“Büyük veri”den bahsederken, katıldığım konferanslarda ve derslerimde “bilginin ikiye katlanma eğrisine" hep atıfta bulunurum. Bu hipoteze göre, medeniyetin doğuşundan 1900 yılına kadar, insanoğlunun yararlandığı bilgi, her “yüz yılda" bir ikiye katlanırken, II.Dünya Savaşı döneminde (1940’larda), bu süre 25 yıla düşüyor. Farklı sektörler odağında, bilginin katlanma hızı farklı olsa da, (örneğin, nanoteknoloji odağında iki yılda bir, klinik çalışmalarda ise 18 ayda bir) ortalama olarak bilginin günümüzde 1 yıldan az zamanda ikiye katlandığını söyleyebiliriz. IBM ve Harvard Universitesi tarafından gerçekleştirilen araştırmalara göre, özellikle IoT (Internet of Things - Nesnelerin Interneti) kavramının hayatımıza girişi ile her nesnenin internete bağlanarak akıl kazanması, dijital uygulamalar ve servislerdeki sürekli artış ve verilerin çok çeşitli kaynaklardan toplanması, şaşırtıcı bir hızla artacak ve bu durum, yakın zamanda “12 saatte bir” bilginin ikiye katlanmasına yol açacak. Yani dünyamızda var olan bilgi, yarım günde bir kendini ikiye katlıyor olacak…
Veri analitiği ve yapay zeka gibi öne çıkan teknolojileri, bu bilginin artışı ışığında da ele almak gerekiyor. Özellikle yapay zeka ve makine öğrenmesi, işlerimizi, karar verme süreçlerimizi destekleme anlamında kaçınılmaz olarak destek almamız gereken teknolojilerden. Yoksa bu kadar bilgi ile başa çıkmak, ne kadar akıllı olursa olsun, hiçbir insan için mümkün değil…
Bununla birlikte, toplanan verilerin işlenmesi ve tekrar müşteriler ile iletişime geçmek için kullanılması, ülkemiz dahil pek çok ülkede ciddi tartışma konusu olsa da; gerçek şu ki, bugün pek çok şirket, müşterilerinin neyi nereden aldığını; bağlı oldukları ağları, destekledikleri takımları, üye oldukları dernekleri, nerede ne kadar süre vakit geçirdiklerini ve hobilerini içeren muazzam bir veri setine sahip. Doğru kullanıldığı ve değerlendirildiği takdirde verinin “altın kadar değeri var”, bu nedenle teknoloji dünyasında veri, “yeni altın” (new gold) olarak da sıkça ifade edilmekte… “Social Dilemma” (Sosyal İkilem) belgeselini hurriyet.com.tr için analiz ederken, belgesel katılımcılarından bir kişinin şu ifadesine yer vermiştim: “Teknoloji firmaları reklam verenlere kesinlik satıyorlar, bu nedenle öngörü analizlerinin doğru çalışması gerekiyor. Bu da büyük veri gerektiriyor…” Şunu unutmamak gerekiyor: bir servise ya da hizmete para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz, sizin verilerinizden yararlanılarak para kazanılıyor…
Üretilen verilerin doğru analiz edilmesi, sürekli artan bir hızla değişen dijital dünyayı daha iyi yorumlamamıza da yardımcı olabilir. Veri artışını destekleyen ana kanallar hem değişen kullanıcı alışkanlıklarını ve beklentilerini daha iyi anlamamıza; hem de iş hayatımıza bu kanalları doğru entegre ederek rekabet avantajı sağlamamıza yol açabilir.
Bu yazımda, her sene, sosyal medyada hızla yayılan, internette 1 dakika neler olduğunu özetleyen “veri asla uyumaz” (Data Never Sleeps) analizinin 2020 yılı için hazırlanmış 8. versiyonunu inceledim.
Bu tabloyu inceleyip, 1dakika içerisinde ne kadar veri oluştuğunu görmek her seferinde ayrı bir şaşkınlığa neden oluyor. Şu anda dünyamızda 4,5 milyar internet kullanıcısı var ve bu rakamın önümüzdeki yıllarda daha da artması bekleniyor. Global olarak aktif sosyal medya kullanıcılarının sayısı ise 3,8 milyar ki, bu rakam dünya nüfusun neredeyse yarısına tekabul ediyor. Peki bu kullanıcılar, özellikle hangi uygulamalar ya da servislerden yararlanıyor?
