Fatih Tekeci

DOST FIRININDA VEFA EKMEĞİ

25 Şubat 2013
Ekmek parası için simit sattı, amelelik yaptı. Yokluk gördüğü için çocukların beslenme çantalarına ‘şampiyon’ ekmek, insan sağlığı için de tam buğday ekmeğini üretti. Halk Ekmek Fabrikası’nın Genel Müdürü Ali İlkbahar’ın ekmek kokan hikayesi ise 43 yıllık kadim dostu Melih Gökçek ile 1975’te Şile’deki bir köy fırınında başladı.

BİR Başka Pencere’de bu hafta dostluklar hamur, yaşananlar fırın, yazılanlar ise ekmek olacak.
Zengin-yoksul ayrımı yapmayan, insanoğlunun bilinen en eski ve vazgeçilmez gıda maddesi olan sofraların baştacı ekmek...
Binlerce çeşit gıda arasında yere düştüğünde öpüp başa konularak nimet denilen ekmek...
Yokluk dönemlerinde aslanın ağzındayken bugün Başkent’te yılda 3 milyon adedi israf olan ekmek...
Yine bir dönem bina ve merdivenaltı üretimi, uzun kuyrukları ile gündeme gelirken bugün ise sadece hamurdan ve karın doyurmaktan ibaret olmadığı anlaşılan ekmek...
Konu ekmek olunca konuk da haliyle, yıllar önce evine ekmek götürebilmek için simit satan, amelelik yapan bugün ise günde 750 bin ekmek üreten Büyükşehir Belediyesi Halk Ekmek Fabrikası Genel Müdürlüğü’nün başında yer alan Ali İlkbahar oldu.
İlkbahar aynı zamanda, ‘Belediyecilik ekip işidir’ diyen Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 43 yıllık kadim dostu.

Yazının Devamını Oku

İki diş arasına sıkışan hayat

18 Şubat 2013
O bir engelli. 40 yıldır el ve ayaklarını hiç kullanamadı.

Babası engelli olduğunu öğrendiğinde, ‘Alın bunu, kesip biçin inceleyin, onu tıbba hizmet için size bırakıyorum’ diyerek terk etti. Hayata elleri yerine dişleriyle tutunan Oğuz Mucurluoğlu şimdi dördüncü üniversitesine kayıt yaptırdı, üçüncü kitabını yazmaya başladı. Mucurluoğlu ayrıca engellilerin sesi olmak için siyaset eğitimi alıyor.

‘HERKESE örnek olsun’ dedirtecek türden bir başarı hikayesi onunkisi. 1972’de dünyaya gözlerini açtığı Ankara’da, daha 40’ı çıkmadan ‘sarılık’ teşhisi ile götürüldüğü doktorun, ‘Her çocuk sarılık geçirir’ diyerek ötelediği Oğuz Mucurluoğlu, o gün tekerlekli sandalyeye mahkum oldu.
Oğuz’un el ve ayaklarını kullanamadan hayatını devam ettireceğini öğrenen baba Mucurluoğlu, ‘Alın bunu, kesip biçin inceleyin, onu tıbba hizmet için size bırakıyorum’ diyerek doktorlardan iğneyle öldürmelerini istedi. Ancak babasından gördüğü zulme annesinin şefkati yetişti.
Kocasından boşanan anne Meral İpek, Ankara’nın karına, kışına, ayazına ve en önemlisi engellerle dolu sokaklarına inat sırtında taşıdığı Oğuz’un ilk, orta ve lise eğitimini almasını sağladı.
Cani babanın, ‘Tıbba feda ediyorum’ dediği Oğuz Mucurluoğlu bugün, 40 yıldır kullanamadığı el ve ayaklarının yerine geçen dişleriyle, üç üniversite bitirdi ve bununla da yetinmeyerek iki kitap yazdı.
Hayata küsmek yerine mücadele etmeyi seçen Oğuz, şu günlerde üçüncü kitabını yazmaya hazırlanıyor. Dördüncü üniversitesine kayıt yaptıran, bir taraftan İngilizce kursuna giden ve kendisi gibi engelli kimselerin sesi olabilmek için siyasete adım atan Oğuz Mucurluoğlu ile sağlam insanları bile kıskandırabilecek hayatını, ‘Bir Başka Pencere’den konuştuk.

* En çok merak edilen konu, bütün işlerini ağzınla yani dişlerinle yapıyor olman. Peki zor olmuyor mu?

Spastik engelli olduğum için sağlıklı insanlar gibi tırnaklarımla gelemediğim yere dişlerimle gelmek zorundaydım. Bir tarafınız eksiliyorsa bu açığı diğer organlarınızla kapatabiliyorsunuz. Yani ellerimi kullanamasam da bir şeyleri bağımsız olarak yapabilmem gerekiyordu. Bu da ağzım ve dişlerim oldu. İlkokulda dişlerimin arasına sıkıştırdığım kalemle yazmaya başladım. Önceleri kalem ağzımdan düşer, ağzım yara içinde kalırdı. Şimdi ise sağlıklı bir insanın eliyle yazdığı hız ve okunaklıkta yazabiliyorum. Hatta dişlerimle yaptığım tek iş yazı yazmak değil. Çantamı düzenler odamı toplarım. Cep telefonu, bilgisayar kullanırım. Tavla bile oynarım. Benim ağzım elim, dizlerim ayaklarım oldu.

