Dün TV kanallarının ortak programına çıkıp güncel ekonomik ve siyasi gündemle ilgili soruları yanıtlayan Başbakan Yıldırım’ın en çok üzerinde durduğu konu Kuzey Irak referandumu idi. Ekonomiyle ilgili olarak da yaptırımların ortaya konacağını, bunun için Irak merkezi yönetimiyle irtibat içinde olduklarını söyledi. Başbakan petrol sevkiyatının da Irak merkezi yönetimiyle konuşularak yapılabileceğini, artık K. Irak yönetiminin muhatap alınacağını belirtti.
Türkiye’nin her tarafta asker bulundurması, birden fazla cephe açılması ile ilgili soruları da yanıtlayan Başbakan Yıldırım’ın, topyekün bir savaştan değil nokta operasyonların söz konusu olacağını, bunlara imkanımız bulunduğunu, insanların “savaş halindeyiz gibi bir hava”ya girmesinin doğru olmayacağını söylemesi dikkat çekiciydi.
Sorular üzerine 2018-2020 yıllarını kapsayacak OVP hedeflerinden bazılarını da açıklayan Başbakan Yıldırım, bu yıl yüzde 5.5 büyüdükten sonra, OVP kapsamındaki daha sonraki 3 yılda da yüzde 5.5 oranında büyüme gerçekleşeceğini söyledi. Bununla birlikte bu yıl yüzde 10.8 olacak işsizlik oranının 2018’de yüzde 10.5, 2019’da yüzde 9.9, 2020 de ise yüzde 9.6’ya ineceğini belirtti.
Başbakan Yıldırım enflasyon hedefleri konusunda ise bu yıl sonunda yüzde 9.5’a inecek enflasyonun, 2018’de yüzde 7, 2019’da yüzde 6, 2020’de yüzde 5 olacağını ifade etti.
Bu hedeflere birlikte baktığımız zaman, OVP’de yer alacak hedeflerin tutturulmasının ne kadar zor olduğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Fed’in likiditeyi kısıp faiz artırımına yeniden başlayacağı, yani dış kaynağın azalacağı, yanı başımızdaki çatışmaya varan sorunların bir süre daha devam edeceği ortada. Üstüne üstlük en geç 2019 yılında iki seçim birden gündemde bulunurken, bu hedeflerin saptanmasının çok iddialı bulunduğu, bunun da OVP’nin baştan inandırıcılığına sekte vuracağı açıkça gözüküyor. Yüzde 5.5 oranında 4 yıl üst üste büyümeyi Türkiye, dengeleri bozmadan gerçekleştirse, bu çok büyük başarı olur: Ancak hem 4 yıl boyunca yüzde 5.5 büyümeye devam edip, hem de enflasyonu bu kadar hızlı indirmek, 2020 için yüzde 5 enflasyon hedeflemenin piyasalarca inandırıcı bulunmayacağını görmek gerek.
TEŞVİKTE TASARRUF YOKBaşbakan Yıldırım sorular üzerine 2018 yılı bütçesinin tasarruf bütçesi olacağını, tasarrufa kendi harcamalarından başlayacaklarını söylerken, buna karşılık yatırımlarda, teşviklerde tasarruf olmayacağını da söyledi. Kamu yatırımlarında maliyet-fayda analizi yapılıp öncelikli projelere ağırlık verileceğini sözlerine ekledi.
Faiz harcamaları artmışken sadece idarenin tasarruf etmesinin bütçede önemli bir tasarruf rakamı yaratmayacağı ortada. Yani yeniden mali disiplin için asıl büyük harcama kalemlerinde tasarrufa ihtiyaç olacak. Kaldı ki; 2019’de yapılacak iki seçim ve öncesinde, personel harcamalarındaki artış başta olmak üzere, bütçe harcamalarında kayda değer bir tasarruf yerine ek artışlar yaşanması kaçınılmaz olabilir.
Başbakanın Varlık Fonu ile ilgili söyledikleri ise ilginçti. Başka ülkelerden örnek verip; büyük fonların 40-50 yılda bu büyüklüklere geldiğini belirterek acele edilmemesi imasında bulundu. Başbakan bu fondan bütçeye yük olmadan büyük yatırımların ya da yurtdışında müteahhitlik hizmetlerinin finanse edilmesinin daha doğru olacağının altını çizdi.
