En basit tanımı ile ev sahiplerinin, evlerine gelen kişileri ister evde, ister dışarıda olsunlar, cep telefonu uygulamaları üzerinden video bağlantısı aracılığıyla görmelerini ve iletişim kurmalarını sağlayan bu teknoloji, sürekli olarak gelişiyor. Makine öğrenme ve gelişmiş sensor özellikleri ile daha da akıl kazanan kapı zillerinin yeni yetenekleri oldukça şaşırtıcı… Bu yazımda, akıllı kapı zili odağında öne çıkan son trendleri, Digital Trends’de yayınlanan bir makaleden de yararlanarak analiz ettim.
Müşterilerin akıllı kapı zillerine olan talebi artıyor
Kolay kurulum ve kullanımın yanında, güvenliği oldukça artırıcı bir unsur olması ve gelişmiş sensor yetenekleri sayesinde fonksiyonelliğinin sürekli olarak artması akıllı zil pazarına olan talebi artırıyor. Akıllı kapı zillerine yönelik artan talebin bu alandaki inovasyonları tetiklemesiyle pek çok farklı firma birbirine rakip olacak şekilde bu alanda çözümlerini sunmaya başladı. Böylece son kullanıcılar nezdinde fiyatlar da daha uygun hale geldi. Akıllı ziller, akıllı ev asistanları ya da akıllı kilitler ile entegre olarak, uzaktan kapının açılıp kapanması ya da kilit kontrollerinin gerçekleştirilmesini de sağlayabiliyor.
360 Research Report firmasına göre 2020'de ~5 milyar USD değerinde olan küresel akıllı kapı zili pazarının, 2021-2026 döneminde %56,4'lük bir artışla, 2026'nın sonunda 117 milyar USD'ye ulaşması bekleniyor.
Akıllı zillerin geldiği nokta itibariyle olmazsa olmaz diye nitelendirebileceğimiz öne çıkan birkaç özelliği bulunuyor. Pille çalışanlar ve ev Wi-Fi’ına bağlananlar kurulumu en kolay olanları. Bu zilleri kapınızın dışında uygun herhangi bir yere yerleştirip, bağlantıyı sağlayarak anında kullanıma başlayabiliyorsunuz. Kablosuz kurulumun tek dezavantajı, pilleri daha sık değiştirme veya daha sık şarj etme ihtiyacı. Bazı modellerde şarj için opsiyonel güneş enerjisi aksesuarları da bulunuyor (tabii bu daha çok yazlık bölgeler için ideal). Canlı görüntü, video yakalama, hareket ve ses algılama özellikleri de çoğu akıllı kapı zilinde olan özellikler. Akıllı telefon uygulamanızla entegre, kişisel uyarılar ayarlayabilir, kapınızın önünde biri normalden uzun süre kalıyorsa, bu kişiyi anlık bildirimler ile görüntüleyebilir, konuşabilir veya bulutta tutulan görüntüleri daha sonra tekrar izleyebilirsiniz. Evdeyken ses komutlu kullanım adına da akıllı ev asistanları ile entegre olanları tercih etmekte yarar var.
Peki gelelim, akıllı zillerin yeni özelliklerine…
Kapı ziliniz arkadaşlarınızı tanıyarak, gelen kişilerin kim olduğunu belirtebilir…
Aile bireyleri ya da sık ziyaret eden arkadaşlarınızı veri tabanında eşleştirerek, "İpek kapıda!..” gibi özel uyarılar alabiliyorsunuz. Bu özellik, bazı akıllı zil firmaları tarafından uygulamaya alınmış olsa da yapay zekanın tartışmalı kullanım alanlarından olan yüz tanıma ve kişisel veri odaklı hassasiyetler nedeni ile bazı firmalar bu özelliği eklemeyi kesinlikle reddediyor.
Giyilebilir cihazlar hayatımıza “fitness” ve “wellness” gibi egzersiz ve spor odaklı aktivite takip uygulamaları ile girdi. Günümüz tüketicileri hem teknolojiye meraklı hem de sağlık bilincine sahip olduğu için giyilebilir cihazlar, bu yaşam tarzına uygun olarak beklentileri karşılayan bir yenilik oldu. Sürekli gelişen sensör yeteneklerinin, yapay zekâ destekli öngörü analizlerinin ve regülasyonların da netleşmeye başlaması ile birlikte, artık giyilebilir cihazlar sağlık sektörünü derinden etkiliyor ve kişiselleştirilmiş tıp vizyonunun önünü açıyor. Giyilebilir teknolojileri kullanmanın potansiyel faydaları sektör içerisinde de kabul edilmiş durumda. Öte yandan, kullanıcılar sağlık odaklı çalışmaları desteklemeye meyilli: Giyilebilir cihazlardan toplanan verilerin ürün sağlayıcılar, üniversite hastaneleri ya da sigorta firmaları ile paylaşılmasına yönelik ilgi hızla artış gösteriyor.
