DENİZLİ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dün iş çevreleri ve kanaat önderleriyle bir araya gelmek üzere Denizli’ye gitti. Uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, yanlış dış politikanın faturasını önce iş dünyasının ödediğini belirterek, bunun Rusya olayında, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri konusunda ve son olarak da ABD ile yaşanan krizde görüldüğünü belirtti. Karamsarlığın en yoğun olduğu kesimin iş dünyası olduğunu da belirten Kılıçdaroğlu, “Çünkü geleceğini göremiyor. İktidar partisinin ana yanlışı devlette liyakat sistemini çökertmesi. ‘Her şeyi ben bilirim’ demesi sonucu bu noktaya gelindi. Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapatıp bakanlığa dönüştürdü. Başka kurumları kapatırken bu noktaya gelirsin” diye konuştu.
ÜRKÜTMEYEN DİL ARAYIŞI
İş dünyasının bu kadar etkilenmesine rağmen çıkıp ‘Bunlar, Türkiye’yi felakete götürüyor’ demediğini de ileri süren Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu: “İş dünyasının sesi çıkıyor mu? Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) seçimini yasakladılar, yine konuşamadı. TÜSİAD hukukun üstünlüğünden, demokrasiden söz etti diye ‘nasıl hükümeti eleştirirsiniz” diye tepki gördü. Şimdi de ucundan kıyısından, kimseyi ürkütmeden nasıl bir dil kullanacağı arayışında.”
HER ŞEYİNİ KAYBEDİYOR
İş dünyasının daha cesur olması gerektiğini kaydeden Kılıçdaroğlu, “Kaybedeceği bir şey yok. Zaten aşama aşama her şeyini kaybediyor. İnsanlar fabrikalarını Romanya’ya, Bulgaristan’a söküp götürüyor. Bunu hükümet görmüyor mu? Yapmaları gereken daha cesur, daha atak davranıp demokrasiyi savunmalarıdır. İş dünyası daha fazla demokrasi ve güven isteyecek. Ama onlar da iyi biliyor ki kimsenin can ve mal güvenliği yok. İşçi sendikalarından bir ikisi hariç onlar da suskun. Onlar da korkudan konuşamıyor” dedi.
Dün sabah ABD Büyükelçisi’nin basın toplantısından sonra Başbakan Binali Yıldırım’ın müttefikler arasında bu sorunların aşılması gerektiği yolundaki mesajıyla birlikte piyasalarda iyileşme başladı. Bu arada dün Ankara’da “ABD ve Türkiye Dışişleri bakanlıklarının yaptıkları görüşmelerde uzlaşmaya yakın bir noktaya geldikleri” söylentileri yayılmaya başladı. Öğleden sonra hızlanan hareketle borsada vize krizi öncesi rakamlara gelindiği görülürken, kurdaki iyileşme de hızlandı. Kurlarda da, bu köşenin yazıldığı saatlerde, neredeyse kriz öncesindeki rakamlara geri gelinmek üzereydi.
Bilgi veren bankacılar vize sorunu aşılıyor beklentisi ve bu yöndeki kulislerin etkili olduğu görüşündeler. Dün gece Türkiye saatiyle 22.00’de Fed tutanakları açıklandı. Bankacılar, Fed tutanaklarından önemli bir politika değişikliği beklentisi olmadığını, o nedenle öğleden sonra yaşanan iyileşmenin daha çok vize sorunu beklentilerine bağlı olduğunu düşündüklerini söylediler.
Aslında önceki gün ve dün sabah da kurlarda zaten bir iyileşme görülmüştü. Dün sabah saatlerinde konuştuğumuz bankacılar, kurlardaki yukarı yönlü hareketin törpülenmesinde, vatandaşın yüklü miktarda döviz satışının etkili olduğunu söylemişlerdi. Özellikle dolar kurunun 3.70’i aşması üzerine, daha önce döviz alan vatandaşların satış fırsatı görüp yüklü miktarda döviz satışı yaptıklarını söylediler. Ancak dün öğlen saatlerine doğru bu fiyatlardan döviz satışının artık doyma noktasına geldiği de belirtiliyordu. Yani öğleden sonraki kur hareketlerinde artık vatandaşın döviz satışı etkisini kaybetmiş gözüküyordu.
