Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘seçim tekrarı’nda ısrarı sonuç verdi ve Türkiye ‘koalisyon yerine tek parti iktidarı’nı seçti diyebiliriz. Bir başka deyişle AKP’nin yeniden oy kazanmak için ortaya attığı ‘istikrar’ sözü tuttu ve AKP başarılı olarak yeniden tek başına iktidarı elde etti.
Piyasaların bu seçim sonucuna, ilk günlerde olumlu yanıt vermesi beklenebilir. Bu piyasalar açısından doğal bir sonuç olacak ancak bu iyimserliğin sürüp sürmeyeceği de AKP’nin atacağı adımlara bağlı olacak. Seçim sonuçları resmi olarak açıklandıktan sonra kısa sürede AKP’nin yeni Bakanlar Kurulu listesini hazırlayıp, onay için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a sunması bekleniyor. Bu işlemin kısa sürecek olması bile, belirsizlik fazla sürmeyeceği için, tek başına piyasalar tarafından olumlu algılanacak.Ancak piyasaların bir sonraki adımda, yeni oluşturulacak ekonomi kadrolarına odaklanacağı da açık. Bir başka deyişle şimdiye kadar piyasalara güven vermiş olan Ali Babacan, Mehmet Şimşek gibi isimlerin ekonominin başına geçmesi piyasalardaki iyimserliğin sürmesinde önemli olacaktır.Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun, her ikisinin birden bu seçimlerde başarılı çıktığını söylemek yerinde olacaktır. Aralarındaki mevcut ilişki şeklinin böyle devam edip etmeyeceği, bu kapsamda ekonomi kadrosuna atanacak kişilerin kimin tarafından seçileceği de büyük önem taşıyor. Bir başka deyişle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ekonomik görüşlerinin pek uyuşmadığı Babacan ve Şimşek’i istemeyip, yerine piyasalar tarafından görüşleri benimsenmeyen başka isimleri Bakan yapması halinde, piyasaların tedirgin olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Dolayısıyla ekonomi kadrolarında oluşturulacak denge, piyasaların orta vadede alacağı seyirde önemli rol oynayacak.Çünkü büyük ihtimalle Aralık ayında FED’in faiz artışı gelecek ve bununla birlikte Merkez Bankası’nın klasik para politikasına dönüp, faiz artışı yapması gerekecek. Bu aşamada AKP yönetiminin nasıl bir tercihte bulunacağı, gerekenin yapılmasına izin verip vermeyeceği, önümüzdeki birkaç ay içinde piyasalar açısından önemli olacak.Bunun ardından ise, geçici olarak devreye girecek bütçenin ardından yapılması gereken 2016 yılı asıl bütçe çalışmaları gelecek. Bütçe ile birlikte büyük ihtimalle ekonomide çizilecek yeni yol haritasının da şekillenmeye başlaması gerekecek. İşte önümüzdeki yıl içinde yapılacak bu yeni ekonomik vizyon çalışmaları ise önümüzdeki yıllar açısından piyasalara kalıcı güven verilip verilmeyeceğinin belirleyicisi olacak.Özetle; AKP içine girdiği siyasi kavgayı yeniden kazanarak aynı zamanda bundan sonraki siyasi ve ekonomik gelişmelerde, tek başına, belirleyici ve sorumlu konuma geldi. Eğer son yıllarda yapılan hatalar ve ihmaller devam ederse, tek başına iktidar da olsa, istikrarsızlık tehlikesi hala var. Ekonomik açıdan geciken tedbirlerin artık alınması, ekonomi için yeni ve çağdaş bir vizyonun oluşturulması hayati önem taşıyor.
