20 Kasım 2009
BÖYLE bir olay Japonya’da olsaydı kulüp başkanı kesinlikle intihar ederdi. Bütün bunlardan sonra Galatasaray Başkanı Adnan Polat ve yönetiminin acilen istifa etmesi gerekir. Bu işin özrü olamaz. Bu işin hatası yoktur. Bir maç hata yapabilirsin, kabul, ama 3 maç üst üste 2.08’lik adamı, göstere göstere rakiplere geçirirsen, bunun adı hatadan çıkar, kasıta girer, puan gaspına girer.
Galatasaray önce Beko Basketbol Ligi’nin, Beko’sunun, sonra Cafe Crown’un adını mundar etti. Şimdi, Cafe Crown’un çıkarttığı ürünler hakkında kamuoyu acaba neler düşünür? Galatasaray Yönetimi bunu hiç düşündü mü?
Veya Beko buzdolabı ya da çamaşır makinesi alanlar? Galatasaray’ın bu yaptığını son model Beko çamaşır makinesi ile yıkasan çıkartamazsın. Öyle bir leke.
Bu Galatasaray takımını bu Basketbol Federasyonu küme düşürüp, hem de en az 1 yada 2 yıl ceza vermezse, ben diğer basketbol kulüplerinin yerinde olsam bundan sonraki maçlara rahmetli De Nigris’in maskesiyle çıkarım. Hiç olmazsa Beko Basketbol Ligi’nin adı ‘Beko Maskeli Balo Ligi’ olur.
İnsan biraz sıkılır yahu... Halil Altıntop ile Hamit Altıntop’u karıştırıp oynatmaya kalksan belki yedirirsin, ama Alex’in yerine Lugano’yu oynatırsan ancak bu kadar yapabilirsin. Ama Galatasaray bunu başarıyla yaptı!
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2009
BİRİLERİNİN canı yanmadan bu işler düzelmeyecek ve düzelmez. Peki, birilerinin canı nasıl yanar? Bu canı yanacak kimler?. Önce yöneticilerin canı yanacak sonra da seyircinin. Galatasaray Cafe Crown-Fenerbahçe Ülker basketbol maçı. Olay çıkmış. Hikaye. Başka statlarda, salonlarda da çıkıyor ve çıkacak.
En büyük şans, birkaç hafta önce ayağımıza kadar geldi. Ama, Türkiye’deki canı yanacak insanların, canını yakacak olan adam Bünyamin Gezer bu işi yapamadı.
Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin en üst düzey maçında, karşılaşmaya başlamadan bir saat önce sahada ısınan hakemin kellesi yarılıyor, kanlar akıyor. Bineceklerdi bir ambulansa, gideceklerdi hastaneye. Maç orada kalacaktı.
Bu işlerde fazla ince düşünmeyeceksiniz. Size de bu yetki verilmiş. Ortalık karışacaktı, herkes ahkam kesecekti. Sonunda ne olacaktı? O maç tekrar oynanacaktı ve bir daha ne öyle bir karşılaşmada, ne de bir basketbol maçında bu olaylar yaşanmayacaktı. Çünkü, bundan herkes nasibini alacaktı. Büyük düşünmezseniz, risk almazsanız, küçük kalırsınız.
Hepsi Selçuk gibi yapmalı
Şimdi, Adnan Polat konuşuyor, Aziz Yıldırım konuşuyor. Daha birkaç gün önce Hürriyet’te tam sayfa. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, FIFA hakemi Selçuk Dereli’ye, “Senin o kokartını alırım kendi ellerimle ...... sorarım” diyor. Bu kokart Futbol Federasyonu’nun kokartıysa eğer Selçuk Dereli’nin mahkemesinden önce o Federasyonun kendi kokartına sahip çıkması gerekirdi. Yok, FIFA kokartıysa Futbol Federasyonu’nun bunu FIFA’ya yazması gerekirdi. Hangisi oldu? Hiç birisi. N’oldu peki? Selçuk Dereli tek başına çıktı. Aslanlar gibi mahkemeye verdi kendine küfür edenleri. Burada benim için şahıslar önemli değil. Galatasaray, Beşiktaş ve Ankaragücü ve diğer kulüplerin başkanı da olabilir bu şahıs. Her hakem bunu yapmalı. Ama, Federasyon da o hakemi yalnız bırakmamalı.
O günden bugüne kadar Selçuk Dereli kaç Fenerbahçe maçına çıktı? Bir bakın bakalım. Yani, Türkiye’de herşey yapanın yanına kar kalıyor.
