OECD’nin Kıdemli Türkiye Analisti Rauf Gönenç’in hazırladığı analizde, bu amaçla Orta vadeli programın ihtiyatlı bir mali çerçeve sağlayacağı belirtilirken, son dönemdeki parasal sıkılaştırmanın para politikasının kurumsal olarak güvenirliğiyle desteklenmesi gerektiği de belirtildi.
2017 yılının ilkbaharında yaşanan güçlü toparlanmanın ardından gelen 2018 baharındaki türbülansı takiben ekonomik büyümenin yavaşladığı belirtilen analizde, yine de 2018 ve 2019’da yüzde 5 civarında büyümenin sağlanabileceği belirtildi. Haziran’da yapılacak erken seçimlerle ilgili belirsizliklerin yanı sıra bölgesel jeopolitik gerilimlerin devam etmesinin de riskler yarattığını belirten OECD analisti Rauf Gönenç, döviz kurunun oynak olduğunu, TL’nin önemli faiz artırımlarına rağmen değer kaybetmeye devam ettiğini, tüketici enflasyonunun hedefin çok üzerinde seyrettiğini, dezenflasyonun yavaş olacağının öngörüldüğünü ifade etti.
2017 yılında ve 2018 yılı başındaki güçlü büyümenin hangi araçlarla sağlandığının da analiz edildiği OECD raporunda, “Güçlü büyüme Türkiye’nin uzun zamandır devam eden iç talebe aşırı bağımlılıktan kaynaklanan dengesizliklerini güçlendirdi” ifadesine yer verildi. “Artan dengesizlikler ve belirsizlikler güvenilir bir makroekonomik çerçeve gerektirmektedir” ara başlığıyla yapılması gerekenler de sıralandı.
Cari işlemler açığının 2018’de GSYİH’nın yüzde 6’sını aşacağı ve “2018’de GSYİH’nın yüzde 25’ine denk gelecek bir dış finansman ihtiyacı beklendiği” belirtildi. Petrol fiyatlarındaki artışların cari denge üzerinde ek baskı oluşturduğu kaydedilirken, gelişmiş OECD ekonomilerindeki para politikaları normalleştikçe dış finansmanın daha az ve maliyetli hale geleceği hatırlatıldı. Maliye politikasının dengesizlikleri artırdığı, harcama baskılarının yeni iş teşvikleri ve daha fazla sosyal transferler nedeniyle 2018 baharında kuvvetli bir şekilde arttığı belirtilen OECD analizinde, “Haziran 2018’deki erken seçimler, seçim sonrasında Orta Vadeli Ekonomik Programa uygun konsolidasyon için yer açıyor. Mali durum, uluslararası standartlara göre, zamanında üç aylık genel devlet hesaplarıyla, tam ve şeffaf bir şekilde raporlanmalıdır” denildi.
BÜYÜME YAKALANABİLİR AMA...Birkaç yıldır yüksek giden ve son 5 çeyrekte çift hanede olan enflasyonla birlikte Merkez Bankası’nın resmi yüzde 5 enflasyon hedefine olan bağlılığının sorgulandığı, bunun da döviz kurundaki zayıflamayı ve volatiliteyi artırdığı belirtilen analizde, bu nedenle ülke risk priminin önemli ölçüde yükseldiği ve dış borçla ilişkili risklerin büyüdüğünün altı çizildi.
Yaşanan güçlü büyüme ardından, kurlar ve ülke risk priminde ek gerilimler yaşanmaması halinde, 2018 ve 2019’de yüzde 5’lik büyümenin yakalanabileceği belirtilirken, “Seçim süreci büyük gerilimler olmadan sonuçlanır, mali ve parasal politikalar döngüsel kalmaya devam etmez ve iddialı fakat gecikmeli yapısal reformlar seçimlerden sonra devreye girerse, tüketici ve yatırımcı güveni artabilir ve büyüme daha güçlü olabilir” denildi.
Buna karşılık seçimlerden sonra makroekonomik politika duruşuna, yapısal reformların görünümüne, ya da finansal piyasalardaki, sermaye hareketlerindeki ve döviz kurlarındaki gerilimlerin daha artmasına bağlı olarak belirsizlikler büyüyüp, güven zayıfladığı takdirde ise yatırım, tüketim ve büyümenin daha da düşebileceği hatırlatıldı.