Ergi Şener: Dijital dönüşümün ve yeni teknolojilerin İK'ya etkisi ne aşamada? İçinde bulunduğumuz süreç, İK'nın dijitalleşmesini nasıl etkiledi, İK açısından hangi uygulamalar ve teknolojiler öne çıkıyor?
Berna Öztınaz: Yeni çalışma modelleri ile birlikte yeni uygulamalar da gündemimizde daha çok yer almaya başladı. İş süreçlerinde dijitalizasyonun sağladığı hız ve çeviklik İK’ya büyük kolaylıklar sağlıyor. Bu kolaylıklar; maaş değerlendirmelerinden, performans takibine, hedeflerin belirlenmesinden, işe alım süreçlerine kadar geniş bir yelpazede kendine yer buluyor.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte uzaktan çalışmada ekiplerin performansını yönetmeye yardımcı olacak araç ve uygulamaların sayısı da git gide artıyor. Çünkü, uzaktan çalışma sırasında çalışan verimliliğini arttırmak ve desteklemek için ekibin hangi iş üzerinde çalıştığının bilinmesi önemli oluyor. İK uzmanları bu amaçla çeşitli akıllı ofis uygulamalarını, dijital toplantı uygulamalarını iş yapış stillerine entegre ederek yeni çalışma modellerini deniyor ve ekipleri üzerindeki farkındalıklarını arttırma yoluna gidiyor.
Salgın süreci tabii her konuda olduğu gibi dijitalleşme yolunda da İK’nın çalışmalarını oldukça etkiledi ve İK’nın teknoloji ile entegrasyonunu artırdı. Bununla birlikte PERYÖN – Türkiye İnsan Yönetimi Derneği olarak geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğimiz bir ankete göre Türkiye’deki kurumların dijitalleşme özelinde yaptığı düzenlemeler pek çok çalışanın gözünde yeterli değil. Öyle ki geçtiğimiz günlerde tamamlanan ve 110 kurumun katıldığı ankete baktığımızda “kurumum dijital dönüşüme hazır değil” diyenlerin oranı yüzde 60’ı buluyor. Çalışanların yüzde 75’i şirketimde dijitalleşme konusunda sürdürebilir politikalar izlenmiyor derken, dijital İK çalışmalarını yetersiz bulanların oranı ise yüzde 100. Bütün bu veriler dijitalin iş hayatına tam olarak entegre olması için çalışmaların artarak devam etmesi gerektiğini bize gösteriyor.
Krizin iş dünyasına olan etkisi, yeni teknolojiler ve dijital servislerin iş dünyasının her alanına hızla entegre olması, kurumsal yönetim stratejilerinin ve süreçlerinin de baştan gözden geçirilmesini gerektiriyor. Bu süreçte, değişim yönetimini doğru kurgulamak, krizden organizasyonların minimum etkilenmesini sağlamak adına İnsan Kaynakları (İK) bölümlerine oldukça iş düşüyor.
Bu doğrultuda, Korona’nın iş dünyasına etkisini, PERYÖN Türkiye İnsan Yönetimi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Berna Öztınaz ile tartışmak istedim. Türkiye’de İnsan Yönetimi alanında kurulmuş ilk sivil toplum kuruluşu olan PERYÖN, “şimdi ve gelecek için daha iyi bir çalışma hayatına liderlik etme” vizyonu ile faaliyetlerini sürdürmekte. PERYÖN Başkanlığı’nı ikinci döneminde sürdürmekte olan Sn. Öztınaz, IK odağında çalışmaları ile global arenada da faal olan, ülkemizin bu alanda önde gelen yöneticilerinden. Aynı zamanda EAPM (European Association of People Management - Avrupa İnsan Yönetimi Derneği) Yönetim Kurulu üyeliğini de gerçekleştiren Berna Hanım, PERYÖN ve önemli araştırma kuruluşlarının gerçekleştirdiği araştırmalardan ve deneyimlerinden yola çıkarak, bu kriz ortamında kurumsal firmaların nasıl aksiyon alması gerektiği, uzaktan çalışma süreçlerinin nasıl uygulanması gerektiği ve organizasyonların nasıl “çevikleşebileceğine” yönelik oldukça önemli paylaşımlar gerçekleştirdi. İki bölüm olarak gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbetin ilk bölümünü bugün paylaşmak istedim…
Ergi Şener: Korona sürecinin İnsan Kaynakları ve Kurumsal Yönetim odağında genel etkileri neler oldu?
