Elif Çongur

Uysak ne uymasak ne

2 Ağustos 2013
Taraftarın tümünü şiddetin doğal destekleyicisi olarak gören ezberden vazgeçmeye kimsenin niyeti yok. Futbolda şiddeti durdurabilmek için yasaklamanın çok ötesinde bir çaba göstermek gerektiğini anlamak isteyen yok.

Nerede oynanacağı gündemi epey meşgul eden Süper Kupa Finali’nin Kayseri Kadir Has Stadyumu’nda, olağanüstü güvenlik önlemleri altında ve yasaklar eşliğinde oynanacağını öğrenmiş bulunuyoruz.


Kayseri İl Spor Güvenlik Kurulu, 11 Ağustos’ta oynanacak Süper Kupa finali için alınacak güvenlik önlemlerini gözden geçirmiş. Süper kupa finali bitimine kadar güvenlik, trafik, sağlık, itfaiye, zabıta teşkilatında izinler kaldırılmış. Final için 3 bin polis, bin özel güvenlikçi görev yapacak, takım taraftarları bariyerlerden geçerek ayrı ayrı koridorlardan stada alınacakmış. Takım kafilelerinin kalacağı otel ve çevresinde, otogar, tren garı, havaalanı ve kent merkezindeki işlek yerlerde, otobüs ve raylı sistem duraklarında, motorize ekipler ve yaya polis devriyeleri maç günü ve öncesi denetim yapacakmış.


Kurul, hakaret içeren, tahrik edici sözler taşıyan pankartlar ile davul gibi vurmalı müzik aletlerinin stadyuma alınmayacağını, tribünlerde sadece Türk bayrağı ve takımlara ait flamalar dalgalandırılacağını belirtmiş.


Anlaşılıyor ki, taraftarın tümünü şiddetin doğal destekleyicisi olarak gören bu ezberden vazgeçmeye kimsenin niyeti yok. Futbolda şiddeti durdurabilmek için yasaklamanın çok ötesinde bir çaba göstermek gerektiğini anlamak isteyen yok. Tek çözümü yasaklamada aramanın, tüm taraftarların örgütlü şiddetin içinde olan gruplarla bir tutulmasına sebebiyet verdiğini dikkate alan yok.

Yazının Devamını Oku

Rüya bütün çektiğimiz

29 Temmuz 2013
Ligin başlamasına sayılı günler kala, taraftarın ektiği barış tohumları filizlenecek diye beklerken Kulüpler Birliği seçiminde yaşananlarla gerçeğimize geri döndük.

Eskişehirspor başkanı Halil Ünal’dan boşalan, Kayserispor Başkanı Recep Mamur ile Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl’ın aday olduğu Kulüpler Birliği başkanlığı seçiminde yaşananlar yine içimizi kararttı.

Ben basının yalancısıyım, şöyle olmuş. Başkan adayı Mamur, toplantıda temsilcisi bulunmayan Fenerbahçe Kulübü’ne kendisinin vekâlet edeceğini belirtmiş. Bunun üzerine Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, “Şikeci, ülke futbolunun itibarını yerler altına alan bir takımın vekâletini almaya utanmıyor musun? Biz ülke futboluna hizmet eden adamlar olarak buraya geliyorsak ve ülke futbolu için önemli karar alacak, başkan seçeceksek Fenerbahçe Başkanı da buraya gelecek” demiş.



Efendim, sonra karşılığında Recep Mamur “Sen Trabzonluysan, ben de Kayseriliyim. Adam kere adamım. Nereli olman önemli değil. Önemli olan adam olmaktır. Ben de adam gibi adamım” demiş.

Bitmemiş, yetmemiş, bu defa Hacıosmanoğlu,

Yazının Devamını Oku

Sayıların zaferi

26 Temmuz 2013
Sporun, doğası itibariyle, sayılarla arasında kopmaz bir bağı vardır.Hatta denebilir ki sayıların, matematikten sonraki en büyük aşkı, her zaman spor olmuştur. Skorlar, rekorlar, dereceler, sayılarla ifade edilir.

Bizim memlekette, sanki olumsuz bir anlama sahipmiş gibi kullanılan sözcükler vardır. “Amatör” sözcüğü, bunların önde gidip flama sallayanlarından biridir.

“Amatör” sanki “Bir işi para kazanmak amacıyla yapmayan kimse” demek değildir de “işi az bilen”, “yeni başlayan”, “yetersiz” demektir. İşin içinde para kazanmak yoksa o sözcüğü de sevmeyiz biz.

