Müşteriler sorunsuz deneyim istiyor
Son kullanıcıların yeni ödeme yöntemlerini benimsemesine yönelik ana noktayı doğru müşteri deneyiminin kurgulanması oluşturuyor. Müşteri deneyimi doğru kurgulandığında, alışkanlıkları değiştirmek de kolaylaşıyor. Günümüz müşterileri, kanal bağımsız olarak, aynı deneyim ile, ihtiyaçları anında, istedikleri cihaz üzerinden ödemelerini gerçekleştirmek istiyorlar.
Ödeme süreçlerinde, sorunsuz deneyimden bahsederken, tüm bariyerlerin ortadan kalktığı ve işlemlerin en hızlı şekilde tamamlandığı satın alma süreçlerini düşünmemiz gerekiyor. Tek tuşla ödeme, temassız ödeme, görünmez ödeme (örneğin, Uber’deki ödeme deneyimi) veya otomatik ödeme bu uygulamalardan öne çıkanları…
Bir diğer yandan, ödeme süreçlerini tasarlarken müşterilerin, aslında daha iyi bir alışveriş deneyimi beklentisinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu doğrultuda, sadece ödemeye odaklanmak tek başına başarıyı getirmiyor. Tüm alışveriş deneyimi içerisinde, ödemenin küçük ama çok önemli bir tamamlayıcı olduğu bilinci ile uygulamaları ve süreçleri uçtan uca oluşturmak önemli hale geliyor.
Temassız ödemeler artık hayatın bir parçası…
Kovid-19’un ödeme alanındaki en büyük etkilerinden biri de temassız ödeme çözümlerinin yaygınlaşması oldu. 2020’de temassız işlemler Dünya’daki tüm yüz yüze işlemlerin %43'üne yükseldi. Visa’nın gerçekleştirdiği güncel bir araştırmaya göre de müşterilerin %74’ünün aşıdan sonra bile temassız ödemeleri kullanmaya devam etmesi bekleniyor. Şifre gerektirmeyen temassız işlem limitinin artırılması da bu uygulamanın artmasındaki temel nedenlerden biri. Temassız ödemeden bahsederken, sadece temassız özellikli plastik kartlar ile yapılan ödemeleri düşünmemek gerekiyor. Akıllı cihazlar üzerinden gerçekleşen mobil temassız ödemeler, mobil QR ile ödeme ya da Amazon Go tarzı tamamen kasasız ödeme çözümleri de artık bu kategoriye girmeye başladı. Salgının öne çıkardığı hijyen endişesi, fiziksel ortamlarda gerçekleşen ödemelerde temassız opsiyonunu öne çıkarsa da aslında, temassız ödemeler hız ve pratiklik adına da perakendede öne çıkıyor. Kasadaki işlem sürelerini kısaltıp, kuyrukların azalmasında da temassız ödemeler büyük fayda sağlıyor. Pratikliğin yanında temassız ödemeler sanılanın aksine güvenlik açısından da oldukça ideal bir çözüm. Bu yöntemdeki riskler oldukça azaltılmış ve kontrol altına alınmış durumda. Ancak, şunu da kendimize sormamız gerekiyor, temassız ödemeler bu kadar basit, kullanışlı ve güvenliyken, kartların ve POS’ların çoğu bu uygulamayı destekliyorken ve Türkiye bu teknolojiyi ilk benimseyen ülkelerden biri olmuşken, bu uygulamanın yayılımı neden bu kadar uzun sürdü? Bazı teknolojilerin ve uygulamaların yayılımı beklenenden uzun sürse de teknolojide belirli eşik noktalarına geldikten sonra geriye dönüş olmuyor. Artık hem müşteriler hem de üye işyerleri temassız ödemeyi talep ediyorlar.
Giyilebilir teknolojilere de temassız ödeme entegrasyonu geliyor
Giyilebilir teknolojilerin gelişimi ile bu cihazlar ile de temassız ödeme yapılması sağlanıyor. Bugün akıllı saatler ve pek çok sağlık bilekliği temassız ödeme opsiyonunu da destekleyecek şekilde piyasaya sunulmaya başladı.