BAŞKA DALGA OLMAZSA BU ONARILIR
Konuştuğum bankacılara, vatandaş satarken kurumsal yatırımcılarda nasıl bir eğilim sezildiğini sordum. Özellikle döviz borcu olup da şimdiden döviz biriktiren şirketlerin nasıl davrandığını merak ediyordum. Aldığım bilgi kurumsal yatırımcılardan 3.70 hatta 3.75 TL’den dolar bozduran pek olmadığı yönünde.
Bankacılar da kısa dönem için kurların bu noktalara çıkmasının sürpriz, geri dönüşün olumlu olduğunu belirtirlerken, orta dönemde kurlardaki artışın sürmesini beklediklerini söylüyorlar. Bankalar gibi belli ki kurumsal yatırımcılar, dışarıyla yakın teması olan şirketler de, yine genel trendin kurlarda yukarı olduğu görüşündeler.
Özetle söylemek gerekirse; vize krizinin çözülmesi ile piyasalar normal seyrine kavuşacaktır. Elbette bu krizin ekonomiye etkileri olacaktır ama ne kadar kısa sürede çözülürse, etkisi de o kadar az olur.
Bunun yanında beklentiler açısından ekonomik istikrarın, piyasalardaki istikrarın yara aldığı da açık. Yani hasar onarılır ama bir etkisi kalır.
ABD ile elçilik görevlisinin tutuklanması dahil, son dönemde sıkıntılar yaşandığı biliniyordu ama kimse ABD’nin vize taleplerini durduracağını tahmin etmiyordu. Bu nedenle pazar akşam saatlerinde gelen bu haber çok büyük piyasa hareketlerine neden oldu.
ABD’deki resmi tatile rağmen bu açıklamanın yapılmış olması, bence tedirginliği büyüttü. Piyasa uzmanları, kamuoyuna açıklanan sorunların dışında daha büyük sorunlar yaşanmış olabileceği şüphesini taşıyorlar. Kararın çok sert olduğunu, bunun başka nedenleri olabileceğini belirtiyorlar ve o nedenle durum açıklığa kavuşana kadar piyasalardaki panik havasının sürebileceğini söyleyebiliriz.
Bundan sonraki gelişmeler için piyasa uzmanlarının değişik yorumları mevcut. Kimisi; her iki tarafın da krizin tırmanmasına göz yumamayacağını, ikili ilişkilerin bir an önce çözüme kavuşmasının iki tarafın yararına olacağı için, çözüm ihtimalinin güçlü olduğunu belirtiyorlar. Bu görüşü savunanlar, bir-iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde krizin bitmesini bekliyorlar. Yine aynı bakış açısından, krizin kurlarda bu kadar hareket yaratmasının şaşırtıcı olduğunu, kurlardaki hareketin ilk işlem gören Asya piyasalarındaki hacim düşüklüğü nedeniyle sert yaşandığını yorumunu yapanlar var.
Bazı yabancı piyasa uzmanlarının ise TL’nin değer kaybının süreceği beklentisinde olduklarını, siyasi krizin ve etkilerinin daha uzun süre hissedilebileceği görüşünde oldukları söylenebilir.
Bu arada küresel anlamda TL’de yaşanan krizin fazla bulaşıcı olmadığı görülüyor. Bunun Türkiye’ye özgü bir siyasi risk olduğunu belirten piyasa uzmanları, bu nedenle diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinin olumsuz etkilenmediğini belirtiyorlar.
MERKEZ BANKASI SIKI DURMALI
Krizin geleceğine iyimser bakan uzmanların kullandığı bir başka argüman ise “Türkiye’nin bir NATO üyesi ülke olması, dolayısıyla krizin biran önce çözüme kavuşturulacağı” beklentisi.
Bu noktada krizin piyasalara etkisinin yönetilip yönetilemeyeceği sorusu da akla geliyor. Merkez Bankası bu krizin geçici olduğunu, gelişmelerin yakından izlendiğini, gerekli kararlar için imkanı olduğunu açıklarken, piyasa uzmanlarının hemen hepsi “Kalıcı hasar oluşmaması için Merkez Bankası’nın mevcut sıkı duruşunu devam ettirmesi görüşü”nü belirtiyorlar. Sıkı duruşun göstergesi olarak Merkez’in faiz artırmak zorunda kalacağını tahmin edenler de var.
