2013 yılında pek çok teknoloji şirketinin yıllık ürün güncellemelerini görmeye devam edeceğiz. Örneğin, Samsung’dan Galaxy S4 geldi ve Apple’dan iPhone 5S’i göreceğimize neredeyse kesin. Öte yandan, bu demek değil ki yıl boyunca orijinal ürünlerle de karşılaşmayacağız. Yenilik denince akla gelen en önemli isimlerden Google, yepyeni ve heyecan verici alanlarda çalışmalar yapmaya devam ediyor. Hiç kimsenin yerini bile bilmediği gizemli Google X Laboratuvarı’nda gelecekteki yaşamlarımıza yön verecek teknolojiler üzerinde çalışıldığı biliniyor. Google’ın kurucularından Sergey Brin tarafından doğrudan yönetilen bu laboratuvarda uzay asansörü, nesnelerin web’i, yapay sinir sistemi gibi projeler üzerinde çalışıldığına dair dedikodular var. Ancak laboratuvarın üzerinde çalıştığı kesin olarak bilinen iki proje var ki bunların meyvelerini 2013 içinde yemeye başlayacağız:
Artırılmış gerçeklik gözlüğü (Project Glass) ve sürücüsüz araba (Google Driverless Car).
Kıdemli arama motoru Yahoo, Google eski yöneticisi Marissa Mayer’i geçtiğimiz yaz yeni CEO olarak atadı. 37 yaşındaki Mayer, Google’ın ilk 20 çalışanından biri ve şirketin sözcüsüydü. Halen bilinen bir şirket olmasına rağmen Yahoo’nun şansı 20 yıldır yaver gitmedi. Microsoft Bing, dünyanın en popüler ikinci arama motoru olarak bu yılın ocak ayında Yahoo’nun yerini aldı. İş gücünü %14 azaltma kararı alan Yahoo ciddi bir işten çıkarma sürecine girdi.
Yönetici düzeyinde de bir dizi radikal değişiklik yapıldı. Mayer, uzun yıllardır var olan şirketin beşinci CEO’su; ancak Yahoo Yönetim Kurulu onunla uzun yıllar çalışmaya kararlı gibi görünüyor.
Klasik Google arama motorunun tasarımında rol oynayan ana ekipte yer alan Mayer, Amerikan Menkul Kıymetler ve Borsalar Komisyonu’nun Temmuz’da hazırladığı bir belgeye göre, oldukça cömert bir tazminat paketi aldı. Paket; 1 milyon dolar asli maaş, hisse senetlerinden yıllık 12 milyon dolar, 2 ila 4 milyon dolar arasında yıllık performans ikramiyesi ve aynı görevde beş sene kalması halinde 30 milyon dolarlık talih kuşu! Bu miktarlar Yahoo’nun işi ciddiye aldığını ve Mayer’i sonuna kadar desteklediğini ortaya koyuyor. Peki, bu para karşılığında Yahoo ne kazanıyor?
Ortak geçmiş
Google’ın ilk kadın mühendislerinden biri olan Stanford mezunu Mayer, Google’ın en başarılı projelerini hayata geçirmede önemli rol oynadı. Mayer, şirketin Coğrafi ve Yerel Hizmetler Başkan Yardımcısı olmadan önce Arama Ürünleri ve Kullanıcı Deneyimi Başkan Yardımcısı’ydı. Yeni görevi onu, arama devinin yönetici dümeni olan Google’ın yönetici komitesine taşımıştı. Mayer’in güçlü olduğu farklı konular var: Yazılım mühendisliği alanındaki pratik deneyimi, dünyanın bir numaralı arama motoru şirketinde iki ana departmanın yöneticilik deneyimi ve en önemlisi de Google’ın tam kalbinde geçen toplam 13 yıl. Mayer, Google’ın stratejilerini avucunun içi kadar iyi biliyor. İlk internet kullanıcıları açısından Mayer’in transferi ayrı bir önem taşıyor. 90’ların dotcom patlaması sırasında arama demek Yahoo demekti. Yahoo, 1994 yılında Mayer’in mezun olduğu Stanford Üniversitesi’nde bir proje olarak hayata başladı. David Filo ve Jerry Yang’in internet dizini oluşturma projesi, kısa sürede yeni gelişmekte olan internette farklı kullanıcıların dikkatini çekti. Öğrencilerse bu sistem için tam zamanlı çalışma üzere okullarını terk ettiler.
