2 Mayıs 2003
Vitamin kullanımı abartılıyor mu? Amerikalıların yüzde 70'i daha sağlıklı olabilmek için vitaminlere başvuruyor. Türkiye'de de vitamin takviyesi yapanların sayısı her geçen gün artıyor. Vitamin kullanımındaki artışı bir süredir izleyen bazı uzmanlar şimdilerde bunun sakıncalarından söz etmeye başladılar. Vitaminlerin şimdiye dek hiçbir hastalığı tedavi etmediğini söyleyen uzmanlar, belli vitamin ve minerallerde doz aşımının hastalık riskini artırdığından bahsediyorlar. Eskiden vitamin eksikliğinden endişe edilirdi, şimdilerde ise vitamin fazlası endişe konusu oldu.
Örneğin A vitamininde tehlike sınırını aşmak çok kolay. Tahıllı besinler alıp, süt içip üstüne de multivitamin alanlar bu sınırı zorluyor olabilirler. Aynı endişeler demir, E ve C vitaminleri için de geçerli.
Araştırmacılar sağlıklı insanlar tarafından alınan multivitaminlerin bir faydasının olmadığı görüşünde. Belli ihtiyaçları karşılamak için alınan özel vitaminler bu uyarıların dışında kalıyor. Yaşlılarda B12 eksiklikliği görülmesi doğal, çünkü yaş ilerledikçe bu vitamini yiyeceklerden karşılamak zorlaşıyor. Açık havaya çıkmayan insanlar ise D vitamini eksikliği çekebiliyor. Yaşlılar güneşe çıksa bile bu vitamini alamayabiliyorlar.
Meyve ve sebzelerde bulunan bir vitamin olan folik asit ise özellikle hamile kadınlar için son derece gerekli. Folik asit özellikle hamilileğin ilk dönemlerinde gerekli olduğundan, hamile kalmayı düşünenlerin bu vitamini alması öneriliyor.
İşte böyle durumlarda vitamin almak kaçınılmaz oluyor. Oysa pek çok insan gerekli olmadığı durumlarda da vitamin almayı tercih ediyor. Eskiden C ve E vitaminlerinin kanser ve kalp hastalıklarını önlediği sanılırdı. Oysa hiçbir çalışmada bunu destekleyecek bir bulguya rastlanmadı.
Hatta şimdi alınan E vitaminin kalp krizi ve inme riskini artırabileceği söyleniyor. C vitamininin ise faydalı bir etkisi yok gibi görünüyor. Bu en az ihtiyaç duyulan iki vitamin ne yazık ki insanlar tarafından en çok alınanların başında geliyor. C vitaminin fazlası idrarla atılıyor. Oysa diğer bazı vitaminlar vücutta depolanarak zararlı hale geliyor.
Kanında A vitamini fazlası olanlarda osteoporoz riski artıyor. Vitamin takviyesi yapan insanlar, bir anda önerilen dozun 5 katına çıkabiliyorlar. Bazı popüler vitaminlerin bir hapında 1.500 mikrogram A vitamini bulunuyor. Ki bu önerilen günlük dozun iki katı ve kemik kırılma riskini iki katına çıkarıyor. Bazı haplarda bu miktar 4.500'e kadar çıkabiliyor. Multivitamin üreticileri ürünlerindeki A vitamini miktarını düşürmeye başladılar. Ancak yeniden formüle edilmiş vitaminlerin piyasaya çıkmasının bir yılı alabileceği söyleniyor.
HAFTANIN KİTABI
Düşmanımız kanser
Düşmanınızı ne kadar iyi tanıyorsanız onunla o kadar iyi mücadele edersiniz.
Kanser de bilinçli mücadeleyle çoğu zaman alt edilebilen bir hastalıktır.
Sorular ve Cevaplarla KANSER isimli bu kitap kansere yakalanmış bir hastanın ya da yakınlarının karşılaşabileceği tüm sorunlar ve sorulara cevap veriyor.
Tedaviler, tedavi sırasında dikkat edilecekler, alternatif tedaviler, hastaların bakımları gibi tüm konular bu kitapta yer almış.
Yazının Devamını Oku 30 Nisan 2003
Sağlıklı yaşamak için doğru beslenmemiz gerektiğini artık hepimiz biliyoruz. İki binli yıllarda besinlerin insan hayatı üzerindeki etkisi, eskiye göre çok daha fazla öne çıktı. Tıp dünyasında bu konuda yapılan araştırmalardan ilginç sonuçlar alındı ve alınıyor. Kalp ve damar hastalıkları kadar herkesin korkulu rüyası kanser türlerinden korunmanın yolunun da artık sofralardan geçtiği kabul ediliyor. Günümüzde kanser türlerinin tedavilerinde de büyük gelişmeler kaydedildi. Ancak hastalığa yakalanıp, iyileşmek için savaş vermek yerine bu hastalığa hiç yakalanmamak daha akılcı bir tutum sayılmaz mı? Kanserden korunabilmeniz için sofranızda hangi yiyecekleri bulundurmanız, hangilerini sofranızdan uzak tutmanız gerektiğine bir göz atalım. Unutmayın kanseri evinizden uzak tutmak için sofranızdan yararlanacaksınız.
1 Günde beş öğün sebze ve meyve yemeniz öneriliyor: Bu önerinin bir nedeni meyvelerin antioksidan özelliği taşımaları. Antioksidanlar, hücrelere zarar veren serbest radikallerle savaşıyorlar. Bazı meyvelerin de antioksidan gücü çok yüksek. Erik, üzüm, kiraz, vişne, çilek, kiwi, portakal ve pembe greypfrut başlıca örnekleri oluşturuyor.
2 Koyu yeşil sebze türleri: Lahana, brüksel lahanası, broccoli, kereviz, su teresi bizi meme kanserinden korur. Çünkü bunlar vücuttan fazla östrojeni atan bir maddeyi içerirler. Bu grup sebzelerin ayrıca rektum, kalın bağırsak ve mesane kanseri tehlikesini azalttıkları biliniyor. Antioksidan etkili sebzeler ıspanak, kırmızı biber, turp, soğan, tatlı mısır ve patlıcandır. Bu sebzeler de kansere karşı çok etkili birer savunma silahıdır. Koyu yeşil sebzeler bol miktarda E vitamini içerirler. E vitamini, bağışıklık sistemini güçlendirir
3Üzümler, yer fıstığı türleri: Hepsi de resveretrol adı verilen mantar oluşumunu önleyen bir maddeyi içerirler. İngiltere'de yapılan çalışmalara, göre bu madde aynı zamanda vücutta kanseri önleyebiliyor. Kırmızı üzümlerde bu madde bol miktarda bulunuyor. Kırmızı şarap da aynı şekilde resveterol içeriyor ancak alkolün meme kanseri riskini artırdığı saptandığı için meyvelerle yetinmek daha doğru.