Sağlık hizmetlerinde kullanılmaya başlanan giyilebilir cihazlar, bir kullanıcının sağlık bilgilerini gerçek zamanlı olarak doktoruna iletebiliyor, beklenmeyen, ani bir durumda gerekli yardımı çağırabiliyor veya kullanıcının yakınlarına haber verebiliyor. Sağlık tarafında daha hassas ve daha farklı alanlarda ölçümlerin gerçekleşmesi ile birlikte önümüzdeki dönemde çok daha fazla tüketicinin giyilebilir cihazlara talep göstereceği ve bu pazarın hızla artacağı öngörülüyor. Fortune Business Insights Raporu’na göre sağlık odaklı giyilebilir cihaz pazarının küresel ölçekte, 2027’ye kadar $200 milyara çıkacağı tahmin ediliyor.
Giyilebilir sağlık cihazları, büyük teknoloji şirketleri için de yeni odak alanlarından birini oluşturuyor. Amazon, Google, Apple gibi teknolojinin önde gelen şirketleri sahip oldukları büyük veri, yapay zekâ algoritmaları ve IoT ve bulut gibi teknolojileri ile sağlık hizmetlerini olumlu iyileştirmeler yapabilecekleri bir alan olarak görüyor. Bu yazımda, öncü teknoloji firmalarının ve start-up’ların giyilebilir sağlık alanındaki yeni ürünlerini analiz ettim.
Apple Watch, giyilebilir teknoloji pazarının en popüler ürünlerinin başında yer alıyor. Adım izleme, spor salonu ekipmanları ile senkronizasyon ve meditasyon özellikleri ile başlayan Apple Watch’un değer teklifi, zamanla günlük aktivitelerin takip edilebileceği bir sağlık cihazı konumlandırması ile devam etti. Apple Watch’un gerçekleştirdiği uygulamaların bir kısmı: Kullanıcısının sert bir şekilde düştüğünü tespit edip, hemen yardım çağırabilmesi; kadınların adet döngülerini takip etmesi ve tehlikeli kalp ritmi durumunu tanımlayabilmesi… Korona öncesi dönemde, kalp ritmindeki düzensizliklerden kalp krizini erken teşhis etme algoritmalarını Stanford Üniversitesi Hastanesi ile ortak çalışmalar yaparak geliştiren Apple; en son lanse ettiği Apple Watch ile kandaki oksijen miktarını ölçerek, kullanıcının Korona olma ihtimalini test yaptırmadan çok büyük başarı ile tespit etmeye başladı. Yeni saatlere, FDA onaylı daha hızlı bir elektrokardiyogram sensörü eklenerek kalp sağlığı izleme uygulamasının daha da geliştirildiği belirtilmişti.
Geçtiğimiz hafta yayınlanan bir habere göre ise Apple Watch kan basıncını, kan şekerini ve kandaki alkol miktarını da izlemeye yönelik çalışmalarına başlamış durumda. Yani, ilerleyen dönemde alkol aldığınızda, araba kullanıp kullanamayacağınızı Apple Watch’a danışabileceksiniz… Bu özelliklerin yeni Apple Watch tanıtımında resmi olarak açıklanması bekleniyor. Apple Watch'un, kızılötesi ışık kullanarak kan analizini gerçekleştireceği belirtiliyor. Bu teknolojiden halihazırda farklı uygulamalar için de yararlanılmakta.
Giyilebilir teknolojiler alanındaki öncü firmalardan olan ve Google tarafından satın alınan Fitbit de yakın dönemde, tamamen sağlık odaklı yeni akıllı saati, Fitbit Sense’i tanıtmıştı. Bu saat, stresi yönetmeye yardımcı Dünya’nın ilk elektrodermal aktivite (EDA) sensörüne sahip. Bununla birlikte, saatte, gelişmiş kalp atış hızı izleme teknolojisi, yeni EKG uygulaması ve ateş ölçme sensörü de bulunuyor. 6 günü aşan pil ömrü de oldukça önemli bir gelişme. Vücut ısısının düzenli ölçümü, kalp ritim analizi ile birleşince, viral enfeksiyonları takip etmek adına da önemli bir altyapı sağlıyor. Fitbit de Apple gibi Stanford Universitesi ile bu alanda ortak çalışmalar gerçekleştirmeye başladı. Bu çalışmadaki ana fikir, akıllı saatlerin veya diğer giyilebilir cihazlardaki sensörlerin, kullanıcısı bunu fark etmeden viral bir enfeksiyonu gösteren semptomları tespit etme yeteneğine sahip olabileceği. Hasta bir kişinin hasta olduğunu bile bilmeden enfeksiyonunu yayma ihtimali söz konusu olduğundan, erken teşhis, COVID-19 gibi hastalıkların yayılmasını durdurmak için oldukça önemli. Bu gelişmeler, gelecekte salgınların küresel salgın haline gelmeden önce kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir.