Günümüzde kurumsal firmalar, yapay zekayı daha çok rekabet avantajı, maliyet ve zaman tasarrufu elde etmek için kullanıyor. Önde gelen araştırma firmalarından Deloitte’un 2020 yılında üst düzey yöneticiler ile gerçekleştirdiği bir anket, AI'nın şu anda işletmelerde farklı hedefleri desteklemek için uygulandığını ortaya koyuyor: Süreçleri daha verimli hale getirmek (%28), mevcut ürünleri ve hizmetleri geliştirmek (%25), yeni ürünler ve hizmetler oluşturmak (%23), karar vermeyi iyileştirmek (%21) ve maliyetleri düşürmek (%20) gibi…
Öte yandan, AI alanında yaşanan gelişmelerin hızı ve gelinen nokta, son kullanıcılar nezdinde endişelere de sebep oluyor. AI odaklı tartışmalar genellikle şu şekilde başlıyor: “Yapay zeka insanlığı tehdit edecek bir konuma gelerek, dünyayı ele geçirecek mi”; “AI ne zaman işlerimizi elimizden alacak”; “sanal asistanlar ve akıllı cihazlar ile her şeyimiz takip ediliyor mu, sürekli izleniyor muyuz” … Bu tartışmaların çok ötesinde, AI gerçek anlamda hem günlük yaşantımızı hem de iş süreçlerimizi derinden etkilemeye başlamış durumda. Yapay zeka çağında yaşadığımızın farkında olmak; AI’ın uygulama alanlarını ve etkilerini doğru analiz edebilmek her geçen gün daha da önemli bir hal alıyor. Bu nedenle AI alanındaki gelişmeleri yakından takip etmek ve işimize entegrasyonu için planlar yapmak çok önemli. Yapay zekanın ilerlemesini umursamayan veya çok erken olduğunu düşünenler için tehlike çanları çalıyor olacak.
Bugün hayatımızda önemli bir yeri olan AI’ın, temelleri, bu disiplinin babası olarak nitelendirilen Alan Turing tarafından neredeyse 70 yıl önce atıldı. İlk çalışmaların başlangıcından bu yana, temel amaç bilgisayarların insanlar gibi davranmasını sağlamak. İçinde bulunduğumuz dönem itibariyle, bazı teknoloji devleri Turing testini geçtiklerini iddia etseler de gerçekte böyle bir ilerlemenin önünde uzun yıllar var (Turing testi, bir insanın sorduğu bir soruya gelen yanıtların, bir insan tarafından mı yoksa bir bilgisayar tarafından mı verildiğinin ayırt edilemediği durumu ifade ediyor). Belirsiz süreçler karşısında insani reaksiyonlar veren, doğal dilleri anlayıp, dünyamızı insan beyni kadar anlayabilen ve bağlantı kurabilen makineler henüz tam anlamıyla geliştirilmiş değil.
Peki 2021’de ve ilerleyen yıllarda AI alanında öne çıkacak olan uygulamalar ve odaklar neler olacak?
Nesnelerin Yapay Zekasına (AIoT) merhaba
Nesnelerin Yapay Zekası olarak adlandırılan kavram, iki önemli teknoloji trendi olan nesnelerin interneti (IoT) ve yapay zekanın etkileşiminden oluşuyor. AIoT internete bağlı cihazların sadece veri üretmesindense; topladıkları verilerden bir şeyler öğrenip, gerekli aksiyonları otomatik olarak almalarını ifade ediyor. Konuşmanızı anlayarak, size gerekli cevabı veren dijital asistanlar, bu alandaki en somut örneklerden biri.
Benzer şekilde, AIoT ile akıllanan ofisler, ofiste sadece kaç kişinin, ne kadar süre bulunduğunu raporlamakla kalmayacak; aynı zamanda enerji tasarrufu sağlamak iç aydınlatma ve ısıtma konusunda da kararlar alabilecek. Evimizden bir örnek olarak AIoT buzdolaplarını verebiliriz. Bu buzdolapları içindeki ürünleri tarayarak, buzdola bınızda bulunan malzemelerden hangi yemekleri yapabileceğinizi tarifleri ile size sunacak.
2020’de tanıştığımız yeni normalin özellikle yeni teknolojiler özelindeki etkilerini, bu yıl çok daha fazla hissedeceğiz. Bu yazımda, teknolojideki son gelişmeler doğrultusunda, 2021’de öne çıkacak olan teknoloji trendlerini analiz ettim.
