Geçen hafta yapılan ekonomi zirvelerinde artış kararının alınmasını bekleyen piyasalarda, bunun olmayacağı anlaşılınca, kurlar yeniden yukarı gitti. Hafta sonu 4.31 TL’yi aşan dolar kurunun bu hafta nasıl seyredeceği merak konusu.
Bazı piyasa oyuncuları yaşananlara bakarak, “Merkez Bankası’nın faiz artışı konusunda iktidarı ikna edemediğinin anlaşıldığı” yorumunu yapıyorlar. İngiltere’de finans kesimiyle yapılacak toplantıları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın finans çevreleriyle bir araya gelmesini de buna dayanak olarak gösteren bir bankacı, “Sanıyorum finans çevreleriyle konuşup faiz ve kuru frenleyebiliriz kanaatine vardılar” dedi. Böyle bir şeyin olamayacağını kaydeden aynı bankacı, o nedenle bu haftanın piyasalarda epey hareketli geçebileceği yorumunu yaptı.
Londra’da yapılacak temaslarda verilecek mesajların, yöneltilecek sorulara gelecek yanıtların önemli olduğunu, içerideki mesajların orada tekrarlanması halinde kurların yukarı gidebileceğini kaydeden aynı bankacı, haziran ayındaki normal PPK toplantısına kadar faiz artırmadan gidilmesinde ısrarlı olunursa, karşılığında çok daha yüksek kurlara katlanılması gerekeceğini de söyledi.
Piyasa oyuncularının hemen hepsi faiz artışı yapılmadan kurların başka yöntemlerle frenlenmesinin artık mümkün olmadığını, bu gerçeği yönetimin biran önce görmesini umuyorlar.
NİYE ŞİMDİ KORKMAYA BAŞLADILAR?
24 Haziran sonrası için mevcut yönetimin faiz ve kurlarla ilgili söylediklerinin piyasaları iyice korkuttuğu görülüyor. Bir bankacıya, “daha önce de bu söylemler olurdu ama nasıl olsa gereken yapılır derdiniz, şimdi ne değişti?” diye sorduğumda aldığım yanıt ilginçti. Daha önce bu söyleme rağmen uygulamayı düzeltip gerekeni yaptırmayı başaran isimlerin olduğunu, şimdi Mehmet Şimşek’in gücünün zayıflamasıyla birlikte bu konuda umutların azaldığını, bu nedenle artık söylemlerden daha fazla korktuklarını söyledi. Merkez Bankası yönetiminin sorunu gördüğünü sandıklarını kaydeden aynı bankacı, ancak artık uygulamaya geçememesinin tedirginliği artıran önemli unsur olduğunu kaydetti. Bu arada mevcut iktidarın devamı halinde artık ekonomik anlayışı farklı isimlerin devrede olacağı beklentisi oluştuğunu, bunun da ileriye dönük risk algısını artırdığını da söylemeliyiz.
Piyasa oyuncuları, “faiz artışı olmazsa, dolar almayı düşünmeyenlerin de artık dolar alacağını” yani kurların daha da yukarılara gelebileceğini söylüyorlar.
Peki, piyasayı tatmin edecek bir faiz artışı yapılırsa ne olur?
Bu adımların piyasaya etkisi oldu mu derseniz; tabi ki oldu ama yeterli olmadığı da görüldü. Özetle; döviz likiditesini artırırken aynı zamanda, asıl araç olan TL’de bir şey yapılmadan, yani faiz oranları ciddi oranda artırılmadan kurlardaki hareketin frenlenemeyeceği anlaşılıyor.
Dün sabah saatlerinde 4.35 TL’ye çıkan dolar kuru üzerine atılan bu adımlara piyasalar ilk aşamada yeterli tepki vermezken, bu adımlara Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Ekonomik Zirve toplantısı haberi eklenince dolar kuru 4.27 TL seviyesine geriledi. Yani Merkez’in adımları tek başına yetmedi...