“Amatöre yakışır biçimde, para kazanma amacı gütmeyerek” anlamını taşıyan “amatörce” sözcüğü mesela, seyircilerden kısa mesaj yoluyla oy toplayıp para kazanmak üzerine kurulu tüm yarışmalarda en sık kullanılan azar sözcüğüdür. Yarışmacılar sık sık “amatörce” davranmakla suçlanıp hızla profesyonelliğe davet edilirler.

Sporun başlangıcında boylu boyunca yatan amatörlük fikrine en güzel örnek Antik Olimpiyat oyunlarında sporculara ödül olarak yabani zeytin dallarından taçlar takılmasıdır. Ama daha da güzeli, başarının büyük şairlerin şiirleriyle ödüllendirilmesidir. Zaten hiçbir şey amatör ruhu, başarının şiirle ödüllendirilmesinden daha iyi açıklayamaz herhalde.

Yazının Devamını Oku

Ödüle doymak

22 Temmuz 2013
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç “Doping yapanların önüne geçebilmek için yüksek ödüllerin kalkması ve yeniden düzenleme yapılması gerekiyor” demiş.Sporcunun para ile ilişkisinden önce, sporun para ile ilişkisine bakmak gerekmez mi?

Sadece futbolda değil, sporda da masumiyet çağının çoktan kapandığını, olimpiyatların da artık olimpizm felsefesinin çok uzağına düştüğünü biliyoruz. Hele hele seksenli yıllardan başlayarak, olimpik ruhun kendini doping, sponsorluk, marka gibi kavramlara teslim ettiğini açıkça görüyoruz, sır değil. Tüm bunların para yüzünden olduğunu da elbette biliyoruz.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç “Doping yapanların önüne geçebilmek için yüksek ödüllerin kalkması ve yeniden düzenleme yapılması gerekiyor” demiş. Para ve dopingin arasındaki kuvvetli bir ilişki olduğu muhakkak. Ama sporcunun para ile ilişkisinden önce, sporun para ile ilişkisine bakmak gerekmez mi?


Mesela, sporcuların üzerinden kazandıkları paraları saymaktan yorulanların, tek taraflı çıkar üzerine kurdukları sözleşmelere, o berbat sözleşmelerin bile koşullarını zamanında yerine getirmeyenlere bakmakla başlanabilir.

Alt liglerde oynayan şöhretsiz ve güvencesiz sporcuların özlük haklarını yok sayanlarla, hak aramalarına izin vermeyenlerle ilgilenilerek devam edilebilir.

Yazının Devamını Oku

Sevinmekten korkmak!

19 Temmuz 2013
Gamze Bulut, 23 Yaş Altı Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda altın madalya kazandı.

Ama dopingle imtihan sonuçlarımız ortadayken, Aslı Çakır Alptekin henüz aklanmamışken, daha Akdeniz Oyunları’nda yaşananlar bu kadar sıcakken gönül rahatlığıyla sevinemiyoruz.

Özellikle sporla seksenlerde ilgilenmeye başlayanların üstlerinden hala atamadıkları bir doping kabusu vardır. Seksenlerde çocuk olanların sporla kurdukları güven ilişkisinin ilk kırılma noktası 1988 Seul Olimpiyatları’nda yaşanır. 




Sokakta Ben Johnson’ın 100 metre rekoru sonrasındaki hareketlerini taklit ederek koşan çocuklara kötü haberi mahallenin abileri verir: “Koşuşup durmayın deli deli, dopingli çıktı o!” derler.
Ben Johnson’ın dopingli çıktığı o gün, o çocukların içine bütün tekinsiz duygular çörekleniverir. Tüm taraftarlık duygularından azade, dünyanın öbür ucunda başarısına sevindikleri o adam yalan söylemiştir.

Yazının Devamını Oku

Tamburam ne çalıyor!

15 Temmuz 2013
Irkçı sözleriyle tanıdığımız güreşçiyi başımızı çevirdiğimiz her yerde gördüğümüz için şart oldu yineleyelim. Irkçılık, Türkiye sporunun en önemli gizli gündemlerinden biridir.

Geçtiğimiz sezon Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde muz sallamayla gündeme gelen ırkçılık meselesinde, hem konunun muhatapları, hem de spor yorumcularının büyük çoğunluğu kuvvetli bir reddetme refleksi göstermişti. Başka zaman yalvarsan yapmayacakları ağız birliğini bu reddedişte yakalamışlardı. Hep bir ağızdan “Bizde ırkçılık yok”, “Türkiye’de ırkçılık olmaz”, “Konuyu derhal kapatalım” biçiminde açıklamalar yapmışlardı.