Yapay zeka her yerde
Yapay zekan (AI) uygulamalarını, çoğu zaman farkında olmadan, pek çok alanda tecrübe etmekteyiz. Doğal dil işleme uygulamaları olarak, ses komutlu dijital asistanlar ya da sohbet robotları, günümüzde yapay zekanın en ilgi çeken kullanım alanlarından biri. Özellikle, teknoloji devlerinin dijital asistanlara yönelik artan yatırımları ve birbirleri ile yarışırcasına ürünlerini geliştirmeleri, son kullanıcılar nezdinde de bu teknolojiye olan ilgiyi artırdı (Apple Siri, Google Assistant ve Amazon Alexa dijital asistan kategorisinde global olarak da öne çıkan uygulamaların başında yer alıyor).
Bunun dışında yapay zeka, verileri analiz ederek daha iyi kararlar alınmasını sağlamak, değişen müşteri davranışlarını tespit etmek ve gerçek zamanlı, kişiselleştirilmiş deneyimler sağlamak için de kullanılıyor.
Duygusal yapay zeka da gelişiyor…
Yapay zekanın, karşısındaki insanın duygu durumu ve hisleri doğrultusunda iletişim kurması ve bu doğrultuda tahmin oranını arttırması şu anda en ilgi gören alanlardan biri. Duygusal yapay zeka olarak adlandırmaya başlayan bu alan hızla gelişiyor. Şu anda, pek çok chatbot, kullanıcıların değişen cümlelerinden, vurgularından ya da noktalama işaretlerinden, sinirlenip sinirlenmediğini anlıyor ve görüşmeyi bu doğrultuda devam ettirebiliyor. Benzer bir şekilde, müşterilerin, bir e-ticaret sitesi içerisinde dolaşırken, inceledikleri ürünleri almaya ne derece yatkın oldukları da çok büyük hassasiyet ile hesaplanabiliyor. Tahmine dayalı duygusal yapay zeka ile ilgili en büyük zorluk, farklı kültürlerden farklı insanların aynı olayları değişkenlik gösterecek şekilde yorumlayabilmeleri ya da aldıkları aksiyonların değişmesi.
Yaklaşık bir asırdır otomotiv endüstrisi, temel olarak mühendislikte mükemmellik doğrultusunda rekabet avantajı sağlamaya odaklandı. Bununla birlikte, arabaların sürekli daha da akıllı ve farklı servisleri destekleyecek şekilde bağlantılı olduğu bu dönemde, bu strateji tek başına yeterli olmuyor. Artık, arabalar kendi aralarında ve farklı nesneler ile de (trafik ışıkları, otopark noktaları, benzin istasyonları, araç servisleri, muayene istasyonları, vb.) haberleşmeye ve iletişime geçmeye başlıyor. 2021’e girerken şu bir gerçek; geleneksel otomotiv üreticilerinin tümü işlerinin ve sektörlerinin geleceği konusunda endişeliler ve bu doğrultuda büyük bir bilinmezlik olduğunda hemfikirler… Fakat, bununla birlikte, pazarın hangi yönde evrileceğine yönelik olarak net bir görüşe sahip değiller… Bu yazımda, dünya genelinde ulaşımdaki gelişmeleri tetikleyen trendleri paylaşarak, gelecekte ulaşımın nasıl olacağına dair bir ışık tutmak istedim…
Trafikte kara şimşeklere doğru
Otomotiv endüstrisini ve otomobillerimiz ile olan ilişkimizi kökten değiştirecek teknolojilerin en önde geleni kuşkusuz, son yılların da en popüler teknolojileri arasında gösterilen “sürücüsüz araçlar”. Sensör, görüntü işleme, makine öğrenme, haritalama ve iletişim teknolojilerindeki süreklilik gösteren gelişmeler, sürücüsüz araçları hayatımızın bir gerçeği haline getirmeye oldukça yakın. Bununla birlikte, halen tartışmaları devam eden; güvenlik konusundaki endişeler, makul fiyat beklentisi ve regülasyonların netlik kazanmaması gibi pek çok konu sürücüsüz araçların gelişimini ve piyasaya çıkışını etkiliyor (bugün, sürücüsüz bir aracın kaza yapması ya da arabada bir sorun oluşması durumunda suçun kimde olduğu sorusunun yanıtını halen aramakta).