Bu gelişmeye bakarak, “Londra’da yabancı yatırımcılara güven verildi” yorumları yapılırken, kurdaki düşüşün verilen güvenden çok, TL’nin son dönemde başına gelenler yüzünden olduğu belirtiliyor.
Bankacıların çoğu dolardaki düşüşün bir miktar daha sürebileceğini, 4.40 TL’nin görülebileceğini söylüyor. Düşüşte dolar-Euro paritesinin katkısı bulunduğu, ancak asıl olarak yabancıların talebi olan Merkez’in son artışı ve sadeleştirme adımı atıldığı için kurların geri geldiğini belirtiliyor.
Bankacılar aynı zamanda, Merkez Bankası’nın şimdiye kadar çok hatalı davrandığını, kur ve faizde gelinen son noktanın büyük ölçüde para yönetiminin yanlışlığından kaynaklandığını ifade ediyorlar. Bir önceki toplantıda 0.75 puan yerine 1.75 oranında faiz artırılsaydı, son 3 puanlık artışa yani mevcut yüzde 16.5’luk faiz seviyeye gerek kalmayacağı söyleniyor. Hata yapılmasa doların, örneğin şimdi
4 TL seviyesinde olabileceğini iddia ediyorlar. Şimdi 4.40 TL’ye inildiğinde yeniden dolar alışları başlayacağını, bunun da doğal sayılması gerektiğini belirten bankacılar, bir süre bu seviyelerde kurların dalgalanabileceğini tahmin ediyorlar.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek İngiltere ziyareti sonrasında sosyal medya hesabından dün bir paylaşımda bulundu. Şimşek Londra’daki temaslarının çok verimli geçtiğini yatırımcı ilgisinin büyük olduğunu kaydederek, “Mesajlarımız: Politika setimizi güçlendirdik, Ekonomide yeniden dengelenme süreci başladı, Enflasyon ve cari açık ile mücadele en önemli öncelik, Seçim sonrası yapısal reformları daha da hızlandıracağız” dedi.
TL YABANCILARIN YATIRIMI İÇİN CAZİP HALE GELDİ
Yabancı yatırımcılarla yoğun iş yapan, sürekli yatırımcı nabzını tutan bir üst düzey bankacıya, Merkez Bankası’nın büyük hatalar yaptığı biline bilen, yabancıların bu kez verilen mesajlara nasıl inandığını sordum. Bankacı, yabancı yatırımcıların önümüzdeki dönem bütçenin disiplinin korunacağı, enflasyonun indirileceği, gerekli kararların artık zamanında alınacağı gibi sözlere inandığını sanmadığını söyledi. Yabancı yatırımcının gelinen noktaya baktığını kaydeden bankacı, yılbaşından bu yana dolar karşısında G. Afrika Randı yüzde 1.63, Rus Rublesi yüzde 7.88 değer kaybederken, mevcut kurlarla bile TL’nin değer kaybının yüzde 17.8 olduğunu hatırlattı. Krizdeki Arjantin’den sonra en fazla değer kaybeden paranın TL olduğunu, bizim gibi ülkelerin paralarının bu sürede ortalama değer kaybının yüzde 6-7 olduğunu ifade etti.
Dolayısıyla yabancı yatırımcının verilen sözlere güvendiğinden değil, TL’nin yatırım için yine çok cazip hale gelmesi nedeniyle kurların düştüğünü kaydeden bankacı, dünkü harekette yabancının TL’ye dönüşünün etkili olduğunu söyledi.
Bu kararın sadeleştirme yani piyasaların önünü görebilmesi açısından olumlu olduğu çok açık. Ancak bu kararın aynı zamanda sıkılaştırma kararı olmadığı, sıkılaştırma için uygulamanın görülmesi gerektiği belirtiliyor.
Merkez Bankası’nın bu kararı “normalleşme kararı” olarak da nitelendirilebilir. Bu kararın Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in dün başlayan Londra ziyaretinden önce açıklanması ise yabancı yatırımcılara güven vermenin bir aracı olarak kullanılacağını gösteriyor. Bu karar sayesinde Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya uluslararası yatırımcılara anlatacak bir hikaye kazandılar. Bunu örnek göstererek artık gereken kararların alınacağı konusunda güven vermeye çalışacaklar.