4Mantarlar: Doğuda, çok uzun zamandan beri, mantarlar kanser tedavisinde ve bu hastalığı önlemede kullanılıyor. Batı dünyasında da artık mantarların kanser önleyici özellikleri saptandı.
5Tahıllar, baklagiller: Kahverengi pirinç, arpa, bakla, bağırsak kanserini önlüyor. Tahıllar ve soya fasulyesi, meme kanserini önleyen fitoöstrojenleri içeriyor.
6Selenyum: Günümüzde buğday işlenmesi modern yöntemlerle yapıldığı için bu maddeyi besinlerle alabilmemiz çok zor. Oysa selenyumun eksikliği akciğer, kalın bağırsak ve prostat kanseri tehlikesini artırıyor. Günde iki üç fıstığı yerseniz ve de C ve E vitaminleriyle takviye yaparsanız, bu saydığımız kanser türlerinden korunursunuz.
7Sarmısak: ABD'de Kanser enstitüsünün araştırma listesinde birinci sırada yer alan sarmısak, kanseri önleyen maddeler içeriyor. Kan dolaşımı ve kalp için yararlı olan sarmısak bağışıklık sistemini de güçlendiriyor.
8Bol miktarda balık yağı: Çoklu doymamış yağ asitleri (Omega 3) bakımından zengin olan balıklar meme, mesane ve pankreas kanserlerinden sizi korur. Yağlı balık denilince akla ilk gelenler sardalya, uskumru ve somon balığı oluyor.
9Çay: Özellikle yeşil çay ve de siyah çay rektum, pankreas ve kalın bağırsak kanserlerine karşı koruyucu özellik taşıyan polifenol maddesini içerirler. Su da mesane kanserine karşı etkili bir koruyucudur. Bu nedenle bol bol su içmeye bakın.
10Otlar: Mutfak dolabınızda elinizin altında bulundurduğunuz otların bazıları, ilaç dolabınızdaki ilaçlar kadar etkili olabiliyorlar. Yemeklere lezzet katmak için kullandığınız otların kansere karşı etkili koruyucu olduklarına inanılıyor. ABD Ulusal kanser enstitüsünden yapılan açıklamaya göre adaçayı, zerdeçal, nane, maydanoz, dereotu ve tarhun kansere karşı güçlü birer koruyucu.
Onlar Birer Kanser tetikçisi
Alkol: Her gün tükettiğiniz bir kadeh içki, meme kanserine yakalanma tehlikesini yüzde altı oranında artırıyor. Ayrıca mide kanseri, karaciğer, kalın bağırsak, gırtlak ve nefes borusu kanserleri de cabası.
İsli, tuzlanmış et ve balık: Kalın bağırsak, rektum ve mide kanserleri tehlikesini artırıyor.
Kırmızı et: Günde 75 gramdan fazlası mide kanserine ve kalın bağırsak kanserine neden olabilir.
Tuz: Aşırı miktarda tuzun mide kanseriyle bağlantısı var. Günde 1 gram tuz kullanmak yeterli.
Kızartmalar: Özellikle de nişastalı kızartılmış yiyecekler meme ve kalın bağırsak kanserleriyle bağlantılı.
Kömürde yapılmış ızgaralar: Bu tür yiyeceklerin kanser yapan maddeler taşıdıkları biliniyor.
Doymuş yağlar: Tereyağı, yağlı süt, yağlı peynir, krema ve yağlı yoğurt. Hayvansal yağlar genelde kanser tehlikesini artırır. Bu yiyeceklerin yağı alınmış olanlarını tercih edin.
Salamura ve turşular: Salamura edilmiş yiyecekler mide ve gırtlak kanserleri ile bağlantılı.
Önemli bir hatırlatma yapalım: Her şeyin çok fazlası zararlıdır. Aşırı şişmanlığın bir çok kanser türüne yakalanmayı kolaylaştırdığını unutmayın.
Yazının Devamını Oku 28 Nisan 2003
Yetişkinlerin ruh sağlıklarının bozulması için bir düzine neden sıralayabiliyoruz. Peki ya çocuklar?.. Bu soruya belki de ‘‘Çocuklara ne olmuş?’’ şeklinde şaşkınlığınızı belirten bir soruyla cevap vereceksiniz. Çocukların da sorunları olabiliyor.
Daha önemlisi, bu sorunlar çözümlenemediğinde çocuğun ruh sağlığı üzerinde kalıcı etkiler yapıyorlar.
Depresyon gibi önemli bir ruhsal sorunu doğrusu çocuklara yakıştırmak çok zor. Ancak tüm dünyada yapılan araştırmalar 5-15 yaş grubundaki çocuklarda depresyon vakalarına giderek daha sık rastlandığını gösteriyor. Son yılların moda hastalığı depresyon, yetişkinler gibi çocukları da pençesine almış durumda.
NEDEN GİRERLER
Aslında çocuklarda ve yetişkinlerde depresyon nedenleri çok karmaşıktır. Özellikle çocuklarda hayata başlayış koşulları çok büyük önem taşır. Yeni doğan bir bebek, dünyada geçirdiği ilk haftalarda ebeveynlerinden gerektiği gibi ilgi göremezse, bu durum çocuğun ruhsal sağlığında kalıcı olumsuz etkiler yaratabilir. Anne adayının doğum öncesi depresyonu ve çevreden destek görememesi, daha sonra bebeğiyle iyi ilişki kurmasını engeller.
Ayrıca aile içinde ölümler, büyüklerin sık sık tekrarlanan azarlamaları, sınav stresi, anne baba kavgaları ve boşanma, çocukta depresyonu tetikleyen belli başlı nedenlerdir. Çocukların duygusal dengesizlik ve endişe gibi sorunlarının olması sağlıklı kuşaklar yetiştirmeyi zorlaştırıyor.
BELİRTİLERİ NELER
Depresyonun erken saptanması, bu sorunun çocukta kalıcı olmasını önler. Bu nedenle anne ve babaların çocuklarını dikkatle izlemeleri ve şu belirtileri dikkate almaları gerekiyor:
Sürekli somurtmak, huzursuzluk, çok çabuk üzülüp ağlamak.
Sevdikleri arkadaşlarına ve hobilerine karşı ilgisiz kalmak.
Arkadaşlarla ve aile fertleriyle birarada olmaktan hoşnut kalmamak.
Kendinden nefret etmek, işe yaramaz, budala ve istenmeyen kişi olduğunu düşünmek.
Çoğu zaman mutsuz, sıkıntılı ve yalnız olduğunu düşünmek.