Devlet varsa, yapar
SİGARA yasağı geldi. Restaurantlarda ve eğlence yerlerinde haksızlıklar olmaya başladı. Bunu tam uygulayan müesseseler var. Uygulamayıp izin verenler de. Şu ana kadar gördüklerim sigara yasağının bayağı büyük oranda delindiğini gösteriyor. Özellikle iki-üç katlı restaurant ve eğlence yerlerinde ikinci ve üçüncü katlar sigara dumanından geçilmiyor. Bunu da yeni bir yasayla düzenlemekte fayda var. Madem sigara içireceksin, okkalı bir biçimde vergi verirsin. Özel bir katını da bu işte kullanırsın. Onu yaptıramıyorsan çok iyi denetlersin, yasaya uyup içirmeyeni aptal ve zavallı yerine koymazsın. Bunu yapacak kim? Devlet. Tabi varsa!..
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2009
“Bu kulüp ne şehitler verdi ayakta kaldı. Şu anda yaşananlar o şehitlerin kemiklerini sızlatıyor. Yaşatanların hepsine yazıklar olsun.”
ANKARAGÜCÜ, seneye 100. yılını kutlayacak. Bu takım ne şartlarda bugünlere geldi, çok kimse bilmez. Üç büyüklerin hepsi “Atatürk bizi tutardı” diyorlar. Atatürk’ün hangi takımı tuttuğuna kimse karar veremedi. Ancak Ankaragücü’nün Atatürk için ne kadar önemli takım olduğunu çok az kimse bilir.
İlk ismi İstanbul Sanakarangücü olan bu takım orduya silah üretiyordu. İstiklal Savaşı çıkınca Atatürk, “Bu silahları bize İstanbul’da ürettirmezler. Ankara’ya gidin silahları orada üretin” diye talimat verdi.
Trenle giderken de düşmanla çarpıştılar, 7-8 futbolcusu şehit oldu. İşte öyle bir takım Ankaragücü. Şehitler veren takım, bazı başkanların elinde yıllarca oyuncak oldu. Sonra Melih Gökçek çıktı ortaya, 10 yıldır almak için hayalini kurduğu bu takıma talip oldu. Talip olduğunda Ankaragücü borcunun 5 milyon olduğunu söyleyenler, şimdi bu borcun 25 milyon çıktığını gördüler. Hala yeni yeni alacaklılar çıkıyor, haciz işlemleri yaptırıyorlar. Yıllardır ailecek bu kulübü yönetenler şimdi ortalıkta yoklar.
Hesaplaşacaklar
Ocak ayında bir kongre var. Cemal Aydın ve Melih Gökçek tarafları orada hesaplaşacaklar. Tabii bu hesaplaşmada kongre üyeleri kimler veya nasıl kongre üyesi olmuşlar? Kimler oy kullanacak? Yani 100. yıla girerken Ankaragücü’nün durumu tam bir felaket.
Dün teknik direktör sorunu oldu. Melih Gökçek grubuyla Hikmet Karaman’ın çalışamayacağı başından belliydi. Teknik adamların haklarını almadan kulüpten uzaklaştırılmaları yıllarca olağan hale geldi. Yabancı teknik adamlar sağlam mukavele yapıyorlar. FIFA’ya giderek de haklarını alıyorlar. Yerliler mağdur oluyor.
Helal olsun ama...Hikmet Hoca ile mukaveleyi yapan grup, Melih Gökçek grubu değil. Mukavele şartlarının kulüp lehine çok ağır olduğunu söylüyorlar. Şu anda Hikmet Hoca eğer görevden alınırsa alacağı paranın 1 milyon 700 bin dolar olacağından bahsediliyor. Yani Türk parasına vurduğunuzda yaklaşık 2,5 milyon lira.
Yazının Devamını Oku 9 Kasım 2009
BÜYÜKLER haftayı kolay kapattı. Galatasaray’ın ne oynadığından çok, Diyarbakırspor’un nasıl olduğunu görmek lazım. Tabiri caizse, Diyarbakırspor’un söyleyeceği tek cümle var o da, “Mazeretim var.” Nedir bu mazeretler. Kulüp Başkanı, “Galatasaray maçına çıkmayacağım” demiş, takımın bütün motivasyonunu çökertmiş. Futbolcu para alamıyor, ikinci bir çöküntü. Teknik Direktör, yöneticiyle mi uğraşsın, futbolcuyla mı uğraşsın, üçüncü çöküntü. Diyarbakırspor, Diyarbakır’ın takımı mı, yoksa Diyarbakırspor’un üzerine oyunlar mı oynanıyor? Bu da ayrı bir çöküntü. Galatasaray gitti, bütün bunlardan faydalanarak üç puanı aldı. Ne oynadı? Hikaye.
