30 Haziran 2003
Hormon desteğinin kadınlarda kalp krizi ve meme kanserine yol açtığı yolundaki haberler, menopoz sonrasındaki tedavi yöntemlerini değiştirdi. Amerika'da hormon desteği alan kadınlar yüzde 30 azaldı. Menopoz ilaçları üreten Schering'in konuğu olarak Türkiye'ye gelen Dünya Menopoz Derneği Başkanı Prof. Dr. Hermann Scheider ‘‘Artık hasta karar verme sürecine dahil ediliyor ve kişisel özellikler daha fazla dikkate alınıyor’’ dedi. Dr. Scheider'le geniş bir röportaj yaptık:
Kadın Sağlığı İnsiyatifi Araştırması'ndan sonra neler değişti?
- Avrupa'da Şubat-Nisan 2003'te Almanya, İngiltere, Fransa ve İspanya'da, yaklaşık 2 bin kadınla telefon görüşmesi yapıldı. Buna göre, Almanya'da menopoz sonrası hormon desteği alanlar yüzde 21.3'ten yüzde 19.3'e, İngiltere'de yüzde 20.2'den yüzde 18.7'ye, İspanya'da yüzde 6.5'den yüzde 5.1'e düştü. Fransa'da ise yüzde 16.2'den yüzde 22.6'ya çıktı.
Hormon destek tedavisinin (HRT) kalp hastalığı riskini artırdığı görüldü. Sadece hormonlar mı bundan sorumlu?
- Bu çalışmadaki kardiyovasküler vakaların sayısının artmasının birçok sebebi var. En önemli sebepleri ileri yaş, hatalı progesteron seçimi ve östrojen ve progesteronun yanlış dozda kullanılması.
Menopoz çağındaki bir hastayı HRT tedavisine nasıl ikna ediyorsunuz?
- Hastayı karar verme sürecine dahil ediyoruz. Hastaya durumun, tedavinin avantajlarının ve faydalarının açıklanması için yeterli zaman ayrılması ve hastanın tedavi hakkındaki isteklerinin doğru belirlenmesi çok önemli.
HRT tedavisinde yaş ve kullanım yılı sınırı var mıdır?
- Tüm ülkelerdeki tıp otoriteleri farklı önerilerde bulunmalarına rağmen HRT tedavisinde en az 3-5 yıllık kullanım tavsiye ediliyor. Tedavinin süresini belirleyecek olan en önemli unsur, hastanın risk faktörleri ve beklentileri. Bu nedenle tedavinin süresine karar vermeden önce hastanın özgeşmişi, laboratuvar tetkikleri, kemik yoğunluğu ölçümleri, meme muayenesi ve tüm bunların yanında yaşam kalitesi beklentileriyle ilgili soru formu doldurulup tüm bu faktörlerin bir arada değerlendirilmesi gerekir.
Çalışmanın korkutucu sonuçlarından biri de HRT'nin meme kanseri riskini artırmasıyla ilgili. HRT alan herkes bu risk altında mı?
- Doğal östrojen ve doğal progesteron veya doğal progesteron türevleri ile artmış bir meme kanseri riski görülmez. Varolan risk, aile hikayesi, kadının ilk doğum sırasındaki yaşı, tümörün östrojen reseptörü varlığı, tümörün tipi, evresi ve genetik yatkınlığıyla ilgili.
Kimler HRT tedavisini kullanmamalıdır?
- Akut karaciğer hastalığı, damarlarda pıhtı kopması, kalp hastalığı ve hormonlara karşı duyarlılık sorunları bulunanlara asla HRT önerilmiyor. Meme kanseri, rahim ve yumurtalık kanseri bulunanlar için tartışmalı. Zira HRT kullanan meme kanserlilerde kanserin seyri daha iyi gidişata sahip. Onkolojik tedavinin tamamlanmasından sonra HRT için herhangi bir sakınca yoktur.
Çalışmanın sonuçları bu kadar negatif olmasaydı yine de bu kadar tartışılır mıydı?
- Çalışmanın bu kadar çok tartışılmasının nedenleri sonuçların olumlu ya da olumsuz olması değil. Araştırma yönteminin bilimsel değeri var. Ancak araştırmada seçilen denek grubu 50-79 gibi ileri yaşlardan. Bu nedenle araştırma eleştiriye açık.
