Şimdi piyasanın gözü uygulanacak temel politikaların belirlenmesi ve yeni ekonomi yönetiminde olacak. Piyasaların bu sonuca bugünden itibaren fazla bir tepki vermesi beklenmiyor. Kurların belki bir miktar geri geleceği beklenirken, piyasanın kısa vadede asıl yönünün ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklayacağı Başkan Yardımcıları ve Kabinede yer alacak ekonomiyle ilgili bakanlarla belirlenmeye başlayacağı söylenebilir. Mehmet Şimşek’in yeniden bakan olup olmayacağı, olmayacaksa ekonomiyle ilgili yetkinin hangi isimde olacağı bu nedenle piyasaların merakla beklediği konular olacak.
Bunun yanı sıra parasal politikalara ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı konuşmalar ve özellikle Merkez Bankası konusundaki tasarrufları piyasalar tarafından yakından izlenecek. Piyasaların kısa vadede yönünün netleşmesinde tabi ki küresel şartlar önemli rol oynayacak ama yeni yönetimin belirlenmesi ve alacağı ilk kararlar da piyasaların yönünde çok önemli rol oynayacak.
Seçimleri kim kazanırsa kazansın ekonomide işlerin çok zor olacağını bir süredir yazıyoruz. Küresel iklimin artık tersine döndüğü bir noktada, büyüme hırsının devam etmesi halinde bozulan kur ve faiz dengesinin daha da bozulması kaçınılmaz olabilir. Bununla birlikte 9 ay sonra yapılacak yerel seçimlerin ekonomik büyümeden fedakarlık etmeyi zorlaştıracağı da ortada. O nedenle yeni ekonomi yönetiminin, asıl olarak da yürütmeden sorumlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı tercihin, orta dönemde hayati rol oynayacağı söylenebilir.
YABANCININ TAVRIYeni dönemde yabancı sermayenin Türkiye ekonomisine bakışı kritik öneme sahip. Son dönemde artan enflasyon ve cari açığa karşılık, parasal politika tercihlerinde geç kalınması, seçim nedeniyle mali disiplinin bozulacağı kaygısı öne çıkmış, yabancıların Türkiye’ye olan güveni azalmıştı.
Yabancı sermayenin ABD ile ilişkilerin gerginleşmesi, AB ile ilişkilerin soğuması gibi temel sorunları da yakından izlediğini ve Türkiye ekonomisine olan güvenin kaybolmasında bu sorunların hayati rol oynadığını biliyoruz. İşte güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı yani yürütmenin Cumhurbaşkanlığı tarafından üstlenilmesi olarak özetlenebilecek yeni sistemde ekonomik tercihlerin ne olacağı yabancı sermayenin bakacağı önemli bir husus olacak.
Merkez Bankası başta olmak üzere bağımsız kurumların gerçekten bağımsız kılınıp kılınmayacağı yani küresel anlamda regülasyon gereken konularda kimin karar alacağı yabancı sermayenin yakından izlediği başka bir nokta olacak.
Asıl olanın yabancı sermayenin sadece sıcak para olarak değil kalıcı sermaye olarak gelmesi olduğunu, burada yeni yatırımlara girmesinin ekonomiye asıl katkı yapacak unsur olduğunu herkes kabul ediyor. İşte son dönemde azalan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına karşılık Türkiye’nin yeniden cazip hale gelmesi için tüm bu konularda alınacak kararlara bakılacak. Özetle; küresel entegrasyonu pekiştirecek yapısal tedbirlerin hayata geçirebilmesi gerekiyor ki; zaten yaşanacak olan sıkıntılar daha rahat atlatılabilsin.
İşte yerli ve yabancı sermaye yeni ekonomi yönetiminin önce kurulacak idari yapısına, sonra kimlerin atanacağına, bunlarla birlikte faiz gibi temel ekonomik tercihlerde izlenecek yolun netleşmesine bakacağı kesin.
Kim iktidar olursa olsun ekonomide yapılması gerekenlerin başında ise yabancı sermayeye güven vermek geliyor.