Düşünün, G.Saray 29 dakika 10 kişi oynuyor. Diyarbakırspor’da tık yok. Neden? Kötü takım olduğundan mı? Hayır. Ama, Diyarbakırspor futbolcusunun kafası karışık da ondan. Bir andan sonra pilleri bitiyor.
Galatasaray’a dönüyorsunuz, Arda bir şeyler yapmak istiyor ama eskisi gibi değil. Barış son derece sorumsuz ve şımarık. Aldığı ilk kart yanlış olabilir. Ama ondan sonra her türlü olayın içinde var. İkinci gördüğü sarı kartta hakem yüzde yüz haklı. Bak Barış, eğer bir sarı kartın varsa ve yaptığın hareketin ardından ikinci sarıyı da alıyorsan, senin zaten Galatasaray’da oynamaman gerekir. Çünkü el bombası gibisin. Bunu, Diyarbakırspor’a karşı değil de diğer dirençli bir rakibe karşı yapsan, senin yüzünden Galatasaray maçı kaybeder. Ama burası Türkiye. Sen, ondan sonra çıkıp yine de ahkam kesersin. Yetiştiğin Almanya’da böyle bir hareket yapsan, takıma girip oynaman bile mucize olur.
İlacı Rijkaard verecek
Galatasaray 10 kişi kalmasına rağmen, 11 kişiyle mücadele ediyormuş gibi oynamaya devam etti. Rahat hareketler, laubali hareketler, defans anlayışından yoksunlardı. Tazemeta, Sabri’nin attığından çok daha kolayını kaçırmasaydı, ne olurdu haliniz?
G.Saray’da şu bir gerçek. F.Bahçe’de Alex neyse, G.Saray’da da Keita aynı role soyundu. İkisi de olmadığı zaman takımları tekliyor. Varlıklarında da herkese zevk veriyorlar. O zaman diğer futbolcuların kendilerine sorması gerekir, “Biz neciyiz” diye. Bunu soramıyorlarsa, bu durumdan biraz tahrik ve tahriş olmaları gerekir.
Sarı kırmızılılar sezon başındaki görüntüde değiller. Sebebini de Rijkaard mutlaka biliyordur. O ilacı veremezse, Galatasaray’ı ayağa kaldıramaz. Çünkü Galatasaray dün gece böyle bir Diyarbakır karşısında oynamadan kazandı. Hoş farketmiyor. Bir gün önce de Beşiktaş hiç oynamadan, çok iyi oynayan Trabzonspor’a karşı kazandı. Yani bu sezon, şu ana kadar Allah büyüklere, “Yürü ya kullarım” dedi.
Diyarbakırlılara sormak lazım. Galatasaray geliyor hem de Diyarbakır’a sempatik gelen bir takım. Stadın yarısı boş. Acaba neden?
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2009
“40 yıldar bir olur” derler ya. İşte öyle bir maçtı. İki takımın girdiği pozisyonları alın, gol vuruşlarından evvel görüntüyü durdurun. “Hangi takım maçı kazanmıştır?” diye sorarsanız, açık ara netice bordo mavi çıkar. Ama işte futbol öyle bir olay ki, Hatice yok, netice var. Trabzonspor’un bu sene oynadığı iyi maçlardan biriydi. İlk 45 dakikada Beşiktaş rakip kaleye bir defa gidemedi. Çünkü Trabzon bu yarı inanılmaz bir baskıyla Beşiktaş’ı sahasından çıkarmadı. İkinci yarı Beşiktaş gittiği ilk topta golü buldu. Ondan sonra gene Trabzon. Yani 90 dakika maç Beşiktaş kalecisi Hakan’la Trabzonsporlu futbolcuların arasında geçti. Ve bu maçı Hakan 2-0 kazandı.
