Kar yağdı, ayağım kaydı. Hava sıcaktı, güneş çarptı. Zemin sertti, top sekti. Arkadaşlar, bunların hepsi hikaye... Bu dediklerimin hepsi futbolda var. Sen eğer iyi takımsan, sen kaliteli takımsan, sen her türlü şarta karşı beyin olarak, fizik olarak, mantık olarak hazırlanmışsan, bu dediklerimin hepsi taca çıkar. Hatta, aut olur.
Hep aynı şeyler
Ama sen bu kadar para harcıyorsan, bu kadar transfer yapıyorsan (Para harcamakla veya çok para vermekle) kaliteli takım oluyorsan, sonunda dün akşamki gibi olursun. Zemin ağır, gittikçe de ağırlaşıyor. Ne yapacaksın? Topun dibine girip uzun uzun oynayacaksın. Çok sürmeyeceksin. Topu, suya takmayacaksın. Sen bunların hepsini yapıyorsun. Artı, rakibin bir eksiliyor. Ve sen hala aynı işleri yapıyorsun....
Drenaj iyi yapılsa
Tribünleri çok güzel yapmışsın. Stada metroyu da götürmüşsün. Ama sahanın zeminini halk otobüsleriyle bile temizleyemiyorsun. Yağmur yağar. Normal. Drenajı güzel yaparsan, o zemin böyle olmaz. Bunların hepsi bir zincirdir. Halkalardan bir iki tanesi boş kalırsa, o zincir iş yapmaz...
Bakınız, teknikten taktikten bahsetmiyoruz. Çünkü dün akşamki zeminde, teknik-taktik zorlanır. Kalite ortaya çıkar. Sen iyi takımsan, senin futbolcuların daha kaliteliyse, zemine de uyacak. Hava şartlarına da uyacak. Her şarta uyacak. İyi futbolcu, her şarta uyan oyuncudur.
Hazırlanmamışlar
Islak zeminde, kuru zeminde, güneşli ortamda oynayan futbolcu diye ayrılmaz. Demek ki Galatasaray takımı (Galatasaray kadrosu), her türlü zemine (!?) uygun değil. Veya hazırlanmamış... Veya kurulmamış. Böyle bir ortamda, 10 kişi kalmış bir takıma galip gelemiyorsan, bunun bir tek cevabı var. Adama ‘Pardon kardeş’ derler. Sonra devam ederler. Hepinize hayırlı işler...
Maçı alabilirlerdi, kaybedebilirlerdi... Ama yaptıkları mücadele, sahada yaptıkları kavga taktire değer. Trabzon da çok iyi işler yaptı. Ama iki takıma da gol pozisyonu değerlendirmesinde bayağı puan kesmek lazım. Goller hatalardan gelir tamam. Mesela Trabzon’un yediği golde kaleci Onur’un büyük hatası vardı. Ama aynı Onur, 3 tane net pozisyonu engelledi. Yani kendini affettirdi, Beşiktaş’ta Trbabzon da yalnız rakibin hatalarından değil kendi yaptıkları güzel ataklardan sonra pozisyon yakaladılar. İki tarafta sahada ayakta kalmaya gayret etti. Zırt pırt hareketlerde kendilerini yerlere atmadılar.
Daha farklı Fernandes
Trabzon’un attığı golün öncesinde yani Fernandes, Olcan serbest vuruş tartışmasında hakemin yaptığı yorum son derece doğruydu. Beşiktaşlıların itirazını anlamadım. Orada Fernandes, kendi kazdığı kuyuya düştü. Olcan’a sarı kart verdirecekken, kalesinde golü gördü. Devamında Trabzon’un kazandığı gol yapılış olarak mükemmel ve estetikti.
Fernandes’e dün akşam olduğu gibi sahada gerekli yardım yapılırsa, daha farklı bir Fernandes ortaya çıkıyor. Ama her şey ondan beklenirse bu sefer Fernandes tu kaka oluyor, ‘Çok top kaptırıyor’ diyorlar.