Kararla ilgili yorumlarını aldığım bankacıların bir bölümünü oldukça olumlu bir hava içinde gördüm. Bunlar beklenen sadeleştirmenin yapıldığını, aynı zamanda sıkılaştırma anlamı taşımasa da, sıkılaştırma için Merkez Bankası’nın elini kuvvetlendiren bir karar olduğunu söylediler. 1 Haziran’dan itibaren yüzde 16.5 olarak uygulanacak haftalık repo oranı ile piyasanın fonlanacağını kaydeden bir bankacı, ancak gerekirse ayrı bir PPK kararı olmadan Merkez Bankası’nın, bunun 1.5 puan üstünde olacak üst faizden, fonlamanın bir bölümünü yapabileceğini söyledi. Bunun piyasadaki efektif faiz oranının artması anlamına geleceğini kaydeden bankacı, böylece gerektiğinde sıkılaştırma imkanı doğmuş olacağını belirtti.
Bu kararla kurların aşağı geldiğini biraz daha aşağı gelebileceğini tahmin eden başka bir bankacı, “Ancak bu sadeleştirmeyi 3 hafta önce yapmış olsaydı, kurlar 4.40 TL’den yukarı çıkmaz, mevcut ortamda da 4 TL’nin biraz üzerinde olurdu. Yani çok geç kalındı ve maliyeti epeyce yüklü oldu” dedi. Başlayan panik üzerine 4.90 TL’den bile dolar alan olduğunu hatırlatan aynı bankacı, dolayısıyla 4.40 TL’ye inildiğinde, “nasıl olsa yine artar” diye, bu fiyatlardan yeniden dolar alımı olabileceğini, bunun da kurları yeniden artıracağını söyledi.
KURDA İSTİKRAR?Karara sıkılaştırma açısından da olumlu bakan bankacılar özet olarak Merkez Bankası’nın izin olmadan efektif oranı artırabileceğini belirtip, bunun için faizin üst sınırını zaman zaman kullanmasını bekliyorlar. Aynı bankacılar seçime girilirken yine aynı mekanizma sayesinde efektif fonlama oranının yüzde 16.5’un altına da gelebileceğini ama Merkez’in bunu yapacağını sanmadığını söylüyorlar. Yani bu kez koridorun alt sınırı kullanılarak efektif oranın, asıl oran olan yüzde 16.5’lik haftalık repo oranının altına indirilmesi imkanı da var. İstendiği takdirde çift taraflı bir uygulama imkanı kazanıldığı kesin.
Buna karşılık bazı bankacılar ise bunun sadece sadeleştirme kararı olduğunu, Merkez Bankası’nın faiz koridorunun üst sınırını kullanmasını beklemediklerini söylüyorlar. Hele seçime gidilen bu dönemde Merkez Bankası’nın fiili olarak piyasa faiz oranını artırmaktan korkacağını belirtiyorlar.
Peki, bu kararla birlikte, en azından seçime kadar kurlarda istikrar sağlanır mı?
Bu konuda tahminlerin farklı olduğu kesin. 7 Haziran’da yeni faiz artırımı yapmak niyeti gözükmeyen Merkez Bankası’nın kurların yeniden artması halinde ne yapacağını görmek gerekecek. Peki, kurlar yeniden geçen haftaki kadar artar mı derseniz; bankacılar, başta ABD tahvil faizleri olmak üzere küresel gelişmelere, Türkiye’ye özgü yaşanabilecek siyasi ve ekonomik haberlere bağlı her yönde gelişmenin olabileceği görüşündeler.
Bu hafta da Merkez Bankası’nın geçen hafta yaptığı hamlelerin yeterli olup olmadığını test edeceğimiz bir hafta olacak.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya bu hafta Londra’da uluslararası yatırımcılarla görüşüp, yeniden güven vermeye çalışacaklar. Şimşek geçen haftaki 3 puanlık faiz artırımından sonra, “yatırımcı güvenini sağlamanın zamanı” demiş, Londra temasları açıklanmıştı. Halbuki daha yeni Londra’da temaslar yapılmış, bu temasların ardından kurlardaki hareket hızlanmıştı. Bu sefer Şimşek ve Çetinkaya’nın uluslararası yatırımcılara söyleyecekleri, bu nedenle de çok merak ediliyor. Örneğin; 7 Haziran’da yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında gerekirse yeniden faiz artışı yapılıp yapılmayacağı konusunda gelecek sorular olacak ve bunlara ne yanıt verilecek? Daha önce her iki yetkili de gerektiğinde Merkez Bankası’nın her türlü aracını zamanında kullanacağını defalarca söylemişlerdi ama bu söz yine gerçekleşmedi. Geçen haftaki kur atağında faiz artışı için gecikildiğini kendileri de itiraf ediyor. Yani “gerektiğinde yine faiz arttırırız” sözlerinin uluslararası yatırımcılar tarafından, öylece kabul edilebileceğini beklemek bir hayli zor. Bunun güvencesi nasıl verilecek, mali piyasaların bozulması nasıl engellenecek piyasaların yanıtını beklediği soruların başında gelecek.