Amazon’un giyilebilir sağlık alanındaki hamlesi, Halo isminde hem bedeninize hem de zihninize iyi gelecek bir akıllı bileklik, uygulama ve abonelik hizmeti ile birlikte geldi. Amazon, klasik bir aktivite bilekliğinden elde edilebilecek uyku düzeni, vücut yağ endeksi ve günlük hareket miktarı gibi verilere ek olarak; yapay zekâ ile kullanıcının sesinden yola çıkarak duygu durumuna kadar farklı parametrelerden yararlanıyor. Ayrıca, ses odaklı analizin kullanıcıların başkalarında nasıl bir intiba bıraktıklarına, iletişimlerini ya da ilişkilerini nasıl geliştirdiklerine yönelik olarak da birtakım ipuçları sağladığı belirtiliyor. Halo uygulaması vücut kitle indeksinden (BMI) daha iyi bir ölçüt olan doğru vücut yağ yüzdesi ölçümü verebileceğini öne sürüyor. Amazon'a göre, Halo'daki vücut yağ ölçümü, bir doktorun kullanacağı yöntemler kadar doğru ve evdeki akıllı tartılara kıyasla neredeyse iki kat daha hassas.
Bunların yanında, giyilebilir sağlık teknolojileri pazarının akıllı sağlık bileklikleri ve saatlerden daha fazlası olduğunu unutmamak gerekiyor. Glikoz izleme cihazları, antrenman ve oyun için özel giysiler, yüzükler, maskeler ve gözlükler bu alanda öne çıkan diğer akıllı cihazlar…
Apple, son etkinliklerinde olduğu üzere, bu etkinlikte de geri dönüşüm odaklı çevreci yaklaşımını, kişisel verilerin güvenliğine yönelik politikalarını ve insanların yaşamlarında etki yaratma misyonunu vurguladı. Ayrıca tanıtılan tüm ürünlerde, 2030'a kadar %100 karbon nötr ürün vizyonu da ortaya konuldu. Bu taahhüt, 2030 yılında, satılan her Apple ürününün iklim üzerinde sıfır etkiye sebep olacağı anlamına geliyor. Bu yıl içerisinde İstanbul Bağdat Caddesi’nde Apple’ın Avrupa’daki en büyük mağazalarından birinin açılacağını da belirtelim.
Apple “Spring Loaded” etkinliğinde öne çıkanlar
Beklenildiği üzere yeni iPad Pro ve iMac merkezli olan etkinlikte; yeni Apple TV, sık kullanılan ve unutulabilen ürünlerin basitçe takip edilmesini ve bulunmasını sağlayan AirTag ve mor renkli bir iPhone 12 tanıtıldı. Uzun süredir yenilenmesi beklenen AirPods ve Apple’ın yeni işletim sistemi iOS 14.5’a yönelik herhangi bir bilgilendirme gerçekleşmedi ise yapılmadı. Yeni işletim sistemi ile ilgili detayların önümüzdeki hafta paylaşılması bekleniyor.
Son Apple lansmanlarında Apple’ın yeni ürünlere ya da inovasyonlarda odaklanmaktansa, var olan ürünlerine yeni özellikler eklediğini ve ürünler odağında geliştirmeleri ön planda tuttuğunu gözlemlemekteydik. Bu etkinlik, Apple’ın “kullanıcı deneyimi” açısından en önde gelen firmalardan biri olduğunu tekrar hatırlatması bakımından önemliydi ve özellikle iMac’lerdeki tasarım odağı fark yaratacak türden görünüyor.