Arkadaş edinmekte zorlanmak.
Uykuya dalma güçlüğü çekmek ya da çok erken uyanmak.
Sürekli olarak yorgunluk hissetmek ve enerjisizlikten yakınmak.
PSİKOLOG YARDIMI
Bu arada ergenlik çağına gelen çocukların sorununun depresyon mu yoksa normal ergenlik sorunu mu olduğunu ayırdetmek kolay değildir. Eğer ergenlik çağına gelen bir çocuğun yukarda saydığımız özellikleri iki aydan fazla sürerse, psikolog yardımı ihmal edilmemelidir.
YORUMLAR-KATKILAR
Somya yayı üreticisi bile tıbbi malzeme satıyor
Hani ‘‘Pisliği karıştırdıkça kokusu çıkar’’ diye bir deyim vardır ya, SSK'nın son uygulamaları bu hali aldı. Ben konuya değinince çok sayıda mesaj almaya başladım. Yer kısıtlılığı nedeniyle sadece bazı örnekleri aktarabiliyorum. Kalple ilgili rezalete değinmiştim. Şimdi de adı bende saklı olan bir doktorun, SSK hastanesinde çalışan bir ortopedi uzmanının mektubundan bazı bölümleri sizlere sunuyorum:
BAŞIBOZUK ÜRETİM
‘‘...ortopedi ve travmatoloji bilim dalı genelde malzemeli ameliyatların yapılmasını gerektiren bir tıp dalı olup ameliyatlarımızın hemen tümünde bir tür sıhhi sarf malzemesi kullanılmaktadır. Bu malzemeler, basit bir tel, vida, plak gibi malzemelerden, kalça, diz, omuz vb. protezi ve omurga cerrahisinde kullanılan materyellere kadar geniş bir yelpaze içermektedir. Bu tür malzemelerin tümü yabancı bilim adamları tarafından belirli bir emek tarafından geliştirilmiş olup, bu tür malzemelerin benzerleri Türkiye'deki yerli üretici firmalar tarafından üretilmektedir. Bu tür malzemelerin ülkemizde üretilmesinin ekonomimize çok yönlü katkıları olduğunu düşünmekteyim.Fakat ülkemizde belli standartlara göre ortopedik tıbbi sarf malzemesi üreten firma sayısı bir ikiyi geçmemektedir. Şu an ise üretimleri hiçbir standarta uymayan birçok firma türemiştir. SSK'nın ihale sistemine geçmesinden sonra pompalı tüfek, buzdolabı yedek parçası, somya yayı üreticisi, basit torna atölyesi gibi birçok firma ortopedik sarf malzemesi üretimine yönelmiş ve bu ürünler ihale mevzuatındaki en ucuzu alınır görüşüne göre SSK hastanelerindeki satın alma komisyonları tarafından alınmakta ve hiçbir standardı olmayan bu malzemeler SSK Genel Müdürlüğü genelgeleri gereği hastalara kullanılmaktadır. İlerde bu ürünlerle ilgili sorunlar çıkarsa -ki çıkması çok muhtemel- bundan kimin sorumlu olacağı bilinmemektedir.
TSE ONAYLI MALZEME
İhale sistemine göre her hastane farklı ihale yapmakta bir hastanede FDA onaylı bir malzeme alınırken diğer bir hastanede yalnızca TSE onaylı bir malzeme alınmaktadır. TSE onaylı bir malzemenin ne kadar kaliteli olduğu ise ayrı bir tartışma konusudur. Kızılay'ın depremde yırtılan çadır bezlerine de bu kurum onay vermiştir.
Yapılan ihalelerle ilgili olarak da diğer bir ilginç durum söz konusudur. Bir hastanede aynı firmaya ait aynı malzeme örneğin bir liradan alınırken başka bir hastanede üç liradan alınmaktadır. Bundan SSK kurumunun ne kárı olduğunu ben şahsen anlamış değilim...'
Devletin kár etmediği aşikár. Böyle olunca bu uygulamanın sürdürülmesi ile hangi amaca hizmet edildiği anlaşılamıyor. Ancak bilinen bir gerçek var ki, insanların hayatı ile oynanıyor. Birilerinin bu gidişe acilen dur demesi gerekiyor.
HASTA OKULU
İstanbul Üniversitesi, hastalar, hasta yakınları ya da ilgilenen kişiler için oluşturduğu ücretsiz eğitim programlarını sürdürüyor. 30 Nisan çarşamba günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde saat 14-16.30 arasındaki uygulamanın konusu Meme Kanseri.
Risk faktörleri, tanı, cerrahi, plastik cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormon tedavisi, tedavi yan etkileri, tarama ve takip konuları üniversitenin öğretim üyeleri tarafından anlatılacak, sorulara cevap verilecek. Aynı gün, aynı saatte Çapa'daki İstanbul Tıp Fakültesi'nde ise Lösemili Çocuklar konusu ele alınacak.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2003
Polenler... Bazen çiçeklere dokunduğumuzda savrulan renkli bir toz bulutu gibi gördüğümüz; bazen gökyüzünde pamuklar gibi uçuşurken seyrettiğimiz; bazen de bir yağmurdan sonra bir kenarda toplaşan sarı bir toz kümesi olarak gözümüze çarpan çiçek tozları... Burnumuz aktığında, hapşırdığımızda, gözlerimiz sulandığında, kızardığında, derimiz kabardığında, kaşındığında, Öksürdüğümüzde, nefesimiz tıkandığında, göğsümüz hırıldadığında suçladığımız şu çiçek tozları... Polenler!
POLEN NEDİR?
Polen ya da halk arasındaki ismiyle çiçek tozları, tohumlu bitkilerde erkek organların başcık kısımlarında bulunan erkek döl hücreleridir. Bitkilerin üremeleri için polenlerin aynı türden diğer bitkilere taşınmaları gerekir. Bu taşınma böceklerle veya rüzgárla olur.
Bazı bitkilerin kokulu, parlak ve nektarlı polenleri vardır. Arılar ve böcekler tarafından taşınan ve çapları ortalama olarak 100 mikron olan polenler alerji bakımından o kadar önemli değildir.
Alerjik hastalıklar bakımından asıl önemli olanlar, 20-60 mikron büyüklüğündeki, rüzgárın etkisiyle çok uzak mesafelere de taşınabilen polenlerdir. Bu boyutlardaki polenler, rüzgar, yağmur gibi meteorolojik faktörlerin etkisiyle birkaç mikronluk çok daha küçük taneciklere parçalanırlar.
Polenler, kapı ve pencerelerden, hatta pencerelerdeki tellerden geçerek evlerimizin içine kadar girebilirler, fakat oda içinde hiçbir zaman dış atmosfer havasındaki kadar çok polen bulunmaz.