Bankacılar Şimşek ve Çetinkaya’nın işlerinin bir hayli zor olacağını, çünkü uluslararası piyasadaki Türkiye algısının çok bozulduğunu söylüyorlar. Her ne kadar en yetkili ağızdan “uluslararası yönetişim kurallarına bağlı kalacağız” denilse de şüphelerin devam ettiğini, son faiz gecikmesinin bu algıyı pekiştirdiğini belirtiyorlar. Uluslararası piyasa kurallarına uyum sözlerinin eskisi kadar inandırıcı bulunmadığını, bu nedenle konuyla ilgili her iki yetkiliye de, terletebilecek, ciddi sorular gelme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyorlar.
Tabi ki en büyük zorluk bozulan yatırımcı algısının kısa sürede toparlanma ihtimalinin bir hayli düşmüş olması. O nedenle Mehmet Şimşek ve Murat Çetinkaya’nın Londra temaslarından kısa sürede önemli bir katkı beklemek bir hayli zor görünüyor.
MERKEZ’İN HAMLELERİ YETERLİ OLUR MU?Her iki yetkili de geçen hafta Merkez Bankası’nın aldığı kararları yatırımcılara ilk elden anlatacaklar. Burada yanıtı beklenen kritik konu; Merkez’in yaptığı hamlelerin kurlardaki baskıyı önleyip önleyemeyeceği.
Piyasa uzmanları bu hamlelerin yerinde olduğunu ancak çok geç kalındığını, buna rağmen kurların istikrara kavuşmasında etkili olacağını söylüyorlar. Buna karşılık bazı piyasa yetkilileri ise “büyünün bozulduğunu” belirterek, yeniden güven sağlamanın bir hayli zor olacağı görüşündeler.
Bu arada piyasalarda ciddi bir reyting indirimi beklentisinin olduğunu da söylemek gerekiyor. Özellikle Fitch’in geçen hafta üç açıklama birden yaparak uyardığını hatırlatan bankacılar, bunun iyiye işaret olmadığı görüşündeler. Bu nedenle de 3 puanlık faiz artışının bir süre piyasaları sakinleştirse de yeniden bir atak ihtimali bulunduğu açıkça konuşuluyor.
Bu arada Merkez Bankası’nın
Bununla birlikte kurlar geri gelmeye başladı ama nereye kadar geri geleceği, bundan sonra yeniden artışa geçip geçmeyeceği henüz bilinmiyor. Artış kararı ardından iktidar sözcülerinin güven vermeye çalışan açıklamalar yapmaları, seçim sonrası piyasa ekonomisine ters kararlar alınmayacağını söylemeleri de olumluydu.
Bu çabaların piyasalara yeniden güven vermek için yetip yetmeyeceğini ise yakında görürüz.
Kurlardaki artış için çeşitli nedenler ileri sürülüyor. Bunların bir kısmı siyasi nedenler. İktidar partisi büyümenin çok iyi olduğunu, yeni teşvikleri çıkardıklarını aslında kurun bu kadar artmasının normal olmadığını savunuyor. O nedenle de son hareketin büyük ölçüde siyasi olduğu, dış güçlerin oyunu olduğu tezini işliyor. Bazı muhalefet sözcüleri de yine işin ekonomik nedenlerine girmeden, bunun siyasi bir olay olduğunu, hükümetin değişmesi ile bunların düzeleceğini ileri sürüyor.