Tartışma yaratan araştırma
Amerikan Ulusal Kalp Akciğer ve Kan Enstitüsü'nün hormon destek tedavisi (HRT) gören 16 bin kadın üzerinde yaptığı Kadın Sağlığı İnsiyatifi Araştırması'nın sonuçları geçen yıl yayımlandıktan hemen sonra bütün dünyada büyük bir tartışma başlattı. Ortalama yaşları 63.3 olan kadınlar üzerindeki araştırmaya göre HRT, bağırsak kanseri ve kalça kırıklarını azaltıyor. Ancak koroner kalp hastalıkları, inme, pulmoner emboli (akciğere pıhtı kaçması) ile meme kanseri riskini artırıyor. İlk sonuçların yayınlaması üzerine hormon tedavisi görenler. tedaviyi yarım bıraktı. Başvuranlarda dünyanın her yerinde ve Türkiye'de ciddi azalmalar oldu. Doktorlar HRT reçete ederken, daha ince eleyip sık düşünmeye başladı. Menopozdaki her kadına, sürekli ve mutlaka HRT önermek yerine, ‘‘kişiye özel’’ yaklaşımlar ağırlık kazandı. HRT süresi 3-5 yılla sınırlı tutulmaya başlandı.
SÜRECEK
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2003
Tıp dilinde bronşiyal astım olarak adlandırılan astım bronşit, polen, evtozu, ağır kokular gibi alerjiyi tetikleyen çeşitli faktörlere bağlı olarak solunum yollarının geçici daralması sonucu öksürük, nefes darlığı ve hırıltı şikáyetleri ile kendini belli eden bir hastalıktır. Tatil döneminin başladığı bugünlerde özellikle alerjik astımı olan hastaların tatil yerlerini seçerken alerjilerini de dikkate almaları gerekir.
Evtozu allerjisi yapan akarlar, yüksek irtifada ve kuru iklimde daha az bulundukları için bu tip alerjisi olan kişilerin yaylayı tercih etmesi, polen alerjisi olan kişilerin de bitki örtüsü ve ağaç yoğunluğu fazla olan yayla ve kırsal alanlar yerine, deniz kenarlarını tercih etmeleri daha uygun olacaktır.
Ailelerin, tatil döneminde astımlı çocuklarını uzun süreli ve yoğun efor gerektirmeyen tenis, yürüyüş, voleybol ve yüzme gibi spor dallarını yapmaya teşvik etmeleri, hem onların solunum kaslarının güçlenmesine, hem de sosyal yönden gelişmelerine katkıda bulunur. Ancak havuzlardaki yüksek klor miktarına bağlı oluşan ağır koku, bazı astım hastalarının şikáyetlerini arttırabilir. Bu yönden dikkatli olunmalıdır.
En önemlisi, ilaçlarını düzenli kullanmaları ve tatile çıkarken kendi doktorları ile bir tedavi planlaması yapmaları gerekir. Tatil süresince kullanılacak ilaçların yedeklenmesi, beklenmeyen kriz anlarında yapılması gerekenleri doktorlarından iyice öğrenmeleri, buna rağmen bastırılamayan astım krizleri olasılığını dikkate alarak, tatil yapılacak yerlerin sağlık kuruluşlarına yakınlığını da gözetmeleri yararlı olacaktır.
Dr.Mustafa Faysal Baysal
Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Tatilde ishal olmamak için ne yapmalı
Tatilde bağırsaklarınızın bozulmaması için elinizden geldiğince çaba harcarsınız. Fakat bazen küçük bir dikkatsizlik size tatili zehir edebilir. Bundan korunmak için, gittiğiniz yerlerde mutlaka kapalı şişe suyu için ve nasıl yapıldığını bilmediğiniz yiyeceklerden uzak durun. İyi pişmemiş et yemekleri tehlikeli olabilir. Sokak satıcılarının ve güneş altındaki büfelerin tavuklu yiyeceklerini yemeyin. Et, yumurta ve mayonez, tatil dönemlerinde ishale açık davetiye çıkarır, dikkat edin.
SORULAR-SORUNLAR
SSK’lıysa kaderine küssün!
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da kalp hastalıkları ve tedavileri konusunda bir kongre düzenlendi. Girişimsel Kardiyoloji konulu bu toplantıda anjiyo laboratuarından canlı yayın da yapılıyordu. Panel yöneticisi, uzmanlardan birine, 'bu hasta SSK sevkli ise ne yaparsınız' diye sordu. Uzman, 'SSK'lı ise kaderine küssün' anlamında bir şeyler söyledi.
Hekimin, hastasının sağlığı için kullanacağı ürünün kalitesinden emin olması gerekiyor, güvenmediği ürünü reddetmek yasal hakkı, hatta belki de görevi, öte yanda hastalar çaresiz, yetkililer vurdumduymaz, düzeltmek için en küçük bir çaba yok. Damar içinde kırılan stentler , kalbe takıldıktan sonra kopan kalp kapakları vs.
Nerede kaldı, bu halkın anayasal hakları!