Küresel ekonomide, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin, Fed kaynaklı tedirginliği yeniden arttı. Nedeni Fed’in, likiditeyi ekimde azaltmaya başlarken aralıkta bir faiz artışı daha yapıp, önümüzdeki yıl 3 faiz artışı yapacağının sinyalini vermesi. Yani bizim gibi ancak sıcak parayla büyüyebilen ülkeler, kaynağın azalmasıyla zor günler yaşayacak, bu kesin.
Küresel olarak böyle ciddi sorunla karşı karşıya gelmişken, ülkede garip şeyler olmaya başladı. Daha doğrusu zaten garip şeyler oluyordu, son günlerde iyice arttı.
Normal bir seyrin olmadığını, zaten adı üstünde, yaşadığımız OHAL sürecinden biliyorduk. Son günlerde yaşadığımız iç ve dış siyasi gelişmeler, anormallik dozunu iyice artırdı. Son olarak dün oda ve borsa seçimlerinin 6 ay boyunca ertelenmiş olması, iş dünyası içinde de, anormal şeyler yaşandığının kanıtıydı.
Bu hafta piyasaların K. Irak gerginliği ile açılması kimse için sürpriz olmayacak. Barzani’nin referandumdan son gün vazgeçip vazgeçmeyeceği, referandum yapıldığı takdirde yaşanacaklar bugün yakından izlenecek. Bütün bir hafta boyunca da referandum sonuçları, çevresindeki tüm ülkelerin ve Irak merkezi yönetiminin takınacağı tutum, bunun yanında Türkiye’nin uygulayacağı müeyyideler, yine yakından izlenmek zorunda.
K. Irak’ta çıkacak bir kargaşanın tüm bölgeye vereceği zarar yanında, Türkiye’nin neredeyse en iyi ticari ilişkisi bulunan komşusundan söz ettiğimiz unutulmasın. Sadece sınır ticaretinin kesilmesi halinde bile, özellikle bölgedeki üreticiler ve tüccarların zor durumda kalacağı, ulaştırma sektörünün büyük yara alacağı çok açık. Bu arada K. Irak’ın yatırım ve tüketim ihtiyacının neredeyse tümüyle Türkiye’den karşılandığını göz önünde tutarsak, K. Irak’ta yaşayanların da Türkiye’nin de bu yaşananlardan büyük zararlar görmesi kaçınılmaz olur.
Umarız K. Irak meselesi bölge için daha büyük çatışmaların kaynağı haline gelmez. Zaten IŞİD’in tasfiyesi aşamasının Türkiye için zor geçeceği belli olmuşken bir de bunun eklenmesi zorluğu artıracak.
Sadece siyasi gelişmeler açısından değil, makro dengelerin korunması, yeniden mali disipline dönüş umutlarının korunması açısından da, K. Irak olayının büyümemesi, Türkiye’deki ekonomik istikrarın kesinlikle yararına olacaktır.
ZATEN YÜKLER AĞIRLAŞTI
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan çalışma, 2016 yılı itibariyle, gelir dağılımının bozulmaya devam ettiğini, yani yoksulluğun giderek arttığını, çok zenginlerin ülke kaynaklarından aldıkları payın yükseldiğini gösteriyor. Rakamlara hiç girmeden birkaç bulgu paylaşayım: En zengin yüzde 20’nin aldığı pay yükselirken, altındaki gelir gruplarının aldığı pay azaldı. Kişi başına gelir açısından bakıldığında ilk yüzde 20’ye girenlerin geliri artarken, bunun altındaki iki yüzde 20’lik grupta yer alanların gelirleri ise düştü. Yani siyasi olarak kilit konumda görülen, orta direk denilen kesimin gelirleri azalmaya devam etti. Bu arada yoksulluk sınırının altında kalan nüfus ise toplam nüfusun yüzde 14’ünü aşkın düzeyde.
Bu tablo klasik tabirle: zengini daha zengin fakiri daha fakir eden bir tercihi ortaya çıkarıyor. Bunun toplumsal sonuçları olmaması mümkün değil. Ne kadar sosyal yardım verirseniz verin, ne kadar başka ortak duyguları ekonomik tabloyu kapatmak için kullanırsanız kullanın, bunun sonucu oluşacaktır.
Gündemin en önemli maddelerinden biri de TEOG sınavlarının iptal edilmesi, bundan daha da önemlisi, iptal edilme şekliydi. Bürokrasinin en azından bir yıllık bir geçiş süresi istemesine, yerine getirilecek sistemin belli olmamasına rağmen, TEOG iptal edildi. TEOG’un doğru bir sistem olup olmadığı, hangi sistemin doğru olduğu tartışılmadan iptal edilmesi sıkıntılı değil mi, sizce?