Berna Öztınaz: Ülkemizin ve tüm Dünya’nın olumsuz etkilendiği Korona virüs süreci hepimiz için daha önce eşi benzeri görülmemiş bir belirsizlik dönemiydi. Bu tip olağanüstü durumlar için yaptığımızı düşündüğümüz neredeyse bütün hazırlıklar ve önlemler için yeni baştan çalışmamız gerekti. Bu da insan kaynakları ve kurumsal yönetim açısından büyük değişiklikleri beraberinde getirdi. Salgının başlamasıyla birlikte uzaktan çalışma imkanına sahip olan kurumlar büyük bir hızla uzaktan çalışmaya geçtiler. Bunu PERYÖN olarak Mercer Türkiye ile birlikte gerçekleştirdiğimiz "Korona virüs Salgınının İş Hayatına Etkisi Anket”’ sonuçlarında da görüyoruz. Anketin sonuçlarına göre; şirketlerin %44,9’u salgın öncesinde uzaktan çalışma modeli uygulamasına sahip olduklarını belirtirken %55,1’i ise böyle bir uygulama kullanmadıklarını söylüyordu. Salgınla beraber merkez ofiste uzaktan çalışma modeline geçen şirketlerin oranı ise %94,6’ya çıktı.
İK açısından süreç, yeni çözümler bulunmasını gerektirdi. İK uzmanları çalışanların sağlığı ve güvenliği konularına eğilirken, aynı zamanda uzaktan çalışmanın getirdiği belirsizlik altında milyonlarca çalışanın kaygıları ile de mücadele etmek durumunda kaldılar. Yönetiminse performans, maliyet ve işin sürdürülebilirliğini göz önüne alan, prosesten çok güvene, sonuç değerlendirmesine ve empatiye dayanan yeni bir liderlik ve çalışma modeline ihtiyaç duyduğu netleşti. Aslında bu, bizim yıllardır gerek yapay zeka ve dijitalleşmedeki hızlı gelişim, gerek jenerasyonların etkisi, gerekse sürdürülebilirlik nedeniyle öngördüğümüz bir dönüşümdü. Ancak Kovid-19 tüm bunlarla bir anda yüzleşmemize ve çözümler için gaza basmamıza neden oldu.
Değişime hızla adapte olup, çevik bir şekilde organizasyonlarını dönüştürebilen liderler, rekabette de şirketlerini öne çıkaracaklar.
Önde gelen araştırma şirketlerinden Gartner’a göre çalışanların %48'i Kovid-19 sonrası dönemde de uzaktan çalışmaya devam edecek. Benzer şekilde, McKinsey’nin gerçekleştirdiği araştırmaya göre, pandemi sonrası dönemde, kuruluşların işgücünün en az yarısı tamamen veya kısmen uzaktan çalışacak. Bununla birlikte, Silikon Vadisi’nin alanında önde gelen şirketlerinden Twitter ve Square, arzu eden çalışanların, bundan böyle temelli evden çalışabileceklerini açıklarken; Google, sene sonuna kadar evden çalışmanın geçerli olacağını ve sonrası için uzaktan çalışılacak pozisyonları belirlediğini bildirdi.