Bunların ikisi de abartılı ve ekonomik nedenleri yok sayan yorumlar. Halbuki uzun zamandır büyüyen cari açık ve enflasyona dikkat çekiliyor, bunların daha da artması halinde işlerin bozulacağı, buna mali disiplinde gevşeme eklendiğinde, işlerin çığırından çıkabileceği hep söylendi. Bununla birlikte ABD başta olmak üzere büyümeye başlayan ve enflasyon üreten gelişmiş ekonomilerde faiz artışlarının hızlanacağı, bu nedenle de bizim gibi ülkelerden sermaye çıkışı olacağı da konuşuldu. Bundan en çok bizim gibi dış açık veren, büyümesini dış kaynakla yapan ekonomilerin etkileneceği de belliydi.
Bütün bunları halletmeden, yani dış bağımlılığı azaltmadan ne kadar yüksek oranda büyürsek, kırılganlığımızın da o oranda artacağı, makro ekonomide denge ve istikrarın öncelikle korunması gerektiğini de yıllardır konuşuyoruz.
GÜVEN VERİLMELİ
Bu arada iktidarın siyasi söylemlerine rağmen işin sonunda gereken ekonomik kararları aldığı, Merkez Bankası’nın gerekli para politikası tedbirlerini uyguladığı, Maliye’nin disiplin konusunda sıkı davrandığı konusunda da piyasalarda bir güven oluşmuştu. O nedenle şimdiye kadar yapılan seçimler öncesinde piyasalarda bu kadar büyük hareketler gerçekleşmemişti.
İşte mevcut durumu analiz ederken, iktidarıyla muhalefetiyle herkes bu gerçekleri göz önünde tutması, geçmişteki başarı ve başarısızlık deneyimlerinden ders çıkarması gerektiği çok açık.
Teknolojik değişime, yeni rekabet alanı olarak öne çıkan start-up’lara kafa yoran bir arkadaşım, geçen gün heyecanla arayıp, cumhurbaşkanı adaylarından birinin startup stratejisinden söz ettiğini anlattı. Umarız önümüzdeki dönemde kim seçimi alırsa alsın; sanayi 4.0, katma değeri yüksek ürün üretimi, üretimin küresel değer zincirine eklemlenmesi gibi ekonominin geleceğini kurtarmaya aday alanlara daha fazla girilir. Belirli bir strateji oluşturulmaz, sadece suyun akışına bağlı bir harekete yine bel bağlarsak, korkarım bu fırsat da kaçacak. Bu fırsatı önceden gören, Selin Arslanhan Memiş ve Deniz Big Öncel başta olmak üzere, küçük bir grubun çabalarıyla, 4 yıldır TEPAV ile MSD İlaç’ın düzenlediği bu program yapılıyor ve artık geleneksel hale gelmesi şahsen beni “iyi bir şeylerin de hâlâ yapıldığı” noktasında umutlandırıyor.Bu yıl seçilen 3 biyogirişimci BIO Convention’a katılıp, Boston’da Uluslararası Biyogirişimcilik Kampı’na katılacak, hem biyogirişimcilik eğitimi alacak hem de farklı ülkelerden biyoteknoloji startuplarıyla bir araya gelecekler. BIO Convention’da global şirketler ve yatırımcılarla birebir görüşmeler yapacak, küresel inkübasyon merkezlerini ziyaret edip projelerini anlatacaklar. Bu arada geçen yıl bu programın kazananlarından olan Initio, ABD’de yaptığı görüşme sonucunda ürünlerini test için göndermiş onay almış ve böylece yeni bir satış kanalı açmayı başarmış. RS Research ise geçen yıl BIO’ya bu program kapsamında gitmişken bu yıl BIO’ya kendisi üye olmuş ve artık BIO üyesi.
KAZANANLAR
Her yıl olduğu gibi bu yıl da programın kazananlarının belirlendiği geçen hafta gerçekleşen oturuma katılma fırsatım oldu. İlk elemeyi geçip jüriye sunum yapan 14 start-up’dan bazılarının sunumlarını izleme fırsatı da buldum. Özetle söylemeliyim ki; bu genç beyinlerle gurur duymamak mümkün değil.
Bu yıl ilk 3 biyogirişimci ve projeleri ise kısaca şöyle özetlenebilir:
1- Spirohome: Kronik solunum yolu hastalıklarına sahip kişilerin akciğer değerlerini doğru ölçmeleri için bir spirometre ve beraberinde hem cihazın doğru kullanılmasını sağlayan hem de ölçümlerin saklanıp raporlanmasına yarayan mobil uygulama çözümü sunuyor. Spirohome’un kurucu ortağı ve CEO’su Merthan Öztürk, ticarileşme süreçlerinin devam ettiğini ve 2019 itibariyle seri üretime geçmeyi planladıklarını belirtiyor.