HAFTANIN KİTABI
Günlük yaşantımız içinde yaşamdan zevk almadığımız. kendimizi sık sık karamsar ve bitkin hissettiğimiz dönemler olur. Bu tipik depresyon belirtisidir. Her on kişiden birinin sorunu olan depresyon konusunu, Prof.Dr.Özcan Köknel, rahat okunabilir bir üslupla Depresyon-Ruhsal Çöküntü kitabında anlatıyor.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2003
Medico PR'ın düzenlediği Sağlıkta Kalite ve Kaliteli Ürün konulu toplantıya katılan Türkiye'nin tanınmış hekimleri, sektörde son günlerde meydana gelen olumsuz gelişmeleri ele alıp, sorunların nedenleri üzerinde durdular ve çözüm önerileri getirdiler. TOPLANTIYI yöneten Dr. Gündüz Tezmen, sağlık sektöründeki olumsuz gelişmeleri belirttiği konuşmasında, kalitesiz sağlık ürünlerinin bir depremden farkının olmadığını, kalitesiz bir tansiyon ilacı yüzünden ölenle Bingöl'de enkaz altında kalan arasında bir fark olmadığını söyledi. Tezmen, devletin parasını ucuzu tercihte kullandığını, oysa denetim yapmadan en ucuzunu alacağım demenin, hastalara ihanet etmek olacağına işaret etti.
Prof. Dr. Cankat Tulunay, toplantıda etkisi belli olmayan ilaç kullanımından, dünyada benzeri ve herhangi bir araştırması olmayan ilaçların Türkiye'de satılabildiğinden söz etti. Prof. Tulunay, ABD'de kişi başına 700 dolar olan ilaç harcamasının Türkiye'de 50 dolar olduğuna dikkati çekti ve bütün dünyada ilaç araştırmaları sayesinde ölümler azaldığı gibi, ilaç fiyatlarında ucuzlama başladığını belirtti. Prof.Tulunay ‘‘İlacın ucuzu pahalısı değil, tedavi gücü önemlidir’’ diye konuştu.
Türkiye'de sağlık hizmetleri ve sağlık ürünleri ile ilgili yaptığı konuşmada Prof. Dr. Tamer Baykara, ilacın kalitesine güvenebilmenin önemini belirtti. Prof. Baykara, ‘‘Yeni bir ilacın keşfi için belirlenen süre 12-15 yıl arasındadır ve 100 bin sayfalık dosyalar hazırlanmaktadır. Önemli olan kalitedir. Muadil kavramı bir saptırmadır. Tek kalite söz konusudur’’ dedi. Denetim üzerinde de duran Prof. Baykara ‘‘Üreticinin kendi kendini kontrolünün yanı sıra devlet kontrolü de gerekir’’ diye konuştu.
KALİTEDEN ÇOK FİYATA ÖNEM VERİLİYOR
Prof. Dr. Remzi Tözün, hasta tedavisinde toplam maliyet değerlendirmesi yapılmadığını, kaliteden çok fiyata önem verildiğini, malzemenin ucuzunun tercih edildiğini vurgulayarak bunun da sorunlar yaratabildiğini belirtti. Prof. Tözün, Türkiye'de hálá bir sağlık kayıt sisteminin bulunmadığını da eleştirdi.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2003
Çok az bilinen, kendini hiç belli etmeyen göz tansiyonu, tedavi edilmezse kurbanlarının görme yeteneğini tehlikeye sokuyor. Özellikle 40 yaşın üzerindeki kişilerin dikkatli olmaları gerek. Ailede bu hastalığa yakalanmış olanlar varsa, zaman geçirilmeden glokom kontrolü yapılmalı.
UZAĞI ya da yakını görmekte zorlanınca bir göz doktoruna gitme ihtiyacı hissedersiniz. Ama ‘‘glokom’’ adı verilen gözküresinin içindeki sıvı basıncının artmasıyla ortaya çıkan hastalık sonucu gözlerinizi kaybetmek üzere olduğunuzu aklınızdan geçirmezsiniz. Herhangi bir nedenle yapılan göz muayenesindeki ölçümle teşhis konulmaktadır.
BELİRTİLERİ NELER
Glokomun ilk ve en önemli belirtisi dinmek bilmeyen baş ağrılarıdır. Özellikle gözlerin çevrelerine yayılan ağrıyı çeşitli ağrı kesicilerle de dindiremezsiniz. Geceleri, elektrik lambalarının çevresinde renkli halkalar görmeniz de, bu hastalığın habercisidir.
GLOKOMUN OLUŞUMU
Gözküresinin içinde bir miktar basınca ihtiyaç vardır. Gözlerdeki bir yandan üretilip diğer yandan boşalan sıvı, bu basıncı sağlar. Sıvı basıncının giderek artması, gözlere zarar verir. Tedavi edilmezse körlük kaçınılmaz olur. Aşırı basınç, göz sinirlerinde hasar meydana getirir. Gözün önündeki saydam tabaka olan kornea ile gözmerceği arasındaki kısımda yer alan sıvının akışı sağlanamazsa glokom hastalığı oluşur. Glokomun iki türü var. Birincisi basit kronik glokom, ikincisi ise akut yani ağır glokom. Ancak akut glokomun belirtileri çok daha kolay saptanır.