Mercer Türkiye ve Türkiye'de insan yönetimi alanında kurulmuş ilk sivil toplum kuruluşu olan PERYÖN Türkiye İnsan Yönetimi Derneği tarafından gerçekleştirilen “Korona Virüs Salgınının İş Hayatına Etkisi Anketi” sonuçları uzaktan çalışmanın ülkemizdeki güncel durumunu gözler önüne seriyor. Bu çalışmaya göre, “Korona virüsü öncesinde evden çalışma uygulaması olan şirketlerin oranı %45 iken, süreç sonrası bu oran şirketlerin merkez ofis çalışanları için %95’e ulaştı. Bu süreçte, şirketlerin %40,7’si çalışan motivasyonunda zorlandığını belirtirken, şirketlerin %74,3’ü iş hedefleri ve çalışanların yıl sonu performans hedeflerinde revize yapmayı düşündüğü belirtti.”
Kurumsal yönetim, ve IK yönetimi açısından fırtınalar esen şu günlerde, Gartner’ın güncel bir araştırmasından da yararlanarak, kendi araştırmalarım doğrultusunda, iş dünyasında öne çıkan trendleri paylaşmak istedim.
Uzaktan çalışma kalıcı hale gelirken, organizasyonların yeni süreçlere hazır olması gerekiyor
Bu denli önemli bir süreçte, organizasyonlar içindeki en önemli görevlerden biri insan kaynaklarına düşüyor. Özellikle, çeviklik, adaptasyon, değişim yönetimi, dijitalleşme gibi kavramların hayati hale geldiği şu dönemde; İnsan Kaynakları’nın yeni normaline de değinmek istedim. Bu konuda da ülkemizde ve dünyada öncü çalışmalar gerçekleştiren, benim de doktoradan arkadaşım olan UK Eğitim & Danışmanlık Kurucusu, Öğretim Görevlisi, “İnsan Kaynaklarına Pazarlama Dokunuşu HR Marketing” kitabının yazarı Dr. Umut Köksal ile bir söyleşi gerçekleştirmek istedim. Kovid-19 ile değişen kurumsal yönetim süreçlerinden, uzaktan çalışmaya; çalışanları motive etmekten, güven oluşturmaya; çevik organizasyondan, IK’nin dijitalleşmesine ve öne çıkan yetkinliklere kadar ilerleyen dönemde her kurum için daha da önem kazanacak konuları derinlemesine tartıştık. Bu keyifli sohbet ile sizleri baş başa bırakıyorum…
Bu denli önemli bir süreçte, organizasyonlar içindeki en önemli görevlerden biri insan kaynaklarına düşüyor. Özellikle, çeviklik, adaptasyon, değişim yönetimi, dijitalleşme gibi kavramların hayati hale geldiği şu dönemde; İnsan Kaynakları’nın yeni normaline de değinmek istedim. Bu konuda da ülkemizde ve dünyada öncü çalışmalar gerçekleştiren, benim de doktoradan arkadaşım olan UK Eğitim & Danışmanlık Kurucusu, Öğretim Görevlisi, “İnsan Kaynaklarına Pazarlama Dokunuşu HR Marketing” kitabının yazarı Dr. Umut Köksal ile bir söyleşi gerçekleştirmek istedim. Kovid-19 ile değişen kurumsal yönetim süreçlerinden, uzaktan çalışmaya; çalışanları motive etmekten, güven oluşturmaya; çevik organizasyondan, IK’nin dijitalleşmesine ve öne çıkan yetkinliklere kadar ilerleyen dönemde her kurum için daha da önem kazanacak konuları derinlemesine tartıştık. Bu keyifli sohbet ile sizleri baş başa bırakıyorum…
Ergi Şener: Sizce, Korona sürecinin İnsan Kaynakları’na ve kurumsal yönetim süreçlerine etkileri neler oldu?