7 Haziran’da ekonomik vaatler öne çıkarken, bu seçimde siyasi atmosfer bu vaatlerin yeterince tartışılmasını engelledi.
Aslında bu durum bile gösteriyor ki; önümüzdeki dönem ekonomideki vaatlerin yerine getirilebilmesi için, önce siyasi koşulların uygun olması gerekecek. Şu an eksikliği hissedilen demokratik ortam, hukuk devleti ve uzlaşma kültürü oluşturulmadan, ekonomiye sıra gelemeyecek. Bu seçimden koalisyon ya da tek parti iktidarına izin veren bir tablo çıkacak olması da bu ihtiyacı değiştirmiyor. Her koşulda ekonomide başarı için bu ön koşulların yerine getirilmesi gerekecek. Aksi takdirde bırakın seçim öncesi verilen ekonomik vaatlerin yerine getirilmesini, istikrarın bozulma tehlikesi bulunduğu açık. Küresel koşulların önümüzdeki dönem çok ağırlaşacağı belliyken, geniş toplumsal kesimler arasında uzlaşma olmadığı takdirde, ekonomide başarılı olmak kolay olmayacak.
Bunun da ötesinde ekonomide radikal reformların biran önce uygulamaya sokulması ihtiyacı bulunuyor. 2000 yılında başlayıp, 2001’de revize edilen radikal ekonomik reformlar gibi, yine bir reform havasının esmesi, ileriye dönük olarak ekonomik yapıyı değiştirecek köklü reformlara başlanması gerekiyor. 2002 sonrası ekonomide yaşanan büyüme ortamının tekrar oluşturulması gerekirken, bunun için de altyapıdaki aksaklıkları giderecek, yeni bir ekonomik vizyonu ortaya koyup uygulayabilecek bir uzlaşmaya mutlaka ihtiyaç var.
2000 reformlarının başarısında nasıl üçlü koalisyon hükümetinin, yani geniş toplumsal uzlaşmanın rolü büyükse, bundan sonraki dönemde de ancak benzer bir uzlaşma, ekonomideki önemli değişikliklerin yolunu açabilir. Yine aynı kapsamda özel mülkiyet haklarının son dönemde önemli ölçüde zedelendiği, bunun hem iç hem dış yatırımcılar açısından caydırıcı etki oluşturduğu yani bu iklimin devamı halinde ihtiyaç duyulan sermayenin gelmeyeceği, büyümeyi sağlayacak yatırımların yapılamayacağı da çok açık. İfade ve basın özgürlüğü yok olmaya doğru giderken, bunun tüm uluslararası arenada artık açık açık konuşulduğunu görüyoruz. İşte bu iklimin değişip, demokratik ortam oluşturulmadan, basın ve ifada özgürlüğü, kişisel mülkiyet hakkı, hukukun geçerliliği sağlanmadan, ekonomide ciddi adımların atılmasına da imkan yok.
Dün Enflasyon Raporu’nu açıklayan Başçı, “FED faiz artırırsa Merkez Bankası politika faizini arttırır yorumu vardı, bu çok yanlış değil. Enflasyon görünümüne bağlı olarak böyle hareket edebiliriz” demiş. Yani önümüzdeki aylar içinde Merkez Bankası faiz artıracağını daha yeni yeni açıkça söylemeye başladı.
Bir adım ileri gidelim; Merkez Bankası mümkün olduğunca kısa süre içinde klasik para politikalarına da dönecek, yani faiz koridorundan da vazgeçecek. Bunun işaretlerini zaten vermeye başladı ama üzerindeki baskının arttığını yani işi hızlandıracağını söyleyebilirim. Başçı dün, IMF’le ilgili yazdığımız endişelerin kendilerine ulaşmadığını söylemiş. Başçı’nın dediği doğru; geçen haftaki 4. Madde konsültasyon çalışmaları değilmiş, bu hata bana ait. Geçen haftaki staff görüşmeleriymiş, yani şimdi IMF uzmanları rakamlar için ön bilgi topluyor, bir-iki ay içinde gelip 4. Madde konsültasyon çalışmaları yapacaklar.
Bu kapsamda IMF’in daha önceki raporlarında Merkez Bankası’nın klasik para politikalarına dönmesi gerektiğini açıkça yazdığını biliyoruz. Geçen haftaki görüşmelerde de uzmanların benzer yorumlarda bulunduklarını da biliyoruz.
