Sarp dağlardan akıp gelen ağaçlar... Dağ köylerine doğru kıvrılan orman yolları... Çatlak kaya... Sarıalan zirveleri... Sonbaharın yapraklara çizdiği sarının türlü şekilleri... İşte buradaydı.
Fransızca öğretmeni olarak Bursa’ya tayini çıkmıştı. Ve nedense daha okul açılmadan onu bu dağ köyleri çekiyordu. Durdu. Tepenin ucuna kadar yürüdü. Oturdu.
Çıkarttı not defterini, yazmaya başladı.
Tam o sahnelere doğru dalıp gidiyordu ki çocuklar sarmıştı etrafını...
Çocuklar bir kuş cıvıltısı gibiydi. Dönüyorlar, koşuyorlar, gülüyorlar, bağırıyorlar. İçlerinden kırmızı yanaklı bir kız dikildi karşısına:
(Bağırarak...)
Kendi kendime sordum:
- Türkiye’yi nasıl tarif edersin?
İşte cevabım:
“Her savaştan bir barış çıkartan ülke...”
Son fotoğraf Prag’dan geldi...
Azerbaycan ve Ermenistan...
Yıllardır savaşıyorlar. Kan akıtıyorlar. Daha geçen ay yine sınırda çatışmalar...
Ve önceki gün Prag’da Cumhurbaşkanı
Ege’deki ABD silahlarının sırrı daha kolay aydınlanıyor...
Dahası, bir büyük kuşku gün yüzüne çıkıyor.
- ABD’nin Lozan’ı bilmemesi mümkün mü? Değil elbette...
Silahları Ege adalarına Rusya’ya karşı getirdiğini düşünürsek...
- O zaman iki alternatif kalıyor:
1- Ya NATO içinde Türkiye konusunda şüpheler var...
2- Ya da ABD’den Türkiye’ye doğru bir güvensizlik yükselişi var.
İkisi bile mümkündür.
Önüme çok önemli bir istatistik geliyor...
Konusu: “Hâkim ve savcılarımızda kadın erkek oranı.”
Ve hemen ardından... “Aday hâkim ve savcılar arasındaki kadın erkek oranı...”
Yani adaletin geleceği...
Büyük bir dikkatle inceliyorum oranları...
Bir gözüm İran’da...
Kadınlar saçlarını kesip Mahsa’nın tabutuna bırakıyorlar. Diğer gözüm önümdeki tabloda.
- Acaba kadın hâkim oranımız nedir?
Sonuna kadar açılmış bir müziğin işkencesi.
Ve sokakta yürürken başınıza boca edilen çöp...
Büyük bir öfkeyle “Alo” dediniz. Çağırdınız.
Polis ya da zabıta geldi.
“Ohhh” dediniz.
Ama nafile.
Kabahatler Kanunu’na göre işkenceci 300-500 lirayı öder, kurtulur.
İşte daha geçen gün Bodrum’da olanlar.
Bu nedenle yazıyı da birbirine bağlı iki bölüm halinde ele alıyorum.
Birinci bölümün sorusu şu:
- Ege’de karşılıklı açıklamalarla aylardır yükselen gerilim düşebilir mi?
İşte en son Yunanistan’ın ABD’den hibe olarak aldığı araçları Midilli ve Sisam’a yerleştirmesi.
- Peki buna rağmen gerilim düşebilir mi?
Gelin bu sorunun cevabı için Türkiye tarafındaki gelişmelere maddeler halinde bakalım.
1- Türkiye, Ukrayna’daki savaştan barış çıkartmayı başarmış bir ülke. Böyle bir ülke Ege’de bir savaşa gönüllü olamaz.
2- Her ne kadar Milli Savunma Bakanı
1) Âşık olduğum spor tenisti ve tenisin efsanesi karşımdaydı.
Bunca yıllık gazeteciyim ama heyecandan ne soracağımı bilemedim.
Ağzımdan öylesine döküldü:
“Uzun yıllar tenis oynadım. Şimdi benim oğlum da tenis oynuyor. Yeni yetişen çocuklara bir sözünüz olabilir mi?”
Federer, “Bu meseleyi biliyorum, çünkü ben de yaşadım” diyerek güldü:
“Elbette teniste yenmek önemlidir. Ama ondan daha önemlisi, tenisi sevmektir. Gençlere ise söyleyeceğim şey şudur. O yaşlarda antrenman pek sevilmez. Daha çok maç yapmak istenir. Ama doğrusu maç heyecanıyla antrenman yapabilmektir. Antrenmana ciddi bir şekilde ağırlık vermek gerekir. İşte bunun için de tenisi gerçekten sevmek gerekir. Önce sev, yenmek sonrasıdır...”
Jetlerin kanat kanada “dog fighting” (it dalaşı) denilen gövde gösterileri...
Savaş gemilerinin bordo bordoya gelmeleri. Sahil güvenlik botlarının karşılıklı ön kesmeleri...
Tatbikatlar, NAVTEKS’ler. Gerilim dolu haberler.
Son olarak Yunan radarlarının Türk jetlerine kilitlenmesi...
Yani yıllardır süren bir “atışsız savaş oyunu...”
Ama bu defa başka bir “savaşı” anlatmak istiyorum.
Ege’de başlayan “algı savaşı”nı.
Türkiye 2018 yılında İletişim Başkanlığı’nı kurup dünya çapında bir