Dr. Umut Köksal: Kovid-19 süreci, iş dünyasında hiç şüphesiz diğer iş süreçlerini olduğu gibi, insan kaynakları (İK) ve kurumsal yönetim odaklarını da derinden etkiledi. Öncelikli olarak, varolan ama bugüne kadar hiç baskın hale gelmeyen, evden çalışma-uzaktan çalışma gibi çalışma sistemleri bir işletmesel tercihten öte, bir mücbir durum, bir zorunluluk haline geldi. Şirketlerin insan kaynakları bölümlerinin çok önemli bir bölümü, bu sürece hazırlıksız yakalandılar. Kaç şirketin bu süreç öncesi, uzaktan/evden çalışma konusunda bir prosedür, yönetmelik ya da talimatı vardı; bu konuda elimde net rakamlar yok, ama gerek Türkiye gerekse diğer ülkelerde İK bölümleri ile yaptığım çalışmalarda bunun çok fazla sayıda olmadığını düşünüyorum. Bir başka nokta, bu süreç ile birlikte şirketler insan kaynakları fonksiyonlarını yeniden tanımladılar. İnsan kaynakları yöneticileri, belli bir dönem işyerinde fiziken olmayan, evlerinden çalışan önemli bir çalışan kitlesini motive edecek, geliştirecek, çalışan deneyimi anlamında sürdürülebilir düzeyde insan kaynakları yönetimi yapabilecek bir role doğru evrilmeye başladı. Bu role evrimleşme, kendiliğinden, doğal gelişen bir değişimi, bir dönüşümü ortaya koydu. İnsan kaynaklarının dijitalleşmesi, eğitim ve gelişimin online kanallara kayması, çalışanların evden işyerlerine dönüşte rehabilite edilmesi gibi konular ön plana çıkmaya başladı. Tabii bunların da ötesinde, insan kaynaklarının dijitalleşmesi konusunun artık daha da ciddi ve detaylı olarak ele alınması gerekliliği bence önemli açılımlardan bir tanesi oldu.
Ergi Şener: Yeni normal ile birlikte hayatımıza giren uygulamalar arasında, insan kaynakları yönetimi alanında kalıcı olacaklar sizce hangileri?
Dr. Umut Köksal: Yeni normal olarak adlandırılan süreç ile birlikte, insan kaynakları uygulamaları başlığı altında yer alan uygulamaların dijital ortama taşınmış olanlarının ve aynı zamanda çalışanlar tarafından içselleştirilmiş olanlarının kalıcı olacaklarını düşünüyorum. Burada tek tek, parça parça uygulamaların değil, benim kendi global çalışmalarımda da çok üzerinde durduğum bir terminoloji olarak “dijital çalışan deneyimi’’ başlığı altında, yen işe başlayanlar dahil tüm çalışanların işletmedeki iz düşümlerinin yönetildiği bütünsel bir insan kaynakları bakış açısının, yeni normalde oyunu asıl belirleyecek alan olduğunu düşüyorum. Bununla birlikte, dijital işe alma ve yerleştirme uygulamalarının, uzaktan eğitim uygulamalarının kalıcı olacağını düşünüyorum. Yeni normal, aynı zamanda yeni nesil bir çalışma anlayışını da ortaya çıkardı bence. Şirketlerin insan kaynakları yöneticilerinin, ekiplerinin; yeni nesil teknolojilerden daha yoğun yararlanarak İK uygulamalarını hayata geçirecekleri artık yadsınamaz bir gerçek. İşe alma ve yerleştirmeden eğitim ve gelişime; yetenek yönetiminden ücret yönetimine; çalışan memnuniyeti ve bağlılığına kadar, tüm insan kaynakları yönetimi süreçlerinde yeni normalin etkilerini göreceğiz. Ama dediğim gibi, benim görüşüm özellikle işe alma ve yerleştirme ile eğitim ve gelişim süreçlerinde bu kalıcılığın daha fazla olacağı yönünde.