Kendimi şanslı hissediyorum
O güne kadar hakkında sadece “bir telefon ya da işletim sistemi değil”, “bir uygulamadan çok daha fazlası” ve “tamamen yeni bir deneyim” gibi esrarengiz açıklamalar yapılan Facebook Home nihayet kısa süre önce tanıtıldı.
Bu “yeni deneyim”i sadece telefonun ekranından ibaret saymamak gerekiyor. Home’un yapmaya çalıştığı şey sadece telefonlarımız için bir Facebook ortamı yaratmak değil, hayatlarımız için bir Facebook ortamı yaratmak.
Home ile birlikte Facebook, insanların kontrol ettiği, üzerinde kontrol sahibi olduğu, kendi istek ve ihtiyaçlarına göre harekete geçirdiği bir şey olmaktan çıkıyor, her zaman açık olan, bizimle sürekli iletişim kuran, sürekli ilgi isteyen, bizim yerimize insanları selamlayan bir şeye dönüşüyor. Facebook sayesinde telefonlarımız insanlarla konuştuğumuz bir cihaz olmaktan çıkıp, bizimle iletişim kuran bir arayüz halini alıyor. Ve bu iletişimde konuşan taraf Facebook.
Kısa bir süre sonra bir grup cep telefonuna indirilebilecek olan Home, özünde Google Android işletim sisteminin, -Facebook mühendisleri tarafından- merkezinde Facebook olacak şekilde elden geçirilmiş, “Facebooklaştırılmış” bir sürümü. Telefonlarını açtıklarında insanların görecekleri ilk şey Haber Kaynağından gelen ve “cover feed” adı verilen bir dizi güncelleme, arkadaşların paylaştıkları fotoğraflardan oluşan bir slayt gösterisi. Bunlar telefonun başlangıç ekranını tamamen kaplıyor. Kullanıcılar bu ekranı geçerek diğer uygulamalara ulaşabiliyorlar. Home’da ayrıca “chat heads” adı verilen, arkadaş listesindeki isimleri Facebook fotoğraflarıyla değiştiren ve herhangi bir uygulama üzerinden mesaj göndermeye izin veren bir özellik bulunuyor.
Depolama, bilgisayar ve internet dünyasının temel taşlarından biri. Dijital içeriğin artmasıyla birlikte depolama da şekil değiştirdi. Son birkaç yıldır adından giderek daha fazla söz ettiren “bulut bilişim” (cloud computing) hem bireyleri hem de şirketleri yakından ilgilendiriyor. Microsoft, Google ve Dropbox tüm dosyalarınızı bulutta sakladığını bağırarak duyuran devlerden sadece birkaçı. Ama bulut gerçekte ne kadar veri depoluyor?
İster inanın ister inanmayın ama herhangi bir anda yetişkin içerikli çevrimiçi videolar toplam internet bant genişliğinin yaklaşık %30'unu işgal ediyor. Yani her saniye yaklaşık 6 terabayt porno tüketiliyor! Peki ya kalan %70? Netflix, Youtube ve benzeri diğer yetişkin içerikli olmayan video siteleri de bant genişliği canavarları, internet trafiğinin neredeyse %40'ından sorumlu. Rapidshare ve Megaupload gibi dijital dosya depoları da dünya genelindeki trafiğin yaklaşık %10'unu kullanıyor. Web’de gezinme ve e-posta (ve tabii ki spam e-postalar) da bir diğer %15'ini. Ve tabii bir de bulut bilişim var.