2-Geen Biotechnology: Kanser hücrelerinin yok edilmesi için akıllı onkolitik virüsler geliştiriyor. Intellivir adını verdikleri platformla, kılavuz gen sistemini hali hazırda varolan, kendini klinik olarak kanıtlamış ve patent süresi bitmiş onkolitik virüslere yerleştiriyorlar. Sonra da hastadan alınan tümörü farelere yerleştirip, virüsleri bu farelerin üzerinde eğitiyorlar. Geen Biotechnology’nin kurucusu ve CEO’su Arda Deniz Dokuzoğlu, yaptıkları işi virüslere kanserle nasıl daha iyi savaşacaklarını öğretmek olarak özetliyor.
3-Aksense Medtech Corporation: Hastane enfeksiyonlarının hızlı tanısı için yüksek teknolojili bir tanı cihazı geliştiriyor. Hastane enfeksiyonuna neden olan 6 bakteri türünü, normale göre daha hızlı ve düşük maliyetle tespit eden yenilikçi bir çözüm sunuyor. Aksense kurucusu ve CEO’su Asiye Karakullukçu, giderek artan hastane enfeksiyonlarından kaynaklanan ölümlere çözüm sunmak için kurulan bir startup olduklarını belirtiyor.
Piyasa uzmanları önümüzdeki haftaya ilişkin olarak “belirsizliğin sürdüğünü” belirtiyorlar. Geçen hafta beklenen faiz artışının gelmediğini hatırlatan bankacılar bu haftaya ilişkin olarak da “pek bir şey beklemediklerini” söylüyorlar. Siyasi iktidarın faiz artışına izin vermediğinin artık görüldüğünü kaydeden bankacılar, en azından 7 Haziran’daki toplantı tarihine kadar faizi artırmadan gitme niyetinin açıkça belli olduğunu söylüyorlar. Bunun önümüzdeki 2-3 haftanın daha dalgalı bir seyir anlamına geldiğini kaydeden bankacılar, küresel haberlere aşırı duyarlı bir piyasa beklenmesi gerektiğini kaydettiler. Dalgalansa bile kurda yönün yukarı olmaya devam edeceğini kaydeden başka bir bankacı ise önümüzdeki hafta aşırı kur hareketleri görüldüğü takdirde yeniden olağanüstü toplantı haberlerinin gündeme geleceğini, piyasaların hala faiz artış umudunu kaybetmediğini söyledi. Aynı bankacı Merkez Bankası’nın hareketsiz kalması nedeniyle, faiz artış oranı ihtiyacının arttığını kaydederken, şu anda 3 puandan aşağı bir faiz artışının piyasalarca yeterli görülmesinin çok zor olduğunu kaydetti.
Merkez Bankası’nın hareketsiz kalması nedeniyle aşırı artan kurların artık her açıdan ekonomik dengelere zarar verdiği belirgin biçimde görülmeye başladı. Aşırı kur artışları yaşanıp dolar kurunun 4.5 TL’ye ulaşmasına rağmen piyasada halkın döviz satışlarının düşük olması ise çarpıcı. Kurumsal yatırımcıların bile bu seviyelerden döviz almaya devam ettiği yani kurların daha da yukarı gitme ihtimalinin daha yüksek göründüğü açık.
MÜDAHALE SEVİYESİ
Mevcut kurlar nedeniyle hem Türkiye’nin yani ülke bilançosu, hem de yüksek borçluluk nedeniyle özel sektör bilançoları bozulmaya devam ediyor. Bu bozulmanın dolaylı olarak, aşamalı biçimde bankacılığı vurması da kaçınılmaz olacak. Özel sektördeki aşırı kur artışlarının yarattığı rahatsızlığa, son olarak geçen haftaki TOBB Genel Kurul toplantılarında sohbet ettiğimiz iş adamlarında bizzat şahit olduk.