NEDEN MEYDANA GELİR
Kronik basit glokom, ailede kuşaktan kuşağa geçebilir. Gözlerdeki sıvı çekme sistemi zamanla tıkanır ve biriken sıvı yavaş yavaş gözbebeklerine basıncı artırır. Hastalığa yakalanan kişi, göz sinirlerindeki arızayı kolay kolay fark edemez, çünkü göz sıkışıp kalmış olan sıvının baskısına rağmen görme işlemini zorlukla da olsa bir süre daha devam ettirir.
Akut glokom, diğerinden daha tehlikelidir ve hemen tedaviye geçilmezse çok ciddi sonuçlar yaratır. Gözlerdeki sıvı çekme sistemi birden tamamen çalışamaz duruma gelir ve de gözdeki sıvının miktarında büyük artış olur.
Glokom bazan gözlerde iltihaplanma ya da yaralanma sonucunda da ortaya çıkar. Çok az sayıda bebek, doğum öncesi gelişme bozukluğu sonucunda glokoma yakalanmış olarak dünyaya gelirler. Ama belirttiğimiz gibi bu vak'aların sayısı çok azdır.
TEDAVİSİ NASIL
Kronik glokom, normal göz testleri sırasında teşhis edilir ve genellikle de göz damlalarının yardımıyla sorun çözümlenir. Düzenli olarak gözlerdeki sıvının baskı durumu kontrol edilir. Eğer görme yeteneğinin azalması sürüyorsa lazer tedavisi veya cerrahi müdahale söz konusu olur. Tıkanan sıvı çekme kanalı açılır ya da yapay kanal ilave edilir. Akut glokomun ise tehlikesi büyük olduğu için hemen bir uzman doktorun yardımına ihtiyaç olur. Lazer tedavisi ve cerrahi müdahale ile hastalığın artması önlenir. Derleyen: Azize BERGİN
SORULAR SORUNLAR
Mide asidim geri tepiyor
Hürriyet'teki son yazınızı okudum ve ilgimi çekti. Bende de yaklaşık 2 senedir geceleri uyurken nefes borumda tıkanma yüzünden boğulacak gibi uyanmalar oluyor. Hatta eşim neredeyse havasızlıktan ölmemden korktuğunu söylüyor. Uyanıyorum ve gerçekten de ben bile korkuyorum. Ayrıca amatör olarak türkü söylediğimi de belirtmek isterim. Bu ikisinin birbiriyle alakası var mı? Ali Bingol/Hollanda
Bu soruna tıp dilinde gastroeosophagial reflux adı verilmektedir. Kısaca reflü olarak da belirtilir. Yemek borusu ile mide arasında yer alan ve kapak görevini yapan kasın zayıf olması nedeniyle mide asidinin yemek borusuna geri kaçması tablosudur. Asit, ses tellerini tahriş edip ses ile ilgili sorunlar da yaratabilir. Türkü söylemeniz reflü açısından ilişkili bir durum değil.
HAFTANIN KİTABI
Alerji ve astımla yaşamayı bilmek
Alerjiler ve solunum yollarının alerjik bir hastalığı olan astım, bu tür sorunu olanları büyük ölçüde sıkıntıya sokuyor. Ne yazık ki bu hastalıkların kesin tedavisi yok. Bu hastalıklarla yaşamayı öğrenmek bu sorunu kontrol altında tutabilmek gerekiyor. Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, ‘‘Astım ve Alerjilerle Mutlu Yaşama Rehberi’’ isimli bu kitabında bu tür sorunu olanlara ışık tutuyor.
Bu kitap tüm D&R mağazalarında bir hafta süreyle yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2003
Çocuk hastalıkları deyince, hemen kızamık, suçiçeği, boğmaca diye uzun bir liste sıralarız. Oysa 21. yüzyılın çocuklarını tehdit eden önemli bir hastalık daha var: Diyabet. Genellikle ‘‘yetişkinlere ve yaşlılara özgü bir hastalık’’ diye nitelediğimiz diyabet, ne yazık ki çocukları da ciddi bir şekilde tehdit ediyor. GELİŞMİŞ ülkelerde diyabet hastası çocukların sayısındaki inanılması güç artış, haklı olarak anne ve babaları kaygılandırıyor. Kuşkusuz çocuklarda da diyabetin başlıca nedeni, aile... Eğer yakın akrabalar arasında diyabet hastası varsa, çocuğun da bu hastalığa yakalanması olasılığı vardır. Son araştırmalar, ailelerin yanlış beslenme nedeniyle de çocukları diyabet riskine soktuğunu kanıtlıyor.
DOĞRU BESLENME
Diyelim ki, genç bir annesiniz. Ailenizde diyabet hastası yok ama dünyayı saran diyabet salgınından çocuğunuzun da etkilenmesi ihtimali sizi korkutuyor. Bu durumda yapacağınız ilk iş, çocuğunuzun doğru beslenip beslenmediğine karar vermek. Biliyorsunuz, tombul bebekler her zaman hoşa gider. Ama unutmayın o yumuk yumuk kol ve bacaklar, o sevimli göbekçik, belki büyük bir tehlikenin habercisidir.