Bunlara yeni Diyanet İşleri Başkanı’nın “İnsanlığın sekülerizmin kıskacında kıvranmakta olduğu” tespitini ve Süper Lig’de yabancı sınırlamasıyla ilgili Kulüpler Birliği’nin aldığı toplantı kararını filan da ekleyebilirsiniz.
EĞİTİM ARTTIKÇA GELİR ARTIYOR AMAGelir dağılımını anladık da, diğerlerinin ekonomiyle ne ilgisi var diye soranlar olabilir. Bence tüm bunlar aynı zamanda ekonominin geleceğini doğrudan etkileyecek haberler.
Üretenin de tüketenin de bu tablodan umutsuzluk çıkarıp etkilenmemesi mümkün değil. Türkiye’nin yabancı ekonomi gazetelerine bile yansıyan eğitim sisteminde değişiklik haberlerini gördüyseniz, ihtiyacı olan doğrudan yabancı sermayeden ne kadar uzaklaştığını da görürsünüz. Bunun ötesinde teknolojik gelişmeye ayak uydurması, dünyaya uyum sağlayıp ülkeyi öne çıkaracak insan gücünü oluşturması, rekabet için gereken demokratik ve özgür iklimi yaratmasının bu tabloyla asla mümkün olamayacağını da...
Eğitim konusunda önemli uzmanlar var ve hükümetin kendilerine hiçbir şey sormadığı bu uzmanların söylediği açık; bu anlayışla zaten düşük olan eğitim düzeyi geriliyor dünyayla rekabet etmekten uzaklaşıyoruz yani cahillik büyüyor.
Yetersiz eğitim düzeyimize rağmen, TÜİK çalışmasının gösterdiği gerçek ise; eğitim seviyesinin artmasıyla kişilerin gelirlerinin de yükseldiği yönünde. Kişi ve ülkeler eğitim sorunlarını iyileştirdikçe gelirlerini artırıyor, bu açık.
Dün kurlar yeniden yükselmeye başladığında, geçen hafta bir bankacı ile yaptığım sohbet aklıma geldi. Fon hareketlerini analiz eden deneyimli bankacı, uzun zamandır döviz konusunda yerli ve yabancılardan, birbirinden tümüyle farklı böyle bir tavır görmediklerini söyledi. Yerlilerin son dönemde, düşük kurların etkisiyle, sürekli döviz aldığını kaydeden bankacı, talebin bir kısmının döviz borçlusu reel kesimden, bir kısmının yurtdışına çıkışlar nedeniyle, bir kısmının ise yatırım amacıyla geldiğini söyledi.
Yabancıların ise sürekli olarak TL’ye yatırım yaptıklarını kaydeden bankacı, “Yerlilerin tavrını görünce tedirgin olmuyorlar mı?” sorusuna, “yerliler siyasi kaygılar nedeniyle de alıyor olabilirler, bizim ona baktığımız yok, uygun ortamda kâr maksimizasyonu için yatırım uygun” dediklerini söyledi.
Yabancı açısından bakıldığında faizlerin yüksek olduğunu, kurların istikrar kazandığını, 2019 yılına kadar ufukta seçim görülmediğini kaydeden bankacı, yabancıların kısa vade için sorun görmedikleri için, yüksek kar yatırımı yaptıklarını söyledi.
Buna karşılık yerli yatırımcıların mevcut kur seviyelerini alım için fırsat gördüğünü kaydeden bankacı, çünkü yerlilerin ileriye dönük sıcak çatışma, iç siyasi tartışmaların sertleşmesi, ABD ve Almanya başta olmak üzere Batı’dan gelen tepkilerin büyümesi, sonunda tüm bunların ekonomiye etki edeceği kaygısını taşıdıklarını kaydetti.
Bankacıya, “Siz geçmişte hep yerlilerin yatırım tavrının uzun dönemde haklı çıktığını gördük dersiniz, yine böyle olur mu?” dediğimde ise bunun belli olmayacağını söyledi. Yerlilerin kaygı duyduğu konular hakkında bankacılık kesiminin de ciddi kaygıları bulunduğunu kabul eden bankacı, ancak kısa dönem için bankaların da kendi kârlarını düşünerek hareket etmelerinin işin doğası gereği olduğunu hatırlattı.
Bu çerçevede dünkü kur hareketlerine bakıp, “Yerli yatırımcı döviz alarak haklı çıkacak” demek mümkün değil, bunun kararını vermek için çok erken.