2000’li yıllarında başında yapılan radikal ekonomik reformlara yeniden sarılmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Sarılmaktan öncelikli kastım o dönem yapılıp da son yıllarda bozulan kurumsal düzenlemelere geri dönülüp, daha da güçlendirmek.
Merkez Bankası başta olmak üzere, tüm bağımsız kurumların gerçekten bağımsız kılınması için gereken adımların öncelikli olarak atılması gerekiyor. Öyle düzenlemeler yapılmalı ki; bağımsız kurumların gerçekten bağımsız çalışabilmesi garantiye alınmalı; atama kriterlerinden görev sürelerine kadar, geçmiş deneyim göz önüne alınarak yeni düzenlemeler yapılmalı.
Unutulmasın ki; Merkez Bankası gerçekten bağımsız çalışabilseydi şimdi ödenen faizin çok daha altında faiz oranlarıyla mevcut durum aynı olabilirdi.
Dış borç rakamı ile birlikte milli gelirin yüzde 6.5’ine yükselmiş cari açık rakamını bir arada düşündüğünüzde, aslında son dönemde artan kurların ve faizlerin nedeni de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Merkez Bankası dünkü dış borç açıklamasında, 2018 Nisan sonu itibarıyla, orijinal vadesine bakılmaksızın, vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç verisi kullanılarak hesaplanan kalan vadeye göre kısa vadeli dış borç stoku rakamını 183.3 milyar ABD doları düzeyinde açıkladı. Bu stokun 21.2 milyar ABD dolarlık kısmı, Türkiye’de yerleşik bankaların ve özel sektörün yurtdışı şubeleri ile iştiraklere olan borçlarından oluşuyor.
İşte seçim öncesinde yabancı yatırımcıyı tedirgin eden rakamlardan biri bu. Türkiye ekonomisinin giderek bozulan dengeler ile bu döviz miktarını nasıl üreteceği merak konusu. Merkez Bankası bağımsızlığının tartışmalı hale geldiği bir ortamda, seçim sonrasına yıkılan yükler de göz önüne alındığında, nasıl olup da Türkiye ekonomisinin bu dövizi üretecek noktaya geleceği büyük bir endişe kaynağı oluyor.
Nereden baksanız, aylık dış ticaret açıklarını da katarak, önümüzdeki bir yıl içerisinde Türkiye’nin dışarıya kaba bir hesapla 200 milyar dolarlık geri ödeme yapması gerekiyor. Buna karşılık Türkiye ekonomisinin artık yüksek büyüme dönemini geride bıraktığı, giderek yavaşlaması gerektiği de ortadayken, ekonomi bu dövizi nasıl üretecek?
Zorluklar sadece bununla da sınırlı değil. Üretim için gereken finansman konusunda artık ciddi sıkıntılar var. Bankaların sürekli artan faizler nedeniyle, 100 bin TL üzerindeki mevduata yüzde 17-18 faiz teklif ettiğini biliyoruz. Bunun kredi faizlerini en az yüzde 23-24’lere çıkarması söz konusu. Bu faiz oranlarıyla kredi alıp üretime çevirmenin ne kadar zor olacağı da açık. Bu faiz oranlarıyla zaten yeni yatırıma kalkışmanın ne kadar akılcı olacağı da ortada.
Dolayısıyla çıkan ekonomik veriler, önümüzdeki dönem işin ne kadar zor olacağını, giderek daha fazla ortaya koyuyor. Bu tablo da başta yabancı yatırımcının üzerinde ciddi bir caydırıcı etki yaratıyor. Yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelmeye çekindikçe de, kur ve faizler daha da yukarı gidiyor.
EKONOMİ SOĞUMAK ZORUNDADün yayımlanan, Merkez Bankası’nın “Kısa vadeli Dış Borç İstatistikleri Gelişmeleri - Nisan 2018” raporuna göre Nisan sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku, 2017 yıl sonuna göre yüzde 6.5 oranında artışla 125.5 milyar ABD doları olarak gerçekleşti. Bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 5.7 oranında artarak 70.7 milyar ABD doları olurken, diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku yüzde 7.6 oranında artarak 54.8 milyar ABD dolar düzeyine ulaştı.