Beşiktaş’ı uzun zamandır bu kadar aciz görmemiştim. Ama işte futbol bu. Dün akşam kartal gibi değillerdi, keklik gibi gene sektiler. Çünkü Beşiktaş uzun zamandır kartal gibi olamıyor. Hep anlatıyorlar “cağız” “ceğiz” diye ama Süper Lig’de işi götürüyorlar. Ne zaman Avrupa’ya çıkıyorlar, vasat takımlar karşısında bile acz içinde oluyorlar. Şu görülüyor ki, Beşiktaş takımına ve taraftarlarına Süer Lig kafi geliyor. Onunla mutlu oluyorlar. Fazlasını yapacak ne güçleri var, ne de kaliteleri. Ama bu şans nereye kadar gider o bilinmez.
Golleri oynamayan attı
Beşiktaş takımında Hakan iyi oynadı. Ferrari iyiydi, biraz da Ernst. İlk 45 dakikada Trabzon tek kale oynamasına rağmen Gökhan’ı göremedim. Ve bu yarıda Trabzon, Gökhan’ın sayesinde 10 kişi oynadı! O zaman Gökhan da oynamadığı zaman “ben niye yoktum arkadaş?” dememeli.
Kuddusi Müftüoğlu belki de hayatının en rahat maçını yönetti. Çünkü bir takım hem oynadı, hem çaldı. Golleri oynamayan attı. Ve bu maç da Trabzon açısından böylece trajik bir biçimde bitti.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2009
İSTERSENİZ maçın saha analizini yapmadan, tribünden bahsedelim. O zaman neticenin neden 3-0 olduğunu daha iyi anlarsınız.
Maça giriyorum ve karşılaşma başlıyor. Protokol tribününün sol tarafında dakika 15. Beşiktaşlı seyirciler arasında tartışma başlıyor. Bu tartışmanın sebebi ne bilemiyorum. “Koltuk tartışması” diyorlar. Beş dakika sürüyor. Ortalık da ne güvenlik, ne de polis var. Dakika 20. Kavga başlıyor. Yumruk yumruğa, vuran vurana. Protokol tribünü maçı bırakmış (zaten maçta da seyredecek bir şey yok) kavgayı seyrediyor. Daha heyecanlı, herşey var. Küfür, yumruk. Dakika 25. Polis geliyor. Dakika 30. Kavga bitiyor. O arada polis kameraları da çekime devam ediyorlar.
Bütün numaralı tribün, 15 dakika boyunca maça değil bu olaylara odaklanıyor. Çünkü sahada oynanan futbol, tribündeki kavgadan daha cazip değil. Maç 2-0 oluyor. Bu sefer bütün seyirci hep bir ağızdan bağırıyor, “Yıldırım Demirören yeter”, “Yönetim istifa” diye. Peki, maç 2-0 Beşiktaş lehine devam etseydi, “Yönetim istifa” denecek miydi? “Yıldırım Demirören yeter” denecek miydi?
İşte, Türkiye’deki futbol maçlarının veya herhangi bir karşılaşmadaki olayların kısaca mantığı bu. Biz böyle yaşıyoruz...
Önce rütbeni bilicen
Bakınız, skor 3-0. Ama sakın Wolsburg’un aman aman bir futbol oynadığını, Beşiktaş’ı da eze eze yendiğini zannetmeyin. Wolfsburg futbol mantığı ve eylemi olarak Beşiktaş’tan daha iyi. Belli bir şekilleri ve şablonları var. Ama iyi mi oynuyorlar? Hayır. Beşiktaş çok kötü de skor ondan böyle.
Koca 90 dakikada siyah beyazlılar bir defa aut çizgisine inip orta yapmadılar, yapamadılar. Yanılabilirim belki ama ben onu da göremedim. Bunu niye söylüyorum. Adamların en ufak adamı, Beşiktaş’ın en uzunundan daha uzun. Özelikle defansta. O zaman karşıdan topu atsan ne olur. Hikaye. Adam çıkar vurur, yatar vurur.
Biraz Ferrari var ayakta durmaya çalışan. O da olmazsa tam felaket. Tello hiç alakası yokken 35 metreden topa vuruyor. Niye? Şampiyonlar Ligi’nde gol atarsa isminden bahsettirecek. Ama iyi bir kontratakta araya verse pasını gol olacak. Takımını düşünmüyor. Tabata fena oynamıyor, iyi de mücadele ediyor. Bir tek topa iyi vuramıyor. Mustafa Denizli ona kementi atıyor. Hiç olmazsa bir Tabata var bir şeyler yapmaya çalışan. Niye alıyorsun anlaşılır gibi değil. Aslında, Beşiktaş’ın giren ve çıkan oyuncusunu tartışmak safdillik olur. Temel ve mantığa baktığında iki takım arasında dağlar kadar fark var. Bu fark nereden geliyor? İki ülke arasındaki kültür ve eğitim farkından. Nasıl kapanır, biraz zor. Arada sırada kapatırız. Geçici başarılar olur bunlar da. Hem kulüp, hem milli takım nezdinde. Sonra ne mi olur? Kenan Doğulu’nun şarkısında dediği olur, “Önce rütbeni bileceksin.”
