Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un Cannes’da Türkiye tanıtımı için muazzam bir resepsiyon verdiği günlerde...
Yani Türkiye’nin dünya turizm pazarında çok ciddi bir tanıtım kampanyasına başladığı dönemde...
Ben 2000 metreden cennete atladım.
İşte...
Türkiye’nin bütün tanıtım broşürlerinin değişmez güzelliği olan Ölüdeniz’e doğru süzülüyorum...
Altımda turkuvazdan laciverte doğru köpüren dalgalarla Akdeniz...
Düşünün...
Haberi okuyunca içimden bir soru yükseldi: “Allah’ım, annesiyle birlikte kucağındaki 11 aylık bebeği katleden bir teröriste ne sorulabilir?”
Hadi örgütle ilgili vereceği bilgileri anladım... Ama mesela sorsan:
“Annesinden ve 11 aylık bebeğinden ne istedin?”
Nasıl bir acıdır bu...
Allah eşini ve bebeğini kaybeden başçavuşumuza sabır versin...
O terörist kadın, polisin sorusuna acaba ne cevap verebilir?
Tam bunu soruyordum ki...
Haberin devamında öğrendim...
Kıbrıs Yönetimi Dışişleri Bakanı tam öyle bir duruma düştü.
Anlatayım...
Dün detaylarıyla yazdım.
Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı bir kuşatma var.
Ve şu detay çok net:
1- Güney Kıbrıs, Suriye, Mısır... Avrupa’nın büyük devletleri ABD ve Rusya’ya askeri üs ve enerji arama hakkı veriyor.
2- Karşılığında Türkiye’ye karşı güç, koruma ve kuşatma istiyor.
ABD, Fransa, İngiltere, İtalya...
Deyim yerindeyse, “kırmızı alarm” veriyor...
Ve son olarak Türkiye’nin haklı olarak başlattığı sondaj çalışmaları...
Rum tarafının sondaj gemisi Fatih’in personeli için tutuklama çıkarma gayreti...
Nasıl yapacaksa...
Daha öncesinde İtalyan, Fransız ve Amerikan enerji devi şirketlerin Güney Kıbrıs’la enerji anlaşmaları yapmaları...
Ardından Mısır ve İsrail’in bu çalışmalara dahil olması... Ve Doğu Akdeniz’deki Afrodit yatağında doğalgaz aramak ve çıkarmak için Güney Kıbrıs’la yine bu enerji devlerinin anlaşma yapması...
Özetle... Dünya enerji devleri, Güney Kıbrıs’la anlaşarak Doğu Akdeniz’deki trilyonlarca metreküplük doğalgaz rezervlerini parsellemiş görünüyor.
Türkiye haklı olarak bu oyunun dışında kalmıyor.
Mucize gibi bir olay bu...
Korkmaz Karaca ile her hafta bir sohbetimiz olur.
Türkiye’yi, hayalleri ve hayatı konuşuruz.
Korkmaz, kardeşlik mesafesinde bir dosttur.
Arı gibi çalışkandır. Pratiktir. Çözümcüdür.
İşte o sohbet sırasında bahsetti.
Bingöl’de bir proje...
Bir bakan salondaki izleyicilerin ortasında içinden geldiği gibi konuşuyor. Her görüşten insan var.
Siyaset üstü bir arkadaşlık sanki.
Konuşmanın sonunda salondan bir hanım kalkıyor, “Size bir anı vermek istiyorum” diyor. Sonraki diyalog şöyle:
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk: “Bu güzel anı için çok teşekkür ederim. Siz nerede görev yapıyorsunuz?”
Berna öğretmen: “Efendim ben Diyarbakır’ın Kulp ilçesine 60 kilometre mesafedeki Yuvacık köyünde birleştirilmiş sınıflı ilköğretim okulunda öğretmenim.”
Öğretmen Berna Yılmaz, bu sözleri öylesine büyük bir sevgiyle tane tane söylüyor ki...
Yani o kuş uçmaz dağ köylerinden bir öğretmenin dert değil, çocuklara olan sevgiyi anlatması... Ve şu sözleri: “Köy öğretmeniyim. 12 tane öğrencim var...”
Sahil Güvenlik’in uyarılarına neden olacak bir olaydır bu...
Yelkenli tekne sahibi E.T....
Erzan Kaptan’ın teknesi tonoza kıçtankara bağlıydı.
Gemicisi saat 23.30 uykuya çekiliyor.
01.00 de uyandığında bakıyor tekne yok.
Hemen jandarma ve Sahil Güvenlik’e haber veriliyor.
Yapılan incelemeler sonrasında şeytanca yöntem ortaya çıkıyor.
Tekne sahibinin olmadığı birkaç gün tekne izleniyor.
Fırat’ın doğusundan Irak’a kadar olan bölgede bir “YPG/PKK koridoru” hedefi olduğunu biliyoruz.
Operasyonların amacı bu bölgelerdeki “tehlikeli oluşum” hazırlığını durdurmak, yok etmek, işlemez hale getirmek...
Peki neden 40 kilometre?
Bu soruya cevap vermeden önce bir gerçeği hatırlamak gerekiyor.
O da “tampon bölge” ile “güvenli bölge” arasındaki fark.
Tampon bölge, birçok yönden düşman olan iki geniş ve güçlü ülke ya da askeri güç arasında kalan bölge için kullanılan bir tanımdır.
Güvenli bölge ise silahlı çatışma dönemlerinde veya ihtilaflı bölgelerde, savaşa katılmayan kişilerin bir dereceye kadar sığınabileceği yerler olarak ayrılır. Bu tür yerler, belirli takvimlerde “güvenli bölge” olarak tanımlanır.
Bu tanımlara göre Türkiye’nin