Ergi Ş
Uzun süre sonra ilk sanal etkinlik
Kovid-19 nedeniyle canlı olarak gerçekleştirilemeyen, bu nedenle de eski heyecanlarından uzak olan sanal Apple etkinliği, Steve Jobs’un döneminden sonraki tüm tanıtımlarda olduğu gibi, vizyoner bir liderin coşkusundan da uzaktı. Dünya’nın en değerli şirketlerinden olan Apple, her ne kadar akıllı telefon pazarında düşüşünü sürdürse de, özellikle giyilebilir teknolojiler pazarına hakimiyeti, yeni servisleri öne çıkan trendler ekseninde geliştirmesi, “love mark” özelliği, arzu objesi olması, şaşkınlık ve hayranlık yaratma vizyonu, teknoloji dünyasındaki liderliğini sürdürmesini sağlıyor… Bu etkinlikte öne çıkan özellikler ise; Apple Watch’ın sağlık alanında yıkıcı etkisini sürdürerek gelişmiş erken teşhis uygulamaları sunması, fitness opsiyonları ile giyilebilir teknolojilerde yeni uygulamaları devreye alması, dijital servislere yatırımını sürdürmesi ve aylık abonelik bazlı iş modellerini geliştirmesi…
Etkinliğin yıldırı Apple Watch Series 6
İlk etkinliğin yıldızı, beklendiği üzere, Apple Watch Series 6 oldu. Apple, giyilebilir cihazlar pazarının yaklaşık %30’una sahip olarak, bu pazarda hakimiyetini sürdürüyor. Yeni Apple Watch, şirketin saat odağında şu ana kadar iyi giden özelliklerin üzerine, içinde bulunduğumuz dönem itibariyle daha da öncelikli hale gelen sağlık odağını ekliyor.
Apple yeni saati ile sağlık sektörüne yön vermeyi sürdürecek
Geçtiğimiz dönemlerde, kalp krizini erken teşhis özelliği ile sağlık sektöründe “yıkıcı" bir etki yaratan Apple, yeni saati ile Kovid-19’a yönelik teşhis sağlamada önemli bir gelişme olan, kandaki oksijen seviyesini, 15 saniye gibi kısa bir zamanda, ölçümleme özelliğini devreye aldı (oksijen seviyesindeki azalma, Kovid-19’un belirtilerinden biri olarak belirtilmekte). Bununla birlikte, saatin sağlık odağı, geçmişte olduğu gibi doğrudan teşhis yerine kullanıcıyı daha büyük sorunların erken teşhisi konusunda uyarması. Yani, erken teşhis anlamında, giyilebilir cihazların kullanımının arttırılmasında Apple’ın hamleleri oldukça kritik. Kandaki oksijen seviyesinin ölçümlenmesi özelliği, astım, kalp hastalığı ve akciğer hastalıkları gibi kronik rahatsızlıkları olan kişiler için de önem arz ediyor. Apple, bu yeni özelliği ile, alanında öncü sağlık hizmeti sağlayıcılarıyla ortaklaşa çalışarak, bu hastalıklar ve Kovid-19 ile ilgili sağlık araştırmaları yürütmeyi planlıyor.
Apple Watch’un önceki serilerinde de öne çıkan ve kullanıcılar tarafından beğenilen özellikleri arasında, adım takibi, EKG kalp monitörü, spor salonu ekipmanları ile senkronizasyon özelliği ve meditasyon uygulaması yen saatlerde de sunulmaya devam ediyor. Yeni Apple Watch’un özellikleri arasında ellerinizi ne sıklıkla yıkadığınızın kontrolü, yakılan kalori miktarı ve uyku takibi de bulunuyor. Gün ışığında parlaklığı azaltan, bu şekilde de pilden tasarruf edilmesini sağlayan enerji tasarrufu özelliği ve doğa yürüyüşleri sırasında yüksekliği takip etmek için her zaman açık bir altimetre (yükseklik ölçer) de bulunuyor.