Sürücüsüz araçlar birden hayatımıza girmeyecek
Pazarda bu kadar hareket olmasına ve yatırımların artmasına rağmen, belirsizliklerin de oldukça fazla olması, beklentileri yıllara yaymayı gerekli kılıyor. Tam anlamıyla sürücüsüz araçlara giden yolda, belirli aşamalardan geçileceğini öngörebiliriz. Örneğin, önce özel şeritlerde sürücüsüz otobüslerle karşılaşmamız (örneğin sürücüsüz metrobüsler), sonrasında sürücüsüz kamyonların limanlar ya da madenler gibi yük taşımacılığı için kullanılan iş alanlarında yaygınlaşması ve sonrasında da belirli şeritlerin tamamen sürücüsüz araçlara ayrılması gibi… Ancak, beklenmeyen krizlerin, bu tarz uygulamaları öngörülemeyecek şekilde hızlandırdığını da Korona ile birlikte deneyimlemiş olduk. Korona’nın başladığı Çin’de, sürücüsüz taksiler kullanılmaya başlandı bile.
İlerleyen dönemlerde sürücülü araçlar yasaklanabilir
Bugün için henüz erken olmasına rağmen, günümüzün en değerli otomotiv markası Tesla’nın kurucusu ve CEO’su Elon Musk’un öngörüsüne göre; “ilerleyen yıllarda sürücüsüz araçların yaygınlaşmasıyla birlikte sürücülü araçlar yasaklanabilir”… Google, Uber, Tesla gibi teknoloji devleri sürücüsüz araçlara yönelik hatırı sayılı bir yatırım yaparak, sektörün dinamiklerini ve geleceğini etkileyecek hamlelerine çoktan başladılar. (Google uzun yıllardır sürücüsüz araç çalışmalarını resmi olarak sürdürüyor ve San Francisco sokaklarında bu araçların testlerini gerçekleştiriyor. Ben de Silikon Vadisi ziyaretlerimde pek çok kez Google’ın Waymo araçlarına rastlamıştım). Geçtiğimiz aylarda Elon Musk da, Tesla’nın tamamen sürücüsüz sürüş özelliğini, 2021’in başlarında bir abonelik hizmeti olarak kullanıma sunacağını belirtti. Tesla’nın önemli bir özelliği konumundaki “auto pilot” servisi, otomatik fren, hızlanma, arabanın kendi kendine park etmesi ve sürücü asistanı gibi özellikleri desteklemekte. Yeni sürücüsüz sürüş özelliği ile birlikte arabanın şerit değiştirmesi, belirli trafik işaretleri ve trafik lambalarını tanıyarak bu ikazlara göre hareket etmesi de mümkün olacak, ancak yine de bu özellik ile tamamen kontrolün arabada olacağı bir sürücüsüz araç deneyimi beklememek gerekiyor. Şimdi, bu devlerin yanına Apple’ da somut olarak eklenmekte. Sürücüsüz araçlar ve dijital dönüşüm, iş modelleri ile birlikte, araba tasarımlarını, otomotiv ekosistemini, müşteri beklentilerini de kökten değiştirecek.
Uzun yıllar, Mercedes gibi sektöre yön veren bir şirketin bir numaralı yöneticiliğini gerçekleştiren Zetsche, dijital dönüşümden en çok etkilenen ve değişim kaynaklı tehdit altında olan sektörlerden birinin otomotiv sektörü olduğunu aktarmış; ilerleyen dönemlerde pek çok bilindik otomotiv markasının tarih olabileceğini belirtmişti. Zetsche’ye göre bunun nedeni, Mercedes’in geleneksel araba üreticisi olan ana rakiplerinin yerini Tesla (açık ara öne geçmeyi başardı ve günümüzün en değerli otomotiv firması olmayı başardı), Uber, Google, Apple gibi teknoloji firmalarının almasıydı. Bu teknoloji devleri, ezber bozan hamleler ile girdikleri her sektörü gerçek anlamda dönüştürmeye odaklanıyorlar. Geleneksel otomobil üreticileri, “nasıl daha iyi bir araba üreteceklerine” odaklanırken; teknoloji firmaları “dört teker üzerinde giden bilgisayarlar” piyasaya sürme vizyonu ile paradigmayı değiştiriyorlar. Bu doğrultuda, alışık olduğumuz araba konsepti bambaşka bir hal alırken, “araba” tanımı da değişiyor.