Merkez Bankası günlük olarak düzenlenen TL Depoları Karşılığı Döviz Depoları ihale tutarını 1.25 milyar dolardan 1.5 milyar dolara yükseltti. İki gün önce de rezerv opsiyon mekanizmasında 2.2 milyar dolarlık döviz likiditesinin piyasada kalmasını öngören karar çıkmıştı. Yani son üç günde piyasada yaklaşık 3.5 milyar dolarlık daha fazla döviz likiditesi bulunması kararı çıktı ama bunlar kurlardaki yüksek seyrin frenlenmesine yetmedi.
Bu adımların neden yetmediği, uluslararası rating kuruluşu JCR’ın Başkanı Orhan Ökmen’in dün yaptığı yazılı açıklamada çok iyi özetlenmişti. “Carry trade olanaklarının devam etmesi ve Türk varlıkları üzerinde sistematik bir satış baskısının bulunmaması cari açığın fonlanmasına sürdürülebilirlik kolaylığı sağlamaktadır” diyen Ökmen, dış istikrarsızlık seviyesi giderek gerginleşmekle birlikte, Türkiye’den sermaye çıkışının önünde yasal bir engel bulunmadığı için TL açısından carry trade akışının devam ettiğini hatırlatıyor. Ekonominin borçlanma yoluyla da olsa hala döviz likiditesine erişme gücünün devam ettiğinin altını çizen Öktem şunları söylüyor: “Faiz oranlarında hareketsiz kalıp, sadece döviz likiditesini ayarlamakla fiyat istikrarı sağlanamayacak, TL’nin üzerindeki baskı hafifletilemeyecektir. Zira maliyet ve talep tarafından çift yönlü baskılanan fiyat istikrarının düzeltilmesi zorlaşmaktadır.”
BANKACILIK VE MALİ İSTİKRARErken seçim kararının ekonomik belirsizlik üzerinde ortaya çıkardığı düzeltici-yumuşatıcı etkinin, uygulamaya konulan büyük boyutlu seçim ekonomisi ile yok edildiğinin altını çizen Öktem, bu yolla kamu maliyesinin tetiklediği talebin büyümeye beklenen katkıyı yapamayacağını, buna karşılık fonlama maliyetini artırıp fiyat istikrarı ve TL’nin dış değerini daha da bozacağını söylüyor.
Seçim ekonomisi uygulamalarının, bankacılık sektörü ve mali disiplinin istikrar çıpası olma kabiliyetlerine zarar vereceğini kaydeden JCR Başkanı, çünkü seçim ekonomisi uygulamalarının parasal büyüklüğünün, ekonominin nadasa bırakılmasına fırsat bırakmayacak kadar yüksek olduğunu belirtiyor. Zaten azalan döviz rezervlerinin hareket kabiliyetini azalttığını, Merkez Bankası’nın konjonktüre uygun para politikası yürütememesi nedeniyle piyasaların uyguladığı faiz oranlarının altında kaldığının altını çiziyor.
“Türkiye, TL‘nin değerini savunmayan bir politikasızlık içerisindedir” diyen Öktem, kredilerin yeniden yapılandırma taleplerinde ortaya çıkan artışın bankacılık sektörünün varlık kalitesini ve likidite dengelerini olumsuz etkilemesinin de kaçınılmazlığına değiniyor. Öktem, yazısının sonunda mevcut koşullarda ülkenin kredi notu üzerinde aşağı yönlü baskı kuran temel risklerin devam ettiğini, yani yeni not indirimleri gelebileceğini de söylüyor.
Dün rezerv opsiyon mekanizmasını kullanarak piyasadan TL çekip döviz likiditesi veren Merkez Bankası’nın bu yolla kuru durdurabildiği ise pek söylenemez.
Rezerv opsiyonu mekanizması kapsamında döviz imkan oranı üst sınırını yüzde 55’ten yüzde 45’e düşüren Merkez Bankası, bu yolla yaklaşık 6.4 milyar TL likiditeyi piyasadan çekerken, yaklaşık 2.2 milyar dolar tutarında dövizi bankaların kullanımına açmış oldu. Bu yolla döviz talebini frenlemeye çalışan Merkez Bankası, bu hareketle piyasaların açıldığı kuru bir miktar düşürse de, kurlar öğleden sonra yeniden sabahki seviyelerin üzerine çıktı.