Bebeğin düzenli doktor kontrolü altında olması gerekiyor. Kilosunun boyuna ve yaşına uygun olup olmadığı araştırılmalı. Yanlış beslenme ndeneiyle kilo fazlası olan çocuk, ilerideki yıllarda bu bilinçsiz davranış yüzünden diyabet kurbanı olabilir.
AŞIRI KİLOSU VARSA
Doktorun verdiği ölçülere göre fazla kilolu çocukların hiç zaman kaybedilmeden diyabet kontrolundan geçirilmeleri gerekiyor. Genelde aşırı kilolu ve aşırı iştahlı çocuklarda diyabet taramasının yapılması, çocukların daha büyük sorunlarla karşılaşmalarını önler. Bildiğiniz gibi diyabetin 2 türü var. Birinci tür diyabet, ensülin takviyesine gerek duyulan ve de genelde gençlerde görülen türdür.
İkinci tür diyabet ise ensülin takviyesi olmaksızın ilaç ve özel beslenme planıyla kontrol altında tutulmasına çalışılan türdür. Daha çok ileri yaşlardaki kişilerde görülür.
Son zamanlarda çocuklarda da ikinci tür diyabet vakalarına sıkça rastlanmaya başlandı. On yaşında bir çocuk boyuna göre aşırı kilolu ise ve daha önce sıraladığımız belirtileri taşıyorsa, hemen kan ve idrar tahlili yapılmalı. Ergenlik çağına erken giren çocuklarda ikinci tür diyabet olasılığı fazladır. Bu dönemde çocuğun hormon dengesindeki değişiklikler ensüline karşı direnci ve ensülin faaliyetini azaltır. Gerçi dört yaşındaki çocuklarda bile ikinci tür diyabet görülebiliyor ama genelde ergenlik çağına giriş dönemi diyabet açısından en tehlikeli dönemdir.
SORULAR=SORUNLAR
BÖBREĞİMİ YİNE AMELİYAT EDECEKLER
Ben Hollanda'dan yazıyorum. Ben 30 yaşındayım.2 ay önce böbrek ameliyatı oldum 2 cm'lik bir taş, ama maalesef doktorun hatası yüzünden iki kez ameliyat olmama rağmen alınamadı. Şimdi yine evdeyim, böbreğime takılı torbayla dolaşıyorum. Yakında 3. ameliyatımı olacağım korkum çok. O acıları yine çekeceğim ve yine olmazsa sorusu... Bu sıklıkta yapılan ameliyat böbrek için zararlı mı, ileride bir sorun olur mu?
İsmail Çevik
Böbreğinizdeki taşın alınması sırasında bu tür şanssızlıklar yaşamanız gerçekten üzücü. Keşke başlangıçta ameliyat yerine taşın kırılması düşünülseydi. Ameliyat sırasında yapılan hatalar nedeniyle muhtemelen idrar kanalınız delinmiş. Şu anda kullanılan sonda ile idrarınız doğrudan dışarı alınıyor. Yeniden ameliyat olmanız dışında yapacağınız pek bir şey yok. Dilerim önceki ameliyatlar sırasında böbreğinize verdikleri zararları telafi edebilirler. Eğer size kalıcı olarak zarar vermişlerse, dava açarak tazminat talep edebileceğinizi unutmayın.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2003
Görünürde hiçbir neden yokken sırtınız kaşınmaya başlar. Ne yapacağınızı şaşırırsınız. Hele işyerindeyseniz, sırtınızdaki kaşıntıya dayanmak zorundasınız. Sadece sırtınız değil, vücudunuzun hemen her noktasında kaşıntı sizi rahatsız edebilir. Elbette kaşıntılar, durup dururken ortaya çıkmıyor. Uzmanlar, bir çırpıda birçok kaşıntı nedeni sıralıyorlar. Kalıtımdan tutun da psikolojik etkenlere kadar, aklınıza gelmeyecek pek çok neden yüzünden kaşınma ihtiyacını duyuyorsunuz. En sık rastlanan bazı kaşıntı nedenlerine bir göz atalım:
KURU CİLT
Otuz kırk yaşlarını geçen kişilerde cilt yavaş yavaş kurumaya başlar. Aşırı güneşlenme, çok sıcak banyo, sauna ve jakuzi gibi nedenler de kurumayı hızlandırır.
YAŞLANAN DERİ
Hayatın acı gerçeklerinden biri olan yaşın ilerlemesiyle cildi besleyen yağ bezlerinin faaliyetinin durma noktasına gelmesi, deriyi kurutur.
ALERJİK REAKSİYON
Alerjiler de kaşıntı yaratabiliyor. Sabunlar, yumuşatıcılar, bazı ilaçlar, bazı gıdave içecekler alerjik bünyeli kişilerde kaşıntılara neden olabilir.