Borçlu bazında incelendiğinde, büyük çoğunluğu kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2017 yıl sonuna göre yüzde 12.1 oranında artarak 27.8 milyar ABD doları olurken, özel sektörün kısa vadeli dış borcu yüzde 5.2 oranında artarak 100.7 milyar ABD dolar oldu.
Seçim kararıyla birlikte küresel anlamda da zor bir sürece girilmesi, ardından piyasayı tedirgin eden demeçlerin gelmesi ve Merkez Bankası’nın gerekli faiz kararını almakta gecikmesi, seçim sürecinin ekonomide epeyce dalgalı geçmesine neden oldu. Son 10 yıllarda olmadığı kadar popülist vaatlerin de bu kez devreye girmiş olması, ekonomide işleri daha da zorlaştırdı.
ALINAN ÖNLEMLER
Sonuç olarak Türkiye ekonomisi bu süreci, henüz sonuçları tam alınmadı ama, ağır bir faturayla geçirmek zorunda kalıyor. Merkez Bankası’nın gecikmeli faiz artırımlarının birbirini ardına gelmesi, önümüzdeki dönem ciddi sorun olacak kadar, mevduat ve kredi faizlerinin yükselmesine neden oldu.
Bunun yanında yüksek faiz artışlarına ve alınan diğer önlemlere rağmen kurlardaki artış da durdurulamadı. Sürpriz ya da şok denilebilecek Merkez Bankası faiz artırımlarına rağmen dolar kuru geçen haftayı 4.70 TL’nin üzerinde kapadı.
Yabancıların kısa vadeli yatırımlarında, aşırı olmasa da, belli bir geri çekiliş izlenmeye devam ediyor. Bunun dozu bu haftaki kur gelişmelerinde belirleyici olacak gözüküyor. Yani önümüzdeki hafta seçime girilirken kurların geleceği seviye konusunda sağlıklı bir tahminin yapılamadığı gözleniyor.
Geçen hafta da özetlemeye çalışmıştım; yabancıların çıkışında rol oynayan en önemli kaygı “Seçim sonrasında Türkiye ekonomisinin ne olacağı” sorusuna verilecek yanıt konusunda belirsizliklerin yaşanması. Öylesine önemli belirsizlik görüyorlar ki; seçim sonrası riske girmemek için bazıları, bazen küçük zararlara da katlanıp, şimdiden paralarını çevirip ülkelerine dönmeye çalışıyorlar. İşte bu hafta içinde yaşanacaklar, küresel ve yerel haberler piyasaları nasıl etkileyecek, yabancı yatırımcının tavrı ne olacak bütün bunlar seçime girilirken kur seviyelerini belirleyecek.
BÜYÜK ÇABA GEREKECEK
Dediğimiz gibi asıl sorun; seçim sonrasında ekonomide alınacak önlemler, bu süreçte yaratılan tahribatın onarılıp onarılmayacağı ve rasyonel ekonomi politikalarına geri dönüş olup olmayacağı.
Geç kalsa bile Merkez Bankası’nın gerekli kararları artık aldığını kaydeden bankacılar, normal olarak 4.40 TL’ye kadar inmesi gereken dolar kurunun, 1.25’lik son faiz arttırımı yapıldığı sıradaki seviyeyi bile dün aştığına dikkat çekiyorlar. Hisse senetlerinde, panik biçiminde olmasa da, yabancıların ciddi satışlarının görüldüğüne, tahvil faizlerinin aşırı arttığına dikkat çeken bankacılar, yabancıların seçim sonrasında yaşanacaklardan korktuklarının açık olduğunu söylediler. Bu nedenle de seçim sonrası riskini almamak için yabancıların şimdiden çıkışa başladığı, bunun da kur ve faizleri yükselttiği ifade ediliyor.
Bunun üzerine “Fed ve AMB’den şahin kararlar gelmesi halinde içerideki durumun ne olacağını” sorduğumda ise “Merkez Bankası’nın faizi getirdiği bu yüksek seviyenin ötesinde yapacak fazla bir şeyi artık bulunmadığını, belirleyici olanın yine yabancıların tavrı olacağını” belirttiler. Bu nedenle de bundan sonraki, özellikle kur hareketleri için tahmin yapmakta zorlanıyorlar.