Dün akşam maça damgasını vuran ve neticeye tesir eden tek adam var o da kaleci Onur. Uzatmaların sonunda da sağ ayağını uzatabildiği kadar uzattı, ayak başparmağıyla gol olacak pozisyonu çıkardı! Bu sene ilk defa bir lig maçından keyif aldım. (İkinci yarı için geçerli, ilk yarı uyuttular) Sebebi de 22 oyuncu kendilerini sahaya verdiler ve sonuna kadar mücadele ettiler. Peki kalite var mıydı derseniz... Onun için fazla iyimser değilim. Çünkü bu kadar çok pozisyonun olduğu yerde 1-1’lik sonuç kısır kalıyor.
Cüneyt Çakır, bazen kornerleri yanlış gördü, bazen taçları. Demek ki Avrupa’dan sonra bu tip maçlara konsantre olmakta zorluk yaşıyor. Bir de ceza alanındaki kalabalık pozisyonlarda çabuk düdük çalarak kendini kurtarmak istiyor. İki net pozisyon var, devamında gol olabilir, o faul verdi, ikisi de faul değildi. Birinde Trabzon kalecisi pozisyona koştu arkada kaldı darbe yemeden düştü. Birinde İbrahim Toraman önce topa yükseldi rakibi altta kaldı düşerken rakibin omzuna ellerini koydu hakem faul verdi. Böyle faul verilmez.
Orduspor-Elazığspor maçını ve Bursaspor-Fenerbahçe maçlarını da televizyondan... Maçlarda gol var. Heyecan var. Pozisyonlar da var. Ama maalesef kalite yok. Fenerbahçe ile Bursaspor aynı tarz futbol oynadılar. Topu kaptırdıklarında kendi yarı alanlarına gittiler. Rakibi orada beklediler. Onun için de iki takım, iyi top yaptı gözüktü. Nereye kadar? 30-35 metreye kadar. Ondan sonra zorlandılar. Üç maçın genelinde yakalanan pozisyonların hepsi, rakiplerin yaptığı büyük hatalarla olan pozisyonlar. Organize yapılan ve sonunda gol olan çok az pozisyon var. Altı takımı da izledim. Futbolcuların hepsi aynı tornadan çıkmış, standart bir görüntüdeler. Çok az ayrıntılarla. Mesela, Sow’un attığı gol çok güzel bir kısa depar, rakibin önünden kafa darbesi. Kolay gibi gözüken, ama akıllı bir forvetin yapacağı pozisyon ve atacağı gol. Şöyle bir bakınız, mesela dünkü Bursaspor-Fenerbahçe maçında oyunun kaderini değiştirecek, sahneye çıkacak, as solist olacak bir oyuncu var mı? Bence yok...
Alex işi değiştirirdi
İŞTE Alex’in onun için heykelini dikiyorlar. Ve Alex de hala konuşuluyor. Kendime soruyorum. Dün akşam Fenerbahçe’de Alex olsaydı, bu maçın rengini, şeklini, skorunu değiştirir miydi? Değiştirirdi. Türkiye’deki bu futbol kalitesinde, Alex iş yapardı. Alex nerede iş yapmaz? Şu anda Şampiyonlar Ligi temposunda zorlanabilir. Ama bizim bazı ulemalar, ligimizi Şampiyonlar Ligi mücadelesi gibi empoze edip, Alex’in Türkiye Ligi’nde artık iş yapmayacağını söylüyorlardı. Tekrar ediyorum. Dün akşam sahada Alex olsaydı, işin rengi değişir miydi? Altını çizerek söylüyorum, değişirdi.
Yıldırım’ın tek hatası
Yeni bir moda, sakatlar. Fenerbahçe’de 6 futbolcu sakat. Bu Fenerbahçe’deki futbolcuların günahı mı? Yoksa bu futbolcuların çalıştırılma biçimleri mi, yoksa tedavi şekillerinde mi soru var? O da Fenerbahçe’nin sorunu.
Hakem Yunus Yıldırım, güzel avantajlar oynattı. Hafif sertliğe müsaade etti. Yaptığı tek hata vardı. Top ile oyuncuların arasına girdi. Onların oyun alanlarını etkiledi. Yani oyuna müdahale etti. Demek ki, hakemliğin sonuna gelince, bazı şeylerde o da su koyverdi.