FED YİNE EN ÖNEMLİ UNSUR
Kurlardaki hareketin seyrinde etkili olacak unsurlardan bazılarını ABD’deki temaslardan çıkacak haberler, Kuzey Irak referandum kararı nedeniyle alınacak tavır, Suriye’de İŞİD’in tasfiyesinde yaşanacaklar ve Türkiye’nin karşılanmayan bölge talepleri olduğunu sıralamıştık.
Erdoğan dün New York’a uçuşundan önce yaptığı açıklamada, Başkan Trump ve başka ülke liderleri ile ikili temasları olacağını belirtirken, ele alınacak konular için de ipuçları verdi. Erdoğan, “görüşeceğiz” dediği K. Irak referandumuna ilişkin Türkiye’nin olumsuz tavrını tekrarladı. Erdoğan’ın planlanan referandum öncesine çektikleri Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ve ardından yapılacak Bakanlar Kurulu toplantısında önemli kararlar alınabileceği sinyalleri vermesi de dikkat çekti.
K. Irak’ta yapılacak bağımsızlık referandumu, buna İsrail dışındaki tüm ülkelerin karşı çıkmasına rağmen Barzani’nin direnmesi, Irak yönetiminin askeri müdahaleye hazırlandığı açıklamaları piyasaları zaten tedirgin ediyor. MHP Lideri Bahçeli’nin sert demeçleri ve son günlerde Cumhurbaşkanı ve Başbakandan gelen “Milli çıkarlarımıza aykırı, izin veremeyiz” demeçleri dikkatlerin iyice bu noktaya çekilmesine neden oldu. Bu arada Türkiye’nin özellikle de Kerkük’ün kapsama dahil edilmesi nedeniyle, sıcak savaş içine girebileceği yönündeki spekülasyonlar da son dönemde iyice arttı.
Bununla birlikte Suriye’de IŞİD’in tasfiyesinde izlenecek yol, YPG sorunu, İdlip meselesi gibi sınırımızda yeniden alevlenen gelişmeler de, ülkeyi ve ekonomiyi yakından ilgilendiriyor. Buralarda da taleplerinin yerine gelmemesi nedeniyle Türkiye’nin müdahil olacağına ilişkin senaryolar konuşulup duruyor.
ABD’DEKİ MAHKEME SÜRECİ
İşte böylesine bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta yapacağı temasların, orada yapılacak açıklamaların, dönüşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temaslar hakkında vereceği mesajların piyasalar açısından önemi büyük olacak.
Piyasaların, ABD temaslarında, aslında bu konulardan daha çok merak ettiği konu ise ABD’de Türkiye aleyhine yürüyen davalar ve bunlarda meydana gelecek gelişmeler. Zarrab davasının giderek genişlemesi ve buradan yola çıkılarak Türkiye’de bazı bankalara ceza kesileceği beklentisi, özellikle bankacıların son dönemde en çok merak ettiği gelişmelerin başında geliyor. Bu davalar sonucunda bir ceza kesileceğine neredeyse kesin gözüyle bakan bankacılarla geçen hafta konuştuğumuzda asıl olarak cezanın boyutlarının merak edildiğini, başka bankalar özellikle de büyük bankalar olup olmayacağının tahmin edilmeye çalışıldığını gözlemledik. Özetle; cezaların dolaylı etkileriyle birleştiğinde, sistemik risk haline gelip gelmeyeceğinin merak edildiğini, bankacılar arasında bu konunun yoğun olarak tartışıldığını söyleyebiliriz.
İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la görüşmesinde bu konuyu gündeme getirmesine kesin gözüyle bakılıyor. Görüşmeden sonra yapılacak açıklamalardan çok, ardından gelecek adımların bankacılar tarafından tahmin edilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Çünkü hemen herkes Trump’un söylediklerinin artık karşılığı bulunmadığı, mahkemelerin tavrının etkili olduğu görüşünde. Bu nedenle de ipuçları alabilmek için, koruma meselesi nedeniyle gerginlik yaşanıp yaşanmayacağına, ilgili bakanlık sözcülerinden gelecek açıklamalara dikkat edilecek.
Piyasalar yoğun sıcak para ve yüksek karlılık nedeniyle hayatlarından memnun ama genel kanı böyle sürmeyeceği yönünde. İşin nerede döneceğini kestirip ona göre pozisyon alabilmek için, artık Fed’in yanı sıra siyasi gelişmeleri de yakından izlemek zorunda olduklarını görmeye başladılar.