HER POLENİN ZAMANI
Bitkilerin türlerine göre polen zamanları farklıdır. Mesela, hem yaprak döken hem iğne yapraklı ağaçlar ilkbaharda, otlar ve çiçeklerin çoğu haziran ve temmuz aylarında polen yayarlar. Geç açan ağaçlar ve yabani otlar ise yaz sonunda polen verirler. Ülkemizde, bölgelere göre farklılıklar olmakla beraber, atmosferde en çok bulunan dönem nisan-haziran aylarıdır. Sıcak iklimlerde, polen mevsimi 8-9 ay sürer.
Her polen alerji yapmaz. Polenlerin alerjik hastalıklara neden olma potansiyelleri farklıdır. Bunu belirleyen alerjenite, polenin boyutları, polenlerin havada kalma süreleri ve solunan havadaki polen miktarı gibi dört önemli faktör vardır.
Alerjenite, bir maddenin duyarlı kişilerde alerji oluşumunu uyarabilme özelliğidir. Polenlerin hastalık yapma potansiyelleri boyutları ile de yakından ilgilidir. Polenler astıma değil, daha çok alerjik nezleye neden olurlar, çünkü bunların çapı 20-60 mikron arasındadır ve bronşiollere ve alveollere kadar gelebilmeleri mümkün değildir.
ALERJİ NASIL OLUR
Alerjik hastalıklara neden olmada, solunan havadaki polen miktarı ve bunların havada kalma süreleri de çok önemlidir. Gösterişli ve renkli bitkilerin daha çok alerjiye neden oldukları sanılır. Mesela, gül nezlesi diye bilinen hastalığa gül polenleri değil, aynı mevsimde atmosfere salınan ağaç ve çayır polenleri yol açar.
Bazı polenler o kadar büyüktürler ki, havada çok kısa süre kalabilirler ve salındıktan hemen sonra toprağa düşerler. Bu yüzden de hastalık yapma özellikleri hiç yoktur.
Aynı aileden olan bitki türlerinin polenlerinin yapısı birbirlerine benzediği için, alerjik bir kişide aynı aileden pek çok bitkiye birden alerji saptanır. Buna çapraz reaksiyon denir. Mesela, huş ağacı polenlerine alerjisi olanların fındık ve kızılağaç polenlerine, elma ve fındığa da allerjik olmaları mümkündür.
RÜZGARLI HAVALAR
Atmosferdeki polen miktarları, hava şartları ile yakından ilgilidir. Sıcak, kuru ve rüzgárlı havalarda ve fırtınalı günlerde atmosferdeki polen sayısı çok fazladır. Rutubetli ve yağmurlu günlerde ise polenler su ile yere indikleri için havadaki miktarları çok azalır. Birçok hasta, yağmur yağdıktan sonra şikáyetlerinin bıçak gibi kesildiğini çok iyi bilir ve çok rahatsız olduğu zaman yağmur yağsın diye dua eder.
Bitkilerin çoğu, polenlerini gün doğumu ile sabah saat 8 arasında, bir kısmı öğle saatlerinde, bir kısmı ise öğleden sonra salarlar. Tatlı ilkbahar otu, günde iki kez polen yayan bir bitkidir. Yüksek binalarla çevrili sokaklarda, binaların yüzeyi statik elektrik nedeniyle polenleri çekerler. Buna karşılık, deniz kenarlarında çok az polen bulunur.
Birçok araştırma hava kirliliğinin polenlere duyarlılığı artırdığını göstermiştir. Özellikle de yoğun trafik olan bölgelerde yaşayan kişilerde polen duyarlılığı daha kolay oluşmaktadır. Elektron mikroskobu ile yapılan araştırmalarda, hava kirliliği olan yerlerde polenlerin egzoz ve dizel kurumları ile kirlenmiş olduğu gösterilmiştir.
Polenlerden korunma yolları
Soluduğumuz havada bulunan polenleri kontrol etmek elimizde olmadığı için, polenlerden korunmak çok kolay değildir.
Öncelikle, hangi polenlere alerjik olduğunuzu bilmelisiniz.
Polenlerine alerjik olduğunuz bitkilerden olabildiğince uzaklaşın.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, medya (radyo, televizyon, gazete...) polen mevsiminde günlük hava raporlarında polen durumu hakkında bilgi vermelidir.
Evinizin kapı ve pencerelerini sıkıca kapayın.
Evde ve arabanızda polen filtreli klimalar ya da hava temizleyiciler kullanın.
Polenlerin yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkmamaya özen gösterin ya da ağzınızı ve burnunuzu koruyan maskelerden yararlanın.
Polen mevsimi, açık havada spor ve egzersizden, ağaçlık, çimenlik yerlere seyahatten kaçının, deniz kenarlarını tercih edin.
Dışarıda mutlaka güneş gözlüğü kullanın ve eve gelince gözlüğünüzü bol su ile yıkayın.
Şapka takın. Takmıyorsanız, saçlarınızı yatmadan önce mutlaka yıkayıp, yapışmış polenleri uzaklaştırın.
Günlük kıyafetlerinizi eve gelir gelmez, yatak odası dışında bir yerde hemen değiştirin.
Koç ve Boğa burcu daha çok alerjiye yakalanır
Polen mevsiminde doğan çocuklarda, yani koç ve boğa burcundan olanlarda, polen alerjilerinin daha sık görüldüğü bir çok araştırma ile belirlenmiştir. Çocuğunuzda polen alerjisi olmasını istemiyorsanız, doğum tarihinin bahar mevsimine rastlamamasını sağlamanız geriyor.
HAFTANIN KİTABI
Kalp hastalıkları ne yazık ki ükemizde sık görülüyor. Kalp kapak hastalıklarında çocukluk çağında geçirilen hastalıklar. kalp damar hastalıklarında ise kalıtım, sağlıksız beslenme ve sigara önemli rol oynuyor. Bilinçli bir yaklaşımla bunları önlemek ya da sorunun artmasına engel olmak mümkün. ‘‘Sorular ve Cevaplarla Kalp Sağlığı’’ isimli kitapta kalp ve damar sistemiyle ilgili aklınıza gelebilecek hemen her sorunun cevabını bulabilirsiniz.
Bu kitap, bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli satılıyor.