Hani şu cep telefonları falan kapatılmıştı ya... Hani şu şike konusunda çok önemli kararlar alacaklardı ya... Bu otel ile Futbol Federasyonu, barter anlaşması yapıyor. Bu kampın maliyeti, 350 bin lirayı buluyor. Otel sahibi, böyle bir anlaşmayı ve parayı reddediyor. Yine duyumlara göre, bu anlaşmayı yapan otel müdürünü görevden alıyor. Ve 350 bin liralık bu faturayı Futbol Federasyonu’na gönderiyor. Federasyondaki paradan sorumlu genel sekreter yardımcısı Müfit Cengiz, bu faturaya haklı olarak itiraz ediyor. Sonunda ne oluyor biliyor musunuz? Federasyon, Müfit Cengiz’i görevden alıyor. Ve bu parayı ödüyor. Bunlar duyum, federasyon cevap verirse, bu sütunlardan size açıklamalarını iletirim. Mesela, Yıldırım Demirören’in yakından tanıdığı bir hukukçu var. Bu hukukçu zaten uzun zamandır federasyonun içinde... Zaten belli hukuk büroları da, yıllarca federasyonun içinde cirit attı. O ötekine pas attı, o berikine... Yine soruyorum. Önce ücretsiz federasyona giren Kemal Kapulluoğlu, şu anda 20-30 bin lira gibi bir aylık ücreti federasyondan alıyor mu?
Bu arkadaş yine üç avukat arkadaşını, 10-15 bin lira gibi aylıklarla federasyonda çalıştırıyor mu? Kapulluoğlu hem TFF’nin, hem kulüplerin hem futbolcuların hem de antrenörlerin sorunlarına bakıyor. Dertlerine derman oluyor mu? Bunlar çok konuşuluyor. Cevap verirlerse, memnun olurum. Az daha unutuyordum bu muazzam avukatımız (!) Kulüpler Birliği’nin de avukatıymış. Bulmaca olsa çözemezisin, gel de çık işin içinden
Tezgahı kurmuşlar
TÜRK futbolu hızla kötü ye gidiyor. Bu tesadüf değil... Peki bu süreç nerede başladı? Ben size söyleyeyim... Yaklaşık 3 yıl evvel yapılan ihaleden sonra, bazı şeyler eskisi gibi olmadı. Daha kötüsü, bir de şike süreci yaşandı. Bunların yaşanması da tesadüf değil.
İhaledeki hedef ve pazarlık şuydu; bazı yerler susturulacak. Hiçbir şey tenkit edilmeyecek. Buna karşılık birileri bol para kazanacak.
Şunu çok net biçimde söyleyebilirim... Yayıncı kuruluşun mantığı özellikle bu ihaleden sonra, ‘Biz tarafız arkadaş, hiçbir şekilde yayıncıda kulüpler eleştirilemezler ve bu kulüpler ne yaparsa doğrudur’ oldu. Bazı yerler susturulunca da, olay ‘meydan boş kalınca’ rahat rahat oynamaya geldi. Bunun en çarpıcı örneği de, şikeydi. Eskiden, şikeye fazla girilmezdi. İşi hakemle bitirirdin. Ama hakemler biraz toparlanınca, bu sefer futbolcuya kaldın, teknik direktöre kaldın...
Gözün paradan başka şey görmez oldu. Spor ahlakı, yarışma, çocukların maç seyretmeleri rafa kalktı. Yöneticiler, kulüpleri yaptıkları muazzam (!) transferlerle batağa soktu. Amerika’da sistem şudur; çalışırsan, yükselirsin. Bizde ne kadar kötü olursan o kadar yukarı çıkarsın.
Beşiktaş kulübünde yaptıklarınız (O tarafı beni fazla ilgilendirmiyor), Türkiye Futbol Federasyonu başkanı olduktan ve yaptığınız eylemler ve sonuçların ardından, şunu demek zorunda kalıyorum: Lütfen ama lütfen o makamdan gidiniz! Türk futboluna özellikle şike olaylarından dolayı verdiğiniz kararlardan ve zararlardan artık Türk futbolu kurtulsun.