Bu hafta, bu sürece yönelik çarpıcı bir gelişme yaşadık. Teknoloji dünyasında, Apple’ın 2024 yılına kadar, daha gelişmiş pil teknolojisine sahip kendi otomobilini üretmeyi planladığı haberleri büyük heyecan yarattı. Reuters’in paylaştığı bir habere göre, Apple sürücüsüz araç teknolojileri odaklı çalışmaları ile otomotiv sektörünü “disrupt” edecek (sektörün derinden dönüşümünü tetikleyecek).
Apple’ın kendi sürücüsüz araç çalışmaları ya da Apple lansmanlarının meşhur deyimi ile “next big thing” (bir sonraki büyük ürün) olarak Apple Car’ı (Apple Arabası) konumlandırması 2014 yılına kadar uzanıyor. Anlaşılan Apple’ın uzun yıllardır sürücüsüz araç teknolojileri odağında devam eden ve “Project Titan” olarak bilinen çalışmaları, tüketicilere bu hizmeti sunabilecek seviyeye geldi ki, bu hafta sektörde tsunamiye neden olan gelişmeleri tetikledi. Çıkan haberler, Apple’ın hisse değerini %3 artırırken, Tesla gibi son dönemlerde otomotiv sektörünün en yenilikçi şirketinin hisse değerinin bile düşmesine neden oldu. Apple’ın yeni odağının, ilk iPhone’un çıkışındaki heyecanı yaratacağı ve otomotiv sektörünü tamamen değiştireceği düşünülüyor.
Apple Arabası’na yönelik haberlerin ardından, önde gelen otomotiv üreticilerinden Volkswagen’in CEO’su Herbert Diess de bu durumun, geleneksel üreticiler açısından tehdit oluşturacağını; “neredeyse sınırsız kaynaklara sahip yeni rakipler, sektörümüzdeki değişimi kesinlikle hızlandıracak ve yeni beceriler getirecek” şeklinde dile getirdi.
Bununla birlikte, otomobil üretmek, her yıl dünyanın dört bir yanından, farklı parçalar temin ederek yüz milyonlarca elektronik ürün üreten, Apple gibi bir firma için bile, bu şartlar altında oldukça zor. Öte yandan, şu anda böyle bir girişime cesaret edebilecek bir şirket varsa, onun da Apple olması gayet normal. Yine de otomobil üretiminin, tüketici elektroniğine kıyasla çok daha kompleks bir mekanizma olduğunu belirtmekte yarar var. Tesla’nın kârlı bir şirkete dönüşmesinin yaklaşık 17 yıl sürdüğünü belirtmeliyiz. Hatta, söylentiler ardından, Tesla’nın kurucusu Elon Musk gerçekleştirdiği bir paylaşımda, o zamanlar zor durumda olan Tesla’yı satın alması için Apple'ın CEO'su Tim Cook'tan randevu talep ettiğini, ancak Cook'un "toplantıya katılmayı reddettiğini" belirtti.
Apple’ın CEO’su Tim Cook da Haziran ayında Bloomberg ile gerçekleştirdiği bir röportajda, Apple’ın sürücüsüz araç teknolojilerine odaklandığını açıkça belirtmişti. Ancak, Apple’ın kendi arabasını tasarlayarak, uçtan uca bir üretime mi gireceği; yoksa bir üretici ile anlaşarak, arabaya sürücüsüz araç yeteneği kazandıracak yazılıma mı odaklanacağı hala belirsizliğini koruyor. Her hâlükârda, Apple’ın son tüketiciye ulaşma stratejisi, Google’ın Waymo olarak adlandırdığı ve araç paylaşım uygulamaları için sürücüsüz araç üretme stratejisi ile farklılık gösteriyor.
Apple’ın sürücüsüz araç çalışmalarının temelinde pil maliyetini "radikal bir şekilde" düşürebilecek ve aracın menzilini artırabilecek yeni bir pil tasarımı bulunuyor. Ayrıca, Apple’ın sürücüsüz araçların yolun üç boyutlu bir görünümünü elde etmesine yardımcı olan lidar sensörleri de dahil olmak üzere uygulama özellikleri için dış ortaklardan yararlanacağı tahmin ediliyor. Zaten bu yıl piyasaya sürülen iPhone 12 Pro ve iPad Pro modellerinde de lidar sensörler bulunuyor.
Değişen müşteri davranışları ve tercihlerinin önemli bir bölümünün Korona sonrasında da kalıcı olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Online siparişler, fiziksel mağazaların dijital servis ve teknolojiler ile dönüşümü yani “fijitalleşmesi”, veri odaklı kararlar ile daha doğru öngörü analizleri ve kişiselleştirilmiş servisler Post Kovid sürecinde de öne çıkacak.
