Dr. Gülseren Budayıcıoğlu

Selma’nın mektubu...

11 Şubat 2022
Sevgili okuyucularım, bugün 12 Şubat, yani rahmetli ve çok sevgili eşim Aydın’ın doğum günü.

Onu kaybedeli tam 15 yıl oldu ama o tüm ailemizin gönlünde yaşamaya devam ediyor. Adı dilimizden hiç düşmüyor. Son derece dürüst, namuslu, özü sözü birdi. Nurlar içinde uyusun.

Biliyorsunuz bu sayfada ülkemiz insanlarının hayatlarını, neler yaşadıklarını anlatmaya çalışıyorum. Bu hikâyeleri bize hayatı anlatsın, hayatın sesini duyursun, o sesleri duydukça hem birbirimizi hem de kendimizi daha iyi anlayalım diye yazıyorum. Sevgi için, şefkat ve merhamet için, barış için, çocuk büyük, birbirimize saygı, anlayış ve hoşgörü için yazıyorum. Hayatın asıl gerçeklerini görmezden gelmeyelim, birbirimizi daha iyi anlayalım diye yazıyorum.

Bugünkü hikâyemizin adı “Mahzun Çocuklar”. Bir çocuk neden mahzun olur diye hiç düşündünüz mü? Bunun pek çok nedeni olabilir ama analı babalı çocuklar mahzun olabiliyorsa gelin bunun nedenlerinden birine hep birlikte kulak verelim. Kulak verelim ki, çocuklarımız mahzun ve mutsuz olmasın. Bu mektubu bana Selma yazmış. Bakın ne diyor:




Yazının Devamını Oku

Fadime’nin mektubu

5 Şubat 2022
Sevgili okuyucularım...

Uzun süredir ‘KADER MOTİFİ’ adını verdiğim bir kavram üzerinde çalışıyorum. Bu kavramla “Biz neden böyleyiz, neden hep aynı şeyleri yaşıyoruz, neden başkaları gibi olamıyor, ya hep mutsuz, ya durgun, ya hep kızgın ve öfkeli, kavgacı, kaygılı ya da hep kaybeden taraf oluyoruz, neden daha başarılı, daha önemli, değerli olamıyoruz?” gibi sorularımıza cevap aramaya çalışıyorum. Ve diyorum ki kaderimiz doğduğumuz evlerde önce ailelerimiz tarafından yazılır. Hayatı, nasıl biri olacağımızı oralarda başlarız öğrenmeye. Sonra da o öğrendiklerimiz önce karakterimiz ardından da kaderimiz olur.

Bugün yine siz okuyucularımdan gelen bir mektubu paylaşacağım. Fadime uzun uzun bugünlere nerelerden geldiğini anlatırken ‘KADER MOTİFİ’nin ne olduğunu belki de en somut şekliyle gösterecek sizlere.

Bakın Fadime mektubunda neler yazmış...




Yazının Devamını Oku

Sezen’in mektubu...

29 Ocak 2022
Sevgili okuyucularım, bugün eşi tarafından sevgisiz bırakılan bir okurumdan gelen mektubu paylaşacağım sizlerle.

Okurken içim sızladı. ‘Kadın denen varlık işte bu kadar narin bir çiçek’ dedim içimden. Suyunu, güneşini eksik etmeseniz bile onu sevmez, onu görmez, ona değerli olduğunu hissettirmezseniz soluveriyor.

Psikiyatrist ve psikologlara kadınlar her zaman erkeklerden daha çok başvurur. Kadınların mutsuzluğunun derinine inince, oralarda bir yerlerde mutlaka bir erkekle karşılaşırsınız. Kadınlar açlıktan değil ama sevgisizlikten ölür.

Bu mektubu bana yazan Sezen de sevgisizlikten yakınıyor. Bakın mektubunda neler yazmış Sezen.

BU KADAR GÖRÜNMEZ OLAMAM DEĞİL Mİ

Sayın Gülseren Hocam...