Sayın Demirören, yalnız şike değil, milli takımlardaki uygulamalarınız ve federasyonda tamamen yandaşlarınıza ve şakşakçılarınıza sağladığınız imkanlardan, sonunda da Brezilya’da oynanacak olan finallere Macaristan ve Romanya gibi takımlara yenilerek gidememekten dolayı lütfen artık siz gidin! Türk futboluna daha fazla zarar vermeyin. Gelirken siyasi iradenin bir avantajı var mıydı bilemem. Ama lütfen Türk futboluna daha fazla afalak olmayın. Ve Türk futbolunu şu anda Beşiktaş’ın düştüğü duruma ‘daha fazla’ düşürmeyin...
Arkanda kimse olmayacak
Maçı yazacaktık değil mi? Neresini yazalım. Defansta ilk toplara gidemiyorsun, hücumda zamanında topları araya sokamıyorsun. Göstermelik yan toplar yapıyorsun, geri pasları veriyorsun. Sen bunları yaparken, rakip takım gardını alıyor, bütün defans önlemlerini sağlıyor, her deliği kapatıyor; sonra sen hücuma kalkmaya çalışıyorsun. Hiç risk almıyorsun. Neden? Korkuyorsun da ondan! Neden? Çünkü kötü sonuçta arkanda kimse olmayacak.
Maçı kaybedebilirsin. Brezilya’daki finallere de gidemeyebilirsin. Ama başta federasyon olmak üzere, bu futbol, bu sporcu ve bu ahlak mantığında olduğunuz müddetçe Brezilya’ya gitsen ne olur arkadaş? Güya futbol oynuyoruz. Top bizde kalsın diyoruz. Top bizde kalmasın, karşı kalenin içinde kalsın. Gol olsun.
Dün akşam milli takımımız en net pozisyona 90+6’ıncı dakikada girdi. O dakikaya kadar bırakın pozisyon bulmayı rakip ceza alanında çoğalamadık bile. Sahte futbol oynadık. Hiçbir oyuncumuz risk alma cesaretini göstermedi. Hepsi “Arkadaşım mücadele etsin, alsın, bana atsın oynayım” dediler. Avrupa Şampiyonası’na talip oluyoruz, Olimpiyatlara talip oluyoruz ancak gel gör ki milli maçın oynandığı zeminde eşek baklası diksen yetişmez. Maçın hakemi İngiliz. Premier Lig’de maç idare eden bir hakem sert ikili mücadelelere izin verir. Kim kuvvetliyse ona prim tanır. Rumenler İngiliz hakeme göre oynadılar, bizimkiler bizim hakemlere göre oynadılar, ‘Yumoş yumoş’.
Paradan başka bir şey düşünmezseniz...
Romanya takımına 2-0, 3-0 lazım olsaydı çok rahat o skoru bulurlardı. 1-0’la maçı bitireceklerine inandılar. Çünkü bizim takımın hücum edecek hali yoktu. Hepsi “Kartondan teyyare, selam söyle o yâre” gibilerdi. Bir gol yiyoruz evlere şenlik. En güvendiğimiz adam Volkan, dağlara taşlara tüy dikiyor. Rumenler ilk toplara gittiler, bütün takım olarak defans yaptılar, defansta hiçbir topu sektirmediler ve maçı hak ettiler. Türk futbolu çok ağırlaştı.
Çünkü futbolu yönetenler, yani hem federasyonlar hem de kulüp yöneticileri paradan başka hiçbir şeyi düşünmüyorlar. Kalitemiz düştü. Futbol kişiliğimiz ve şahsiyetimiz düştü, daha da öteye futbol ahlakımız dibe vurdu. Hakem nasıl mıydı? İngiltere’de anayasa yok. Gelenek ve tahammüllerle idare edilen bir ülke. Biz mi? Şike kanunu çıkarttık, bir gecede değiştirdik. Neye karşı? Şike yapana prim vermek için. Romanya bizi yenmiş. Geçiniz.
Aykut Kocaman, “İnce İnce Yasemince” giderek, Alex’in gidişini hızlandırdı. Alex’in gitmesine kimse bir şey demiyor zaten, herkes gönderiliş biçiminden bahsediyor. Bunun şık olmadığından bahsediyor.