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2003
Çok ender rastlanan Sheehan Sendromu'na yakalanan ve 23 yıldır hastalığına tanı konamayan Afyonlu Samiye Poyraz, derdinin çaresini uçakta fenalaşıp koma halinde kaldırıldığı hastanede buldu. Algılama güçlüğü, sürekli uyku hali gibi sorunları çözümlenen Poyraz, vücudundaki ödemlerden de kurtulunca 90 kilo girdiği hastaneden 60 kilo ayrıldı. Saniye Poyraz (54), 6 Mart'ta Hac dönüşü uçaktan iner inmez Küçükçekmece'deki Doğan Hastanesi'ne götürüldüğünde şuuru kapanmıştı. Koma nedeni araştırılmak üzere yoğun bakım ünitesine alındı. Düşük nabız ve tansiyon, vücudundaki ödem nedeniyle tiroid bezinin tembel çalışmasına bağlı hipotriodi koması tanısı kondu.
Yapılan tetkikle, tiroid hormonları düzeyinin çok düşük olduğu anlaşıldı. Daha önce böyle bir vakayla karşılaşmış dahiliye uzmanı Dr. Erhan Özel, sorunun hipofiz bezinin az çalışmasından kaynaklandığını düşündü. Hastanın hikayesinde, aşırı kan kaybettiği bir düşük vardı. Bu da Sheean Sendromu'nu düşündürdü. Sheean Sendromu nedeniyle tiroid bezi tembelleşmişti. Sendrom, özellikle doğum sonrasında aşırı kan kaybeden kadınlarda görülüyordu. Diğer bulgular da tanıyı destekleyince Poyraz'ın rahatsızlığı ortaya çıktı.
İKİNCİ HAYAT
Bir hafta kadar komada kalan Poyraz'a hormon takviyesi yapıldı. Hastanın hormonları yavaş yavaş düzelmeye başladı. Şuuru açıldı. Vücuttaki ödemleri çözüldü. Hastaneye geldiğinde yaklaşık 90 kilo olan Poyraz, ödemlerinden kurtulunca kısa sürede 30 kilo verdi. Sürekli uyuma hali ve halsizlik düzeldi. 3 hafta sonra hastaneden yürüyerek çıktı ve Afyon'daki evine gitti.
23 yıldır tanısı konamayan hastalığının verdiği sıkıntıları unutmak isteyen üç çocuk annesi Poyraz, kaybettiği yılların acısını çıkarırcasına şimdi daha az uyuyor ve ikinci hayatını yaşıyor. Mesude ERŞAN
DOĞUMDAN SONRA ADET OLMAYANLAR DİKKAT ETSİN
Beynin alt kısmında yer alan hipofiz bezi, vücudun günlük fonksiyonlarıyla ilgili birbirinden farklı çok sayıda hormon salgılıyor. Düzenli çalışmaması pek çok vücut fonksiyonunu etkiliyor. Gebelik nedeniyle kan ihtiyacının arttığı dönemde aşırı kanama yaşanması hipofiz bezinde hasar yaratıyor.
Doğum sonrası adet görmesi geciken, koltuk altı ve cinsel bölge kılları dökülen, halsizlik, kilo alma gibi şikayetleri bulunan kadınların Sheehan Sendromu'nu düşünerek doktora başvurmaları gerekiyor.
SORULAR-SORUNLAR
Kolitli nasıl beslenmeli
Karım kasım ayı başında bir binicilik kazası geçirdi ve belkemiğinin 12. omurunu kırdı. Sinirlere bir şey olmadı ve iki ameliyattan sonra durumu düzeldi. İkinci ameliyattan sonra şiddetli ishal ve karın ağrısı nedeniyle Colitis ulcerosa teşhisi konuldu. Kortizon verilerek tedavi edildi. Geçen haftaki kontrollerde gayet iyi çıkmasına rağmen karım devamlı karın ağrısı çekmekte ve ishali de devam etmekte.
Hekimlerin dediğine göre Colitis pek tanımlanamıyan bir hastalıkmış. Ailece vejeteryan bir beslenme tarzı benimsedik. Eşim bağırsaktaki flora dokusunun takviyesi için devamlı probiotische kültürlü süt besinleri ve lifli besinler almakta. Kullandığı ilaçlar: Santax/hefe, Mucofalk Flohsamenschalen, Solofalk 3x1 ve arada sırada Colina adlı ilaçlar.
Bu durumda ne yapmamız, nasıl beslenmemiz gerekiyor? Colitis'in nasıl bir hastalık olduğunu açıklarsanız minettar oluruz. Sena Cöner /ALMANYA
Kolitin oluşmasında kişinin ruhsal yapısının da katkısı var. Geçirdiği kaza ve ameliyatlar sonrasında ortaya çıkmış olması eşinizde bunun rol oynamış olabileceğini düşündürüyor. Hastalığın tedaviye cevap vermiş olması güzel, ancak bu aşamadan sonra beslenmesine dikkat etmesi gerekiyor. Tariflerinize göre eşiniz kolit açısından uygun beslenmiyor. Bağırsak florasını düzeltme isteği doğru ama bunu ilaçla yapmasını tavsiye ederim. Probiyotik sütler genelde yararlı olmakla beraber, bazı kişilerde oluşabilen laktoz tahammülsüzlüğü nedeniyle süt, karın ağrısı ve ishal nedeni olabilmektedir. Eşinizin bu yönden incelenmesi ve eğer böyle bir durumu varsa sütten uzaklaşmasını tavsiye ederim.
Öte yandan vejetaryen beslendiğinizden bahsediyorsunuz. Bitkiler genellikle yoğun miktarda selüloz yani lif içerir. Bunların sindirimi aşamasında da çok gaz oluşur. Lifli beslenme birçok yönden yararlı olmakla beraber, koliti olanların daha rafine gıdalara beslenmesi uygun olmaktadır.
Eşinizin bu açıdan doktoruyla görüşmesi ve belki de bir diyetisyenin de katkısı ile beslenmesini düzenlemesini tavsiye ederim. Doktoru bir de bağırsak hareketlerini (motilite) düzenleyici ilaç eklerse eşinizin çok daha iyi durumda olacağını söyleyebilirim.
Alkol gebeliğe zararlı mı
Yaklaşık 4 haftalık hamileyim, daha önce riskli bir hamileliğim sonlandırılmıştı, o nedenle çok tedirginim. Hamile olduğumu bilmeden bir kadeh kanyak içtim. Alkol ile ilgili olumsuz bir yığın yazı okudum, bana zararı olmuş mudur? Gülay Doğu
Gebelik sırasında alkol kullanımının olumsuz etkileri herkes bilinmektedir. Ancak bir kadeh kanyak ile bir sorun doğması söz konusu değil, kaygılanmayın.
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA...
30 dakika yürüyün, felci önleyin
Yapılan araştırmalara göre, 50 yaşın üstündeki kadınların hergün 30 dakika tempolu yürümesi, beyin kanaması dolayısıyla da felç riskini yüzde 30 oranında azaltıyor.
