Elif Çongur

Altı tam puan İlhan Mansız’ın

11 Ekim 2013
İlhan Mansız, Türkiye futbol tarihinin James Dean’idir. Popüler bir ikon olacak her şeye sahip olmanın, sahici bir duruşa sahip olmayı dışlamadığının ispatıdır. Türkiye futbol tarihinin gördüğü en kısa rüyalardan biridir.

İlhan Mansız, çok kısa denebilecek bir süre oynamasına rağmen Beşiktaş tarihinin en sevilen futbolcularından biri olmuştur. İlhan Mansız sevgisinin altında, yarım voleleri, golleri filan aramak beyhudedir. Bülent Korkmaz’ın bir zaman dediği gibi, “Beşiktaş taraftarı tuttuğunu gerçekten sonuna kadar tutan, ama sevmediğini de hiç sevmeyen bir taraftar. Sevmedikleri zaman belki on tane gol de atsanız kendinizi beğendiremezsiniz, ama sevdikleri zaman da o futbolcuyu sonuna kadar desteklerler gerçekten.”


Beşiktaş taraftarını bir futbolcunun arkasında sonuna kadar tutan şeyin kendisi aşktır. “Başlangıçta bir melek konduğunu, sonunda bir kelebek öldüğünü, yani kısacık sürdüğünü” bile bile âşık olmaktır. O yüzden bir futbolcuyu severken kerterizi golden filan almazlar, bazen kısacık bir rüyayı “bir korkular ve alışkanlıklar bütünü”ne yeğ tutarlar.


İlhan Mansız’ın şahane gollerini unutabilirler ama o golü hiç unutmazlar. Denizlispor karşısında Fevzi’nin yediği iki hatalı gol tribünleri çileden çıkarmıştır. Devre arasında İlhan Mansız, tribünler tarafından yuhalanan, çok üzgün olan Fevzi’nin formasını ister. İkinci yarı attığı golden sonra kendi formasını çıkarır, içinden Fevzi'nin forması çıkar.


İlhan Mansız, Türkiye futbol tarihinin James Dean’idir. Popüler bir ikon olacak her şeye sahip olmanın, bir yandan sahici bir duruşa sahip olmayı dışlamadığının ispatıdır. Türkiye futbol tarihinin gördüğü en kısa rüyalardan biridir. O kısacık rüyadan bir Beşiktaş efsanesi doğmuştur.


Yazının Devamını Oku

Milli profesyonellik

8 Ekim 2013
Profesyonellik, çekiştire çekiştire sündürdüğümüz; futbol dünyasının diline pelesenk ettiği, biçim olarak bayıldığı ama özüyle bir türlü barışamadığı, işine geldiği gibi kullandığı bir kavram.

Kavramlarla konuşmayı sevdiği kadar, o kavramların içini boşaltmaya hatta kimi zaman altını oymaya bizim kadar meraklı millet yoktur. Şöyle de denebilir, kavramların dışını beğeniriz, işimize gelmeyince içini değiştirmekte beis görmeyiz.


Evvel ezel böyledir bu. Memleketin yüzünü tamamen asriliğe, başka bir ifadeyle Batı’ya döndüğü kuruluş yıllarında bile, yani modernizm kavramıyla hiçbir sorun yaşanmaması gereken zamanlarda bile, kavramla ilgili derin sıkıntılar yaşanır. Zira bizim modernleşmemiz Batı’nın her tür formunu, kurumunu, hayat tarzını ithal etmek ister ama bir yandan da “yabancılaşma” ya da “bireysellik” gibi unsurları dışarda bırakmak ister. Biçimi sever ama özü ile barışamaz, yine de ısrarcıdır.


Sanatta mesela, modernist eserlerin biçimiyle barışıkken, içeriyle kavga edilir. İşin içine modernist soyutlama girince; yabancılaşmış bilinç, bireyin gelenekten kopuşu, milletten uzaklaşması filan gibi kavramlar peşi sıra geleceğinden sıkıntı büyük olur. O yıllarda moderni millileştirmek için büyük çaba harcanır.


Profesyonellik kavramı da; futbol dünyasının diline pelesenk ettiği, biçim olarak bayıldığı ama özüyle bir türlü barışamadığı bir kavram. Bu kavramı millileştirmedeki ısrarımız hakikaten takdire şayan. Galatasaray’da son günlerde yaşananlara bakmak, profesyonelliği nasıl işimize geldiği gibi kullandığımızı anlamaya yeter.

Yazının Devamını Oku

Üç büyüklerin sonuncusu

5 Ekim 2013
Turgut Özakman ceketini sahici bir saygıdan ilikleyen bir kuşağın temsilcisiydi. “Ya ya ya, şa şa şa!” tezahüratını duymuş bir kuşağın temsilcisi.

Melih Cevdet Anday, Haldun Taner ve Turgut Özakman, Türkiye tiyatro yazarlığının üç büyükleridir. Turgut Özakman üç büyüklerin yaşayan son temsilcisiydi. Onu sadece Şu Çılgın Türkler ve sonrasıyla anmak, Tuncel Kurtiz’i sadece Ramiz Dayı’yla anmak kadar büyük bir haksızlık olur.