Piyasa analistleri haziran ayındaki Para Politikası Kurulu Toplantısı’na kadar, Merkez Bankası’nın bu tür araçlarla kurları tutmaya çalışacağını tahmin ediyorlar. Bundan sonra Merkez Bankası’nın döviz satımlarında miktarı artırabileceği ya da ihracat reeskont kredilerinde düzenleme yaparak, dövize olan talebi frenlemeye devam edebileceğini söylüyorlar.
Ancak küresel piyasadaki mevcut seyir ile bize özgü risklerin devamı halinde bu tür önlemlerin ancak geçici etki yapabileceğini kaydeden analistler, Merkez Bankası’nın sonunda faizleri arttırmak zorunda kalabileceğini belirtiyorlar. Bazı analistler haziran ayında toplanacak PPK’dan en az 2.5-3 puanlık faiz artırımı kararı çıkması gerekebileceğinin altını çiziyorlar.
Dünkü Merkez Bankası’nın rezerv opsiyon mekanizmasında yaptığı değişikliğin ne kadar etki yapmamış görünse de, yakın zamanda birikimli etkisinin görülebileceğini kaydeden bazı analistler ise en azından kurdaki çok hızlı hareketin bir miktar frenlenebileceği görüşündeler. Buna rağmen haziran ayı başındaki faiz toplantısına kadar Merkez Bankası’nın olağanüstü toplantı yapıp faiz artırmadan dayanıp dayanamayacağı konusunda, piyasa oyuncuları kesin bir şey söyleyemiyorlar.
DOLAR SINIRI VAR MI?
Bazı analistler Merkez Bankası’nın dünkü hareketinden yola çıkarak, 4.30’luk dolar kurunu Merkez’in bir bariyer olarak saptamış olabileceğini söylüyorlar. Bu sınıra gelinmesi üzerine Merkez Bankası’nın harekete geçip ilk aşamada dolar kurunu 4.25’in altına çektiğini hatırlatan bu analistler, bundan sonra da 4.30 TL sınırına gelindiğinde benzer hareketlerin devam edebileceği tahmininde bulunuyorlar.
Şahsen mevcut seyirde böyle bir kur bariyeri konulmasının ve Merkez Bankası tarafından savunulmasının çok anlamlı olabileceğini düşünmüyorum. Kısa dönem içinde yeni olumsuzluklar eklenmese bile, mevcut seyir böyle bir sınırın çok zorlanmadan aşılabileceğini gösteriyor. Yeni olumsuz haberler de eklenirse, zaten böyle bir bariyerin konulması bile anlamsız hale gelecektir.
Piyasa oyuncularının kafası bütçe açığını artıracak son kararların makro dengelere yapacağı etki, enflasyonun çok daha yukarılara gidip gitmeyeceği, faiz ve kurun yönü, seçimlerden sonra hangi kararların alınacağı konusunda çok karışık.
Geçen hafta aralarında büyük banka üst düzey yetkililerinin de bulunduğu, çok sayıda bankacı ile yaptığımız sohbetlerde morallerin çok bozuk olduğuna şahit olduk. Öne alınan erken seçimle birlikte önlerini görebilmek için gereken ortamının oluşmasını beklerken, tam aksine belirsiz bir ikliminin içine girildiğini söylüyorlar.
Hükümetten şimdiye kadar hiç görmedikleri, seçim öncesi bütçe açığını ciddi biçimde artıracak kararların çıkmasının moral bozukluğunda etkili olduğunu gördük. Bu kararların ardından seçim sürecinin hızlanmasıyla birlikte hem iktidar hem muhalefetten bu tür açıklamaların sayısının artmasını beklediklerini kaydeden bankacılar, seçim sonrası ekonomiyi çok etkileyecek kararların etkilerinin ise önceden piyasalarda görülmeye başlayacağını tahmin ediyorlar.