Çarşı, şimdi niye karşı?
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2009
MAÇA giderken fazla bir şey beklemiyordum. Galatasaray, Fenerbahçe yenilgisinden dolayı haddinden fazla moral çöküntüsü içinde. Anlamak mümkün değil. Kaybettiğin üç puan, o da rakip sahada. Demek ki bu takım psikolojik olarak iyi hazırlanmamış. Futbolda üç netice de var. Ama sahadaki Galatasaray’a baktığımda çökmüş halleri profesyonelliğe yakışmıyor. Sivas’a bakıyorum onlar da bir tuhaf. Sanki bu takım geçen yıl şampiyonluğa oynamamış. Sivas o kadar kötü ki ne defans yapabiliyor, ne de hücum. Her futbolcu ayrı telden çalıyor. İşte size iki takımın durumu. Bu maç için tek bir cümle kalıyor. Dünkü 90 dakika “Körler sağırlar, birbirini ağırlar” maçıydı. Sivasspor hücum edemiyor. Galatasaray defansı kötü. Galatasaray hücum edemiyor, Sivasspor defansı kötü. Sağından, solundan bakıyorsun yine işi çözemiyorsun.
Ah Bülent ahhh
Barış, “Ben niye oynamıyorum?” diye konuşuyor. Dün şans buldu sahaya çıktı, neden oynatılmadığını herkes gördü. Nonda çabuk bir santrfor değil. Takım öndeyken iyi şeyler yapabilir. Topu saklayabilir. Arkadaşlarına gol yolları açabilir. Ama rakip defansı deparlarla yıkacak bir santrfor değil. Arda, sanki ruhunu vermiş. Onu da anlamak mümkün değil. Mustafa Sarp mücadele ediyor. Çok çalışıyor. Ama aldıklarını aynı oranda iyi kullanamıyor. Mehmet Topal’ın çok daha iyi olması lazım. Bir tek Kewell var bir şeyler yapmaya çalışan onun da fizik gücü bir yere kadar. Hakan Balta fena işler yapmadı. Zaten geriye de fazla bir şey kalmadı. Sabri takımı ateşlemeye uğraşıyor. Onun da oyunda ağırlığı bir yere kadar.
Dönüyorum Sivas’a. Geçen seneki takımın yerinde yeller esiyor. Defans mı oynuyorlar, hücum mu oynuyorlar, top mu yapıyorlar, kontratağa mı çıkıyorlar? Kendileri de bilmiyorlar. Hakem dersen o da enteresan. Devre bitecek. Sivas 1-0 mağlup. Kaleci Petkoviç topu oyuna sokmak istiyor. Arkadaşları ileri gitsin istiyor. Vakit geçirmeye ne ihtiyacı, ne de gerekçesi var. Hakemden bir düdük. “Topu kural gereği fazla elinde tuttun” diye çift vuruş veriyor ve gol oluyor. Bülent kardeşim, Petkoviç niye zaman geçirsin? Dakika olmuş 45. Bir an evvel gol atıp, beraberliği yakalamak istiyorlar. Peki şimdi sen bundan sonraki maçlarında takımı öndeyken, aynı işi yapan kalecilere 12 saniyede bu vuruşu vermezsen ne yapacaksın? İnanılır gibi değil. Ah Bülent ahhh. Kitap bunları yazıyor da o kitabı okuyan nasıl okuyacak o çok önemli. Kitap hangi şartlarda nasıl, neden ve niçin okunur onu anlatmak için sizin elinize bir kitap vermek lazım.
İnsan üzülüyor
İki takımı al, vur hakeme, hakemi de al, vur takımlara. Yine herkes aynı. Ne bir akın, ne bir şut, ne bir mücadele. Seyircinin verdiği paraya ve vakite yazık. Sivasspor bir şey yapmıyor. Çünkü onlar da “Maç bitsin de gidelim” havasındalar. Zaten böyle giderlerse, Galatasaray maçından çıkıp Sivas’a gitmezler. Bir alt kümeye giderler.