Etkinlik ana ürün tanıtımları öncesi ısınmalar ile başladı
Apple Card, Podcast'ler ve yeni mor renkli iPhone 12…
Apple’ın CEO’su TimCook, Apple Card’ın misyonunun kredi kartını baştan tasarlamak olduğunu belirtti. Apple Pay ve Apple Card ile ödeme sistemlerinde yerini sağlamlaştıran ve finans sektörüne yeni bir bakış getiren Apple, sektördeki ezber bozan konumunu devam ettiriyor. Bu alanda sessiz ama derinden ilerleyen Apple’ın ileride “dijital bankacılık” alanında önemli bir oyuncu haline geleceğini şimdiden söylemek mümkün. 2020 Ağustos ayında NFC uyumlu telefonları bir uygulama desteği ile temassız POS haline getiren bir şirketi de satın alan Apple’ın bu alanda yeni çözümlerini ilerleyen dönemlerde şahsen bekliyorum.
Bu jenerasyon, bilginin giderek özgürleştiği ve serbestçe paylaşıldığı sürekli bağlantılı bir dünyada büyüdü…Bu nedenle, Z jenerasyonunun pek çok davranışı, akıllı telefonlar, sosyal medya ve dijital servislerin olmadığı bir dönemde çocukluğunu ya da yetişkinliğini geçirmiş önceki nesiller için normal olmayabiliyor. Bu nesil, diğer kuşakların oldukça ilginç, bazen de “itici” bulduğu teknoloji odaklı pek çok ritüele de sahip: Etkinlik ve maç deneyimlerini canlı olarak paylaşmak, “Snapchat”lemek, her yerde sosyal medyayla yaşamak, sürekli sesli mesaj bırakmak ya da video çekmek gibi… Akıllı cihazlar, internet ve sosyal platformlarla büyümüş olan “multi-tasking” (aynı anda pek çok işi yapabilen), “ben odaklı” ve farklı düşünen bu dijital yerliler, seçimlerinde yenilikçiliği, kaliteyi ve deneyimi önceliklendirmekte. Bununla birlikte, dünyayı değiştirebileceklerine inanan; sosyal sorunlara, çevreye daha duyarlı, aktivist ve görüşlerini sonuna kadar savunan bir kuşak Z jenerasyonu…
Z jenerasyonu benim hayatımda da önemli bir yer tutuyor. Üniversitelerdeki derslerimde, katıldığım söyleşilerde ve iş hayatımda Z jenerasyonu ile sürekli etkileşimdeyim. Tüm çalışmalarımda da gençlerin görüşlerini almaya, onları karar süreçlerine dahil etmeye azami gayret gösteriyorum. Şu anda farklı üniversitelerde, liselerde okuyan ya da yeni mezun olup iş hayatına giren GenZ gençlerle birlikte “Z Jenerasyonu” odağında bir kitap hazırlığı da içerisindeyiz. Bu kitap kapsamında, Z jenerasyonundan gençler, daha üst jenerasyonlar olarak bizlerin anlamakta güçlük çektiği, ancak onlar için oldukça normal olan davranışlarını, seçimlerini ya da tercihlerini kendi perspektiflerinden anlatıyor olacaklar. Böyle bir kitap hazırlığı evresinde ve gençlerle oldukça yakın çalışan biri olarak bu yazımda Z jenerasyonunu tercih ettiği teknolojiler odağında analiz ettim…
Küreselleşme ve dijital teknolojilerin etkisi ile şekillenen Z Jenerasyonunu anlamak, bana göre geleceğe de ışık tutmak anlamına geliyor. Peki, zaten oldukça farklı olan bu kuşak, pandeminin etkisi ile diğer jenerasyonlardan iyice koptu mu, yoksa önceki nesiller bu gençler ile empati yapabilir hale geldi mi? Gelecekteki yaşama yönelik bizlere fragman sunan bu gençlerin teknolojiye yaklaşımlarını, beklentilerini, farklı araştırmalardan da yararlanarak Siz Hurriyet okuyucuları ile paylaşmak istedim…
Z jenerasyonunun iş ve şirket seçimi
Gen Z bağımsız, girişimci, çeşitliliğe ve eğitime önem veren ve teknoloji odaklı bir nesil… Z jenerasyonunu iş hayatında memnun etmek hiç kolay değil. Sevdiği kahve olmadığı ya da çalıştığı ortamı, ofis düzenini sevmediği için ilk günden işi bırakan; CEO ile olan toplantıları bile kendi ajandasına göre düzenlemeye çalışan, her koşulda fikrini öne çıkaran ve eleştiri konusunda pek de tahammül sahibi olmayan bu kuşak, geleneksel yöneticileri çileden çıkarmaya başlamış durumda… İş yaptığınız Z jenerasyonundan bir genci aramadan önce iki kere düşünmenizde yarar var; çünkü bu kuşak, telefondan ziyade mesajlaşmayı ana iletişim metodu olarak benimsemiş durumda. Özellikle, WhatsApp benzeri sosyal mesajlaşma platformları iletişimlerinde öne çıkıyor.