Bankacıları tedirgin eden konuların arasında, ABD’deki davadan çıkacak karar ve bununla birlikte kesilecek ceza, yanı sıra S-400 füzeleri nedeniyle uygulanabilecek ambargolar konusundaki negatif beklentileri saymak mümkün. ABD’den gelen haberlerin giderek kötüleştiğini, seçim öncesi ya da hemen sonrasında, bu risklerin realize olma ihtimalinin arttığını gözlediklerini söylüyorlar. Bunun hem bankacılık sistemine aşırı bir döviz yükü bindirmesinden hem de bankacılık sisteminin küresel sisteme entegrasyonunun zarar görmesine neden olmasından korkmaya başlamışlar.
Tüm bu korkuların zaten bozulan ekonomik dengelere ek olarak kurlar üzerinde ek baskı yaptığını düşünen bankacılar, “dış kaynak akışının hem Türkiye ekonomisi hem kendileri açısından hayati öneme sahip olduğunun” altını çizip, bu konuların biran önce netlik kazanmasının önemine vurgu yapıyorlar.
“YENİDEN YAPILANDIRIRIZ AMA…”Bankacılar, kredi yeniden yapılandırması için talepte bulunan büyük şirket sayısının giderek artmasından da endişe ediyorlar. Bir büyük banka üst düzey yetkilisi, bunların çözülemeyecek sorunlar olmadığını, mevcut bankacılık sistemi imkanlarıyla yeniden yapılandırmalarının yapılabileceğini belirtirken, “Burada önemli olan unsur gereken kaynağı yurtdışından sağlamaya devam edip edemeyeceğimiz ve yeniden yapılandırılacak kredilerin önümüzdeki dönemde geri ödenebileceği bir iklimin oluşturulup oluşturulamayacağı” şeklinde konuştu.
Piyasa oyuncuları son alınan karardan sonra hem enflasyonda hem cari açıkta beklentilerin epey üzerine çıkılabileceğini tartışmaya başlamışlar. Bunun gereği olan faiz artışlarının zamanında ve yeterli dozda yapılıp yapılmayacağının önemine dikkat çeken bankacılar, seçim sonrası oluşacak yeni yönetimin gereken radikal kararları alıp almayacağı konusunda da ciddi endişe taşıyorlar.
Bu arada ekonomide doğacak muhtemel sorunları çözmek için gereken idari yapı ve insan kalitesi açısından da endişeler olduğunu gördük. Çıkacak büyük sorunları çözecek yetkin kamu yöneticileri konusunda var olan endişenin yanında, bankalarda da kriz deneyimi olan yönetici sayısının azaldığı, bu nedenle kötü bir senaryonun yönetilmesi konusunda da tedirginlik olduğunu gözlemledik.
Merkez Bankası’nın yeni enflasyon hedefini açıklarken saydığı varsayımların da, bu kararlarla ortadan kalktığı görülüyor.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya geçen hafta enflasyonun, 2018 sonunda orta noktası yüzde 8.4 olmak üzere, yüzde 7.2 ile yüzde 9.6 aralığında gerçekleşeceğini tahmin ettiklerini açıkladı. Yurt içi talebin gücünü korumasının enflasyon hedefinin yükselmesinde etkili olduğunu kaydeden Çetinkaya, bu yıl talebin yumuşayacağını öngörüyordu. Ancak emeklilerin tümüne her bayram öncesi 1000’er TL’lik ikramiye gibi kararlar, yumuşamaya başlayan iç talebin körüklenmesine devam edileceğini gösterdi. Bu arada seçimden önce 1 Temmuz’a ilişkin memur, işçi ve emekli maaş zamlarının bu kez yüksek tutulacağı tahminleri başladı. Çay’da olduğu gibi tarımsal ürün alım fiyatlarında yine yüksek zamlar verilip, tümüyle iç talebi canlı tutma hareketinin devam edeceği anlaşılıyor. Bu da Merkez Bankası’nın varsayımlarını önemli ölçüde tehlikeye atan bir unsur oluyor.