Turgut Özakman çok büyük bir tiyatro yazarıdır. Ocak oyunu Türkiye tiyatrosunun santrasında durur. Bir Şehnaz Oyun, Fehim Paşa Konağı gibi oyunları hiç eskimeyecek oyunlardır, nereden ne zaman vurulsa gol olur. Korkma İnsancık Korkma Türkiye edebiyatının “Ağlamak istiyorum sayın seyircileri”dir, bu dilde yazılmış en etkileyici romanlardan biridir. Yılların yazarlık ve hocalık deneyimi ile yazdığı Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği denebilir ki, dramatik yazımı anlatan dünyadaki en yetkin kitaplardan biridir. Okuyup da hocanın her zaman dehadan üstün tuttuğu zanaatı öğrenmeyen kırmızı kartlıktır.


Turgut Özakman, çok iyi bir hocadır. Öğrencileri ondan sadece tiyatroyu, yazmayı, çalışmayı, düşünmeyi öğrenmezler. Mesleklerine duymaları gereken saygıyı onun anılarından öğrenirler.


Yazının Devamını Oku

Kabile şefini nasıl seçer?

5 Ekim 2013
Teknik direktörlerin nasıl gittikleri belli. Peki, gelenler nasıl geliyor, sanki biraz ona bakmak lazım.

Fatih Terim’in gidişinin yarattığı fırtına biraz dinince, biliyoruz ki, “Galatasaray’ın başına kim gelmeli?” sorusu, hayatın sırrını çözmekle eş değer tutulacak, üzerine çok yazılıp çizilecek, saatlerce tartışılacak, bir dolu isim havada uçuşacak. İsim netleşince tartışmanın boyutu değişecek ama mevzu uzayacak da uzayacak.


Hoş zaten haberin mürekkebi değil kurumak, daha damlar damlamaz kaçınılmaz soruya yanıt aranmaya başlandı bile. Hemencecik, Jupp Heynckes’in Galatasaray’ın başına geçeceği iddia edildi, hatta menajerinin İstanbul’da olduğu söylendi. Dick Advocaat ve Guus Hiddink isimleri telaffuz edildi, anılan bir diğer isim de Roberto Mancini oldu.


Aslında teknik direktörlerin nasıl gittikleri belli. Peki, gelenler nasıl geliyor, sanki biraz ona bakmak lazım.

Yazının Devamını Oku

Hepimiz Pluton’uz!

27 Eylül 2013
Biliyoruz ki takım yeniliyor diye sahaya dökülecek bir taraftar değildir Beşiktaş taraftarı. Hatta denebilir ki, mağlubiyetle sorunu olmaz Beşiktaş taraftarının.


Beşiktaş- Galatasaray maçında yaşananlarla çArşı’nın ismini yan yana ananlara cevap olarak çArşı’nın, Haziran ayında kamuoyuyla paylaştığı metindeki satırlar yeter de artar bile:


“Uluslararası Astronomi Birliği, Pluton için ‘Artık gezegen değil’ dediğinde, kandırılmışlık duygusuna kapılmanın ne olduğunu iyi bildiğimiz için ‘Bi dakkaaa!’ dedik. ‘Hepimiz Pluton’uz’! Hasankeyf, yunuslar, sokak hayvanları… Bilemedik, bilemedik, bilemedik. Daha çok sevmemekmiş asıl suçumuz, bilemedik. Karadeniz için haykırdık; kimsenin diline, genzine o çaylar dökülmesin diye. Karadeniz’e kanser araştırma hastaneleri yapılsın diye inim inim inledik. Van'a 8 değil, 18 konteynır alamamaktır vicdani suçumuz. 17 Ağustos’taki acıyı biz neden daha çok hafifletemedik ki? Henüz biber gazı da icat olmadıydı üstelik. Biz buna yangınız. (…) Biz de geç kalmışız be Schindler, evet. İnsanlık için, halkımız için daha çok güzellikler yapabilirdik. Düğün nedir bilemedik; ama cenazelerimizi hep kendimiz kaldırdık. Evvellerimiz ve geleneğimiz olduğu için, dayatılana karşı çıkıp başka bir dünyayı mümkün görebiliyoruz. O yüzdendir ki, ‘Her şeyin, herkesin bir fiyatı vardır’ diyen meymenetsiz patronun suratına parayı çarpan güzel abimizi sinema salonunda alkışladığımız anın heyecanını hep içimizde yaşıyoruz. Tarih, bugüne kadar söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her şeyin şahididir. Bizim hakikatimiz, isnat edilenlerle değişmez. ‘Ağaçları sulamanın bir adalet, dikene su vermenin ise bir zulüm olduğunu’ çok ama çok, çok iyi biliyoruz. Bizim aradığımız şey bambaşka. Şairin dediği gibi, ‘Ne ağaca benzer ne de buluta’. Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yerde vicdan arıyoruz biz, vicdan!”