İş seçiminde maaş ve pozisyon Z jenerasyonu için en önemli kriterler gibi görünse de aslında iş-yaşam dengesi, esnek saatler, prim ödemesi ve ek faydalar gibi diğer unsurlar da iş tercihlerinde oldukça öne çıkıyor… Z jenerasyonu, bir şirketi tercih ederken yalnızca ürün / hizmet kalitesini değil, aynı zamanda şirketin etik kurallarını, uygulamalarını ve sosyal etkilerini de analiz ediyor. Bu neslin kalbini kazanmak için, işverenlerin iyi birer küresel vatandaş olma çabalarını vurgulaması gerekiyor. Şirketlerin sürdürülebilirlik, iklim değişikliği ve açlık gibi daha geniş kitleleri ilgilendiren toplumsal sorunlara bağlılıkları Z jenerasyonu açısından oldukça önemli. Dahası, şirketlerin söylemlerden çok eylemlere öne vermesi gerekiyor, bu gençleri kandırmak öyle kolay değil…
Z jenerasyonu her ne kadar bireysel odaklı görünse de aslında kendilerini daha büyük bir resmin parçası olarak görüyor. Başkalarını kabul ederek ve yükselterek, kendilerinin de yükseldiğini anladıklarında, etkileri ve verimleri muazzam ölçüde artış gösteriyor.
Değişime liderlik eden kuşak (bu bölümü Z jenerasyonundan Halit Danagöz ve Burak Yıldız’ın önerisi üzerine ekledim…)
Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında yer alan Stanford Üniversitesi de “İnsan Merkezli Yapay Zeka Merkezi” (Stanford Institute for Human-Centered Artificial Intelligence) adını verdiği birimi ile politikacılar, kanun koyucular, araştırmacılar, yöneticiler, gazeteciler ve kamuoyu için yapay zekanın karmaşık yapısı hakkında öngörüler geliştirmek ve tarafsız, objektif veri sağlamak üzere bir insiyatif oluşturdu. Bu merkez, periyodik olarak, yapay zekanın gelişimine ve statüsüne yönelik araştırmalarını paylaşıyor. Bu yazımda, Stanford AI Araştırması’nda öne çıkanları sizler için derledim.
Bir önceki araştırma olan 2019 raporunun öne çıkan sonuçlarından biri “AI’ın hızının Moore Yasası’nı geçmekte olduğuydu (Moore Yasası, işlemci hızlarının her 18 ayda bir iki katına çıktığını ortaya koyuyor, bu da uygulama geliştiricilerinin aynı donanım maliyeti ile uygulama performansında iki kat artış bekleyebileceği anlamına geliyor). AI’ın hesaplama gücü ise, geleneksel işlemcilerin gelişiminden çok daha hızlı bir ivmeyle artış gösteriyor. AI’ın hesaplama hızı her üç ayda bir iki katına çıkmış durumda…”
Bu yılki raporun en çarpıcı sonuçlarından olan; “yapay zekanın araştırma fazından hızla ve çok daha fazla, gerçek hayatta kullanılacak şekilde ticarileşmeye geçmesi” de bu gelişmelerin bir sonucu. Öte yandan, bu ticarileşme çabasının başarılı olması için gerekli olan veri setlerine bugün itibariyle tam anlamıyla sahip değiliz ya da nasıl erişeceğimizi bilmiyoruz… Yani yapay zekâ bir yandan sürekli gelişirken, bir yandan da daha fazla miktarda işlem gücü ve veri gerektiriyor. Bu durum da kısıtlı, ancak daha büyük oyuncuların eline daha fazla güç veriyor."
AI’ın, beklenilenden çok daha hızlı bir şekilde, "gerçek hayatta istenildiği şekilde çalışmıyor"dan; “günlük hayatta kullanılmak üzere hazır” statüsüne geçmesi, ticari servislerin hızına yetişebilmek için araştırmacılar da dahil olmak üzere herkesin yarıştığı bir ekosistemi de ortaya çıkarıyor. AI’ın ticarileşmesini artıran bir konu da bu alanda donanımlı uzmanların ve akademisyenlerin çalışmalarını ticari kurumlarda devam etmeyi tercih etmeleri. Kuzey Amerika’da AI alanında Doktora programlarından mezun olanların %65’i akademide kalmaktansa özel sektöre geçiş yapıyor (2010’da bu oran %44’dü). Bu durum büyük şirketlerin hem yapay zekâ araştırmalarında hem de uygulamalarında oynadıkları artan rolün önemli bir işareti.