Bu yazımda, değişimin oldukça hızlandığı ve zorulu hale geldiği perakende sektöründe öne çıkan trendleri analiz ettim…
Mağazaların depo bölümleri genişliyor…
Yeni dönemde hayatta kalmak isteyen perakendecilerin, mağazalarını değiştirmeli gerekmekte. Halihazırdaki mağazaların depoları, genelde sadece fiziksel mağaza operasyonları için planlanmışken; sürekli artan e-ticareti hacmi, depoların genişletilip, yeniden planlanmasını gerektiriyor. Ayrıca stokları doğru bir şekilde yönetmek ve gerçek zamanlı kontrol sağlamak adına yeni çözümlere de yatırım yapmak gerekiyor.
Artık, mağazaları, sadece gidip alışveriş yaptığımız yerler olarak değil; evlere sipariş için gereken ürünlerin depolandığı ve en hızlı şekilde paketlenip gönderimin planladığı organize depolar olarak da düşünmek gerekiyor.
Talep tahminine yönelik makine öğrenmesinden yararlanma
Tüketicilerin temel ihtiyaçlarını önceliklendirecek şekilde alışveriş alışkanlıklarını değiştirmesi, perakendeciler adına talep tahminlerinin de yeniden modellenmesini gerektiriyor. Markalar, sahip oldukları büyük veriyi, makine öğrenme algoritmaları ile destekleyerek taleplere yönelik daha doğru planlama sağlayabiliyorlar. Makine öğrenmesinin gelişimi ve öğrenme hızının sürekli artışı geleneksel tahmin yöntemlerine kıyasla çok daha hassas öngörüler sağlıyor. Bu hassasiyetin sebebi, algoritmaların sadece işletmelerin sahip olduğu veriden yararlanmaktansa, dış kaynaklardan da farklı veri tiplerini alarak tahminleri mümkün olduğunca gerçeğe yaklaştırmasından kaynaklanıyor (pazar istatistikleri, hava durumu, ekonomik veriler, tematik günlerin/tatillerin etkisi, toplumun duygusal durumu, vb.). Bu şekilde de gereksiz stok tutmanın önüne geçmekten; depo ve lojistik giderlerini azaltmaya kadar pek çok operasyonel verimlilik sağlanıyor.
Veri bilimine dayalı kişisel servis ve öneriler
Sektörün karşı karşıya kaldığı tüm tehditlerin yanı sıra; günümüzün dijital öncelikli doğası, restoranların bir yandan da müşterileri ile daha derin bağlar kurmalarına, yeni müşterilere ulaşmalarına ve alternatif gelir modelleri geliştirmelerine imkan sağlıyor. Ancak, krizi fırsata çevirmek için, restoranların öncelikle değişen tercih ve öncelikleri doğru analiz etmeleri ve müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılayacak dijital stratejileri çevik bir yaklaşım ile geliştirmeleri gerekiyor.
Setting the Table (Masayı Kurmak) kitabının yazarı, Danny Meyer, bu süreci gayet güzel ifade ediyor: “Bir iş yapmak, tıpkı hayat gibi, insanlara ne hissettirdiğinizle ilgilidir. Bu kadar basit ve bu kadar zor…”
Bu süreçte, restoranlara destek olmak adına, araştırmalarım doğrultusunda, odaklanılması gereken stratejileri ve ilham vermek adına bir takım fikirleri paylaşmak istedim.
Hijyen ve gıda güvenliği tüm restoranların bir numaralı önceliği olmalı
Google Trends verileri doğrultusunda, son 5 yıldır “yakınımdaki restoranlar”, “yakınımdaki” aramalar arasında en popüleriydi. Korona’nın etkileriyle değişen müşteri davranışları, restoran keşif ve tercih süreçlerini de değiştirdi. Son zamanlarda “yemek teslimatı”na yönelik aramalar, 100% artış göstermiş durumda.
Bununla birlikte, Kovid-19 sonrasında da, yakınımızdaki restoranları gözden geçirirken ya da duyduğumuz bir restoranın yorumlarını incelerken, hijyen standartları değerlendirme açısından öncelikli olacak. Restoran değerlendirme uygulamaları da restoran puanlarında hijyen ve sanitasyon yorumlarını ve puanlarını genel değerlendirmede öne çıkarıyor olacak.