Kısacası; seçim bittikten sonra Başçı’nın eli daha rahatlayacak, hem tek faize dönüp hem faiz oranlarını artıracak ortamı bulacak. Tabi ki 1 Kasım’dan çıkacak sonuçlara göre Başçı’nın elinin ne kadar rahatlayacağını göreceğiz. Koalisyon kurulması halinde Başçı’nın elinin iyice rahatlayacağı, teknik karar vereceği kesin. Mayıs’ta yeniden seçilebilecek mi, onu hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Bir başka deyişle bağımsız Merkez Bankası’nın daha önce yapması gereken faiz açıklamaları şimdi yapılmaya başlandı. Başçı, “Enflasyon görünümüne bakarak faiz artırırız” diyor ya, aslında enflasyon şimdiye kadar faiz artışını gerekli kılıyordu, işin bu yönüne değinmiyor. Öyle olmasa, sürekli revize edip yüzde 6.9’a çıkardığı bu yıl sonu enflasyon tahminini yine artırıp 7.9’a çıkarmazdı. Bunun, enflasyonda kaçıncı ve ne kadar büyük bir sapma olduğu unutuluyor.
KUR KAYNAKLI
Çünkü IMF uzmanlarının, Türkiye ekonomisine ilişkin bazı veriler hakkında şüphelenmeye başladıklarını gözlüyoruz.
IMF’in her ülkeye yaptığı, rutin 4. Madde Konsültasyonu kapsamında yaptığı incelemeler, geçen hafta sonuna kadar sürdü. Önce İstanbul’da bankacılar ve iktisatçılarla görüşen IMF Türkiye Heyeti, geçen hafta da Ankara’da bürokratlar ve yine akademisyen ve Türkiye ekonomisi hakkında güvenilir buldukları kaynaklarla bir dizi görüşmelerde bulundu.
Bu görüşmelerden aldığımız bilgilere göre; IMF Heyetinin üzerinde durduğu en kritik konulardan biri bankacılık sektörüne ilişkin rakamlar ve bunların ortaya çıkardığı banka ve sektör bazındaki rasyo rakamları. IMF Heyetinin açık açık “TL’nin yüzde 30 değer kaybetmesine rağmen, bankacılık sektörüne ilişkin rasyolar nasıl oluyor da neredeyse aynı seyretmeye devam ediyor?” sorusuna yanıt aradıklarını öğrendik. IMF uzmanlarının reel sektörün çok yüklü dış borç rakamlarına sahip olduğunu, büyümenin durgun seyrettiğini hatırlatarak, bu gelişmelerin nasıl olup da bankaların bilançolarına ve rasyolarına yansımadığını merak ettikleri söyleniyor. Bu kapsamda merak ettikleri konular arasında bağımsız otoritenin görevini layıkıyla yerine getirip getirmediği konusu da var. IMF uzmanlarının bu rasyolardaki kaçınılmaz bozulmanın nasıl olup da saklanabileceğini, kendilerine ve kamuoyuna açıklanmayan, otoritenin kendi kendine uyguladığı hesaplama değişiklikleri olup olmadığını merak ettikleri ve bu konuda sorular sorduklarını öğreniyoruz.
Bankaların reel sektöre böylesine sıkışık dönemlerde yumuşak davrandığı, Türk bankalarının bu konuda geçmişten kalan deneyimlerine göre hareket edip şirketler kesimine esneklik sağladığı söylenmesine rağmen, IMF uzmanlarının “esnekliğin de mevcut kurallara göre yine bir sınırının bulunduğunu” belirttikleri söyleniyor. Özellikle yüksek dış borcu olan şirketlerin durumları ve bunların banka hesaplarına yeterince yansıtılmadığından şüphelendiklerini, bu takdirde ileride önemli sorunlar doğacağı kaygısını paylaştıklarını öğreniyoruz.
Bu nedenle de 1 Kasım seçimleri ‘gerçekten hayati’ olarak görülüyor.