Geçen hafta program hedeflerini tartışma imkanı bulduğum hükümete yakın kaynakların söylediklerinden, ABD ekonomisinin önümüzdeki yıl kötü seyredeceğine inandıklarını, bu nedenle Fed’in yumuşak tavrının devam edip bol para ve risk iştahının devam edeceği, bize sermaye akışının kesilmeyeceği görüşünü baz aldıklarını gördüm. Bunun yanı sıra mevcut mali açığın yüksek olduğu, bu nedenle torba yasayla getirilen önlemlerin haklılığını savunduklarına ama hükümet içinde hangi kesime ek vergi yükü bineceği konusunda görüş ayrılıkları yaşandığına da şahit oldum.
Mali disiplin kaybolduğu takdirde şimdiye kadar yaşanan ekonomik istikrarın kaybolacağı endişesinin var olduğunu, bu nedenle 2019’a seçimlere girerken böyle bir riskin göze alınmaması gerektiğine karar verildiğini sanıyorum.
Konuştuğum kaynaklar, savunma sanayine 17-18 milyar TL’lik ek kaynak aktarımının işleri zorlaştırdığını, ek vergi ihtiyacında bunun önemli rol oynadığını belirtirlerken, savuma sanayine bu kadar kaynak aktarımının gerekli olup olmadığı konusundaki tartışmalara ise fazla girmek istemediler.
Büyüme konusunda 4 yıl boyunca yüzde 5.5 hedefinin saptanmış olmasının, biraz da beklentileri etkilemek amacı taşıdığı izlenimini edindim. Bunun yanında yeni milli gelir rakamlarının Türkiye’nin gerçek büyüme kapasitesinin aslında kamuoyunda sanılanın üstünde olduğunu gösterdiğini, bu nedenle büyüme hedeflerinin ulaşılabilir olduğunu savunuyorlar.
DOLARDA ŞİMDİDEN ULAŞTIK
Fed önemli bir faiz artışına gitmese bile, Batı ile büyüyen siyasi çekişmenin sıcak parayı önleyip önlemeyeceğini sorduğumda ise, hükümetin özellikle Almanya ile ilişkilerin yakında yeniden düzeleceğine inandığını gördüm. Yani Batı ile ilişkilerin sıcak paranın gelişini olumsuz etkilemeyeceği, Türkiye’nin önümüzdeki dönem olumsuz ayrışmasının söz konusu olmayacağı varsayımına göre hesap yapmışlar.
Kaynaklarla tartıştığımız bir konu da harcamalarda kesintinin yapılıp yapılamayacağı idi. Kesintilerin detayına çok girmeyen kaynaklar, buna karşılık kamuda yeni inşaat yatırımlarının ve taşıt alımlarının durdurulması konusunda kararlı gözüküyorlar. Cari giderlerde de kısıntı yapılacağını belirttiler.
Enflasyon konusunda ise belirlenen hedeflerin gerçekleşebilir olduğunu söylüyorlar ama o kadar kararlı da gözükmüyorlar. Sanki bu politikalarla enflasyonda ciddi bir düşüş sağlanamayacağını kendileri de biliyor gibiler.
Gerek torba yasa öncesi yapılan, gerekse vergi oranı tartışmalarından anlıyoruz ki; mali disiplinin yükü sadece Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın omuzlarına kaldı.
Yapılan vergi zamlarının doğru olup olmadığı tartışmalarını bir yana bırakarak olaya bakmaya çalışalım.
Hükümet içindeki eğilim, öğrendiğimiz kadarıyla, “2018 yılında mali dengeleri biraz toparlayalım, yoksa 2019 yılındaki seçimler için kullanacak imkanımız olmaz” şeklinde.
Mevcut gidişattan ekonomi yönetiminin de tedirgin olduğu, Başbakan Binali Yıldırım’ı da ikna ederek, böyle bir paket hazırlandığını öğreniyoruz.
SON getirilen vergi artışları daha çok otomobil vergilerine gelen yüksek zamla konuşulurken, bankalara getirilen ek verginin detayları ortaya çıkmaya başladı. Taslağı inceleyen bankacılar, verginin geriye yürütüldüğünü bunun aslında yasal bir durum olmadığını belirtiyorlar.
Getirilen paketle sadece bankaların kurumlar vergisinin yüzde 20’den 22’ye çıkarılması öngörülüyor. Mevcut veriler üzerinden yapılan hesaplamada, buradan Maliye’nin 1 milyar TL ek gelir hedeflediği anlaşılıyor.