Yürüyüş ile aktif sporların (koşu, aerobik, egzersiz vs.) arasında felç riskini düşürmede fark bulunmuyor.
Bu nedenle her yaşta yapılabilen tempolu yürüyüş, 50 yaşın üzerindeki kadınlara da rahatlıkla öneriliyor.
Osteoropoz ünitesi yenilendi
İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Osteoporoz Ünitesi yenilendi.
Poliklinik, eğitim ve egzersiz hizmetleri özel ve ilaç firmalarının bağışlarıyla elden geçti. Üniteye yeni kemik densitometresi aleti alındı. Polikliniğin tüm hizmetleri aynı çatı altında toplandı. Ünitede, poliklinik ve kemik yoğunluk merkezinin yanısıra, osteoporoz okulu, egzersiz programı da yer alıyor.
Kilo vermek diyabetten koruyor
Diyabeti ortadan kaldırabilecek bir tedavi henüz bulunmuyor. Ancak araştırmalara göre, diyet ve sporla verilen kilolar, obeziteyle birlikte tip 2 diyabete yakalanma riskini de azaltıyor.
Kilo yapmayan doğum kontrol hapı Türkiye’de
Amerika ve Avrupa'nın birçok ülkesinde 1 milyondan fazla kadın tarafından kullanılan doğum kontrol hapı Jasmin, ülkemizde de piyasaya sunuldu. Schering firmasının ürettiği Jasmin'in etken maddesi 'drospirenon', kadın vücudundaki progesterona benzer bir etki gösteriyor. Vücutta su ve tuz tutulumunu engelliyor. Böylece kilo artışına yol açmıyor.
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2003
Daha önceki yazılarında koroner darlıklarını ve bu hastalarda yapılan by-pass ve balon işlemlerini anlatan Cleveland Kliniği'nden Prof. Dr. Murat Tuzcu, bu kez hastaların ve hasta yakınlarının çok sık sorduğu bir konuyu, stentleri anlatıyor. KALBİ besleyen koroner damarların tıkanıklığının giderilmesinde bypass ameliyatlarının yanı sıra, balon anjiyoplastisi de etkili olmakta, ancak anjiyoplasti sonrası açılan damarların tekrar tıkanma riski de var.
Bu darlığı önlemek için yüzlerce ilaç denendi. Bir teki bile olumlu sonuç vermedi. Böylece, katater yoluyla açılan damarların -hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın- hastaların üçte birinde yeniden daralması, 90'lı yıllarda stentlerin kullanılmaya başlanmasıyla aşıldı.
Silindir şeklinde, 1-3 cm.uzunluğunda, açıldığı zaman 2.5-4 mm çapında tel süzgeçi andıran stentler, uygun boy ve çaptaki balonların üzerine yerleştirilip iyice sıkıştırılırlar. Balon anjiyoplastide kullanılan yöntem kullanılarak kasıktan kalbe ulaşan kataterlerin içinden, incecik tellerin üzerinden darlığın içine kadar itilirler. Darlığın bulunduğu bölgede şişirilen balonun üstündeki metal stent genişleyip damarın duvarında şişen balonun yarattığı açıklığı destekleyen bir çatkı oluşturur. Balon söndürülüp damardan çıkarılınca geride kalan metal stent damarın geriye büzüşmesini önler. Stentler, balon anjiyoplasti ve diğer birçok cihazda var olan sakıncaları ve eksiklikleri giderdiği için çok çabuk ve yaygın bir ilgi gördü.
STENT DE TIKANABİLİR
İlk çalışmalar stentlerin balon anjiyoplastiden sonra görülen ani damar tıkanması, infarktüs, acil kalp ameliyatı ihtiyacı gibi erken problemleri çok aza indirerek kalp damar darlıklarının katater yoluyla tedavisini çok güvenli hale getirdiğini gösteriyordu. Bu araştırmaların ortaya koyduğu ikinci büyük sevindirici haber de stentlerin işlemden sonraki 6 ay içinde görülen yeniden daralmaları önemli ölçüde azalttığıydı.
Bu ilerlemelere rağmen yeniden daralma problemi tamamiyle ortadan kalkmış değildi. Stent takılan hastaların yüzde 5 ile 20'si, 9 ay içinde yeniden müdahaleye ihtiyaç gösterdiği kısa sürede görüldü. Damarların ince veya darlığın uzun olduğu durumlarda, şeker hastalarında bu riskin arttığı anlaşıldı. İlk gözlemler stent takılan hastaların az da olsa bir kısmında stentin içinde ani oluşan kan pıhtısı sebebiyle büyük kalp krizi hatta ölümlerin olabileceğini gösterdi.
İlk çalışmalar ve birçok hekimin gözlemleri çok olumlu olsa da stentler piyasaya çıkmadan önce yararlarının gerçek olduğu, risklerin zannedildiğinden yüksek olmadığının kanıtlanabilmesi için ciddi bir dizi sınavdan geçirildiler. Bu nedenle, 1990'ların başında kalp hastalıkları uzmanlarının coşkuyla bekledikleri stentler, ABD ve Avrupa'da piyasaya sürülmeden önce hükümetlerin sıkı gözetimi altında yapılan bilimsel araştırmalardan geçtiler.
STENTE İLK ONAY
1996 yılında biri Avrupa, biri de Amerika'da iki bilimsel çalışma yapıldı. 1000 hastanın rasgele seçilen yarısı balon anjiyoplasti ile, diğer yarısı da stent konularak tedavi edildi.
Bu çalışmalara katılan tüm hastalar yakından takip edilip, 6 ay sonra şikayetleri olmasa da kontrol için anjiyografileri yapıldı. Gerek poliklinik takipleri gerek anjiyografi filimleri bağımsız uzmanlar tarafından incelendi. Bu incelemeler sonunda Johnson and Johnson firmasının yaptığı Palmaz-Schatz markalı stentin balon anjiyoplastiye göre üstün olduğu, daha az sıklıkla yeniden daralmaya yol açtığı ortaya çıktı. Bu iki çalışmaya dayanarak Palmaz-Shatz stentleri ABD ve Avrupa'da piyasaya sürüldü. Fiyatları balonlardan kat kat fazla olmasına rağmen yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
YORUMLAR KATKILAR
Ucuz sağlık malzemesi konusunda yazdığım yazılar üzerine
çok değişik çevrelerden destek geldi. Bana ulaşan doktorların çoğu, bu konuyu ele aldığım için teşekkür edip konunun henüz ele alınmayan bir yönünü de hatırlatıyorlar, ama isimlerinin verilmesini istemiyorlar. Hemen herkes, geçen yazımda da belittiğim gibi ‘‘işbirlikçi’’ damgası yemekten korkuyor. Özgürlüklerin artık engellenemez duruma gelmesi karşısında insanları susturmak için yeni yol, herhalde çamur atmak.