Bunun en önemli nedeni, iç ve dış siyasi gelişmeler ve bu nedenle oluşan tedirginliğin öne çıkmaya başlaması. Hem Ankara’da hem piyasalarda artık başlayan siyasi tedirginliğin ekonomiye de tehdit olarak görülmeye başladığını söyleyebiliriz.
Aslında iç ve dış siyasette son dönem yaşanan gelişmelerin önemli riskler barındırdığı bir çok kimse tarafından dile getiriliyordu. Ancak Almanya’dan son günlerde gelen Türkiye’ye karşı kararların somutlaşmaya başlaması ve ABD’deki mahkemelerde görülen davaların Türkiye’yi her geçen gün daha fazla etkiler hale gelmesi, artık siyasi risklerin hissedilmeye başlamasına neden oldu. İktidara yakın kaynaklar yurtdışındaki bu gelişmelerin parti ve hükümet içinde tedirginlik yarattığını yazıyorlar. Hükümete yakın medya organlarında bile, şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde, uygulanan politikalara ilişkin ciddi eleştiriler çıkmaya başlaması artık dikkat çekiyor. Bunun yanında kamuoyu önünde Cumhurbaşkanlığı ekonomi danışmanlarının birbirleriyle atışması, eski ve yeni bakanların kavgaları hem Ankara’daki bürokrasi, hem de piyasalar tarafından yakından izlemeye alındı.
Bu arada piyasa uzmanlarının AKP yetkilileri ve bürokratlarla yaptıkları özel görüşmelerde, hem hükümet hem parti içinde çekişmelerin öne çıktığına ilişkin konuşmaları dikkat çekiyor. Tüm bu haberlerin anında piyasalara yayıldığını, bunun ileriye dönük tedirginliği artırdığı açıkça gözüküyor.
O nedenle AKP’nin il ve ilçe kurultaylarının, hükümet içindeki ve danışmanlar arasındaki tartışmaların piyasalar tarafından izlemeye alındığını görüyoruz. Ancak piyasaların ileriye dönük tedirginliğinde, bunlardan da fazla, dış gelişmelerin etkili olduğu görülüyor. ABD’deki davalarda Türk bankalarının işin içine sokulacağına dönük haberlerin gelmesi, bu durumun ileride tüm bankacılık sektörünü etkilemesi ihtimali, önemli bir gerginlik oluşturuyor. ABD’deki davaların ilerledikçe yeni boyutlar kazanıp, yeni sıkıntılar yaratmasından korkuluyor. Bununla birlikte Almanya’nın seçimleri öncesi Türkiye’ye takındığı tutum sertleşirken, piyasaların büyük bölümü seçimden sonra da bu tavrın devam etmesinden endişe etmeye başladı.
Piyasaların beklentisi yüzde 5.3 civarındaydı ama 5.1’lik oran da herkesi memnun etti. Bu rakamın ardından dolar kuru 3.40 TL’nin altına geriledi. Hükümetin bu rakamlardan memnun kaldığını ekonomiyle ilgili tüm bakanların ayrı ayrı açıklama yapmalarından anladık. Her bakan kendi açısından, bu yüksek büyüme oranlarına nasıl ulaşıp başarı kazandıklarını açıkladılar. Bununla da yetinmediler, 3. çeyrek büyümesinin daha da yüksek olacağını, yıl sonunda yüzde 7’lik büyüme rakamlarına ulaşacaklarını söylediler.
Piyasalar da bu rakamlardan sonra 2017 yılı büyüme tahminlerinde revizyonlara başladı. Piyasa analistleri 3. çeyrekte büyümenin, baz etkisinin de katkısıyla, daha yüksek çıkacağına inanıyorlar. Buna karşılık son çeyrekte ise büyüme oranının yüzde 4’e düşmesini bekliyorlar. Çünkü 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişimi ardından, son çeyrekte büyüme yeniden hareketlenmeye başlamıştı. Bu nedenle son çeyrek büyüme rakamları daha düşük çıkacak.
Özetle; piyasalar büyüme oranlarının bu yıl yüzde 5 ile 5.5 arasında bir rakama çıkmasını bekliyor. Bu tahminin ardında, Fed faiz artışının gecikeceği ve sıcak para girişinin devam edip çarkların işlemesine yardım edeceği beklentisi bulunuyor. Bununla birlikte turizmdeki canlanmanın, küçük de olsa tarım kesiminin büyümeye verdiği katkının devam edeceği, kurlar ve petrol fiyatlarının mevcut seyri koruyacağı beklentileri de etkili oluyor.