Seçim öncesi verilen vaatlerin, yaşanan yüksek büyümenin bedelinin ne olacağının merak edildiğini kaydeden bir bankacı, hükümetin seçim sonrası mali tedbir alacağını söylediğini ama bunun yapılacağına güven bulunmadığını söyledi. Zaten yavaşlaması gereken ekonominin seçimlerden sonra alınacak kararlarla ne olacağının bilinemediğini kaydeden aynı bankacı, “Piyasa seçim sonrası ciddi mali tedbir bekliyor çünkü aksi takdirde durumun düzelmeyeceğini biliyor. Önlem alınması şart ama seçimden sonra sert mali tedbir alınırsa zaten yavaşlayacak ekonominin iyice durma tehlikesi de mevcut” dedi.
Önlem alınmazsa makro dengelerin hızlanarak bozulacağını ama 9 ay sonra yapılacak yerel seçimler nedeniyle sert mali tedbir alınmama ihtimalinin de yüksek olduğunu kaydeden bankacı, buna karşılık yerel seçime rağmen sert önlem alınırsa bu kez de ekonominin durması, banka ve reel sektörün zorlanma ihtimalinin büyüyeceğini söyledi.
FAİZ ARTIŞLARI DA YETMİYOR
İşte Türkiye’de yatırım yapmış kısa vadeli sermaye sahiplerinin bu sarmal haline gelen tercih zorluğunu görüp, bir an önce çıkmak istediğini kaydeden bankacılar, bunun da kur ve faizleri son günlerde yükselttiğini ifade ettiler. Bu hafta yaşanan piyasa gelişmelerinin, neredeyse tümüyle kendi durumumuzdan kaynaklandığını belirten bankacılar, bir başka deyişle, “yabancıların seçim sonrası belirsizliğin iyice artmasından çekinip, risklerden kaçınma eğilimine girdiklerini” söylenebileceğini belirtiyorlar.
Bu arada yabancıların, yetkililerin seçimden sonrasına ilişkin piyasa dışı hareketleri çağrıştıran daha önceki konuşmaları unutamadıklarını kaydeden başka bir bankacı, tüm bu unsurların yabancıların çıkışlarının hızlanmasında önemli rol oynadığını söyledi.
Gecikmeli olarak Merkez Bankası gerekeni yaptı ama piyasalar,
Son iki hafta içinde Merkez Bankası’nın üst üste yaptığı, şok sayılabilecek faiz arttırımlarına rağmen kurların geldiği seviye ayrı tartışma konusu. İlgili bakanlar geçen hafta sürekli demeçler verip, son hafta içerisinde TL’nin en çok değer kazanan para birimi olduğunu tekrarladılar. Halbuki hala yılbaşından bu yana TL en çok değer kaybeden para birimleri arasında başı çekiyor.
Kaldı ki bunun ancak olağanüstü toplantı ile 3 puanlık faiz artışı, ardından sadeleştirme adımı, son olarak da 7 Haziran’da yüzde 1.25’lik sürpriz faiz arttırımları ile olabildiğini söylemiyorlar. Zamanında yapılsaydı çok daha küçük arttırımlarla kurların bu seviyelerde kalabileceği, faiz arttırımlarında sona gelindiği gibi gerçekler de bakanlar tarafından bilerek es geçiliyor.
Sonuçta maliyeti çok yüksek oldu ve dolar kuru geçen hafta sonunu 4.50 TL’nin altında tamamladı. Piyasa oyuncuları dolar kurunun bundan sonra 4.45 TL’nin altına gelmesini pek beklemiyorlar. Buna karşılık özellikle bu hafta açıklanacak 3 büyük merkez bankasının alacağı kararlar, diğer gelişmekte olan ülke para birimleri gibi TL’yi de yakından ilgilendirecek. Yanı sıra içeride açıklanacak, birinci çeyrek büyüme rakamı başta olmak üzere, yerel veriler ve seçim öncesi ekonomiyi etkileyecek demeçler de yine kurlarda belirleyici rol oynayabilecek.