Bankalar kurumlar vergisini yıl sonu hesaplarına göre bir sonraki yıl ödemeden önce, 3 aylık kârlarına göre, belirlenen orandan stopaj ödüyorlar. Buna göre 3. çeyrek için belirlenen geçici kâr rakamları üzerinden artık yüzde 20 değil 22 oranında stopaj ödeyecekler. Eylül sonu bilançolarında yer alan kâr rakamı üzerinden de 17 Kasım’da bu stopajı ödemeleri gerekiyor.
Torba yasada yer alan ilgili maddeye göre bankaların bu yılın 3. çeyrek rakamı üzerinden başlayarak zamlı kurumlar vergisi ödeyecekleri anlaşılıyor. Bu da ek verginin bankalara maliyetinin bu yıldan itibaren başlayacağını gösteriyor.
Bunun yanı sıra vergideki temel ilkelerden biri olan “geriye yürütülemeyeceği” ilkesinin de çiğnendiği gözüküyor. Yani bankalar yılbaşından bugüne kadar, bu yıl elde edecekleri kar üzerinden stopaj yatırıp, gelecek yıl ödenecek nihai kurumlar vergisinde de yine yüzde 20 hesabı yapıyorlardı. Her banka bu hesaba göre şimdiye kadar faaliyetlerini yürüttü.
Ancak şimdi Maliye Bakanlığı bu hesabı tümüyle değiştirip, “Ben sizden yüzde 20 değil yüzde 22 oranında vergi alacağım” diyor. Bu da vergi hukukuna göre açıkça verginin geriye yürütülmesi anlamına geliyor.
Bu vergilerin gelecek yılı etkileyeceği söylenmişken, bankalara getiren ek verginin bu yıldan itibaren tahsil edilmesine başlanacak. Belli ki Maliye Bakanlığı, bu yolla 2017 yılı bütçesinde de bir miktar iyileştirme yapmayı planlıyor.
BANKALAR MAHKEMEYE GİDER Mİ?
Sıra dışı olmasının birkaç nedeni var. Belki de en önemlisi Türkiye’nin artık doğrudan yatırım çekemediği bir dönemde yatırım kararının alınmış olması. Yurtdışında Türkiye algısının çok bozulduğu bir dönemde, zor yatırım kararı almakla ünlü, Japonya’nın burada yeni yatırıma girmesi, rastlanmadık bir gelişme. İnci Holding Yönetim Kurulu Başkanı Neşe Gök, sohbetimizde buna değinerek, “Biz açılış töreni yapıyor ama temel atma töreni yapmıyorduk. Bu dönemde iyi haber olsun, iş alemine biraz umut olsun diye bu kez temel atarken de tören yapmak, medyaya duyurmak istedik” dedi.
Her ne kadar zor bir süreç yaşasak da, Türkiye’nin konumunun hala dünya üretim ve ticareti için önemli olmasının etkisine de değinmek gerek. GS Yuasa Direktör Vekili Yuji Hashimoto, “Türkiye’yi bölgesinde yükselen bir yıldız olarak görüyoruz. Yeni fabrikamız aslında bu yükselişe olan güvenimizi temsil ediyor. Pergelimizin sabit ayağını Türkiye’ye koyarak uzanabildiğimiz her ülke için merkez olma hedefimiz bulunuyor” dedi.
Türkiye’nin konumu önemli ama iş yapılan ortaklığa duyulan güvenin de yine belirleyici olduğunu, bu sıra dışı örnekten anlıyoruz. 2 yıl gibi çok kısa bir ortaklık geçmişine rağmen, toplam 250 milyon TL’lik yeni bir yatırıma Japonların karar vermiş olmasında ortakların uyumu belli ki ciddi öneme sahip. Bunun yanında Japonların ana şirket yerine, Avrupa’ya ve uzanılabilen ülkelere bu ortaklık kanalıyla gitmeyi planlaması da önemli. İnci GS Yuasa İcra Kurulu Direktörü Cihan Elbirlik, bu fabrikanın gelecek yıl sonunda devreye gireceğini, otomobillerde artan Start-Stop aküler ile otomotiv ana sanayi için akü üretimi yapılacağını söyledi. Elbirlik ileride elektrikli otomobiller yaygınlaştığında, dünyanın 2. büyük akü üreticisi olan ortakları sayesinde, bu fabrikada gelişen teknolojiye hemen uyum sağlayıp üretime geçebileceklerini kaydetti.
Yani bu yatırım 80 ülkeye ihracat hedefleyen, gelişen teknolojiye uyuma hazır bir yatırım olarak öne çıkıyor. Bence bu da Türkiye’de alışık olmadığımız bir ileriye dönük planlama örneği.