Sizin Hürriyet’teki yazılarınızı okurken ben de keşke hocaya yazabilsem diye düşünüyordum ki sanki hayat sesimi duymuş gibi, bir de baktım bize bir mail adresi verdiniz. Çok güzel bir tesadüf oldu benim için. Umarım yazdıklarımı okuma fırsatınız olur.

Yazının Devamını Oku

Avukat Ziğnet Hanım’ın hikâyesi

22 Ocak 2022
Sevgili okuyucularım, bugün yine klinikteki kırmızı odama gelen konuklarımdan birinin hikâyesini anlatacağım sizlere.

Odamda, duvarda duran aynaya son bir kez şöyle bir baktım, ceketimin yakasını düzeltip hemen geçtim masama. Daha yerime oturmadan kapı tıklatıldı ve genç bir hanım girdi içeri. Genç, güzel ve bakımlı bir kadın. Giyiminden kuşamından, hal ve hareketlerinden onun meslek sahibi ve çalışan bir kadın olduğu hemen anlaşılıyor. Ayağa kalkıp uzattığı eli sıkarak ona yer gösteriyorum. Çantasını önündeki sehpaya bıraktıktan sonra hemen başlıyor anlatmaya...

BEN DIŞ KAPININ MANDALI MIYIM

Adım Ziğnet. 31 yaşındayım ve avukatım.

- Ne güzel bir mesleğiniz var.

* Üstelik boşanma avukatıyım. Mesleğim nedeniyle pek çok boşanan aileyi dinledim ama bir yıl önce ben de boşandım eşimden.

- Ne ilginç bir durum. Müvekkillerinden yıllardır dinledikleri, onu bu konuda daha temkinli olmaya yönlendirmiştir ama bazen kaderden kaçılmıyor.

Yazının Devamını Oku

Kırmızı Oda’daki Bahar’ın çığlığı

15 Ocak 2022
Sevgili okuyucularım... Bugün sizlere bir zamanlar klinikteki Kırmızı Odama, “Birileri beni duysun, dinlesin” çığlığıyla gelen ve içimi çok acıtan danışanlarımdan birinin hikâyesini anlatacağım.

Bahar, sanki ben onun müdürü ya da amiriymişim gibi üzerindeki kareli ceketin düğmelerini ilikleyerek giriyor odama. Elini bana uzatırken başını ve gövdesini saygıyla hafifçe eğiyor. Ben de onu hemen ayağa kalkıp elimi uzatarak karşılıyorum. Karşımdaki koltuğa otururken yüzündeki hiç silinmeyen hafif bir gülümseme dikkatimi çekiyor. Bu gülümseme acaba onun hangi duygularını gizlemek üzere yapışmış yüzüne. Hemen ardından da başlıyor anlatmaya.

SESİMİ KİMSE DUYMUYOR

* Hocam aslında bu randevuyu neden aldım, neden geldim, onu da tam bilmiyorum çünkü sizden ne bir cevap ne de bir çözüm beklentim var. Kendimi kapağı sıkıca kapatılmış bir kavanozun içindeymişim gibi hissediyorum. Sanki beni duyan var mı diye bas bas bağırıyorum da sesimi kimseler duymuyor. Bari gidip derdimi Gülseren Hanım’a anlatayım, hiç olmazsa biri beni anlasın istedim. 40 yaşındayım, evliyim, biri kız, biri oğlan iki çocuğum var. Devlet memuruyum. Sorunuma gelince; çok kıskanç tabiatlı bir eşim var. Bu kıskançlık önceleri hoşuma gitmedi desem yalan olur ama işin dozu bu kadar artınca artık ne yapacağımı ben de şaşırdım. Hani derler ya, otursan kabahat, kalksan kabahat, o hale geldik. Ben onun bu huylarına alışmaya, onu idare etmeye çok gayret ettim ama ne yapsam olmadı.