<iframe width="560" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/TCMnrssX1NE" frameborder="0" allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture" allowfullscreen></iframe>
Dün, bu belgeseli izleme fırsatı buldum. Social Dilemma, benim de iş hayatında yakın çalıştığım, Silikon Vadisi’nin önde gelen şirketlerinden Google, Facebook, Instagram (Facebook tarafından satın alındı), Twitter ve Youtube (Google tarafından satın alındı) eski çalışanlarının söylemlerini içeren (ki bu kişilerin bir bölümü, Facebook’un erken aşama yatırımcısı, Facebook’un gelir kazandırma yöneticisi, Facebook Like’ın ve Youtube öneri platformunun geliştiricileri), bu kişilerin eski çalışmalarını kınayan ve teknolojinin topluma negatif ve manipulatif etkisini eleştiren aktivistlerin düşünceleri doğrultusunda hazırlanmış gerçekten önemli mesajlar barındıran bir belgesel. Milyarlarca insanın kullandığı servisleri, özellikleri geliştiren bu “teknoloji dehaları” bile, nasıl tasarlandığını, geliştirildiğini bile bile ortaya çıkan servislere kendilerinin de bağımlı hale geldiklerini, dolayısıyla çocuklarına belli bir yaşa gelene kadar bu uygulamaları kullandırmadıklarını ve kullanıcılara da algoritmalar tarafından yönlendirilmemek için, gönderilen ileti ve bildirimleri kapatmalarını şiddetle tavsiye ediyorlar… Belgesel, sosyal medyanın "insanlığın en büyük varoluşsal tehdidini" oluşturduğunu öne sürüyor. Belgeselde, yanlış bilginin yayılımı, bilgi kirliliği, manipülasyon ve bağımlılık, sosyal medyanın kötücül özellikleri arasında öne çıkanlar…
Social Dilemma’da vurgulanan mesajlara değinmeden önce gelin birkaç adım öncesine gidelim. Belgeselde değinilen konulara yönelik üniversitelerdeki derslerimin giriş bölümünde hep bahsettiğim birkaç örneği, sizlerle de paylaşmak isterim. 2015 yılında Stanford Üniversitesi, üniversite bünyesinde yapay zeka çalışmaları gerçekleştiren araştırmacı Dr. Michal Kosinski’nin elde ettiği sonuçları bir basın bülteni ile şu şekilde paylaşmıştı: “Algoritmalar, artık kişilik özelliklerinizi arkadaşlarınızdan daha iyi algılıyor”… Kosinski’nin araştırmasına göre, yapay zeka bırakın yakın arkadaşlarınızı, eşinizden bile daha iyi şekilde sizin hakkınızda daha doğru çıkarımlar yapabiliyor. Bunun nedeni, bilgisayar algoritmalarının sosyal medyada bıraktığınız yorumlar, beğeniler, ilgilendiğiniz içerikleri de tarayarak, detaylı bir analiz çıkarabilmesi. Her geçen gün gelişen yapay zeka ve makine öğrenmesi ile birlikte kişilik analizinde, bilgisayarların insanlara göre önemli avantajları bulunuyor. Gelişmiş bilgisayarlar, doğru algoritmalar ile büyük miktarda geçmiş veriyi inceleyerek, kişinin dışarı yansıtmadığı psikolojisini de anlamlandıracak şekilde çok daha doğru analizler çıkarıyor. Sonuç olarak, yalnızca 10 beğeniyi analiz ederek iş arkadaşından daha doğru bir şekilde kullanıcının kişiliğini tahmin edebilirken, 70 beğeni ile sıradan bir arkadaştan veya oda arkadaşından; 150 beğeni ile bir aile üyesinden; ve 300 beğeni ile eşinden daha iyi sonuçlar çıkarabilmekte. Tabii burada analizin sadece beğeniler doğrultusunda yapılmadığını, kişilerin geçmiş paylaşımları, demografik bilgileri, bağlantılı olduğu arkadaşları, paylaşımları, takipleri, abonelikleri de hesaba katılarak, oldukça detaylı bir dijital iz üzerinden anlam çıkarıldığını belirtmekte yarar var.
Stanford Üniversitesi’nin bu araştırmayı resmi olarak açıklamasından yaklaşık bir yıl sonra, 2016’da Donald Trump’ın Amerika Başkanı olduğu seçimin ardından, Cambridge Analitik skandalı ile sosyal medya üzerinden kullanıcıların yönlendirilmesi tekrar gündeme geldi. İşin gerçeği, Cambridge Analitik, Facebook'tan edindiği kullanıcı verilerini, makine öğrenimi ile on milyonlarca kullanıcı profilini analiz etmek ve kullanıcıların psikolojik profillerini anlamak için kullanmıştı. Örnekle anlatmak gerekirse, Cambridge Analitik’in, psikolojik profil analizine dayanarak, bir kullanıcının muhtemelen hangi adaya oy vereceği anlaşılıyordu. Desteklediğiniz adaya, oy vereceğini bildiğiniz kişilere para harcamak gereksiz. Bu nedenle, Cambridge Analitik de öncelikle kararsızları hedef aldı ve bu insanlara yönelik rakip karşıtı içeriği teşvik etti. Bu şekilde, ya rakibe oy verme potansiyeli olanları oy vermemeye teşvik etti ya da destekledikleri adaya oyları kaydırmış oldu.