Günümüzde web hizmetlerinin ve web sitelerinin çoğu “bulut”ta barındırılıyor. Yani, firmalar kendi donanımlarını yönetmek yerine, dış firmaların bulut depolama ve bilişim hizmetlerini kullanıyorlar. Amazon Web Services (AWS), Microsoft Azure ve Google devasa büyüklükteki bulut sistemlerinin en gözde örnekleri. Ama onlara benzer yüzlerce küçük çaplı başka firma daha birkaç sunucudan koca veri merkezlerine kadar değişen ölçeklerde hizmet sunuyor.
2007 yılında Apple, ilk başarılı çoklu dokunmatik cihaz olan iPhone’u piyasaya sürdü. iPad ise bundan üç yıl sonra piyasadaydı. İki cihaz birlikte bilişim dünyasında 30 yıl önce grafik arabirimin yaptığına benzer bir etki bıraktı. Her iki durumda da etkileşim şeklindeki değişim, eski yönteme alışmış olanlarca eleştirilmişti.
Eleştirenlerin en çok böbürlendiği kavram üretkenlikti: “Grafik arabirim komut satırının gücüne sahip olamazdı, dokunmatik ekran fare imleci kadar isabetli olamazdı.”Bu iddiaların sorunlu tarafı, aşina olmakla gerekliliği karıştırmaları ve hayal gücü eksikliği. Grafik arabirim, komut satırı dünyasında hayal dahi
edilemeyecek düzeyde üretkenlik sağladı. Dokunmatiğin egemen olduğu bir gelecek fikri, nasıl yazılım yarattığımızı, herhangi bir şey yaratmanın en iyi yolunu veya sadece eğlenip dünyayla bağlantıya geçme biçimimizi yeniden düşünmemize yol açıyor.
Google’ın X Laboratuvarları Kuzey Kaliforniya'nın Körfez Bölgesi'nde bir yerde. Bu laboratuvarın üzerinde çalıştığı işler gibi konumu da gizli, nerede olduğunu kimse bilmiyor. Söylentilere göre Google ekibi geleceğin teknolojisinin sınırlarını zorlayan 100'ü aşkın proje üzerinde çalışıyor.
Zaman zaman bu projelere dair ufak tefek bilgiler sızabiliyor. Uzay yolculuğu ve şoförsüz araçlar, gündeme en çok gelen çalışmalarından yalnızca birkaçı. Ancak Google, geleceğe yönelik en büyük adımlarından birinin önündeki sis perdesini yakın bir zamanda kaldırdı. “Project Glass” adını verdikleri bu proje, ileri teknolojiye sahip bir gözlükten ibaret. Bu gözlükleri bir kez taktığınızda, internet üzerinden her türlü bilgiye anında ulaşabileceksiniz. Google bu başarıyı gösterirse, akıllı telefonlarınıza hiç gerek kalmayacak bile.
Proje ilk duyurulduğunda, YouTube'da izleyebileceğiniz “Project Glass: One Day” adlı bir video yayınlandı.
• Parola nedir?
Aslında hepimiz biliyoruz ama biraz daha açık bir tanım yapabiliriz. Parolalar; harflerden, rakamlardan ve sembollerden oluşan; kişisel hesaplarınızla bu hesaplarınıza ulaşmasını istemediğiniz kişiler arasında engel oluşturan bariyerlerdir. Bir parola, her anlamda güvenliğinizi sağladığı için çok önemlidir. Hayati bilgilerimizin gün geçtikçe çevrimiçi ortamda daha fazla tutulmasıyla birlikte, parolalarımızın yeterince güçlü olduğundan da emin olmalıyız.
Bill Gates, 2008 yılının Şubat ayında Stanford Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada sansür konusunda endişelenmediğini belirtmiş ve “İnternetteki özgür içeriği dünya çapında engelleyebilecek herhangi bir risk görmüyorum.” demişti. Nasıl da yanıldığını şimdi görebiliyoruz. Dünya halen ticari dijital ürünlerin yasa dışı kopyalarının indirilmesini engelleyecek bir düzenleme ihtiyacını tartışırken, hükümetler de, kendilerince istenmeyen durumlar tespit edip bizi onlardan “koruma” gerekçesiyle gittikçe artan düzeyde sansür kullanmaya başladı. Bazı ülkelerde bu uygulamalar, temel insan hakları ihlalleri ve zulüm haberlerinden “korunma” noktasına kadar varıyor.