İnsan üzülüyor. İyi şeyler yazmak istiyorsun ama sana bu fırsatı vermiyorlar. Ne futbolcular, ne de hakem. İşte öyle bir lig maçı seyrettik. Hava da kötüydü, takımlar da sahadaki futbol da. Tıpkı bir gün önceki Beşiktaş-Ankaragücü maçında olduğu gibi.
Türk futbolunun acilen bu sorunların çözümüne ihtiyacı var. Olaya farklı açılardan bakmazsak, altın yumurtlayan bu tavuğu keseriz. Kulüpler yalnızca yayıncı kuruluşlardan ne kadar fazla para alırıza bakıyorlar. Üretkenlik sıfır. Düşünün, Nonda da sakatlansa Galatasaray’ın oynatacağı santrforu yok. Hiç olmazsa diğer takımlara verdikleri iki-üç forveti bugünler için tutabilirlerdi. Demek ki bir bildikleri var.
NOT: Ali Sami Yen Stadı’ndaki skorboard, tribüne gelen seyircilere maçın saatini göstermesi, maçın kaç kaç olduğunu göstermesi için kurulmuş. Çok özür diliyorum, pardon. Bütün bunlar görülmesin diye kurulmuş ve öyle bir yere kurulmuş. Kargacık, burgacık, ufacık saati olan bir skorboard. Resmen skorboard seyirci görmesin diye saklanmış. Bu takım bir sene daha bu statta. Demek ki Galatasaray’da bazı şeyler önemli değil veya seyirciye saygı yok.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2009
BEŞİKTAŞ kazandı, o kadar. Gene diyecekler ki: “Mühim olan galibiyet.” Biz de diyeceğiz ki: “Kazanan haklıdır.” Peki Beşiktaş hangi takıma karşı kazandı? Beşiktaş’ın karşısında takım var mıydı? Hayır, Beşiktaş’ın karşısında takım yoktu. İsmi Ankaragücü olan ama iki takımın karışımından meydana gelen henüz ne olduğu belli olmayan bir takımla oynadı Beşiktaş. Bakın Ankaragücü’nün ne olduğunu anlatırsak, Beşiktaş’ın nasıl kazandığını daha iyi anlarız.
Ankaragücü’nde iç kavga son hızıyla devam ediyor. Melih Gökçek ile Cemal Aydın’ın adamları birbirleriyle tartışıyor. Basın toplantıları basılıyor. Çalışanların paraları verilmiyor. 5 trilyon denen borç 35 trilyon oluyor. Yani huzursuzluk almış gitmiş bir takım, kimyası bozulmuş bir takım. Ankaragüçlülük ruhu olmayan bir takım dün gece sahaya çıkmış, sadece oynamaya çalışıyor. Ve Beşiktaş da onu yeniyor. Maalesef Beşiktaş’ta da bir şey yok. Ama onlar hala traş yapacaklar, “biz iyiyiz” diye. Yalnız Beşiktaş şunu yapıyor. Rakibini sahanın her yerinde kovalamaya, bozmaya çalışıyor. Oynamaya gelince hızlı oynayamıyor, çabuk çıkamıyor. Nobre ağır, Yusuf ağır, Bobo ağır.
Seyircinin baskısı yok
Ankaragücü hücumcuları mı? Onlar da ağır. Hava ağır, saha ağır. Eh, netice de 1-0. O da ağır. Dün gece evinde oturup maça gelmeyenler hiçbir şey kaybetmedikleri gibi çok şey kazandılar. Beşiktaş seyircisi bildiğiniz gibi gene kendini tatmin ediyor. Oyuna, kendi takımına ve hakeme en ufak bir baskı yok. Lay lay lom kendini eğlendiriyor. Onların yaptığı tezahüratı, müzik tesisatını kurarsın aynını yaparsın, hiç fark etmez.
Beşiktaş, Ankaraspor’la oynayan takımların maçı olmaması yüzünden dinlenmiş takımlarla karşılaşıyordu. Dün gece, yarısı hakiki Ankaraspor, yarısı da çakma Ankaragücü ile oynadı. O Ankaragücü’nün ruhu yoktu dün gece. Ve Beşiktaş sadece kazandı.
Hakem Halis Özkahya vasat bir maç yönetti. Ankaragüçlü iki oyuncuya gösterdiği sarı kart yanlıştı. 76. dakikada Ankaragücü hücumunda Ferrari’ye hem faul, hem sarı kart göstermesi gerekirdi, pozisyonu çözemedi. Yani Ankaragücü ve Beşiktaş bu hakemi bile zorlayamadılar.
Yazının Devamını Oku