Yazının Devamını Oku

Eğlence başlar sanat biter

11 Şubat 2013
TRT Ankara Radyosu’ndan çıkan sanatçıların yerini Ankaralı lakaplı şarkıcılar alırken, tarih olan Gençlik Parkı’ndaki Aile Gazinoları ise yerlerini pavyon kültürüne bıraktı.

Başkent’in çıkardığı en güzide ses sanatçıları Ela Altın, Zekai Tunca ve Ayşe Taş ise bu değişimi, “Sanat başlar eğlence biter, eğlence başlar sanat biter. Maalesef günümüzde müziğin durumu bu” diye yorumladı.

‘BAŞKENT’in eğlence hayatı’ dendiğinde, hiç şüphesiz akla gelen ilk yer, popüler arabeskin etkisindeki pavyonlar oluyor. Türkiye’nin başkentinde ‘müzikli eğlence’ mekanlarının ‘pavyon kültürü’ ile anılması ise bir döneme damga vuran Ankara Radyosu sanatçılarının yerini, Ankaralı lakaplı şarkıcılara bırakıyor.
47 yıl önce Emel Sayın’a şöhret kapılarını aralayan Gençlik Parkı’ndaki Aile Gazinoları tarihin tozlu sayfalarında ve hafızalarda kalırken, ‘acaba unutuldu mu’ denilen Türk Sanat Müziği Başkent’te yeniden kıpırdanmaya başlıyor.
Özellikle belli bir yaş grubunun televizyonlarda bulamadıkları ancak evlerinin bir köşesindeki gramofonlarına koydukları taş plaklarla eski günleri yad ettikleri sesler, ‘Özlediklerimiz’ adlı projeyle canlı canlı Ankara’ya geliyor.
Türk Sanat Müziği’nin özlenen 10 dev ismi Mustafa Sağyaşar, Güzide Kasacı, Ela Altın, Ayşe Tunalı, Samime Sanay, Nalan Altınörs, Yaşar Özel, Yıldırım Bekçi, Zekai Tunca ve Ayşe Taş İstanbul’da büyük ilgi gören konserlerinin ardından, 23 Şubat akşamı Anadolu Gösteri Merkezi’nde Ankaralılara Türk Sanat Müziği rüzgarı estirmeye hazırlanıyor.
Özlenen 10 dev isim arasında yer alan ve Ankaralı olmakla övünen üç büyük sesle (Ela Altın, Zikai Tunca ve Ayşa Taş) ‘Özlediklerimiz’ adlı projeyi ve Türk Sanat Müziği’nin bugününü ‘Bir Başka Pecere’den konuştuk.

* Öncelikle ‘Özlediklerimiz’ adlı projeden bahseder misiniz?

Ela Altın: Maalesef halk, Türk müziğine hasret kaldı. Bu proje, uzun süredir piyasada görünmeyen sanatçıları bir araya getiriyor. O gün çok muhteşem bir gece olacağına inanıyorum.

Yazının Devamını Oku

Alper küçük görev büyük

7 Şubat 2013
Siyasette gençleşme her dönemin tartışma konusu. Ancak siyasi makamlar çoğu zaman ‘mezarda emekliliğin’ olduğu bir alana dönüşüyor.

 Hal böyle olunca zorlansak da Türkiye’nin en genç Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi’ni bulduk. Hem de Ankara’dan. 2009 yılındaki yerel seçimlerde Türkiye’nin en genç Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi seçilen AK Partili Alper Küçük’le ‘Bir Başka Pencereden’ konuştuk.

Türkiye'de seçilme yaşının 18’e mi, yoksa 21’e mi düşürülmesi gerektiği konusunda çıkan tartışmalar zaman zaman gündeme gelirken, Ankara yerel siyasetinde genç isimler gün geçtikçe sayısını ve etkinliğini artırmaya devam ediyor.
Siyasette, ‘botoks’ etkisi yapan gençleştirme operasyonu ile 2009 Yerel Seçimi’nde özellikle Ak Parti Hükümeti, Ankara’nın yerel siyaset arenasına genç isimleri dahil etti.
Seçimin ardından henüz 25 yaşındayken, ‘Türkiye ve Ankara’nın en genç Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi’ unvanıyla koltuğa oturma fırsatı yakalayanlardan biri de Altındağ ve Büyükşehir Belediyesi AK Parti Meclis Üyesi Alper Küçük oldu. Bugün 29 yaşındaki Alper Küçük, Büyükşehir Belediye Meclisi Avrupa Birliği Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak görev yapıyor. Altındağ ve Büyükşehir Belediyeleri’nin Avrupa’ya açılan yüzü olan Alper Küçük ile Ankara’nın yerel siyasetindeki gençlerin yeri ve önemini, ‘Bir Başka Pencereden’ konuştuk.