Bununla birlikte, yapay zekadaki en uç nokta, bu alanın kurucusu sayılan Alan Turing’in meşhur Turing testidir (Turing testi, bir insanın sorduğu bir soruya verilen yanıtın insan tarafından mı yoksa makine tarafından mı verildiğinin ayırt edilemediği durumu ifade etmekte). Bu testi geçtiğini iddia eden platformlar günbegün artış gösterirken, bu yılki Stanford raporunda yapay zeka sistemlerinin bazı spesifik uygulamalar doğrultusunda, artık metin, ses ve görüntüleri insanların çıktılar arasındaki farkı anlamakta zorlanacak kadar yüksek bir standartta oluşturabildiği belirtiliyor. Yani AI’ın geldiği nokta, doğal ile yapay arasındaki farkı neredeyse ayrıştırılamaz hale getirmiş olması. Diğer bir deyişle, Turing Testinin geçilmesine ramak kaldı… Öte yandan, bu gelişmenin kısıtlı uygulamalar için gerçekleştiğinin altını çizmekte yarar var (restoran siparişi, bilet alımı, araç çağırma, vb.)
Raporda bana göre öne çıkan diğer satırbaşları ise şöyle:
* AI şu anda neredeyse her iş ve sektör açısından oldukça önemli yer tutuyor; ancak salgın kaynaklı aşı, ilaç geliştirme çabası, özellikle 2020’de sağlık odaklı AI yatırımlarına hız kazandırdı. İlaç ve tıp endüstrisi, 2020'de yapay zeka yatırımlarından en büyük payı alarak (13,8 milyar dolardan fazla) 2019’a kıyasla 4,5 kat artış gösterdi. Sağlık alanına, bir sonraki yatırım odağı olan sürücüsüz araç kategorisinden neredeyse üç kat daha fazla yatırım yapıldı. Bir önceki raporda, sürücüsüz araçların diğer tüm AI uygulama alanlarından daha fazla yatırım aldığı belirtilmişti.
Özellikle, IoT (Internet of Things- Nesnelerin İnterneti) kavramının hayatımıza girmesi ve her nesnenin internete bağlanması ile; her geçen gün hızla sayısı artan dijital uygulamalar sayesinde veriler çok çeşitli kaynaklardan şaşırtıcı bir hızla toplanıyor ve veri miktarı katlanarak artış gösteriyor. Bugün elinizdeki mevcut veri miktarını bir yumurta olarak hayal ederseniz, 2030'a kadar bu yumurta bir futbol topuna; 2050'ye kadar ise bir futbol sahası büyüklüğüne erişecek!.. Veri artışına yönelik çarpıcı bir çalışma da bilginin ikiye katlanma hipotezi: Bu hipoteze göre, 1900 yılına kadar bilgi, yaklaşık her yüzyılda bir ikiye katlanırken, II. Dünya Savaşı'nın sonunda bu süre 25 yıla; günümüzde ise ortalama bir yıla düşmüş durumda. IBM'e göre, IoT uygulamalarının artışı, önümüzdeki yıllarda her 12 saatte bir bilginin ikiye katlanmasına yol açacak. Verinin ve bilginin böylesine hızlı artması bir yana, asıl fakında olmamız gereken konu; ne kadar büyük olursa olsun, verinin tek başına bir değeri bulunmadığı… “Değer” bir ihtiyacı ya da problemi çözecek şekilde verinin işlenmesi ve analiz edilmesi ile ortaya çıkıyor.
Bu yazımda, büyük verinin farklı sektörleri, alışkanlıklarımızı ve yaşantımızı, kısacası hayatımızı nasıl değiştirdiğini analiz ettim…
Yeterli miktarda veriye sahipken, bu veriyi anlamlandıracak kaynaklara ve araçlara sahip miyiz?