Kurlardaki seyrin yanında yüksek petrol fiyatları ve artan ithalat fiyatlarını yüksek enflasyonun gerekçesi olarak sayan Merkez Bankası Başkanı, yeni enflasyon hedefi için de belirli varsayımlara göre hesap yapıldığın belirtmişti. “Ülke risk priminde küresel ve yurt içi gelişmeler kaynaklı ilave bir artış olmadığı varsayımıyla” vurgusu yapan Çetinkaya, sıkı para politikasının devamı ve kredi büyümesinin ılımlı bir patikaya girmesi halinde enflasyonda düşüş olacağını belirtmişti. Önceki gece açıklanan uluslararası rating kuruluşu Standart and Poor’s’un not indirimi, tam da Başkanın sözünü ettiği risk primindeki artışa tekabül ediyor. Bunun yurt dışı faktör olduğunu, FED’in faiz artırımlarıyla bu riskin daha da büyüyeceği ihtimalini gözönünde tuttuğunuzda Merkez’in enflasyonu hedefi için saydığı varsayımların teker teker elinden gittiğini söylemek mümkün.
EKONOMİ UYARILARI Maliye Bakanı’nın dün akaryakıtta ÖTV indirimi olmayacağını söylediğini gözönünde tuttuğumuzda Merkez Bankası’nın “maliye politikalarının enflasyona katkısı” vurgusunun da büyük ölçüde sıkıntıya girdiği anlaşılıyor.
Dolayısıyla, zaten güven vermemişti ama, artık enflasyonda yeni tahminin baştan kadük olduğu söylenebilir. Enflasyonun çift hanede kalacağı artık kesin ama bundan sonra devamı gelebilecek seçim kararlarının, “çift haneli ama daha yüksek enflasyon oranları” tehlikesini beraberinde getireceğini söyleyebiliriz.
S&P’nin not indirimi kararı beklendiği gibi Hükümet üyelerinden özellikle seçim öncesi olduğu için büyük tepki gördü. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in not indirimi gerekçelerini attığı tweet mesajlarıyla çürütmeye çalıştığı görüldü. Şimşek, S&P’nin “ekonominin aşırı ısındığı” uyarısına karşılık bunun 2017’nin hikayesi olduğunu, canlılığın yumuşadığını belirtip, kredi hacmindeki gelişmeleri buna örnek göstermiş.
Ekonominin aşırı ısındığı uyarısı geçen hafta IMF’den gelmiş ve bunun ekonomik dengelerdeki yaratacağı sert olumsuz sonuçlara dikkat çekilmişti.
Şahsen Merkez Bankası yönetimini, not indiren S&P’nin açıklamalarından çok daha fazla IMF’in sert uyarılarının korkuttuğunu, çünkü bunun olumsuz etkisinin küresel çapta çok daha fazla olacağını bildiğini sanıyorum.
Dün açıklanan Enflasyon Raporuyla 2018 yıl sonu için belirlenen yüzde 7.9’luk enflasyon tahmini yüzde 8.4’e yükseltildi. Merkez’in yeni yıl sonu enflasyon tahmini de inandırıcı bulunmazken, enflasyon hedeflerini yükseltmeye bundan sonra da devam etmesi bekleniyor.
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya enflasyonun, 2018 sonunda orta noktası yüzde 8.4 olmak üzere, yüzde 7.2 ile yüzde 9.6 aralığında gerçekleşeceğini tahmin ettiklerini açıkladı. Yine dün konuşan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ise TL’nin değerlenmemesi halinde tek haneye inmesinin çok zor olacağını söyledi. Yani, “Merkez Bankası’nın yükselttiği enflasyon hedefinin de tutmayacağı, aynı gün en yetkili kişi tarafından itiraf edildi” desek, pek da yanlış sayılmaz.
Yine dün Reuters’ın açıkladığı piyasa anketinde nisan ayında TÜFE artışlarında yüzde 1.6 artış beklendiği görüldü. Aynı ankete göre piyasaların yıl sonu enflasyon beklentisi ise ortalama yüzde 10.15’e çıktı.