O zaman da konunun kapatılarak değil, üstüne gidilerek çözülebileceği üzerine yazmıştık, ırkçılık belasının Türk sporunu nasıl kemirdiği tartışmıştık.  Irkçılığın, elbette reddedilmesi gereken bir insanlık suçu olduğunu, ama onunla mücadelenin varlığını reddederek değil, onunla yüzleşerek yapılabileceğini söylemiştik.


Şimdi ırkçı sözleriyle tanıdığımız güreşçiyi kafamızı çevirdiğimiz her yerde gördüğümüz için şart oldu yineleyelim.


Irkçılık Türkiye sporunun en önemli gizli gündemlerinden biridir. Yıllarca Diyarbakırspor maçlarından yükselen tezahüratlar düpedüz ırkçılıktır. Milli maçlarda avaz avaz  “Ayağa kalkmayan Ermeni olsun” diye bağırılması ırkçılığın alasıdır. Statlardan etnik kimliklere karşı yükselen sloganlar, Yahudi takımlarına edilen küfürler ırkçılığın dik alasıdır. Zamanında Bursaspor-Diyarbakırspor maçında yaşananlardan sonra, o maçtaki ırkçı tezahüratlardan sadece “kötü tezahürat” diye söz edilip geçilmeseydi, bugün sporda ırkçılıkla mücadelede başka noktalara gelinmiş olurdu. Memnun olmadığı futbolcudan “yamyam” diye söz eden yöneticilere gerektiği gibi yaklaşılsa bugün işler başka türlü yürürdü. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra tribünlere beyaz bere ile gelenler, “Hepimiz Ogün’üz” sloganını atanlar yok sayılmasa, unutulmasa, münferit kabul edilmese acımız ve utancımız ikiye katlanmamış olurdu.


Yazının Devamını Oku

Delikanlı kim bakalım

12 Temmuz 2013
Taraftarın Gezi Parkı deneyimi gösterdi ki, bundan böyle, şiddet söz konusu olduğunda hemen taraftarın yakasına yapışılamayacak.

 

Futbol taraftarları şiddetle olan imtihanlarını geçtiler. Şiddete karşı, şiddeti dışlayarak durdular.

Türkiye futbolu, geçtiğimiz sezonu küfürle, hakaretle, tekme tokatla, boğaz boğaza gelmelerle geçirdi. Nihayetinde gencecik bir beden toprağa verildi. Sonra en kestirme yoldan kimileri tarafından taraftarlar suçlu bulundu. Her zaman yapıldığı gibi şiddetin sorumlusu ilan edilen taraftar üzerine yazıldı, çizildi, yasaklardan, yaptırımlardan söz açıldı, iki lafın arasına muhakkak “fair play” sıkıştırıldı.

 

Kimilerinin ise aynı şeyi anlatmaktan dilinde tüy bitti. Tanıl Bora’nın mesela. Yıllarca, Türkiye’de taraftarlara potansiyel bir suçlu gibi bakıldığını anlatıp durdu. Taraftara ergen gibi davranıldığını, gerektiğinde başının okşandığını ama icabında kolaylıkla tokadı yediğini, bir türlü reşit insan muamelesi görmediğini.

 

Taraftarın Gezi Parkı deneyimi gösterdi ki, bundan böyle, şiddet söz konusu olduğunda hemen taraftarın yakasına yapışılamayacak. Futbol taraftarları şiddetle olan imtihanlarını geçtiler. Şiddete karşı, şiddeti dışlayarak durdular.

 

Yazının Devamını Oku

Gitar çalmaya benzesin

5 Temmuz 2013
Beşiktaş, yeni teknik direktörü Slaven Bilic’e kavuştu.Başarıya giden yolun teknik taktik hesaplarını bir tarafa bırakarak, saha kenarında farklı bir adam görmenin heyecanı ile bekliyoruz.

Slaven Bilic’in teknik direktörlüğü, tecrübesi, başarı şansı gibi toplara girmeye gerek yok. Beşiktaş’ın futbol direktörü Önder Özen hesabını kitabını yapmıştır. Zaten futbol uleması yatıp kalkıp bunu konuşacaktır, kimseye sıra gelmez.


Bizim hesabımız başka. Başarıya giden yolun teknik taktik hesaplarını bir tarafa bırakarak, saha kenarında farklı bir adam görmenin heyecanı ile bekliyoruz. Çünkü Bilic’in olma biçimi, memleket futbolunun klişelerden örülmüş duvarlarının dibine bırakılmış bir bomba gibi.

 


Türkiye’de alışık olduğumuz teknik direktör profilinden çok uzak, farklı, renkli. Bir kere, gitaristliğini yaptığı Gitar çalmaya benzesin

“Rawbau”

Yazının Devamını Oku