Amerikan Merkez Bankası Fed haziran ayı toplantısına 12 Haziran’da başlayıp 13 Haziran’da kararını açıklayacak. FED’in bu toplantıda faiz arttırımı yapması beklenirken, açıklanacak metin bundan sora doların değerini önemli ölçüde belirleyecek vurgulara sahip olabilir.
KRİTİK KARARLAR GELİYOR
Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB)14 Haziran’da yapacağı toplantıda ise özellikle tahvil alım programıyla ilgili planların netlik kazanması bekleniyor. Bu ayın faiz toplantısına 14 Haziran Perşembe başlayacak Japonya Merkez Bankası’nın (BoJ) kararı ise 15 Haziran’da açıklanacak.
Salı gününden sonraki 3 gün içinde düzenlenecek üç toplantıda Fed’in faiz arttırması, AMB’nin tahvil alımını durdurma planının ayrıntılarını netleştirmesi ve BoJ’un teşvik programını sürdürmeye devam etme kararı alması bekleniyor.
Fed faiz arttırırsa bu yıl ikinci faiz arttırımı olacak, toplantı sonrası bundan sonraki faiz arttırımlarının sayısı için ipuçları alınacak. Avrupa’daki parasal genişlemenin ise bu toplantı ile birlikte sonuna gelindiğine ilişkin ipuçları çıkabilir. Tüm bunlar gelişmiş ülkelerin sermayelerinin ana ülkelere dönüşü, dolayısıyla bizim gibi gelişmekte olan ülkelerden çıkış için sinyal özelliği taşıyacak. Dolayısıyla küresel anlamda tüm para birimlerinin bu arada TL’nin de değeri bu haftaki kararlardan ciddi derecede etkilenecek.
Bugün toplanacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından faiz arttırımı çıkmadığı takdirde TL’nin değer kaybının yeniden hızlanacağı tahminleri yapılıyor.
Bugünkü toplantı öncesi piyasa oyuncuları arasında faiz arttırım beklentisinin yarı yarıya olduğu söylenebilir. Ancak faiz arttırımı çıkmayacağını tahmin eden piyasa oyuncuları bile, “arttırım olmadığı takdirde kurların yukarı gideceği” görüşünü savunuyorlar.
Beklentilerde görüş birliği olmayışı, bugünkü PPK toplantısını daha kritik hale getiriyor. Yani ne karar alınırsa alsın, karar sonrası aşağı ya da yukarı yönlü bir hareketin oluşacağı söylenebilir.
Zaten bundan sonra her Merkez Bankası toplantısının kritik öneme sahip olacağı bir döneme girdik. Çünkü önümüzdeki birkaç ay enflasyonun yukarı trendini sürdürmesine kesin gözüyle bakılıyor. Daha sonrasında ise, ekonomiyle ilgili bakanlar enflasyonda yönün aşağı olacağını söyleseler bile, yıl sonuna kadar artış trendinin süreceğini bekleyenler de giderek çoğalıyor. Seçim nedeniyle biriktirilen zamlar, harcamaların artmış olması, seçim sonrası önlem alınmasını gerekli kılıyor. Maliye Bakanı seçim sonrasında enflasyonu artırmayacak mali tedbirler alınacağını söylese bile, böyle olması pek mümkün gözükmüyor.
Yanı sıra Fed faiz arttırım kararları, Avrupa Merkez Bankası’nın yeni tahvil programı ve tüm bunların bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri etkilemesi gibi küresel ekonomiden etkileneceğimiz, hareketli bir döneme giriyoruz. Mayıs ayında gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışının rekor seviyeye ulaşması, gözlerin bundan sonrasına daha dikkatle çevrilmesine neden oluyor.
Ekonomik nedenlerin yanında Türkiye’ye özgü siyasi ve dış politikada kritik gelişmelerin de yaşanacağı bir döneme giriyoruz. O nedenle zaten piyasaların dalgalı bir seyir izlemesi, buna bağlı olarak Merkez Bankası’nın faiz ve likidite kararlarının alınacağı toplantıların da her zamankinden kritik hale gelmesi doğal sayılacak. Sadece yaz ayları değil daha sonrasının da ekonomi açısından dikkatli davranılması gereken bir dönem olacağı kesin.