Konuştuğumuz bankacıların büyük bölümü ise yıl sonu enflasyon oranının yüzde 11’in altında olmasına pek ihtimal vermiyorlar. Dolayısıyla yıl içinde yeni enflasyon raporlarıyla birlikte, Merkez’in tahminlerini yukarı çıkarmaya devam etmesini bekliyoruz. Hem Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya hem de Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, yüksek enflasyon konusunda en çok kurların etkisinden söz ettiler. Çetinkaya’nın petrol fiyatlarındaki artışa da dikkat çektiği ve ilk kez “ithalat fiyatlarının yükselmesini” gerekçe olarak saydığını da gördük.
Yurt içi talebin gücünü korumasının da enflasyon hedefinin yükseltilmesine etki yaptığını belirten Çetinkaya, para politikasındaki sıkı duruşun kararlılıkla sürdürüleceği bir görünüm altında, 2019 yıl sonu için enflasyon tahminini yüzde 6.5 olarak koruduklarına dikkat çekti.
SADELEŞTİRME SEÇİM SONRASINAÇetinkaya’nın bu yılki enflasyon hedefi konusunda “ülke risk priminde küresel ve yurt içi gelişmeler kaynaklı ilave bir artış olmadığı varsayımıyla” diye vurgu yapıp, sıkı para politikasının devamı ve kredi büyümesinin ılımlı bir patikaya girmesi halinde enflasyonda düşüş olacağını söylemesi de dikkat çekiciydi.
Merkez Bankası yönetiminin ülke risk priminin daha da artmasından duyduğu kaygı yaptıkları vurgulardan açıkça görülüyor. Bunun yanında Çetinkaya maliye politikaları ile uyumlu çalışmanın üzerinde durup, vergi düzenlemelerinin enflasyon açısından da önemine dikkat çekti.
Çetinkaya
Mehmet Şimşek uzun zamandır, sadece küçüklerin değil büyük şirketlerin bile döviz riskini iyi yönetemediğini, bu nedenle döviz geliri olmayanın dövizle borçlanmaması gerektiği görüşünü savunuyor.
Buna karşılık TÜSİAD’in bir süredir Mehmet Şimşek ile görüştüğünü, büyüklerin riski iyi yönettiğini belirterek, bu şartların kaldırılmasını talep ettiğini biliyoruz. Şimşek’in dünkü açıklamalarından ise yumuşamanın büyük şirketler için değil, sadece büyümeye katkı verecek projelerin kullanacağı döviz kredileri için olduğunu görüyoruz.
Mehmet Şimşek dün yaptığı açıklamada döviz geliri olmayan şirketlerin 2 Mayıs’tan itibaren döviz kredisi kullanamayacağını belirterek, büyümeye katkı sağlayacak yatırımların önünü açmak ve bu alanlara yatırım yapacak şirketlerin finansmana erişimini kolaylaştırmak amacıyla dövizle borçlanmasına sınırlama getiren düzenlemeye yeni istisnalar getirdiklerini söyledi.
Şimşek Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada kamu kurum ve kuruluşları, bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri ve finansman şirketlerince kullanılacak döviz kredileriyle, yatırım teşvik belgesi kapsamında veya bazı yatırım mallarının finansmanında kullanılacak döviz kredilerinin zaten kapsam dışında olduğunu hatırlattı. Merkez Bankası’nın 2 Mayıs’ta yürürlüğe girecek Sermaye Hareketleri Genelgesi’ne yeni istisnalar eklediklerini kaydeden Şimşek, devletin alım garantisi kapsamında yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin yatırımların finansmanında kullanılacak döviz kredilerinde, özelleştirme ihaleleriyle bedeli döviz olarak belirlenen kamu ihalelerini kazanan Türk şirketlerinin alacağı kredilerde, yeni bir şirket payı alımı amacıyla kurulan ve bunun haricinde herhangi bir faaliyeti olmayan Türkiye’de yerleşik kişilerce temin edilecek döviz kredilerinde de kısıtlamanın uygulanmayacağını söyledi.