Ülkemizde de faaliyet gösteren global restoran arama ve keşif uygulaması Zomato, kullanıcıların ilgilendikleri restoranların hijyen puanlarına giderek daha fazla odaklandıklarını yayınladığı bir raporda belirtti. Hijyen puanları yüksek olan işletmelere verilen siparişlerde % 25'e varan bir artış görüldüğü paylaşıldı.
Bu doğrultuda, şunu söylemek yanlış olmaz; “11 Eylül saldırılarından sonra, güvenliğe yönelik yatırımlar arttığı gibi, Post Korona sürecinde de hijyen odaklı yatırımlar artış gösterecek.” Bu nedenle, restoranların pazarlama faaliyetlerinde ve müşteri iletişimlerinde, hijyen önlemlerini öne çıkarmaları ve bu doğrultuda adımlar atmaları oldukça önemli.
Bunun yanında, günümüzün en ciddi çevre sorunlarından biri de plastik atıklar… Kullandığımız plastiğin ancak %10’undan daha azı geri dönüştürülüyor ve şu anda okyanuslarımızda tahmini olarak 7 milyon ton ağırlığında, 100 milyon ton plastik bulunuyor. Kullanıp atılan bu atıklar, okyanusun ortasında yeni bir kıta oluşturmuş durumda. Plastiklerden oluşan ve 7. kıta olarak adlandırılan, bu yeni kıta dünyaya verdiğimiz zararı son derece somut bir şekilde gözler önüne seriyor…
Ancak, tüm bu çarpıcı gerçeklere rağmen, küresel olarak plastik üretimi ve tüketimi hızla artmaya devam ediyor. Plastiğin ucuz temin edilebilir bir malzeme olması, talebi artırarak tüketim mallarının üretilmesini ve paketlenmesini kolaylaştırıyor. 2021 yılına girerken, kelimenin tam anlamıyla, günlük hayatımızda plastik ürünler ile çevrilmiş haldeyiz. 2050 yılında, okyanustaki plastik sayısının balık sayısından fazla olacağı öngörülüyor…
Bu veriler, geri dönüşümün ne kadar önemli bir strateji olduğunu ve toplumun her kesimince dikkatli bir şekilde ele alınması gerektiğini gösteriyor. Geri dönüşümü, sadece geri dönüştürülebilir malzemelerin geri kazanılması olarak değil; komple bir ekonomik sistem olarak değerlendirmek gerekiyor. Çok az insan, geri dönüşümü sadece yollardaki geri dönüşüm malzeme toplama kutuları ile sınırlı saysa da, geri dönüşüm bilincinin çok daha geniş kitlelerce özümsenmesi ve günlük hayatın akışında her zaman dikkat edilmesi gereken bir olgu olarak ele alınması gerekiyor.
Çevresel kaygıların tüketiciler için daha önemli hale gelmesi, şirketleri sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde ürünler tasarlamaya yöneltiyor. Birçok şirket, çevre dostu uygulamalarını ön plana çıkarmanın bir yolu olarak geri dönüştürülmüş malzemeleri ürünlerinde ya da ofislerinde kullanmaya başladılar. Son zamanlarda, benim takip ettiğim kadarı ile Apple, BMW gibi önde gelen markalar, son lanse ettikleri ürünlerde geri dönüşüm malzemeleri kullandıklarını özellikle belirtiyorlar. Öte yandan, sosyal girişim odağında pek çok start-up’ın geri dönüşüm ve atık yönetimi konusunda birbirinden ilginç inovasyonlar ortaya çıkardığını görmekteyiz. Bu yazımda, geri dönüşüm odağında öne çıkan ürünleri analiz ettim.
Pentatonic - Döngüsel ekonominin temsilcisi bir tasarım firması
Avrupalı bir tasarım şirketi olan Pentatonic, çalışmalarının merkezine döngüsel ekonomiyi yerleştiriyor. Şirket ürettiği tüm ürünlerinde atıklardan yararlanıyor ve üretilen ürünler de ömrünü doldurduğunda tekrar geri dönüşüme sokuluyor.
Method - Okyanuslardan Banyolara
Method isminde bir sabun markası, okyanuslardaki plastikleri toplayıp, bunlardan özel bir sıvı sabun kabı tasarlıyor.