Aslında bu konu aylar önce de gündeme taşınmış. Bir önceki meclis döneminde DYP Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük tarafında Sayın Yaşar Okuyan ve Sayın Osman Durmuş tarafından cevaplandırılması için TBMM Başkanlığı'na 20 Haziran 2002 tarihinde 2 önerge verilmiş.
Bu önergelerde kalp-damar rahatsızlıklarında kullanılan malzemelerde uygulanan kriterler ve teknik şartlar ile ucuz diye alınan stentlerin teknik yeterliliğinin araştırmasının yapılıp yapılmadığı sorulmuş; tıp adamları arasında menfi değerlendirmeler yapıldığı hatırlatılarak‘‘stentle ilgili beklenmeyen sonuçlarla karşılaşılması halinde, sorumlular hakkında devlet olarak yasal işlem yapılabilecek mi’’ diye de sorulmuş. Doç. Dr. Tuğrul Okay yazısında şunları diyor: ‘‘Kalitesiz malzemeyi kullanmak için doktoru zorlamak ve takiben onu sorumlu tutmak anlayışı, herhalde ülkemize özgü bir durum. Bu arada yeterli denetim yapamayan SSK'nın herkesi hırsız yerine koyması ayrı bir felaket...
Ne acıdır ki Türk Kardiyoloji Derneği, 6 aydır ses çıkarmadan izleme yolunu seçerken, 2 ay önce SSK Genel Müdürlüğüne yolladığım dilekçeyi ‘cc'leyerek kendilerine de yollamam üzerine mahçup olup, yazdığım dilekçeye ufak ekler yaparak daha bu hafta SSK genel müdürlüğüne ilettiler.
Bu özel hastane furyasında SSK hastalarına bel bağlayarak yapılan yatırımlar nedeniyle de özel hastane yöneticileri tam anlamı ile yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal durumuna düştüler ve SSK'ya ses çıkaramaz durumdalar...’’
Kalp pilleri konusunda da tehlikeleri işaret eden yazılar var. Yer kısıtlılığı nedeniyle ona da başka zaman değineceğim. Kalp kapakları yapı ve işlevleri nedeniyle daha kısa zamanda sorun çıkarıyor. Diğer malzemelerin getirdiği sorunlar da yakın bir gelecekte kendini göstermeye başlayacak.
Görüldüğü gibi tepkiler var ama, hatayı düzeltme niyetinde olan yok gibi. Bunun için herhalde daha çok sayıda insanın ölmesini bekliyorlar.
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2003
Gebelik şansını iki katına çıkardığı iddiasıyla pazarlanmaya çalışılan Embryo Glue'nun (embriyon tutkalı) henüz deneme aşamasında bir madde olduğu anlaşıldı. Firmanın deneme amacıyla ilgili kuruluşlara dağıttığı, mayısta piyasaya süreceği solüsyon ile ilgili iddiasını ne tüp bebek merkezlerinin yöneticileri ne de yapıştırıcıyı geliştiren ABD'deki laboratuvarın şefi doğruluyor.
Bazı tüp bebek merkezlerinin geçtiğimiz hafta basında yer alan yardımla üreme uygulamalarında Embryo Glue ‘‘embriyon yapıştırıcısı’’ kullanarak gebelik şansını iki katına çıkardıkları yönündeki iddiaları, ilgili aileler arasında büyük heyecan yaratmıştı. Ancak ithalatçı firma mayıs ayında piyasaya vereceği embriyon yapıştırıcısı örneklerini tüm tüp bebek merkezlerine yeni dağıtmıştı ve merkezlerin bu konuda deneyimlerinin olmasına imkan yoktu. İlgili bilimsel çalışmalar da yapıştırıcının gebelik şansını bırakın iki katına çıkarmayı, istatistiksel olarak anlamlı oranda artırmadığını gösteriyor. Sıvı, sadece embriyonun rahime tutunma şansını artırıyor. Tutunma her zaman gebeliğin sürmesi anlamına gelmiyor. Düşükle de sonuçlanabiliyor.
Prof. Dr. MUSTAFA BAHÇECİ
Mucize değil, aşama
Bahçeci Kliniği-Alman Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Bahçeci, şu açıklamayı yaptı:
‘‘Hastalarımızın bize sıkça sorduğu ve yeni bir umut gibi gördükleri Embriyo Glue adlı solüsyon, tabii ki mucizeler yaratmıyor ve gebelik şansını iki katına çıkarmıyor. Şu anda sadece deneme amacıyla bizim de kullandığımız bu sıvı, embriyonun rahimde tutunma şansına katkısı olabilir. Zaten embriyoların gelişimlerini normal bir şekilde sürdürebilmeleri için farklı gelişim aşamalarında, farklı özelliklere sahip solüsyonlar içinde tutulmaları gerekiyor. Bir embriyonun hücresel fonksiyonlarını yürütebilmesinde kullanılan Embriyo Glue gibi farklı solüsyonların da önemi yadsınamaz. Ancak Embriyo Glue gebelik şansını artıran bir solüsyon değil. Bu yüzden bu tür yenilikler bir mucize gibi değil, yeni bir aşama olarak anlatılmalı.’’
Prof. Dr. SEZAİ ŞAHMAY
Bize yapışkan koydunuz mu
Pakize Tarzi Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Şahmay, konuyla ilgili şu bilgiyi verdi:
‘‘Embryo Glue, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Federasyonu) onayı olmayan, araştırma düzeyinde bir madde. Yanlış demeçlerle hastalar kandırılıyor. Boş yere ümit aşılanıyor. Hastalar bize ‘Yapışkan koydunuz mu?' diye soruyor. Türk Jinekoloji Derneği'ne bu konuda diğer tüp bebek merkezlerinden şikayetler geliyor. Hastalar kanıtlanmamış bilgilerle yanlış yönlendirildikleri için Sağlık Bakanlığı Tüp Bebek Komisyonu'na şikayetleri taşıyacağız.’’
LEVENT KARAGENÇ
Diğerlerinden farkı çok az
Alman Hastanesi Embriyoloji Laboratuvarı Şefi Levent Karagenç, şöyle konuştu:
‘‘Yumurta sperm ile döllendikten sonra elde edilen embriyolar anne rahmine transfer edilmeden önce 5-6 gün, laboratuvar koşullarında kültürde bekletilerek olgunlaşmaları sağlanıyor. Bunun için iki ayrı kültür ortamı peşpeşe kullanılıyor. Embryo Glue, embriyoların konduğu ikinci kültür ortamı. İçeriği de daha önce kullandığımız kültür ortamından çok az farklı. Sadece içindeki bir protein diğerine göre daha fazla. Bu farklılık da mucizevi sonuçlar doğurmuyor. Embriyonun rahime tutunmasını bir miktar artırsa da aynı oranı diğer kullandığımız kültürlerle de elde edebiliyoruz. Solüsyon henüz FDA (Amerikan İlaç ve Gıda Kurumu) ve AB'nin ilgili kuruluşu CE'den onay almadı.