Alex basın toplantısında Fenerbahçe’de son 8 yılda bütün olup bitenlerden değil, sadece kendisi ile ilgili olan bölümlerden bilgiler verdi. Fenerbahçe yönetiminin ve Aykut Kocaman’ın basın toplantısından önceki sıkıntıları da bu noktadaydı. İş genele giderse ortaya çok sakat durumlar çıkacaktı. Mesela şike süreci başlangıcında ve devamında Alex’in morali çok bozulmuştu. Bu durum suratından okunuyordu. Ben de Alex’in suratını şöyle okuyordum. “Biz sahada çatır çatır mücadele edip ter dökerken, böyle küçük, gereksiz ve şaibeli işlere girmenin ne gereği vardı. Bu olay bizi küçük düşürmekten, bize güvenmemekten kaynaklanan bir olaydı” diyordu.
Alex bunları dillendirmedi, söyleyemedi. Aziz Yıldırım’ı da hapiste yattığı dönemde ziyarete bir kere gitti. Mesela, Alex, Emre-Aykut Kocaman ilişkisine hiç girmedi, teğet geçti. Aziz Yıldırım’ın kendisini kovduğunu sonra da Aykut Kocaman’ın aracı olup, kaldığını söyledi. Buradaki olay açık. Hem Aziz Yıldırım kovuyor sonra çark edip Aykut Kocaman’ı kullanıyor.
Bir elmanın iki yarısı gibiler
Olayların içinde Aykut Kocaman var ama olaylar öyle yerlerde sonuçlanıyor ya da sonuçlandırılıyor ki orada da Aziz Yıldırım var. Yani Aziz Yıldırım ile Aykut Kocaman’ın yapıları birbirine çok uyuyor. Bir elmanın iki yarısı gibiler.
Ne Aykut Kocaman, ne Fenerbahçe Alex’e cevap vermeyecek, veremeyecekler. Bu işi uzatma çekincesinden değil, Alex’in onların savunmalarına vereceği artı cevaplardan çekiniyorlar. Bence Alex’in anlattıkları, Fenerbahçe’de yaşadıklarının 6’da 1’i.
Ya Alex kendisi olayın içinde olmadığı zamanlardaki olayları anlatsaydı ne olurdu acaba? Mesela çok enteresan bir cümlesi var. “Bir gün teknik direktör olursam başkan ve yöneticileri soyunma odasına sokmayacağım ve almayacağım” derken, “Soyunma odasını onlardan koruyacağım” diyor. Yani, “Orası bir kale, orası bir mabet. Orayı yöneticiler ve başkanların tecavüz edeceği alan yapmayacağım” demek istiyor. Ve özellikle koruma kelimesini kullanıyor.
Başarılı olan takımı da Aykut Kocaman’ın değiştirme şansı yok. Fenerbahçe’nin kadrosu da seninkinden iyi olduğuna göre, ona göre önlem alacaksın. Seni kilitlemek kolay.
Fernandes’i 60 dakika oynatma, Beşiktaş kımıldayamıyor. 60. dakikadan sonra o da bitiyor, Beşiktaş diye bir takım kalmıyor. Alternatifin ne? Rakibi oynatmamak. Mesela Fenerbahçe’nin sağ tarafı, senin sol tarafını daha 10. dakikada felç etmeye başladı. Ama sen ona önlem alamadın. Ne zaman almaya kalktın? İş işten geçtikten sonra.
Alex olayından dolayı Fenerbahçe’de gerginlik vardı. Ama ismi büyük, futbolları küçük iki takımla oynamaları onlar için şans oldu. Öyle veya böyle, galip gelmek için mücadele edeceksin, çalışacaksın.
Fenerbahçeli futbolcular da bu iki maçta çok koştular ve mücadele ettiler, başarılı da oldular. Çünkü artık “Alex vardır, yoktur” hikayesi bitti. Gidenin topuğundan bakılmaz, ama Türk insanı dün akşam gördüğünüz gibi yalnız kadınlar, çocuklar da olsa, Fenerbahçe 3-0 da öne geçse, 50 bin kişi “Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek” diye ortalığı inletiyor. O sırada da Aykut Kocaman mecburen yedek kulübesinin içine giriyor.