HAMPTON COURTBAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener Langdom Oteli’nin lobisine biraz erken indi. Başbakan’ı beklerken sohbete koyulduk.
Türkiye ile AB’nin sorunları ortak hale geleceğine göre Avrupa bütçe kavgası hakkında ne düşünüyorsunuz? (Gülerek) Bizim bütçe mi?
Yok, AB bütçesi...
O konuda kritik olan AB’den hangi alanda ne kadar fon kullanabileceğimiz. Kullanamazsak AB bütçesini finanse eder hale geliriz.
KÜRESEL AB’NİN İKİ YOL KAVŞAĞI
Şener’in sözünü ettiği fonlar Hampton Court’taki gayri resmi AB Zirvesi’nde liderlerin önüne konulan iki kritik tartışma başlığından ilki...Diğerini de en az Tony Blair kadar ünlü bir başka İngiliz şöhretine özgü üslupla tanımlarsak: Adı güvenlik, sosyal güvenlik.
İngiltere ABD ve Çin’le rekabette zorlanan AB’ye ‘küresel kimlik’ kazandırma kampanyasını bu iki cephede açtı: Tarımda teşvik fonlarını azaltma önerisi-zaten karar çıkması beklenmeyen bu toplantıda- tıpkı haziran zirvesinde olduğu gibi Fransız vetosuna takılacağa benziyor. Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın Financial Times’ta Blair’e cevaben kaleme aldığı makalenin özeti belli: ‘AB’yi serbest pazar haline getirmeyiz.’
İş yasaları ve sosyal güvenlik açığı reformlarıysa Alman seçimi nedeniyle vites küçülttü. Almanya’nın yeni başbakanı Angela Merkel’in seçim beyannamesi aslında Blair’in gönlünden geçen modelin karbon kopyası gibiydi. Daha esnek iş saatleri, yani patrona işçiyi daha az süreyle çalıştırıp daha az ödeme hakkı... İşten çıkarmaların kolaylaşması...Yaşlı nüfusun yüklü emekli maaşı için az sayıda genç çalışandan daha uzun süreli ve yüksek prim toplanması. Belki de tek ve daha düşük gelir vergisi oranı.
Ne var ki Almanya’da başbakanlık koltuğunun sahip değiştirmesi bu ara zirveye yetişmedi. Dolayısıyla Blair masaya yeni küresel rekabete daha yatkın düşünen Merkel yerine Fransızlarla sosyal devlet ortak paydasında buluşan Gerhard Schröder’le oturmak zorunda kaldı-ama galiba son kez!
HANGİ MODEL DAHA UYGUN?
Aralık ayındaki olağan Brüksel Zirvesi’nde başta bütçe olmak üzere yeni Avrupa ekonomik modelinin tartışılacağı zemin olacak. Küresel AB isteyenlerle, merkezi ve daha içe kapalı sistemde ısrar edenler uzlaşmaya çalışacak. Peki hangi model Türkiye’ye yarayacak?
Aslında bu sorunun yanıtı o kadar zor değil. Çünkü küreselleşme ile ekonomik bütünleşme önündeki engeller kalktıkça Avrupa kapıları Türkiye’ye daha kolay ve gönüllü açılır. Pazar ve refah sadece ama sadece rekabetin kuralları çerçevesinde paylaşılır. Avrupa küresel rekabetten korktukça, iş ve aş korkusuna düştükçe, bu kez ekonomik bölücü zihniyet hortlar, yeni bir duvar örülür, Türkiye’nin işi çok zorlaşır.
Ne yazık ki Türkiye Avrupa’nın bu tarihi karar sürecinin tarafı ve parçası değil. Ama üzerine düşen hiçbir vecibe de yok sayılmaz. Örneğin Ankara sosyal güvenlik reformunu neden bu kadar geciktirdiğini sadece IMF’ye değil AB ve Türk iş dünyasına da daha iyi anlatmak zorunda. Bu zirveye 7.5 saatlik yoldan, Yemen’den uçarak sadece 6 saat önce yetişebilen tek lider Türk başbakanıydı. Ama küresel entegrasyon ve rekabet için sadece dış gezi yetmez, iç korku duvarlarını da yıkmak şarttır, unutmayalım.