Yazının Devamını Oku

Beşiktaşlı Amca

26 Eylül 2013
Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığı, servis şoförlerine eğitim vermiş. Sürücüler, öğrencinin kendisi, ailesi, arkadaşları, tuttuğu takımı ve benzeri değerleriyle ilgili hiçbir koşulda olumsuz şeyler konuşmayacakmış.

Ankaralı hatrı sayılır sayıda çocuğun Beşiktaşlı olmasının nedeni ne Metin’dir ne Ali’dir, ne Feyyaz’dır. Beşiktaş aşkını o çocuklara üfleyen, kırmızı, boyaları dökülmüş küçücük minibüsüyle, Çankaya’nın pek çok okuluna servis yapan Beşiktaşlı Amca’dır.


Beşiktaşlı Amca onları hiç kırmamıştır, sesini hiç yükseltmemiştir, aslında bir önceki öğrenci kuşağın amcasıdır, o yıllarda amca olacak yaşta değil dede olacak yaştadır. Hiçbir karşılık beklemeden, “Astarı yüzünden pahalıya geliyor bu işin” demeden, hemen her gün serviste çocuklara paketler dağıtmıştır. Paketlerden bazen leblebi tozu çıkmıştır, bazen pamuk helva, mevsimine göre can erik. Ama illa ki yıkanmış!


O çocuklar eğer Beşiktaşlı Amca’ya rağmen başka takımları tuttularsa sebebi yine Beşiktaşlı Amca’dır. Çünkü Beşiktaşlı Amca’dan; takım tutmanın biraz da birbirini kızdırmaktan, tatlı tatlı itişmekten, yenilen takımla ilgili şakalar yapmaktan duyulan zevkle ilgili olduğunu öğrenmişlerdir. Bunun kırmadan dökmeden ötelemeden yapılabileceğini gösteren şahane cümleler duymuşlardır.


Mesela, servisten inerken her çocuğu tek tek takip eder, paltosunun önü açık, atkısız ya da şapkasız bir çocuk kabul edilemez: “Gocuğunun önünü kapat kötü Fenerli!”, “Atkını dola boynuna Kara Kartal!” ya da “Tak o elindekini kafana Galata!” çocuklarda aynı biçimde yankı bulur. Beşiktaşlı amcanın sırrı buradadır.


Yazının Devamını Oku

Özrü kabahatinden büyük

16 Eylül 2013
Basketbol Milli Takımı’nın Avrupa Basketbol Şampiyonası’ndaki başarısızlığının ardından, hatalı yürüme ısrarla devam ediyor.Kimse gereğini yapacağa benzemiyor. Komik bir biçimde herkes birbirini özür dilemeye davet ediyor.

Avrupa Basketbol Şampiyonası’nın ardından durumlar Ezginin Günlüğü’nün o nefis şarkısındaki gibi: “İster sev ister sevil. Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil!” Yaşanan başarısızlığın ardından, hatalı yürüme ısrarla devam ediyor. Kimse gereğini yapacağa benzemiyor. Komik bir biçimde herkes birbirini özür dilemeye davet ediyor.



Milli Takım Başantrenörü Bogdan Tanjevic istifa ediyor. Ancak, Federasyon Başkanı Turgay Demirel “Tanjevic, her zaman bizim yanımızda olacak ama şu anda kendisinin bir görevi yok” diyor. Neden acaba, belli değil.


Yazının Devamını Oku

Olimpiyat için sorular

15 Eylül 2013
Kendi gerçeğinden uzaklaşmış olsa bile, olimpiyatla spor kültürü ile arasında kopmaz bir bağ olduğunu hep hatırladım. O yüzden “Olimpiyatlar İstanbul’da olacak mı?” sorusunun çok ötesinde sorularım oldu.

Nadia Comaneci’nin Montreal’de tüm jüri üyelerinden 10 üstünden 10 aldığı vakitler doğdum. Göbeğimin kesildiği o günleri sayamadığımdan “1980 Moskova” kişisel tarihimin ilk olimpiyatıydı.


Anneannemin Bahçelievler katliamının ardından tuttuğu yas henüz bitmemiş, ablam Ferdi Tayfur'un “Ben de özledim ben de” şarkısını henüz öğrenmemiş, ben neden Ankara'da değil de Maraş'ta yaşadığımızı hiç anlamamış, memleket henüz Eylül’ün on ikisini görmemişti.


O sıkıntılı yaz, babamla Nurhak Dağları’nın eteklerine bakan evimizde, televizyonun karşısında uzun günler ve geceler geçirdik, dört yaşındaydım, “boykot”, “işgal”, “Afganistan” gibi sözcükleri hiç anlamadım.


Steve Ovett ve Sebastian Coe ile o günlerde tanıştım. Adına spor dedikleri şeye o günler ve gecelerde âşık oldum. Yıllar içinde hayatıma olimpiyatların kahramanları girdi. Marita Koch, Abebe Bikila, Mark Spitz, Carl Lewis, Edwin Moses, Olga Nazarova, Drazen Petrovic, Sergei Bubka, Gabriela Sabatini, Haile Gebrselassie, Hicham el Guerrouj…

Yazının Devamını Oku