İZMİR’İN CAZİBESİ
Olayı sıra dışı kılan önemli özelliklerden biri de, bir aile şirketinin böyle bir yatırım için yabancılara verdiği güven.
Bu yılın ortalama dolar kuru varsayımı 3.56 TL olarak belirlenmişken, tüm programa baz olan 3 yıllık kur varsayımlarının aşırı düşük tutuldu. 2018’de enflasyon yüzde 7 iken yüzde 4 kur artışı, 2019’da enflasyon yüzde 6 iken kur artışı yüzde 4.8, 2020’de enflasyon yüzde 5 iken kur artışı yüzde 3.6 olarak belirlendi. Enflasyon hedeflerinin çok iyimser olduğu zaten belliydi. Bu da yetmedi, TL’nin önümüzdeki 3 yıl boyunca değerleneceği anlamına gelecek kur hedefleri baz alınmış odu.
Bu rakamları ve OVP’nin genel hedeflerini konuştuğum bir banka genel müdürü “Bunları görünce ya baştan böyle şey olmaz demek lazım, ya da hangi şartlarda gerçekleşebilir diye bakmak lazım” dedi. Hedeflerin nasıl gerçekleşebileceğini sorduğumda ise, “Hem TL’nin değerlenip, hem enflasyonun düşürülmesi, hem de yüksek büyüme için şartların çok çok uygun olması lazım. FED faiz artırırken bu nasıl olur derseniz; müthiş bir güven ortamı yaratılarak, çok sayıda ve radikal ekonomik reformlar ortaya koyarak, AB başta olmak üzere çok ciddi siyasi reformlar ortaya koyup çok yüklü ve tercihan kalıcı yabancı sermaye çekebilirseniz o zaman gerçekleşebilir diyebilirsiniz” dedi.
Peki, bunlar olabilir mi diye sorunca “çok zor” yanıtını verdi.
Türkiye’de OHAL varken ve kısa sürede kaldırılmayacağı gözükürken, AB ile ilişkiler durma noktasındayken, Almanya başta olmak üzere ekonomik kısıtlamalara gidecek kadar önemli ülkelerle sıkıntı yaşarken, yanı başımızda bunca stratejik risk gerçekleşme aşamasındayken, siyasi iklim düzeltilebilir mi? Bırakın siyasi iklimi, Fed bu yıl aralıkta 1, gelecek yıl 3 kez faiz artırımı ihtimalini yükseltmiş, küresel likidite daraltılırken, böylesine bir küresel ekonomik iklim yüklü yabancı sermaye girişi için uygun olabilir mi?
Özetle; OVP hedefleri baştan inandırıcılık sorunu taşıyor, yaşadığımız küresel iklim, iç siyasi ve ekonomik gelişmeler inandırıcılığı daha da azaltıyor. Yani bu hedeflere bakarak özel sektörün, piyasaların kendilerine yol çizmesi, inandırıcı bulup devletin koyduğu hedeflere uyum için çabalamaları bence mümkün değil.
VERGİYE YÜKLENİLMEYECEKTİ AMAOVP ile birlikte Maliye Bakanlığı’nın gelirleri artırmak için açıkladığı yeni vergi artışları da belli oluyor. Daha kısa süre önce genel olarak vergi artışı olmayacağı, otomobilde verginin artmayacağını söyleyen hükümet yetkilileri, acaba bu açıklamalardan sonra nasıl olup da iş aleminde, piyasalarda güven sağlayabileceklerini düşünüyorlar?
Bankaların kurumlar vergisi oranları yüzde 20’den 22’ye çıkartılırken, motorlu taşıtlar vergisinin yüzde 40 oranında artırılacağı belirtiliyor. Şimdi yatırımcılar bu sektörlerde plan yaparken, daha yeni tersine açıklamalar yapılmasına rağmen, nasıl olup plan yapabilecekler. Ayrıca bankacılıkta, son dönemdeki moda deyimle, maç ortasında kural değiştirilerek, geriye işleyen vergi nasıl tahsil edilebilecek?
Kısacası; bu hedefler için, neredeyse şimdiye kadar yapılan her şeyin tersi yapılıp, kurallı çağdaş bir iklim yaratılarak güven sağlamak gerekiyor. Hükümet üyeleri, bu programı yapan teknisyenler acaba kendileri, mevcut gidişata bakıp böyle bir iklimin yaratılabileceğine inanabilirler mi?