* Siyasete olan ilginiz ne zaman başladı?

Siyasete olan merakım çocukluktan başlıyor. Çizgifilm izlemez, haberleri izlerdim. Hatta ilkokul yıllarımda öğretmenim bana, ‘Büyüyünce siyasetçi ol, ağzın çok iyi laf yapıyor’ demişti, benim de siyasete karşı arkadaşlarıma göre farklı bir eğilimim ve merakım vardı. Üniversite hayatım boyunca aktif olarak siyasetin içinde bulundum. Uluslararası Yabancı Öğrenci Birlikleri’nin eş başkanlıklarını yaptım.

* AK Parti ile tanışma süreci nasıl gelişti?

AK Parti ile 2004 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra tanıştım. Arkadaşlarımın bir çoğu İstanbul Gençlik Kolları’nda görev aldı. Onların tavsiye ve yönlendirmeleriyle, AK Parti Gençlik Kolları Ankara İl Başkanlığı’nda siyasi hayatıma yönetim kurulu üyesi olarak başladım. Daha sonra Gençlik Kolları Başkan Yardımcılığı yaptım, şimdi de Genel Merkez Gençlik Kolları Merkez Karar Yürütme Kurulu Üyesi olarak siyasi hayatıma devam ediyorum.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın ‘Kırmızı’ siyaseti

29 Ocak 2013
Sürgün gittiği memuriyet görevinden istifa ederek Ankara’ya dönen Hamza Kırmızı, Gökçek’in 29 yıllık siyaset hayatında, ‘Melih Gökçek’e mağlubiyet tattıran tek isim’ oldu.

Aktif siyasi yaşamı devam etmiyor olsa da, 26 Mart 1989 Yerel Seçimleri’nde 26 bin 612 oy farkla Melih Gökçek’i gerisinde bırakarak, Keçiören Belediye Başkanı olan Hamza Kırmızı, Ankara yerel siyasetinin ‘unutulmaz’ isimleri arasına girdi. Hamza Kırmızı’yı unutulmaz kılan 24 yıl önce aldığı seçim galibiyeti kadar, Melih Gökçek’in siyasi kariyerindeki yükselişi de oldu. Gökçek, Kırmızı’ya seçimi kaybetmesinin ardından önce Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürü olarak göreve geldi. Ardından 1991’de Refah Partisi’nden Ankara Milletvekili seçildi ve 1994 Yerel Seçimleri’nde ise yine Refah Partisi’nden aday olduğu Büyükşehir Belediye Başkanlığını, 6 bin 471 oy farkla kazandı. Kırmızı, dört dönemdir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yapan ve beşinci dönemine göz kırpan Gökçek’in 29 yıllık siyaset hayatında, ‘Melih Gökçek’e mağlubiyet tattıran tek isim’ diye tarih sayfalarında yerini almış oldu.
24 yıl önce başlayan Ankara’nın Kırmızı Siyaseti’ni, ‘bir başka pencereden’ Hamza Kırmızı’ya sordum. Kırmızı, sürgün sonucu görevinden istifa ederek döndüğü Ankara’da, kısa ancak dikkat çekeci bir dönemde geçen günlerini şöyle anlattı:

* Öncelikle Ankara serüveniniz nasıl başladı?

Maliye Bakanlığı’nda vergi kontrol memuru olarak görev yaparken, o dönemin Siyasi İktidarı’nın Sol’a dönük sürgünlerinden ben de nasibimi aldım. Kahramanmaraş’a sürgün olarak gittim. Maraş olaylarının en ateşli dönemlerinde sıkıntı yaşadığım için memuriyetten istifa etmek zorunda kaldım ve Ankara’ya döndüm.

* Siyasetle nasıl tanıştınız?

Altındağ’dan ayrılan Keçiören’de örgütlenme hareketi içinde olan SODEP’in Kurucu İlçe Başkanı olarak 1983’te atamayla göreve geldim. Bir yıl sonra yapılan Kongre’de yeniden ilçe başkanı seçildim. Ve 1984 Yerel Seçimleri’nde Büyükşehir ve Keçiören Belediye Meclis Üyesi oldum. O zaman Keçiören Belediye Başkanı Melih Gökçek’ti. Keçiören Belediye Meclisi’nde ANAP ve SODEP vardı. Gökçek, güçlü ve her istediğini alan bir belediye başkanı olarak, Keçiören’i yönetiyordu. Beş yıl Keçiören Belediye Meclisi Üyesi ve İlçe Başkanı olarak görevimi sürdürdüm. Tabii 1985’te SHP çatısı altında toplandık.

* Peki adaylık süreciniz?

1989 Yerel Seçimi öncesinde, parti içinde ‘ön seçimle belediye başkan adayları’ belirlendi. Ben de ön seçimde SHP’nin Keçiören Belediye Başan Adayı olarak çıktım. Çalışmalara başladık. Tabii Keçiören’de İktidar Partisi’nin güçlü bir adayı olan Melih Gökçek şanslıydı, hatta en şanslı adaydı.

Yazının Devamını Oku