Kişisel verinin yeterli bilgilendirme yapılmaksızın toplanması, işlenmesi ve tüketicileri yönlendirmek için kullanılması, ülkemiz dahil pek çok ülkede ciddi tartışma konusu olsa da firmalar, büyük bir hızla müşteri verilerini toplamaya devam ediyor. Bugün, verileri yönetme ve anlamlandırma süreçlerinde bir paradigma değişikliğine de tanık olmaktayız. Bir yandan elimizde bol miktarda veri bulunurken, diğer yandan verileri düzgün bir şekilde toplamak, analiz etmek ve yönetmek için gerekli organizasyonel kültüre ve insan kaynağına sahip değiliz. Bu durum kurumların, veriden yola çıkarak karar verme becerisini geliştiremeyip, toplanan verinin, müşteri ilişkilerini iyileştirmede ve müşteri memnuniyeti sağlamada yeterince kullanılamamasına neden oluyor. Veriyi doğru yorumlayacak analizler ortaya çıkarmak, veriden yararlanarak gelir ya da müşteri artırmak kolay bir süreç olmamasına rağmen; verinin popülaritesi, bir heyecan ve aciliyet dalgasını da beraberinde getiriyor. İş dünyası büyük veri ile rekabet avantajı elde etme ve operasyonel verimlilik sağlama konusunda büyük beklentiye girmişken; birçok kuruluş hala veri yönetiminin temelleriyle mücadele ediyor. Örneğin, yüksek profilli veri ihlalleri, manşetlerde sürekli yer tutmaya devam ediyor.
Müşteriler kişiselleştirilmiş deneyim beklentisinde
Büyük veriye olan odağın ve ilginin artması, kullanıcıları da şımartarak gerçek zamanlı etkileşimlere bağımlı hale getirdi. İşletmeler dijital servislere daha fazla yatırım yaptıkça, tüketiciler de kendi beklenti ve ihtiyaçları doğrultusunda daha fazla kişiselleştirilmiş deneyimler talep ediyor. Sosyal medyada geçirilen zamanın artması, beğenilerinizin, alışveriş alışkanlıklarınızın ve konum bilgilerinizin anlık olarak toplanıp işlenmesine; bunun sonucu olarak da sevdiğiniz ve sevmediğiniz her şeyi önceden tahmin edilebilecek bir halde sunulmasına olanak sağlıyor.
Kişiselleştirilmiş servislere giden yolda büyük veri ile birlikte, bulut bilişim, yapay zekâ, IoT ve blok zinciri teknolojilerinin beraber ele alınacağı bir altyapı ve planlama gerçekleştirmek gerekiyor. IoT’nin veri setini beslemesi, verilerin gerçek zamanlı bir hızda analiz edilmesi için bulutta tutulması ve yapay zekâ destekli algoritmalar tarafından analiz edilerek anlık sonuçlar çıkarılması ve son olarak da veri güvenliğinin sağlanması adına blok zinciri, büyük veri stratejisi açısından bütünleşik bir yaklaşımı zorunlu kılıyor.
Artırılmış analitik ile daha iyi sonuç almak mümkün
Sürekli ve kesintisiz bağlantı ile pazarlama artık gerçek müşteri ihtiyaçlarına çok daha bağlı ve daha kişisel hale geliyor. Pazarlamanın yeni paradigmasında ve geleceğinde, geleneksel teoriler ve uygulamalar arka planda kalırken, deneyimsel pazarlama ve insan odaklı teknolojiler öne çıkıyor olacak. Bu hafta, Uber, Amazon, SalesForce gibi önde gelen teknoloji şirketleri ile de çalışan dijital pazarlama ajansı Single Grain’in güncel bir araştırmasından da faydalanarak, salgının etkisi ile hızla değişen müşteri davranışları doğrultusunda pazarlama alanında öne çıkan yeni teknolojileri ve trendleri analiz ettim.
Pazarlama çalışmalarına empati ile başlama
2020’de yaşadığımız değişim, müşteriler nezdinde empatinin ne kadar önemli olduğunu her kesime oldukça somut bir biçimde göstermiş oldu. Pazarlama açısından da bu süreci ciddi olarak ele almak gerekiyor. İnsanlar bir bisikleti artık sadece spor amaçlı tercih etmiyor ya da ekşi mayayı ekmek yapmak için almıyor; belirsiz, can sıkıcı ve öngörülemeyen bir dünyada teselli arıyorlar. Post Kovid Dünyası’nda da empati, duygusal pazarlama açısından itici bir güç olmayı sürdürecek.
Son zamanlarda müşterileri ile empati kurmayı hedefleyen firmaların değerlendirilmesi gereken bir konu da müşterilerin mahremiyetine saygı duyacak stratejiler geliştirmek. Kişisel verilerin korunması ve tüketici gizliliği, artan bir trend olarak pazarlamada da etkisini gösteriyor. Tüm Dünya’da müşteriler veri gizliliğine oldukça ciddi yaklaşmaktalar. Pazarlamacıların %21’i de gizliliğin tüketiciler nezdinde önemli ve artan bir endişe olmaya devam edeceği görüşünde. Apple’ın müşteri gizililiğine yönelik yaklaşımlarını öne çıkaran iletişimleri, müşterileri ile kurduğu empatinin bir sonucu.
