Paylaş
Maça giriyorum ve karşılaşma başlıyor. Protokol tribününün sol tarafında dakika 15. Beşiktaşlı seyirciler arasında tartışma başlıyor. Bu tartışmanın sebebi ne bilemiyorum. “Koltuk tartışması” diyorlar. Beş dakika sürüyor. Ortalık da ne güvenlik, ne de polis var. Dakika 20. Kavga başlıyor. Yumruk yumruğa, vuran vurana. Protokol tribünü maçı bırakmış (zaten maçta da seyredecek bir şey yok) kavgayı seyrediyor. Daha heyecanlı, herşey var. Küfür, yumruk. Dakika 25. Polis geliyor. Dakika 30. Kavga bitiyor. O arada polis kameraları da çekime devam ediyorlar.
Bütün numaralı tribün, 15 dakika boyunca maça değil bu olaylara odaklanıyor. Çünkü sahada oynanan futbol, tribündeki kavgadan daha cazip değil. Maç 2-0 oluyor. Bu sefer bütün seyirci hep bir ağızdan bağırıyor, “Yıldırım Demirören yeter”, “Yönetim istifa” diye. Peki, maç 2-0 Beşiktaş lehine devam etseydi, “Yönetim istifa” denecek miydi? “Yıldırım Demirören yeter” denecek miydi?
İşte, Türkiye’deki futbol maçlarının veya herhangi bir karşılaşmadaki olayların kısaca mantığı bu. Biz böyle yaşıyoruz...
Önce rütbeni bilicen
Bakınız, skor 3-0. Ama sakın Wolsburg’un aman aman bir futbol oynadığını, Beşiktaş’ı da eze eze yendiğini zannetmeyin. Wolfsburg futbol mantığı ve eylemi olarak Beşiktaş’tan daha iyi. Belli bir şekilleri ve şablonları var. Ama iyi mi oynuyorlar? Hayır. Beşiktaş çok kötü de skor ondan böyle.
Koca 90 dakikada siyah beyazlılar bir defa aut çizgisine inip orta yapmadılar, yapamadılar. Yanılabilirim belki ama ben onu da göremedim. Bunu niye söylüyorum. Adamların en ufak adamı, Beşiktaş’ın en uzunundan daha uzun. Özelikle defansta. O zaman karşıdan topu atsan ne olur. Hikaye. Adam çıkar vurur, yatar vurur.
Biraz Ferrari var ayakta durmaya çalışan. O da olmazsa tam felaket. Tello hiç alakası yokken 35 metreden topa vuruyor. Niye? Şampiyonlar Ligi’nde gol atarsa isminden bahsettirecek. Ama iyi bir kontratakta araya verse pasını gol olacak. Takımını düşünmüyor. Tabata fena oynamıyor, iyi de mücadele ediyor. Bir tek topa iyi vuramıyor. Mustafa Denizli ona kementi atıyor. Hiç olmazsa bir Tabata var bir şeyler yapmaya çalışan. Niye alıyorsun anlaşılır gibi değil. Aslında, Beşiktaş’ın giren ve çıkan oyuncusunu tartışmak safdillik olur. Temel ve mantığa baktığında iki takım arasında dağlar kadar fark var. Bu fark nereden geliyor? İki ülke arasındaki kültür ve eğitim farkından. Nasıl kapanır, biraz zor. Arada sırada kapatırız. Geçici başarılar olur bunlar da. Hem kulüp, hem milli takım nezdinde. Sonra ne mi olur? Kenan Doğulu’nun şarkısında dediği olur, “Önce rütbeni bileceksin.”
Çarşı, şimdi niye karşı?
Karar vereceğiz ve yapacağız. Bu her aşamada böyle. Sonra yürüyeceğiz. Beşiktaş yürüyemedi. Peki, Beşiktaş mı hatalı? Hayır. Şampiyonlar Ligi’nde yürüyen başka takımımız oldu mu? Hayır. Bir defa Galatasaray Kupa-2’yi getirmiş. O zaman şu gerçeğe dönüyoruz. Geçici nadir başarılarla avunuyoruz. Yönetimin suçu yok mu? Var. Peki, çarşı şimdi niye yönetime karşı? Eskiden niye karşı değildi, kolkolaydı? Niye çarşı karıştı? Otursunlar şimdi Yıldırım Demirören ile çarşı, niye herşey karıştı onun hesabını yapsınlar.
Beşiktaş’ın dün geceden sonra Kupa-2 hikayesi de bayağı zorlaştı. CSKA Moskova’yı İstanbul’da kesinlikle yenmesi lazım. Bu futbolla yenebilir mi? O da zor. Çok farklı oynarsa, tamam.
NOT: Ernst’in ishal olması Beşiktaş’ı bu kadar kabız yapıyorsa vay siyah beyazlıların haline.
Paylaş