Türkiye’de pedofili içeren görüntülere yanlışlıkla denk gelme ihtimaliniz çok düşük. O kadar yasa dışı ki, sadece ücretli üyeliklerle ve gizli yollarla ulaşılabiliyor. Buna rağmen politikacılar halen bu tür içeriklere erişim ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylüyor ve bunu internet sansürü için bahane olarak öne sürüyor. Biz duyarlı, kurallara saygılı vatandaşlarız; yasa dışı içerik peşinde koşmayacağımızı farz ettiğimizde, sansürsüz interneti hak etmeliyiz. İşte böyle durumlarda insanlar online sansürü nasıl yeniyor?
Sınırlar belirsiz
Online sansürle ilgili en temel sorun, sınırlarının belli olmaması ve genellikle ahlaki korkuları gerekçelendirerek, hatta zaman zaman yalnızca gizemli bir şahsın şikâyeti sonucu uygulanması. Bazen sansür, gerçekte var olan asıl sorunu çözmek için değil, seçmenlerin gözünde iyi görünmek için kullanılıyor. Bu, az çok sansür uygulayan çoğu ülkede böyle. Bunun bir de teknolojik boyutu var. Sansür planınızdaki tüm deliklerin nerede olduğunu bilmiyorsanız ve onları tıkayacak kaynaklara sahip değilseniz, hepsini tıkamayı da umamazsınız.Web siteleri, birçok farklı nedenden ötürü devlet tarafından engellenebiliyor. Bazen bu tercihler keyfi olabildiği gibi, toplumu tehdit eden gerçek unsurlara yönelik değil, sansür mekanizmasını uygulayan kişilerin ahlaki değerleri doğrultusunda gerçekleşebiliyor. İnternet sansürü bazı ülkelerde özel devlet kuruluşlarının talimatıyla çıkarılıp farklı İSS’ler (İnternet Servis Sağlayıcı şirketler) aracılığıyla uygulanıyor. Bazılarındaysa neyin engelleneceğine polis karar veriyor.Örneğin Çin'de yasaklanan sitelerin listesi, sorgulamaksızın bu listeyi uygulamak zorunda kalan internet servis sağlayıcılarına gönderiliyor. Siyasi şartlar değiştikçe, bu liste de neredeyse her hafta değişiyor. Çin, aynı zamanda forumları, blog’ları ve web sitelerini düzenli olarak takip eden ve bulduklarını devlete rapor eden kalabalık bir internet güvenlik memuru ordusuyla çalışıyor. Şüphesiz devlet herhangi bir şeyi sevmediği takdirde, Çin'de hiç kimse o şeyi göremez. Çin'deyken “Tiananmen Meydanı katliamı” hakkında arama yapmayı deneyin. Bulacağınız tek şey, ya meydanla ilgili turistik bilgiler olacaktır ya da böyle şeyler aramamanızı söyleyen bir uyarı mesajı.
Finlandiya'da neyin yasaklanacağına, polis teşkilatının açıklanmayan üyeleri karar veriyor. “Çocuk pornografisi”ne karşı yürütülen mücadelede orantısız bir sansür uygulandı ve eşcinsel evliliği savunan sayfalarla birlikte sansürü eleştiren web siteleri de arada kaynadı. Suudi Arabistan'da ise bu sansür, bikini ve mayo satan online alışveriş sitelerine kadar uzanıyor. Tüm bunlar bize, korumaya çalıştıkları insanların değil, daha çok sansürü uygulayan şahısların tavırları ve eğilimleriyle ilgili ipuçları veriyor.
Amaca yönelik aldatmaca