EGZAMA
Kalıtsal bir cilt sorunu olan egzema, cildi aşırı duyarlı hale getirerek kuruma, kabuklanma, kızarma ve kaşıntılara neden olur. Çocuklarda görülen ekzama, genellikle 20'li yaşlarda kaybolabilir. Ekzama bazan yetişkinleri de etkiliyor. Yetişkinlerde özellikle ellerde görülen ve kaşıntı yapan yaralar oluşur. Böyle durumlarda hemen bir doktora baş vurmak gerekiyor.
SORULAR SORUNLAR
Suçiçeğinde aspirin kullanılır mı
Suçiçeği geçiren çocuğa bilmeden birkaç kez aspirin kullandırdık. Ancak internette şöyle bir dolaşınca dehşete düştüm. Vermiş olduğumuz zarar ne olabilir? Ortaya bir şey çıkmazsa sorun yok mudur veya bilemeyeceğimiz problemler olmuş mudur? Telafi için ne yapmak gerekir.
Osman Güler
Reye Sendromu olarak adlandırılan ve bazen de tehlikeli olabilen bir sağlık sorunu var. Bu tablo grip ve suçiçeği hastalıkları sonrasında görülebiliyor. Hastalığın kesin nedeni bilinmiyor. Yapılan çalışmalar grip ve suçiçeği hastalığı sırasında aspirin kullanan çocuklarda Reye sendromunun biraz daha sık görüldüğünü ortaya koymuş. Aslında bu sendrom, bu hastalıklar sırasında Parasetamol veya benzeri ateş düşürücüleri kullanan, hatta hiç ilaç kullanmayan çocuklarda da görülebiliyor. Ancak istatiksel olarak bakıldığında anlamlı olabilen bir ilişki ortaya konulmuş olduğu için, bu hastalıkların seyri sırasında, çocuklarda aspirin kullanılmaması konusunda bir uyarı yapılmaktadır. Bu uyarı, grip ve suçiçeği geçirirken aspirin kullanan her çocuğun hasta olacağı anlamına gelmez. Sonrasında ya da farkına varılmadan bir zarar vermesi gibi bir şey de söz konusu değildir. Sizin çocuğunuz için bu aşamadan sonra kaygılanmanıza gerek yok.
HAFTANIN KİTABI
Parkinson hastalığı, kronik ve ilerledikçe hastada kısıtlamalara yol açabilen bir sağlık sorunudur. Böyle bir teşhis konulduğunda ya da hastalıkla birliktelik geliştikçe gerek hastanın, gerekse bakımı ile ilgilenenlerin kafalarında çok sayıda soru birikir. Bunları her zaman doktora sorma olanağı olamıyor maalesef. Kapital tarafından yayınlanmış Parkinson adlı bu kitap, bu hastalık hakkında bilmeniz gereken her şeyi cevaplıyor.
Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2003
Hemen herkesin cildinde ‘‘ben’’ adı verilen lekeler var. Bunların büyüklükleri, renkleri ve kabarıklıkları değişebiliyor. Ciltteki pigment üreten hücreler olan melanositlerden oluşan bu benlerin çoğu zararsız olsa da bir kısmı maalesef o kadar masum olmayabiliyor. Benlerden meydana gelen kanser türünün adı ise melanom. Melanom cilt kanseri türleri içinde en tehlikeli olanı.
AMERİKA'da melanom olan kişilerin sayısı, geçtiğimiz 30 yıl içinde ikiye katlandı. Her yıl 50 bin yeni vaka teşhis ediliyor. İçlerinde Türkiye'nin de bulunduğu Akdeniz ülkelerinde de durum çok farklı değil. Melanomun bilinen kesin bir nedeni yok, ancak bazı faktörlerin riski arttırdığı bir gerçek. İçinde bulunduğumuz yaz aylarında bolca maruz kaldığımız güneş ışınları, melanom riskini arttıran nedenlerin başında geliyor. Melanom güneşten çabuk etkilenen ve çillenen açık tenli insanlarda daha sık görülüyor. Sarışın ve açık renk gözlü olanlar da esmerlere oranla daha çok risk altında. Okuyucularımızı aydınlatabilmek amacıyla Cleveland Kliniği'nden Doktor Rebecca Tung'a melanomla ilgili sık sorulan soruları yönelttik.
DÜZENLİ İZLENMELİ
Cilt doktorum kolumdaki lekelerin renkli lezyonlar olduğunu söyledi. Peki bu lezyonlar zaman içinde kansere dönüşür mü?
