Tatlı bir sonbahar havasıyla geldiğimiz Moskova’da yoğun görüşmeler var.
Ve önceki gün Numan Bey, Rusya Federasyon Konseyi’nde bir konuşma yapıyor.
Rusya Federasyonu Konseyi, Duma’nın üzerinde bir karar organı.
Ve bir TBMM Başkanı, Rusya Konseyi’nde ilk kez konuşuyor.
Senato Başkanı Valentina Matviyenko, Kurtulmuş’u dostça övgülerle kürsüye davet ediyor.
Kurtulmuş konuşurken ben izleyici locasından Rus senatörleri izliyorum.
Heyecanlılar. Dikkatliler.
İlk kez bir Türk politikacı bu yüksek Konsey’de konuşuyor.
İşte Hürriyet’in geçen yazdan bir manşeti:
“Alaçatı’da neler oluyor?”
“Peş peşe meydana gelen cinayetler ve saldırılar, Türkiye’yi şoke etti...”
Peki geçen yaz bu kadar kanlı olayların gerçekleştiği Çeşme, Alaçatı, Urla gibi İzmir’in turistik bölgelerinde bu yaz ne oldu da “çıt” çıkmıyor?
Öğreniyorum ki;
Geçen yıl gibi kanlı baskın, çatışma, plaj mafyası yok.
Peki neden?
Bu soruyu İzmir Valisi
Babasını bir kez görmüş.
Sonra... Anne ölmüş. Baba maddi-manevi zor durumda.
3 yaşındayken devlet alıyor onu.
Önce Iğdır’da bir yuvaya veriliyor.
Sonra... Artvin’de bir yuva.
Sonra... 6 yaşında yeni bir yuva.
Büyüdükçe bir gariplik olduğunu anlıyor. Anne-baba yokluğu henüz anlayamadığı bir acıyla çökmeye başlıyor. O yüzden devlet onu bu defa Ağrı’da bir “Sevgi Evi”ne yerleştiriyor.
“Sevgi Evi nasıldı?” diye soruyorum.
Sohbetin tamamını birkaç kez okudum.
Uzun, içleri dolu pozitif mesajlar var.
Ben şimdilik kısa başlıklar halinde ABD, Suriye ve AB’ye verilenleri değerlendireceğim.
Önce ABD...
SURİYE İÇİN YEŞİL IŞIK
Bakan Fidan’ın ABD’nin PKK/YPG’ye desteğini vurguladıktan sonraki şu sözü pozitif bir mesajdır:
“Suriye’nin 3’te 1’i ABD tarafından desteklenen terör örgütü PKK/YPG’nin işgalindedir. İşgal edilen bölgelerde de özellikle Suriye’nin çok işine yarayacak doğal zenginlikler var, petrol başta olmak üzere. Suriye meselesinde Türkiye’nin istediği tarzda bir çözümün olması halinde diğer sorunları da Suriye’nin daha rahat çözeceğine inanıyorum.”
MESAJIN ÖZETİ:
Kapalıçarşı’dan Surdibi’ne...Eminönü, Süleymaniye, Sultanahmet, Ayasofya... Topkapı, Yedikule... Stefi Savan Bulgar Kilisesi... Surp Ermeni Kilisesi. Samatya...
Yani... İstanbul tarihinin kendisi.
Önceki gün Fatih Belediye Başkanı Ergun Turan’la konuşuyoruz...
İlk sorum:
-Başkan bu coğrafyanın tarihi merkezini yönetiyorsun. Önündeki en büyük sorun nedir?
Başkan Turan çok net konuşan bir isim. Lafı dolaştırmıyor: “Fatih ilçesi öyle bir merkez ki; İstanbul tarihinin merkezi. Turizmin aktığı bir ilçe. Düşünün ki gece nüfusu 400 bin, gündüz turistlerle birlikte 4 milyon oluyor. Bu nüfus hareketini yönetmek elbette kolay değil. Bu açıdan en büyük sorun trafik.”
KAPALIÇARŞI’YI KUŞATAN TRAFİK
Başkan bu trafik meselesini örneklerle anlatıyor: “
2300 mühendis ve işçinin demiri, çeliği, çimentoyu oya gibi işlediği şantiyede... Camp Nou’yu yeniden yaratıp; 105 bin seyirciyle dünyanın ikinci büyük stadı haline getirecek olan Limak’ın Onursal Başkanı Nihat Özdemir’le sohbet ediyoruz.
Nihat Bey öyle büyük bir heyecanla anlatıyor ki... Bir ara şöyle diyor: “Bir hayalim var; Barselona-Real Madrid maçını 105 bin taraftarla birlikte izlemek.”
Kolay değil... Dünyanın futbol mabetlerinden birisi Camp Nou’yu neredeyse bir ‘arkeolojik mühendislik’ yaparak yeniden yaratıyorsunuz. Ve seyirci sayısıyla dünyanın en büyük ikinci büyük stadı haline getiriyorsunuz.
(Birinci sırada Kuzey Kore olduğu için bana göre Barselona Stadyumu, özgür dünyanın en büyük futbol stadıdır.)
2) ARKEOLOJİK MÜHENDİSLİK
Neden ‘arkeolojik mühendislik’ diyorum? Çünkü Barselona’nın ortasında inanılmaz bir kazı çalışması ve mühendislik yaşanıyor.
Barselona kenti Avrupa’nın mimari tarihidir. Evlerin estetiği, tarihi, işlemeleri, dokusu Barselona’yı Avrupa mimarisinin başkentlerinden birisi haline getirmiştir.
400 yıllık Sepetçiler Kasrı’nın bahçesinden Boğaz’a doğru bakarken;
Yeşilay Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç’le sohbet ediyoruz.
Neden buradayım?
Çünkü biliyoruz ki;
Uyuşturucu tacirlerinin hedefinde her zaman okullar, yani gençler var.
Madem okullar açılıyor. Öyleyse o kan emici uyuşturucu vampirlerine karşı verilen savaşı dinlemek istedim.
“Jandarmanın, AFAD görevlilerinin defalarca aradığı nehirde bulundu Narin.
Defalarca aranan nehirin yeniden aranması;
Bende “bir itiraf oldu” izlenimi yarattı.
Yoksa o kadar aranan yer içinde tekrar o nehire girilmesini başka nasıl açıklayacağız?”
Ve öğle saatlerinde anlaşıldı ki;
“İhbar”la değil şüphelendiğim gibi bir “itiraf”la küçük Narin’imiz bulunmuş.
İtiraf edenin Muhtar amcanın tarlasında çalışan bir işçi olduğu söyleniyor.
Nasıl öldürülmüş?