50 BAZ PUANLIK BEKLENTİ
Piyasa oyuncularının bir bölümü hafta sonundan bu yana 4.60 TL seviyesinde dolaşan dolar kurunun PPK toplantısı öncesi daha yukarılara gelmemesi halinde Merkez Bankası’nın faiz artırımına gerek duymayacağını söylüyor. Bunu söyleyenler, gelinen faiz seviyesinin bu enflasyonu kaldıracağı görüşündeler.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in verdiği söz doğrultusunda, piyasalar yüksek çıkan enflasyonun ardından, faizlerde yeniden artış beklentisine girdi. Bu nedenle de yükselen enflasyona rağmen dün kurların düştüğü gözlendi.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)nun dün açıkladığı verilere göre mayıs ayında tüketici fiyatları yüzde 1.62 oranında artarak, yıllık yüzde 12.15 seviyesine ulaştı. Para politikasının başarısını gösteren asıl veri olan çekirdek enflasyonun yıllık oranı ise yüzde 12.7’ye ulaştı. Çekirdek enflasyon ve rekor artışla yıllık yüzde 20’yi aşan üreteci fiyatları birlikte düşünüldüğünde, bu veriler önümüzdeki dönem enflasyonun daha da artacağının kanıtı gibi.
Zaten bu rakamlardan sonra önümüzdeki aylarda tüketici fiyat artışlarının yüzde 14’ü rahatlıkla bulacağı söylenmeye başladı. Artık her ay bir sonraki dönem için 1-2 puanlık artırım tahminlerinin yapılmaya başladığı gözleniyor. Piyasa analistleri, en iyi ihtimalle yıl sonunda enflasyonun yeniden yüzde 12’ye inebileceğini konuşmaya başladılar.
Analistlerin bu tahminlerinin hala iyimser olduğunu düşünüyorum. Artan petrol fiyatları ve kurların gelinen noktada büyük etkisi olduğu kesin. Ancak unutulan unsur; gelinen bu yüksek rakamın içinde aslında gereken zamların olmadığı. Seçim sonuçlarına bağlı olarak zamanlaması değişebilir ama yapılan vergi indirimlerinin eninde sonunda yeniden yükseltilmesi gerekecek. Makro denge ve bütçenin durumu mutlaka önlem almayı gerektiriyor ve o aşama geldiğinde vergi indirimlerinin kalkması bence kaçınılmaz. Kurların geçici süreler için gerilese bile hala artış trendinde olduğu da unutulmamalı. Bu nedenle seçimden sonra da fiyat artışlarının durmayacağı söylenebilir. Bence birkaç ay sonra tahmin artışları da hızlanıp, şu anda üreteci fiyatlarında geldiğimiz yıllık rakamları tüketici fiyatları için konuşur hale gelirsek, şahsen şaşırmayacağım.
FAİZ ARTIŞI OLMAZSA… Artık ortaya çıktı ki; gelinen noktada ekonomi yönetiminin başarısızlığı önemli bir role sahip. Faizlerde artış zamanında yapılmadığı için son oran yüksek tutulmak zorunda kaldı, buna rağmen güven verilemeyince bu kez faiz artışlarına devam edileceği sözü verildi. Atılan sadeleşme adımı da yetmedi. Şimdi özellikle yabancı yatırımcılara verilen sözler nedeniyle, piyasalar perşembe günkü toplantıda Merkez Bankası’nın en az 1 puanlık daha artış yapmasını bekliyorlar.
Piyasaların dün, beklentilerinin üzerinde çıkmasına rağmen, enflasyona kurlarda olumlu tepki vermesinin nedenini iyi okumak gerekiyor. Piyasanın aslında çıkan rakamın ne kadar kötü olduğunu teyit ettiğini söylemek de mümkün. Çünkü rakam daha düşük çıksaydı faiz artışı bu kadar beklenmeyecekti.
Şimdi ise yabancılar başta olmak üzere analistlerin önemli bölümü faiz artışı bekliyor. Buna karşılık dolar tekrar 4.90 TL’ye gelmeden Merkez’in faiz artışına gerek duymayacağını söyleyen bankacılar da var.
Ancak faiz artışı yapılmazsa piyasa tepkisinin sert olacağını herkes kabul ediyor.