Son olarak, biraz da eğlence amaçlı pek çok kişinin Facebook ya da Instagram’a 10 yıl önceki resimleri ile bugünkü resimlerini koyduğu, “10 years challange”a gidelim. Burada da, kendi ellerimizle, gerçekten 10 yıl önceki resimlerimizi platform ile paylaşarak bu platformların yüz tanımaya yönelik algoritmalarını daha doğru eğitmelerini desteklemiş olduk. “10 years challenge”’ın ardından oldukça fazla, yaşlandığınızda nasıl görüneceğinizi gösteren algoritmalar ve uygulamalar çıkması hiç şaşırtıcı değil aslında…
Üç örnek açısından da işleyiş aynı. Gelişen yapay zeka algoritmaları, büyük veri setleri ile eğitilmekte, bu doğrultuda kullanıcının önceki tercihleri doğrultusunda öngörü analizleri oluşturulmakta ve kullanıcı sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmekte. Belgeselin de ana fikri bu aslında… Ayrıca, belgeselde, Dünya’nın yapay zeka tarafından yönetilmeye başlandığı, Terminator, Neuralink gibi girişimleri beklemeye gerek olmadığı da önemli bir tespit.
Benim ilk iş tecrübem, şu anda öğretim görevlisi olarak ders de verdiğim Sabancı Üniversitesi’nde Sanayi Liderleri Yüksek Lisans Programı’na devam ederken çalıştığım Alcatel şirketiydi. Program kapsamında, altı ay tam zamanlı bir şirkette çalışarak, bir proje tamamlamam gerekiyordu. O dönemde Alcatel, başka bir dünya devi Lucent ile yeni birleşmiş, mobil altyapı ve kurumsal teknoloji çözümlerinde önde gelen bir oyuncuydu. Sn. Ozan İnan ile de Alcatel’de çalışırken tanıştım; gerçekten örnek alınacak bir lider, rol modeldi. Uzun zaman sonra, birlikte aynı projelerde yer alma ve bir takım yeni projeleri tasarlama imkanımız oldu. Ülkemizde teknoloji sektöründe, yerli milli çözümleri desteklemede ve gelişen teknolojileri analiz etmede önde gelen isimlerden olan Ozan Bey ile yeni normali, etkilerini, son dönemde oldukça ses getiren Neuralink girişimini ve öne çıkan yerli milli çözümleri konuştuk.
Ergi Şener: Teknoloji odaklı çalışmalarınızla, sektöre yön veren bir yönetici olarak, Koronavirüs ile birlikte yaşadığımız süreci genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ozan İnan: Tüm dünya şimdiye kadar örneği görülmemiş çok zorlu bir süreçten geçiyor. İnsanların günlük yaşamları olumsuz yönde etkilendi, tüketicilerin davranışları ve alışkanlıkları değişti, şirketlerin iş yapış şekilleri dönüştü, ülke ekonomileri olumsuz etkilenirken, Dünya neredeyse durma noktasına geldi. Sürecin atlatılması için, ülkemizde ve dünyada şirketlere ve bireylere çeşitli destekler sağlandı. Sadece sağlık sektöründe değil bilişim, telekomünikasyon, ulaşım, lojistik ve daha birçok sektörde insanlar büyük fedakarlıklar gösterdiler ve birbirlerine kenetlendiler.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde iletişim teknolojilerinin ve diğer teknolojilerin ne derece önemli olduğu çok daha belirgin bir hale geldi. Diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda Türkiye’nin, krizi yönetmekte daha başarılı olduğunu görüyoruz. Bunda erken alınan önlemlerle birlikte, sağlık sektörünün ve teknolojik altyapımızın güçlü olmasının büyük rol oynadığını düşünüyorum.