ALMANYA’daki Türk işadamları da, Türkiye ile ilgili her yerli- yabancı yatırımcı gibi şu sorulara yanıt arıyor: “Bu kez seçimden sonra hükümet kurulur mu, 7 Haziran’a benzer sonuç çıkması halinde yine seçim istenir mi, istenirse ne olur?” Avrupa Türk İşadamları ve Sanayicileri Derneği ATİAD’ın 5. Ekonomi Günü Düsseldorf’da yapıldı ve bu kapsamda yer alan “Tarihi Seçimler Öncesi Türkiye’deki Siyasi Gelişmeler ve Bunun Türk ekonomisine olası yansımaları” başlıklı panelin konuşmacıları arasında idim. CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, gazeteci büyüğümüz Güngör Uras ve işadamı Mehmet Yaşaroğlu ile birlikte konuyu tartıştık. Hem toplantıda hem de özel sohbetlerimizdeki genel izlenimim; ülkede, demokrasiden uzaklaşma ve ekonomideki tıkanma gibi sorunların aşılması için, bu kez aynı sonuç da çıksa, mutlaka hükümetin kurulması gerektiği konusunda bir mutabakat bulunuyor. Bu nedenle de 1 Kasım seçimleri “gerçekten hayati” olarak görülüyor.
OY KULLANIN
Piyasalar artık seçimi değil sonrasında olacakları merak ediyor, tahmin etmeye çalışıyor.
Piyasa uzmanları ile konuştuğumuzda artık tek başına iktidarı konuşanın bulunmadığını gördük. Dolayısıyla piyasaların koalisyona artık kesin gözüyle baktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Sonuçlar 7 Haziran’a benzer çıkacak da bu kez koalisyon kurulacak mı?” diye sorduğumuzda, “Artık 7 Haziran sonrasındaki gibi davranılacağını, koalisyonun engelleneceğini kimse düşünmüyor, tekrar seçim çok radikal tepki görür” yanıtını alıyoruz.
Son dönemde iyileşen piyasalarda içeriden çok küresel gelişmelerin, yani FED faiz artışının gecikeceği beklentisinin belirleyici olduğu açık. Bu nedenle yabancı sermaye girişi olmasa da, gelişmekte olan ülkelerden kaçışın durduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle piyasalardaki hava olumluya dönmüş durumda.
İçeride piyasaları etkileyecek unsurlar nedir diye baktığımızda ise “Ne olursa olsun seçimden sonra bundan daha kötü olmaz herhalde” yanıtını alıyoruz. Yani piyasalar seçimden sonra, öyle ya da böyle, bir koalisyon kurulacağına, kesin gözüyle bakıyor, şu andaki fiyatlar içinde de bu beklenti var.
“Peki, nasıl bir koalisyon, hangi koalisyon piyasaları nasıl etkiler” sorumuza verilen yanıtlar ise, doğal olarak çok çeşitli. Bir bankacı, seçimden sonra koalisyon olmasının piyasalarda iyimserlik yaratacağını, dolayısıyla genelde seçim sonrasına ilişkin iyimser bir beklenti olduğunu belirtiyor. Buna karşılık AKP’nin MHP ile koalisyon yapması halinde iyimserliğin az olacağını,AKP’nin CHP ile koalisyon yapması halinde ise piyasaların coşabileceğini söylüyor.
Bence AKP’nin son dönemdeki sekter tavırları bu ilişkinin gelişmesinde önemli rol oynadı. CHP’nin diyalog çabası da etkili oldu ama ilişkilerde yılların getirdiği karşılıklı güvensizliğini hâlâ tam anlamıyla kırılamadığını da gözlemliyorum.
Son yıllarda işadamlarından, “Tamam AKP bitti ama hâlâ iyi bir muhalefet yok” ya da “Kılıçdaroğlu’nun liderliği yetersiz” gibi sözleri çok duydum. Aslında bu algı neredeyse tüm İstanbul’da yaygın, işadamlarının yanısıra beyaz yakalıların da çok kullandığı sözler.
CHP’de de, eski bürokratik yapının hâlâ tam kırılamaması nedeniyle, iş dünyasına karşı önyargılı bir güvensizlik hala sürüyor. Eskinin “İşadamları ancak çıkarı olunca bir şey koparmak için bize yanaşır” algısı tümüyle silinemedi. Buna karşılık Kılıçdaroğlu ve bazı yöneticilerin bu önyargıyı kırmak için, “toplumun her kesimine kendimizi daha iyi tanıtmamız lazım” anlayışı kapsamında büyük bir çaba gösterdiğini de şahsen biliyorum.