Büyüme oranlarının yüksek olması hem hükümeti çok sevindiriyor, hem de piyasaları. Hükümet gelecek seçimlerde yüksek büyüme nedeniyle oluşacak refah etkisinin oy katkısını beklerken, piyasalar da büyümenin olduğu yerde daha rahat kaynak ve plasman bularak, daha yüksek kar sağlamayı tercih ediyor.
SIKI PARA POLİTİKASI
Özellikle iç ve dış siyasi gelişmeler nedeniyle, büyümede baz alınan bu temel tahminler değişir mi, tabii ki bilinmez. Ya da sorunlar bu yıl mı başlar yoksa gelecek yıla mı birikir, bu da belli değil. Belli olan bir şey var; ne olursa olsun bu yıl, özellikle geçen yıla kıyasla, daha yüksek bir büyüme gerçekleşecek. Yüksek büyümeden kastımızın yüzde 5 civarında olduğunu da hatırlatalım.
Ancak makro ekonomi açısından unutulmaması gereken temel unsur; önemli olan sürdürülebilir yüksek büyümeyi sağlayabilmek. Hükümet üyeleri dahil hiç kimsenin, Bakanların söylediği yüzde 7, hatta mevcut yüzde 5-5.5’luk büyümenin, bu koşullarda, sorun olmadan sürdürebileceğine inancının olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü sürdürülebilir büyüme kapasitemiz uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle daha önce yüzde 5 civarında iken, şimdi daha aşağı gelmiş bulunuyor. Yani yüksek büyüme başka kalıcı hasarlar yaratabiliyor. Keşke her yıl sorunsuz yüzde 7-8 büyüsek. Bir bakanın dediği gibi büyümede Çin’in üzerine çıksak ama bunun sürdürülebilir olamayacağı ortada.
Cari açık rakamlarının daha da yükselmesi, enflasyon oranlarının çift hanede kalıcı olması, aynı zamanda bu büyümenin hasar veren sonuçları olarak görülebilir.
Piyasalar uzun bayram tatilinden sonraki ilk haftayı Fed faiz beklentisinin gecikmesinin etkisiyle sakin geçirdi diyebiliriz. Beklentilerin üzerinde gelen enflasyon rakamları bile piyasaların keyfini bozamadı. ABD’deki Reza Zarrab davasında eski Bakan Zafer Çağlayan için tutuklama kararı çıkması ve Varlık Fonu haberleri de piyasaların gidişatını etkilemedi. Bu, piyasaların birbiriyle ilintili ele alınması gereken Zarrab davası ile Varlık Fonu’ndaki gelişmeleri takip etmediği anlamına gelmiyor, tabii ki...
Varlık Fonu’nun kuruluşu zaten tartışmalıydı. Dünyada varlık fonları mevcut değerleri ileriki kuşaklara yansıtmak isteyen ülkeler tarafından kuruluyor. Biz ise tasarruf açığı büyük bir ülke olarak, elde kalan kamu mallarını kullanarak bu işe girdiğimiz için, gelecek kuşaklar için değer yaratmak değil, onların değerlerini şimdiden harcamak tehlikesi taşıyan bir fon kurmuş olduk. O nedenle Fon neden kuruldu, ikinci bir Hazine yaratılıp mali disiplini mi bozacak mı gibi sorular doğal olarak gündeme geldi. Tabii ki siyasi amaçlar da tartışmalıydı.
Özetle demek istediğim o ki; Varlık Fonu’nun zaten kuruluşu ve amacı tartışmalıydı ve kuruluşundan bu yana gerek teknik, gerekse de yararları açısından soru işaretlerini giderecek hiçbir uygulama görmedik.
Bu nedenle yönetiminin değişmesinin fonun işlevini değiştiremeyeceği de ortada. Bir başka deyişle yönetimine kim gelirse gelsin Varlık Fonu tartışması bitmeyecek. Bu kadar tartışmalı dev bir organizasyonun, ne kadar siyasi irade arkasında durursa dursun, bundan sonra sağlıklı çalışması pek mümkün değil.
Bu kadar tartışmalı bir organizasyon, bence sadece sorun üretebilir...
MUHALEFETİN TALEBİ TASFİYE EDİLMESİ
İşte muhalefet partileri de baştan beri karşı çıkılan fonun, bu yönetim değişikliği fırsat bilinip, tasfiye edilmesinin daha doğru olacağı görüşündeler.
CHP Genel Başkan Yardımcısı