SİZİ EZMEKTEN ZEVK ALIR

Yazının Devamını Oku

Fatoş’un mektubu

8 Ocak 2022
Sevgili okurlarım, umarım yeni yıl hepimize öncelikle sağlık, huzur ve bereket getirsin.

2021 yılı sadece bizim için değil, tüm dünya için çok zor bir yıl oldu. 2021 yılına girdiğimiz o yılbaşı gecesini hatırlıyorum da, yeni yılda artık bu pandeminin tamamen biteceğini, eski güzel ve özgür günlerimize geri döneceğimizi, bu COVID-19 virüsünden kurtulacağımızı hayal etmiştik ama olmadı. Hatta bu yıla çok daha yoğun hastalık haberleriyle girdik. Umalım 2022 yılı bize özgürlüğümüzü, sağlığımızı, huzurumuzu geri versin. Biz de bunların kıymetini hep çok iyi bilelim.

MUTLULUĞUN KESTİRMESİ

Bir yandan da hayat iyisiyle, kötüsüyle devam ediyor. Aslında bu ölümlü dünyada, yaşadığımız her gün, çabucak dün oluveriyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, hayatta olduğumuz her gün bizim için çok değerli. Kendimizi iyi hissetmenin yolu ise, her zaman bize düşen sorumluluklara sahip çıkmaktan, iyice gerilen sinirlerimize hâkim olmaktan, kimseyi üzmemekten ve başkalarını sevindirmekten, memnun etmekten geçer. Mutlu olmanın en kestirme yolu her zaman bir başkasını mutlu edebildiğinizi görmektir.

Her ne kadar toplum bu ara sinir küpü olup incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle birbirini öldürse de, biz insanlar bu ibreyi her zaman tersine çevirme gücüne sahibiz. Bir küçücük gülümseme bile çok şeyi değiştirir hayatta.

FARKLI OLANI DIŞLIYORUZ

Bugün sizlerle, herkesten farklı olmanın, özürlü olmanın insana getirdiği zorlukları anlatan çok duygulu, çok içten ve samimi yazılmış bir mektup paylaşacağım. Çoğu zaman bilerek ya da bilmeden, bizden farklı olanları toplum olarak dışlıyoruz. Bizden farklı giyineni, konuşanı, düşüneni, farklı görüneni, farklı inançlara sahip olanı sürekli bir dışlama, ötekileştirme eğilimindeyiz. Oysa en çok ihtiyaç duyduğumuz şey toplum tarafından onaylanmaktır. Bu konuda her birimiz belki de hiç fark etmeden, bizden farklı olanın fena halde canını yakıyoruz.

Bu dışlanmadan en çok da fiziksel bir engeli olanlar etkileniyor.

Dünyaya fiziksel bir engele sahip olarak gelmeyi ya da sonradan engelli olmayı doğal olarak kimse istemez. Böyle olmak bizim suçumuz, bizim seçimimiz değil.

Yazının Devamını Oku

Mutsuz annelerin çocukları...

1 Ocak 2022
Sevgili okuyucularım, pek çok yazımda sizlere anne olmanın zorluklarından ve getirdiği sorumluluklardan söz ettim. Hatta “Çocukların kaderini en çok anneler yazar” dedim. Bir çocuğun hangi annenin kucağına geleceğinin her şeyden daha önemli olduğunu söyledim çünkü dünyayı biz annelerimiz üzerinden tanır ve hayata annelerimizin baktığı pencereden bakarız.

Doğduğumuz gün öğrenmeye ve tatmaya başladığımız olumlu, olumsuz bütün duyguları, tıpkı memelerinden emdiğimiz süt gibi, annelerimizin ruhundan adeta emeriz. Yeni doğmuş, annesinin kucağında oturan bir çocuğa bakın, ona bir şeyler söyleyin, el çırpın, gürültü yapın, korkutun, bakın bakalım ne oluyor. O çocuk size nasıl tepki vereceğine -ağlasın mı gülsün mü, korksun mu korkmasın mı- annesinin yüzüne bakarak karar verir. Anne gülüyorsa o da güler, anne korkmuşsa o da korkar.

Anne huzurluysa, keyifliyse, gülüyorsa, kaşları çatık değilse çocukların ihtiyaçları da giderildiyse o çocuklar huzurlu çocuklardır. Çocukların yaşadığı evde kavga gürültü yoksa insanlar o evde alçak sesle konuşuyorlarsa o çocuklar da sessiz ve sakindir.