Kurdaki aşırı artış sadece görünen fiyatlar yoluyla değil, yansımayan fiyatlarla yani biriken yüklerle de kendini göstermeye başladı. Son olarak akaryakıt vergilerinin zam yapmamak için düşürülmesinin, bütçenin zorlanmasına neden olacağı açık. Yani seçim nedeniyle gelen bütçe yüklerine ek olarak, kur etkisi nedeniyle sonradan ortaya çıkacak yeni zamlar kapıda olacak. Dolayısıyla seçimle birlikte gereken zamların yapılması ile de iş bitmeyecek, parasal disiplinin yanında mali disiplin de büyük ölçüde yara almış olacak. Bunun onarılması için ise alınacak tedbirlerin dozu da ister istemez artacak.
Bankacılar, seçim sonrasında enflasyonda büyük artış beklerken, enflasyondan zarar görecek olan kesimlerin, yatırımlarıyla gelirlerini dengeleyebilecek insanlar olmayacağının da altını çiziyorlar.
Bu arada kur nedeniyle en çok zarar gören kurumların başında Merkez Bankası geliyor. Merkez Bankası bağımsızlığının artık tümüyle yok olduğu algısı yaygınlaşırken, “aksi takdirde şimdiye kadar faiz artmış olurdu” deniyor.
Piyasa oyuncuları daha önce 4.3 TL, şimdi de 4.5 TL’lik dolar sınırını hala müdahale noktası olarak görme eğilimindeler.
İlk 3 aylık cari açık geçen yıla kıyasla yüzde 95 oranında artarken, dün açıklanan bu rakam piyasaları fazla etkilemedi. Çünkü 2 ay öncesinin neredeyse katlanan bu cari açık rakamı, zaten göstergeler üzerindeki olumsuz etkisini göstermişti.
Piyasalar bu cari açık rakamını yılın ilk üç ayında aşırı yükselen kurlarla zaten yaşadı, bir anlamda faturasını zaten ödediği bir veriydi. Piyasaların ilgilendiği asıl husus, bundan sonra ekonomideki dengelerin ne olacağı; makro dengelerdeki bozulmanın düzelip düzelemeyeceği.
Türkiye ekonomisinin en önemli kırılganlık kalemi olan cari açık ve enflasyonda yaşanan olumsuzlukların bundan sonraki dönemde normalleşeceğine ilişkin umut ise şimdilik gözükmüyor. İşte bu nedenle piyasaların morali bozuk, ileriye dönük önlerini görememe sorunu yaşıyorlar. Bu nedenle de kurlar ve faiz oranları sürekli yükselmeye devam ediyor.
Hükümetin geçen yılki yüzde 7.4’lük büyümeyi sürdürme hırsı, tedirginliğin en önemli nedenlerinden biri. Seçim öncesi tüm parti ve adaylar tarafından açıklanan vaatler, son yıllarda görülmedik bir seçim ekonomisi uygulandığını, uygulanacağını gösteriyor. Bunun da ötesinde erkene alınan tarihle seçim ekonomisinin kısa süreceği algısı da değişmeye başladı. Belki 2. tura kalacak cumhurbaşkanlığı seçimleri, TBMM ile başkanlığın aynı parti çoğunluğunda bulunmama ihtimali, bunun da ötesinde 2019 Mart ayındaki yerel seçimlere kadar seçim ekonomisinin süreceği beklentisi, piyasaların önlerini görmelerini engelleyen somut beklentiler.
Aşırı büyüme hırsı nedeniyle yılın ilk yarısını kapsayacak biçimde iç talebin körüklenmeye devam edeceği, dolayısıyla cari açık ve enflasyonun, buna bağlı faiz oranlarının yüksek seyredeceği artık anlaşılmış durumda. Yılın geri kalanında ekonominin toparlanma umudunun da giderek azaldığı gözleniyor.
Bu beklenti sadece içeride değil, dış piyasalarda da giderek hakim oluyor. Türkiye için rapor yazan yabancı aracı kurumlar, cari açıktaki büyümenin devam ettiğini, mevcut küresel konjonktürde, en çok cari açığı fazla olan ülkelerin olumsuz etkileneceğini belirtirlerken, yılın ortalama enflasyonunun yüzde 11’in üzerinde olacağı şeklinde tahminlerde bulunmaya başladılar.
GÜVEN VERECEK SÖYLEMLER
Bunların sonucu olarak hazine tahvillerinin faiz oranları rekorlara devam ederken, Merkez Bankası faizinin bunun çok gerisinde kaldığı, bunun da artırılması gerektiği çok daha bariz biçimde görülüyor.