Ancak bir sosyal demokrat partiyle, özellikle de kökenlerindeki devletçiliği hala tam olarak temizleyemeyen bir parti ile işadamları arasında biraz güvensizlik olmasını doğal, yapısal bir durum olarak da görmek gerek. Ancak artık her iki taraf da biliyor ki; etkin bir toplumsal kesim olarak işadamlarının hükümet ve partilerle düzeyli, ilkesel bir ilişki kurması da şart.
İşadamlarının da “sermaye her zaman, otoriter de olsa, ülkeyi tehlikeye de atsa sağ partilerin yanındadır” algısını kırmaları gerekiyor.
TÜSİAD’da siyaset ile kurumsal ilişki kurma çabasının daha önce başladığını yakından izledim. Ancak TÜSİAD bünyesinde bile hâlâ, “Hükümet ile kurumsal ve etik olmayan ilişki kurarak kendime ayrıcalık sağlayayım” anlayışına sahip, çok işadamı olduğunu biliyorum. İşaleminin tavan örgütü TOBB’un işi ise daha zor; Hisarcıklıoğlu’nun ilk yıllar kurumsallaşma çabasını yakından izledim ama “yapısı gereği TOBB, hükümetle kim olursa olsun ilişkiyi iyi tutma geleneğine geri döndü” diyebiliriz. Çünkü hep yakın olduğu sağ partilerden biri iktidardaydı ve iktidar sahibi otoriter bir kişilikle en ufak detaya takılıp kontrol etmeyi seçti. Yani TOBB tabanının iktidarla yakın olmazsa kaybedeceği şey çok daha fazla...
DÜN Ağustos ayı ödemeler dengesi rakamları açıklandı, aylık cari açık 163 milyon dolara düştü. Televizyonlarda yorum yapanlar piyasaların bu rakama çok sevindiklerini, bütün gün, söyleyip durdular.
Aslında piyasadaki beklenti Ağustos ayında cari fazla verileceği yönündeydi. Olsun; fazla verilmese de açık bu kadar azalmış ya, piyasalar onun için çok sevinçliymiş. Piyasalarda aklı başında kimsenin böyle bir rakama gerçekten sevindiğini görmedim ama olsun, TV yorumcuları piyasaları gazlayacak ya...
Daha geçen gün Dünya Bankası Raporu yayımlandı. IMF geçen hafta Türkiye’ nin 2015 büyüme tahminini yüzde 3.1’den yüzde 3’e indirirken, Dünya Bankası küçük de olsa artırıp, büyüme oranı bu yıl sonunda yüzde 3.2 olur dedi.
Bu rakam bilindiği gibi, Türkiye için küçük bir oran. Çünkü zaten yüksek nüfus artış hızıyla bu kadar büyüme, neredeyse kişi başı gelirin hiç artmaması anlamına geliyor. Bununla birlikte daha yeni açıklanan Orta Vadeli Programda gördük ki; büyüme olmadığı için işsizlik oranı tahmini yüzde 9.5’den 10.5’e revize edildi. Önümüzdeki 2-3 yıl da büyüme oranlarının yüzde 5 ve üzerine gelmesi beklenmiyor, dolayısıyla işsizlik oranlarında da düşüş beklenemiyor. Dünya Bankası bununla birlikte büyüme oranlarındaki bu düşük oranlara rağmen cari açığın hala yüksek olduğunu ve önümüzdeki dönemde ciddi düşüş umudu bulunmadığını da söylüyor. Daha da açık biçimde, mevcut küresel iklim gözönüne alındığında, ciddi yapısal tedbirler alınmadığı takdirde cari açığın milli gelire oranının yüzde 5.5’in altına inmeyeceğinin altını çiziyor.
Demek ki ne oluyor; büyüme olmadığı zaman cari açık azalıyor ama buna rağmen tehlikeli sınır olan, milli gelire oranı yüzde 5’in altına inemiyor. Bu da ne demek biliyor musunuz; siz ciddi oranlarda büyürseniz, cari açık çok tehlikeli oranlara yükselecek...
Nedeni çok açık; Türkiye’deki üretim yapısı cari açık üretiyor yani ithalata bağımlı bir büyümemiz var ve bu düzeltilmedikten sonra cari açık bir ay küçük çıktı diye sevinmenin hiç bir anlamı yok.
Hiç büyümez veya küçülürsek cari fazlamız olacak, buna mı sevineceğiz?