Anne eğer çocuğuyla yeterince ilgilenmiyor, onun bedensel ihtiyaçlarını karşılasa bile duygusal olarak aç bırakıyorsa o çocuklar annenin eteğinden ayrılmaz. Hatta “Aman sormayın, bu çocuk da iyice bana düştü, eteğimden ayrılmıyor, banyoya bile giremiyorum” diyorsa bir anne, o çocuk huzursuzdur, aradığı güven duygusunu anneden bir türlü alamamıştır. Anne çocuktan sıkıldıkça, onu ittikçe, kendinden uzaklaştırmaya çalıştıkça, o çocuk anneye zamk gibi yapışır.

Annelerinin çocuklarından beklentileri de çok önemlidir, öyle önemlidir ki, çocuk eğer gelecekte annesinin beklentilerini karşılayamazsa kendini hep eksik ve başarısız hisseder. Bu anneler genelde kendi hayallerini gerçekleştirememiş, hayatta aradığını bulamamış, mutsuz annelerdir.

O anneleri de mutsuz eden, bağrına basmayan, duygusal ihtiyaçlarını doyurmayan anneanneler, nineler, daha büyük nineler vardır. Yani bu zincir uzar, gider. Tabii bir de o annelerin eşleri, yani babalar vardır. Eşini mutlu etmek bir yana, perişan eden babalar. O babalar eşleriyle birlikte çocuklarını da perişan ettiklerini bilmezler mi acaba?

BİZLER KÖTÜ EVLATLAR MIYIZ

Şimdi sizlerle annesinin beklentilerini ne yaparsa yapsın karşılayamamış bir gençten gelen mektubu paylaşacağım:

Yazının Devamını Oku

2021 yılının muhasebesi

25 Aralık 2021
Sevgili okurlarım, bugün 2021 yılının son yazısını yazıyorum. Haftaya 2022’ye girmiş olacağız ve istedim ki bu yazının konusu artık şiddet, vahşet olmasın. Yeni yıla gülümseyerek girelim ama 2021 yılının muhasebesini yapınca yine gülümsemek yazının sonuna kaldı.

VAHŞETİ TEMSİL EDENLER

Bu yılı maalesef hep bizleri derinden etkileyen ve özellikle kadınlara yönelen şiddet olaylarını duyarak, okuyarak, izleyerek geçirdik. Şiddet sadece kadınlara değil, çocuklara, hatta bebeklere bile uygulandı. Kimi küçücük, kundaktaki bebeğini vahşice, öldüresiye dövdü. Demek olay medyaya yansımasaydı, sonunda o bebek babası tarafından dövülerek öldürülecekti.

Kimi babalar annesinin yerini söylemediği için okuyup doktor olan öz kızını, hiç acımadan öldürdü. O kızı sen büyütüp sen okutmadın mı? Demek ki annesinin yerini söylese gidip onu öldürecektin ve kızın bunu biliyordu. Annesini korumak isterken kendi canından oldu. Yani taraflardan biri sevgiyi, merhameti, diğeri vahşeti temsil ediyordu.

Kimileri kezzap atıp kadınları öldürmekten beter etti. Bunun ayrıntılarını, o kadınların olaydan sonra çektikleri acıları, hayatlarının nasıl bir anda sönüverdiğini geçen hafta yazmıştım. Eski eşini, boşanmak isteyen eşini, kendisinden ayrılmak isteyen sevgilisini, kız arkadaşını öldürenlerin hesabını tutamadık. O kadar çok ki, hangisini anlatayım.

PUSUYA YATAN SAPIKLAR

Bir de hiç tanımadığı genç kız ve kadınlarımızı, pusuya yatıp öldüren sapıklar var. O kadınların tek suçu, o saatte, o sokaktan geçmek. Kimi okuldan, kimi kurstan çıkıp evlerine dönen genç kızlarımız bunlar ve olay bir metropolde yaşandı, yani dağ başında değil.

Hırsızlıklar

Yazının Devamını Oku