HAFTANIN KİTABI
Doğru Beslenme
Anne karnına düştüğümüz andan itibaren annemizin beslenme tarzı, daha sonra da bizim beslenme alışkanlıklarımız vücudumuzun temel yapısını oluşturur. Bu konuda yapacağımız yanlışların faturasını yaşam boyu ödemeye mahkum oluruz. Beslenme uzmanı Prof. Dr. Aysel Kavas tarafından hazırlanmış bu eser sağlıklı beslenme önerileri kadar kendimize en uygun diyeti seçme olanağı da sağlıyor.
Prof. Aysel Kavas’ın bu kitabı, bir hafta boyunca tüm D&R mağazalarında yüzde 15 indirimli.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2003
Ülkemizin, tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşadığı bir gerçek. Yanıbaşımızda süren savaş ortamı da ayrı bir gerçek. Böyle ortamlarda devletin tasarruf önlemleri almaya çalışması da, alkışlanacak bir davranış. Ancak, ne pahasına? İşte sorun burada düğümleniyor. Sağlık alanında tasarruf yapacağım diye kalitesizliği teşvik ettiğiniz zaman, bunun bedeli insan hayatı oluyor maalesef.
Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan bunca yıl süren bakanlığı döneminde farkına varmadığı yanlışı düzeltmek uğruna, gider ayak sistemi karmakarışık etti. Sigorta hastanelerinin çoğu her hasta için ihale yapmaktan iş yapamaz hale geldi. Anlaşmalı hastaneler, SSK, Emekli Sandığı gibi sosyal güvenlik kuruluşlarının hastalarını ameliyat etmemeyi tercih ediyorlar. Sadece ucuz olduğu için kalitesine bakılmadan alınan malzeme karşısında doktorlar çaresiz. Bu malzemeyi kullansa hastaya yazık, vicdanı el vermiyor, kullanmasa hastalık ilerliyor. Parası olan, kaliteli malzeme alıyor ameliyatını yaptırıyor. Parası olmayan, her zaman olduğu gibi, kaderine küssün.
İşte bu malzemeye mecbur kalanların dramları başladı. Kalp kapağı konusunda sorunlar görülmeye başladı. Yarın belki kalp pilleri, ertesi gün kalp stentleri, ardından ortopedik malzeme ve protezler birer birer dökülmeye başlayacaklar.
Bunları görmek için kahin olmaya gerek yok. Biraz çevreye bakmak yeter. FDA gibi CE gibi standartlar konulmuş. Bu standartları incelersin, böyle kendini kabul ettirmiş standartlara uyan ürünler arasında en ucuz olanı alırsın. Aksi taktirde sorunların çıkmasını göze alırsın.
Geçenlerde yazdım, kalitesiz malzemeye yönelindiğinde ülke olarak sağlık harcamalarını daha da arttırırsınız. Sağlık ekonomisinde de maliyet/yarar analizleri yapılır. Bu dengeyi bilmeyenleri göreve getirmezsiniz, göreve gelmiş ve herhangi bir yönde dengeyi bozmuş olana da hesap sorarsınız.
Eski Bakan'ımız Sayın Okuyan, kaliteyi ve insan hayatının önemini savunanları, firmaları, doktorları, bürokratları işbirlikçi ilan ediyor. Birçok kişi görüş belirtmekten korkuyorlar, çünkü damga hazır 'işbirlikçi'. Bazı kişilerin 'neşter' operasyonundan hala tutuklu olduğu bilindiği ve zaman zaman da listeye yeni 'işbirlikçi'ler eklendiğini bilenlerden görüş istemek anlamsız.
Mızrağın ucu çuvaldan çıkmaya başladığına, kalitesizliğin tasarruf getirmediği neredeyse tarih boyunca herkesçe bilindiğine göre, Sayın eski bakanımızın bu kararları hálá cansiperane savunmasında anlam ne ola ki...
Bu insanlara yazık değil mi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, eski bakan Yaşar Okuyan döneminde almış olduğu tasarruf amaçlı kararla hastalara kullanılacak ilaç ve sağlık malzemelerinde ucuz olanlarının tercih edilmesini istemişti.
Kalite ve standartlara dikkat edilmeden en ucuz olanın tercih edilmesi hastaların sağlığını tehdit etmeye başladı. İlk olarak kalp kapağı sorunu olanlara ameliyatla takılan yapay kalp kapaklarında sorun çıkmaya başladı.
Ucuz olduğu için tercih edilen Brezilya yapımı TRI kalp kapakları, hastaların kalbinin içinde kırılmaya başladı. Bu kapakların takıldığı hastalarda ölümlerin görülmesi üzerine İspanya ve İtalya bu kapakların kullanımını yasaklamıştı.
Kapakla ilgili sorunlar görülmesi ve diğer ülkelerin yasaklaması üzerine Kalp-Akciğer-Kalp Kapağı Nakilleri Bilim Kurulu, kapak hakkında yeterli ve geçerli uluslararası yayın olmadığı gerekçesiyle bunların kullanılmasını yasaklamıştı. Ancak ne yazık ki ülkemizde bu kapağın bin civarında hastaya takıldığı biliniyor.
HASTALARI ÇAĞIRDILAR
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gazetelere bu kapağın kullanılmadığı ve hastaların geri çağırılmadığı yolunda açıklamalar yapıyor. Bir yandan da kalp ameliyatları konusunda anlaşmalı olduğu hastanelere gönderdiği genelge ile 'bu hastaların kontrol ve takiplerinin daha sık ve dikkatli yapılmasının uygun olacağı'nı bildiriyor ve bu kapaktan takılan hastaların isim listelerinin SSK İl müdürlüklerine gönderilmesini istiyor.
BİR STANDART YOK
Bakanlık ucuz malzeme şartı koyarken kaliteyi belirleyen standartlar bugün itibarıyla geçerli değil.
Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde olmak üzere konsey direktifine parelel olarak hazırlanan Tıbbi Cihaz Yönetmeliği, 13 Mart 2002 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanmış olmakla beraber, yayımından 18 ay sonra yürürlüğe gireceği için 14 Eylül 2003 tarihine kadar geçerli bir standart bulunmuyor.
Yazının Devamını Oku