için değil, bu halk artık özgürlüklerin anlamını kavradığı için hamaset milliyetçilerinin, adalet de dahil tüm mekanizmaları kullanarak kendi inançları dışındaki görüşleri susturmak istemelerini kabul etmiyor. *** BUNU görmek için, İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararına tepkilere bir göz atmak yeter. Türkiye’de ilk kez, ifade özgürlüğüne böylesine sahip çıkılıyor. İlk kez bir Başbakan, kendisinin de benimsediği ve uluslararası platformda savunduğu bir görüşe karşı fikirlerin ifadesinin engellenmesine bu kadar kesin tavır alıyor.İktidardan muhalefete kadar siyaset yelpazesinin etkili çoğunluğu da, mahkemenin bu kararını eleştiriyor. Üstelik de bu eleştiriler, soykırım iddiaları konusunda şüphe taşıyanlardan değil, en çok karşı çıkanlardan geliyor. Demek ki, Türkiye demokrasiyi Kopenhag kriterlerine uyum endişesi ile değil, kendisi için istiyor. ***DÜN yabancı basında Konferansın ‘milliyetçiler’in etkisiyle yasaklandığının altı çiziliyordu. Milliyetçilik, Avrupa’da faşizmi ve nazizmin referansıdır, yurtseverliğin değil. Oysa birkaç yıl önce böyle bir şeyolsaydı bu olay Türkiye’yi mahkum eden bir dille yer alırdı haberlerde. Türkiye’nin özgürlüklere sahip çıkışı, Ermeni soykırım iddialarına karşı tezlerinin ciddiyetini de artıracak. Çünkü konferansın kendisinden çok, bu süreç anlam kazandı. Ermeni diyasporası Avrupa ve Amerika’da, 1915 olaylarının soykırım olmadığını söyleyen bilim adamlarına cehennemi yaşatırken, bu konunun Türkiye’de her yönüyle tartışılıyor olması diyaspora için bir darbe, bizim açımızdan ise kazançtır.
Yazının Devamını Oku

KKTC’den AB’ye itiraz: Biz tanımayacağız

23 Eylül 2005
<B>KKTC</B> Başbakanı <B>Ferdi Sabit Soyer</B>, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu komiseri <B>Olli Rehn </B>ile önceki gün Brüksel’deki görüşmesini aktardı. ‘Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıması isteniyor. Türkiye tanısa bile biz tanımayacağız. Kıbrıs Türk halkı, Rumları kendi temsilcisi olarak hiçbir zaman kabul etmeyecek. Türk halkı da manevi olarak her zaman yanımızda yer alır’ diyor.

Soyer bu görüşlerini Rehn’e aktarırken, deklarasyondaki bir çelişkiye dikkat çekiyor ve soruyor: ‘Türkiye’den Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini normalleştirmesini istiyorsunuz. Ama bir paragraf sonra da BM’de çözülmesi gereken bir sorun olduğunu siz de kabul ediyorsunuz. Sizin üyenizin içi anormal. Bu çözülmeden ilişkiler nasıl normalleşecek?’

Soyer
, Olli Rehn’den ‘Yüzde yüz haklısınız’ yanıtını aldığını söylüyor.

Ama bu onay neyi değiştiriyor? Fazla bir şeyi değil.

Bu deklarasyonun yayınlandığı sırada Rehn, Soyer’e, ‘Mali Yardım ve doğrudan ticaret tüzüğü yürürlüğe girecek. 3 Ekim’den sonra bunu da göreceksiniz’ diyerek yeni bir vaatte bulunuyor.

Kıbrıs Türkleri artık bu vaatlere kuşku ile bakıyorlar. Ama KKTC Başbakanı Soyer, her şeye rağmen 3 Ekim’de Türkiye’nin müzakerelere başlamasından yana.

* * *

O
kadar tartışılan Avrupa deklarasyonundan çıkan sonuç bağlayıcı değil, ama Kıbrıs ipoteği müzakere sürecinin her adımında kendisini hissettirecek.

Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı George Yakovu, ‘Müzakereler sırasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çok önemli ve etkili bir rol oynayacağı Türkiye’nin dikkatine getirilmiş oldu’ diyor ‘Ve bu durum Kıbrıs sorununun çözümü için seçilecek her sürece yardımcı olacaktır.’

Evet, açıklama bağlayıcı değil ama Avrupa müktesebatının bir belgesi haline geldi.

Ayrıca, Rumların istediği takvim yaklaşımı benimsendi.

Türkiye’nin limanlarını ve hava alanlarını Rum gemilerine ve uçaklarına açıp açmadığı 2006’da denetlenecek. Rumlar, sadece Gümrük birliği ile ilgili başlıkları değil, bütün müzakere sürecini engelleyecek manivelayı ellerinde tutacak.

Çünkü belgede, Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin bu çağrıya uyup uymadığını yakından izleyeceği ve gelecek yıl değerlendireceği söyleniyor.

İkinci önemli konu ise tanınma meselesi.

Avrupa Birliği’nin Rum Yönetimi’ni Ada’nın resmi temsilcisi olarak tanıdığı etkili bir ifade ile dile getiriliyor. Kıbrıs Türklerinin esamesinin okunmadığı bu 4. paragraftan hemen sonra, Kıbrıs’ın adı geçmeden ‘üye ülkelerin tanınması katılım sürecinin gerekli unsurudur’ deniyor ve AB’nin Türkiye ile üye ülkeler arasındaki ilişkilerin normalleşmesine atfettiği önemin altı çiziliyor.

Deklerasyonun bu beş numaralı paragrafında, tanınma ‘isteniyor’, ‘bekleniyor’ gibi şart koşan ifadeler yok. Ama, altıncı paragraf bu meselenin de 2006’da değerlendirileceğini belirtiyor.

Burada önemli olan, Kıbrıslı Rumların çözümden önce Rum Yönetimi’nin tanınmasını ortak Avrupa pozisyonu haline getirmiş olmaları.

* * *

DEKLARASYON
sineye çekilse de sıra müzakere belgesinde. Bu belge de kabul edilebilecek nitelikte olsa bile, Kıbrıs konusu Türkiye’nin müzakere sürecinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanacak.

3 Ekim’de süreç başlasa da tıkanma olasılığı yüksek.

Kulislerde AB ile ilişkileri bir süre askıya alma önerileri tartışılıyor.

3 Ekim’den önce olmasını istiyenler de var, müzakereler başlayıp süreci garantiye aldıktan sonra diyenler de.

Avrupa’nın önünü görememesi Türkiye’yi yordu. Ama biz hálá mola ihtimalini lafta söylesek de nerede nasıl durup bir nefes alacağımızı düşünmüyoruz.

3 Ekim’e Kıbrıslı Türklerle birlikte değişik senaryolar hazırlamak gerekmez miydi?
Yazının Devamını Oku