Renkli lezyon, normal benlere, güneş lekelerine ve yaşlılık lekelerine verilen genel addır. Bunların çoğu kansere dönüşmez. Ancak cildinde bunlardan fazla miktarda bulunanlar ya da alışılagelmiş olanlardan farklı lezyonlara sahip olanların düzenli aralıklarla cilt doktoruna görünmeleri gerekir. Bu lekelerin düzenli takibi meydana gelebilecek ‘‘şüpheli değişiklikler’’in belirlenmesini sağlar. Doktorunuz böyle bir değişiklik fark ederse bir deri biyopsisi isteyebilir. Böylece söz konusu lezyona iyi huylu, melanom ya da farklı bir kanser türü teşhisi konabilir.
ASİMETRİK LEKELER
Lekelerdeki ne tür değişiklikleri dikkate almam gerekir?
Dikkat edilmesi gereken önemli belirtiler var. Bunlardan biri asimetri. Lekenin bir yarısının şekli diğer yarısının şeklinden farklıysa dikkat etmek gerekir. Diğer bir husus lekenin sınırları. Sınırları belli belirsiz ve düzgün olmayan lekeleri takip etmek lazım. Lekenin rengi de önemli. Eğer aynı lekede kahverengi, siyah ya da ten rengi gibi farklı renkler düzensiz olarak dağılmışsa ya da aralarda kırmızı, mavi ya da beyaz parçalar varsa tehlike çanları çalıyordur. Lekenin büyüklüğüne gelince. Bir kalem silgisinden daha büyük olan lekeler risk taşıyabilir.
Hamilelikte lekelerin değişmesi normal mi?
Hormonal etkiler nedeniyle hamilelik sırasında genelde lekelerde bazı değişiklikler oluyor. Renkleri koyulaşabiliyor ya da büyüyebiliyor. Bunlar normal, ancak hamilelikte bir leke düzensiz bir şekilde değişirse bunun tabii ki dikkate alınması gerekir.
Cildimde yeni bir leke oluştu. Ne yapmalıyım?
Her yeni lekeye şüpheyle bakmak gerekir. Hemen bir dermatoloğa muayene olun ve gerekirse biyopsi yaptırın. Eğer bu lezyon melanomsa biyopsi bunun derinin içine ne kadar nüfuz ettiğini gösterir.
RİSK FAKTÖRLERİ
Melanomunun risk faktörleri nelerdir?
Risk faktörleri arasında kişinin vücudunda çok leke olması (25'ten çok), büyük lekeler (6 mm'den büyük), atipik ve değişik görünümlü lekeler, açık ten, açık saç ve göz rengi, ailede melanom olması, güneşe aşırı çıkma, sık solaryuma girme ve güneşe karşı hassasiyet sayılabilir. Eğer risk faktörlerine sahipseniz, güneşten korunarak riskinizi azaltın, cildinizi gözlem altında tutun ve düzenli aralıklarla bir dermatoloğa görünün.
Melanom aşısı kullanılmaya başlandı mı?
Melanom aşısı sadece ileri safhada melanom hastası olanlarda kullanılıyor. Aşı halen deneme aşamasında ve FDA tarafından henüz onaylanmış değil. Aşıları ve interferon, cytokine ve monoclonal antikorları içeren biyolojik terapi çeşitlerini kullanan klinik deneyler devam ediyor.
Derleyen: Ömür GEDİK
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2003
Tıp dünyasında hangi taşı kaldırsanız, altından sigara çıkıyor. Uzmanlar, sigaranın zararlarını sıralaya sıralaya bitiremiyorlar. Ama bütün bu uyarılara kulaklarını tıkayan milyonlar, sigaralarını bazen keyifle bazen da dertli dertli tüttürmekten vazgeçmiyorlar. Ya da büyük bir olasılıkla vazgeçemiyorlar. Biri size ‘‘Ben sigara tiryakisiyim’’ diye bir açıklama yapınca, onu düzeltmelisiniz ‘‘Sigara kullanmak bir alışkanlık değil, düpedüz bağımlılıktır.’’ Sigara bağımlılığından insanlığı kurtarmak için harekete geçen sağlık kurumları, çeşitli sosyal kuruluşlar hiç bıkmadan usanmadan sigaraya karşı bizleri uyarıyorlar. Bir sigara yakmadan kafasını toplayamadığını belirten bir bağımlının kendine en sadık dost, en etkili yardımcı saydığı sigaradan beş dakikada vazgeçmesi mümkün mü? Elbette değil. Sigaradan vazgeçmek konusu gündeme geldiğinde zihinlerde bazı sorular şekilleniyor.
Sigarayı bırakmak istiyorum ama o beni bırakmıyor. Ne yapabilirim?
- İstemek sözde kalmamalı. Bazen başka konularda da laf olsun diye asla gerçekleşmeyecek istekleri ortaya atarız. Gerçekten istemek, bu uğurda her fedakarlığı göze almak ve mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeye kararlı olmaktır.
Sigarayı bırakmak için belirli bir zaman saptanmalı mı?