“ÇÖZÜM ENFLASYON VE TL FAİZLERİNİN DÜŞMESİ”
2 Mayıs’tan itibaren açık bulunan 15 milyon doların altında kalan, dışarıdan kullanılan dövize endeksli ve döviz kredileri için de bu yeni koşulların uygulanmasının sorun olabileceğini tahmin ediyorum. Bu nedenle de önümüzdeki günlerde yeni yumuşamalar gelirse, şahsen şaşırmayacağım. Son yumuşamaların, kısıtlamalara kategorik olarak karşı çıkan TÜSİAD’ı tatmin edeceğini de sanmıyorum.
“Bir fare var diye bütün evi yakmak gibi bir pozisyon olmaması gerekir. Doğru bulmuyoruz” diyerek bu düzenlemeye karşı çıkan TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, büyük ve kurumsallaşmış şirketlerin pek çoğunun bu riski iyi yönettiğini, risk yönetmeyi başaramayanlar var diyerek, bütün iş dünyasına kısıtlamalar uygulanmasının doğru olmadığını söylemişti.
Bilecik, bunun temel çözümünün enflasyon ve dolayısıyla TL faizlerinin düşmesinde olduğunu belirterek,
Ancak piyasanın 50 baz puanlık artışla bile yetinebileceği söylenirken, 75 baz puanlık artışın yetmediği görüldü. Kararın açıklanmasıyla 4.04 TL’ye inen dolar kuru, gün içinde yeniden karar öncesi hatta daha üstü olan 4.09 TL’lik değerlere ulaştı.
Piyasa uzmanları Merkez Bankası’nın olumlu bir adım attığını ancak küresel piyasalardaki hava nedeniyle bunun yetmediğini söylediler. Eğer küresel piyasa normal sakin seyretseydi bu faiz artışıyla kurların bir süre istikrar kazanabileceğini ama bunun olamadığı görüşünü paylaştılar.
Merkez Bankası kararı öncesi konuştuğumuz bankacıların çoğu 50 baz puanlık faiz artışı bekliyordu. Bu havanın tüm piyasaya yayıldığını, bu nedenle Para Politikası Kurulu (PPK) öncesi kurların 4.08’lerde dolaştığını söyleyebiliriz. Yani 50 baz puanlık artış, piyasalar tarafından dünkü karar öncesi zaten satın alınmıştı.
Bazı piyasa oyuncuları 50 baz puanın orta dönem kur istikrarı için yetmeyeceğini zaten söylüyorlardı. Hatta 75 baz puanlık artışın bile “ancak yeni bir küresel dalgaya kadar yetebileceğini” söyleyen banka analistleri de vardı. Yani yönün zaten yukarı olduğu, kurların mevcut durumda daha yukarı gelmemesi için bu faiz artırımına ihtiyaç olduğu belirtiliyordu.
Merkez Bankası’nın da piyasaların 50 baz puanlık artış beklentisinin de etkisiyle, biraz da olumlu sürpriz için 75 baz puanlık artışa gittiği açık. Merkez Bankası yönetiminin bu kararı alırken, Nisan ayı enflasyon rakamlarının yüksek çıkacağına ilişkin ilk verilere sahip olduğunu söyleyenler de bulunuyor. Zaten PPK açıklamasında enflasyon ve enflasyon beklentilerinin yüksekliğine ilk kez bu kadar güçlü vurgu yapması da bunun kanıtı olarak görüldü.
Dolayısıyla Merkez Bankası, 2 ay sonra yapılacak seçimlerin de etkisiyle, kur artışlarında biraz da zaman kazanabilmek, bir başka deyişle önden beslemeli davranmak için, piyasa beklentisinin üzerinde faiz artışı yaptı diyebiliriz.
DALGALI SEYİR
Ancak Merkez Bankası’nın zaman kazanmak için aldığı bu kararın da piyasalara yetmediği açık. Bunun asıl nedeni elbette enflasyon ve cari açıktaki yüksek seyir ama küresel şartların etkisi de kaçınılmaz olarak yüksek.