Veri gizliliğine saygı duyacak şekilde pazarlama stratejileri geliştirme öne çıkıyor
Tüketiciler artan bir bilinç ile, markalarla paylaştıkları kişisel verilerinin güvende olduğundan ve kendilerinden onay alınmadıkça farklı firmalar ile paylaşılmadığından emin olmak istiyor. Pazarlama kampanyalarının tasarlanmasında da bu mahremiyete önem verilmesi gereken bir dönemdeyiz. Pazarlamada öne çıkan yeni kurallardan biri, kitlesel pazarlama yapmak yerine “hedef kitlenin onayını” alarak iletişime geçme gerekliliği.
Y kuşağı odaklı pazarlamanın etkisi azalıyor
Yönetici konumuna geçmeye başlayarak, karar verici pozisyonlara terfi etmeleri ve artan harcamaları nedeniyle, son yıllarda pazarlama sektörü tamamen Y kuşağı odaklıydı. Ancak bugünün milenyum kuşağı, 20'li yaşlardan oluşan bir grup olarak personalaştırma dönemini çoktan aştı. Benim de aralarında olduğum ilk Y kuşağı 40’larına yaklaşıyor. Bu yaş grubu, birçok pazarlamacının hedef kitlesinin hala önemli bir bölümünü oluştursa da, artık birkaç adım geri atıp, yarının iş gücüne ve karar vericilerine ulaşmak için bazı yeni fikirler bulmaya çalışmak kaçınılmaz bir hal alıyor…
Bununla birlikte, zor zamanlar, her endüstriyi işlerini sürdürmek için yaratıcı çözümler bulmaya da yönlendiriyor. Etkinlik ve eğlence sektörünü olumsuz etkileyen bu belirsizlik ve negatif süreç devam etse de, teknolojinin ve dijital servislerin doğru kurgulanması ile birlikte oldukça farklı uygulamalar hayatımıza girmeye başladı bile. Yeni dijital kanallara entegrasyon, interaktif kurgular, oyunlaştırma ve yeni teknolojilerin sağladığı etkileşim etkinlik, eğlence ve spor alanındaki deneyimimizi tamamen değiştirecek. Bu hafta, Wunderman Thomson tarafından yayınlanan Gelecek 100 raporundan da yararlanarak bu alanlarda öne çıkan son trendleri analiz ettim.
Sanal performans ve deneyimler öne çıkıyor
En basit tanımı ile sanal performans, performansı gerçekleştiren kişinin izleyici ile aynı yerde bulunmadığı etkinliği ifade ediyor. Bu, bir konser, konferans, gösteri veya herhangi bir etkinlik olabilir.
Aynı ortamdaki heyecan ve coşkuyu barındırmasa da, sanal performanslar, organizatörler ve sanatçılar açısından daha çok kitleye dijital kanallar üzerinden erişim imkanı sağlıyor. Son kullanıcılar da aslında bir etkinliğe katılmak için göze almaları gereken süreçler yerine evlerinin veya ofislerinin konforunda istedikleri etkinliklere katılabiliyorlar. İlerleyen dönemlerde de bu alanda ciddi bir değişim gözlemliyor olacağız.
Konser ve Etkinliklerin Geleceği
İnsanların evlerinden katılım gösterdikleri etkinlikler ve canlı konserler; sektörün geleceğine yönelik de önemli bir zemin hazırlamaya başladı. Sosyal mesafeye uygun konser mekanı iddiası ile İngiltere’de faaliyete başlayan “Virgin Money Unity Arena”, Ağustos 2020'de ilk konserine ev sahipliği yaptı. Açık havada, katılımcıların birbirleri ile mesafeli, kendi özel oturma yerleri olan konser alanı, izleyicilerin konsere arabaları ile ulaştıkları andan itibaren sosyal mesafeye uyacak şekilde organize edilmiş (araba park yerleri bile bu şekilde oluşturulmuş). İzleyiciler yiyecek içecek siparişlerini de mekanın mobil uygulaması aracılığıyla uzaktan verebiliyor.
“Flaming Lips” ise Ekim 2020'de tüm izleyicilerin ve grup üyelerinin esnek plastik balonların içine yerleştirildiği bir konser vererek sosyal mesafeye uygun konser olgusunu yeni zirvelere taşıdı.