- Evet. Kesin kararınızı verdikten sonra sigarayı bırakmak için bir tarih saptayın. Bu tarih, sizin ve de yakınlarınızın hayatında önem taşıyan bir gün olmalı. Örneğin çocuğunuzun doğum günü, özel bir yıldönümü ya da ayın ilk günü veya son günü gibi. Hatta evinizde yeni bir düzenleme yapmayı kararlaştırdığınız gün de sigaraya veda günü olabilir. Evinizde sigarayla ilgili ne varsa hepsini ortadan kaldırıp yeni bir düzen içinde yeni bir hayata başlayabilirsiniz.
Diyelim ki, verdiğim kararı uyguladım ve bir günü sigarasız geçirebildim. Daha sonra sigaranın yokluğuna dayanmak için neler yapmalıyım?
- O önemli günün ertesinde önceki günlerden farklı bir program uygulayın. Genelde sigara içerek geçirdiğiniz dakikalarda ellerinizi boş bırakmayın. Derin derin soluk alıp vermeyi deneyin. Örneğin stres topu ya da tespih kullanın. Evde her zaman oturduğunuz koltuğa oturmayın. Şekersiz sakız çiğneyin. Karnınızı tıka basa doyurmaktan kaçının. Böyle durumlarda mutlaka canınız bir sigara tüttürmek isteyecektir.
SOĞUKKANLI OLUN
Sigara içemezsem sinirlerim bozuluyor, elim ayağım titriyor. Bunu önlemenin bir yolu yok mu?
- Vücudunuz nikotinle yaşamaya alıştığı için birden bire nikotinsiz kalmak bazı sorunlar yaratıyor. Vücudunuzun nikotin özlemi nedeniyle yaratacağı sorunları soğukkanlılıkla ve kararlılıkla giderebilirsiniz. Sinir sisteminizde işlerin iyi gitmediğini fark edince, kendinizi rahatlatıcı önlemlere başvurun. Bol su için, açık havada dolaşın, kendinizi yorgun hissederseniz dinlenmeye daha fazla zaman ayırın. Birkaç hafta dişinizi sıkarsanız, nikotinsiz yaşamaya alışacaksınız.
Yıllardan beri sigara içiyorsanız, sigarayı bırakmak için kendinizi zora sokmanın bir anlamı olmaz mı?
- Sigarayı bırakmak için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Sigarasız günlere başlar başlamaz, vücudunuz nikotinden gördüğü zararları gidermeye başlayacaktır. Sigarayı bıraktıktan yaklaşık yirmi dakika sonra kan basıncınız ve nabız atışlarınız düzene girecektir. Bir ay sonra akciğerlerin çalışma gücü yüzde otuz oranında artacak. Bir yıl içinde kalp krizi geçirme ihtimali yarı yarıya azalacak. On yıl sigara içmezseniz, akciğer kanserine yakalanma tehlikesi de yarı yarıya azalmış olacak.
Sigarayı bırakınca kilo alınır mı?
- Bu ihtimali her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Ama yediklerinize dikkat ederseniz, sigaranın bıraktığı boşluğu abur cuburla doldurmaya kalkışmazsanız, kilo almaktan kurtulursunuz.
Derleyen: Azize Bergin
SORULAR SORUNLAR
Kabakulak kısırlık yapar mı
Ben 23 yaşında bekar bir kızım. 16-17 yaşlarında kabakulak hastalığı geçirdim. 18 yaşlarında da prolaktin hormonumun yüksek olduğunu öğrendim. Prolaktin hormonu yüksekliğinde kısırlık görülebiliyormuş. Bu hormon dengesizliğimin geçirdiğim kabakulak hastalığı ile ilgisi var mıdır? Dilek Kandemir
Kabakulak hastalığı geçiren herkesin kısır kalması diye bir şey olsaydı, herhalde dünya üzerinde ciddi bir nüfus sorunu olurdu. Kabakulak hastalığı, bazen diğer bazı organları da etkileyerek hastalandırabilir. Hastalığın bu komplikasyonları arasında üreme sistemini etkilemesi de yer alabiliyor. Bu hastalık aşamasında testisleri ağrıyarak şişen erkekler ile aynı şekilde yumurtalıkları etkilenen kızlarda, eğer yeterli tedavi uygulanmazsa kısırlık oluşma ihtimali ortaya çıkabilir. Sizde böyle bir komplikasyon oluşmadıysa kaygılanmanız için bir neden yok. Kaldı ki prolaktin, kafatasının içinde, beynin altında yer alan hipofiz bezi tarafından salgılanan bir hormondur, bunun da kabakulakla bir ilişkisi yok.
HAFTANIN KİTABI
Şeker hastalarına, öncelikle şeker olmak üzere unlu, nişastalı yani tüm karbonhidrat içeren yiyeceklere kısıtlamalar getiriliyor. Dr.Gülseren Ünsün, Şeker Hastaları İçin Yemek Kitabı isimli eseri ile şeker hastalarına hem sağlıklı hem lezzetli beslenme olanağı sunuyor.
Bu kitap bir hafta süreyle tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli
Yazının Devamını Oku