Paylaş
2021 yılı sadece bizim için değil, tüm dünya için çok zor bir yıl oldu. 2021 yılına girdiğimiz o yılbaşı gecesini hatırlıyorum da, yeni yılda artık bu pandeminin tamamen biteceğini, eski güzel ve özgür günlerimize geri döneceğimizi, bu COVID-19 virüsünden kurtulacağımızı hayal etmiştik ama olmadı. Hatta bu yıla çok daha yoğun hastalık haberleriyle girdik. Umalım 2022 yılı bize özgürlüğümüzü, sağlığımızı, huzurumuzu geri versin. Biz de bunların kıymetini hep çok iyi bilelim.
MUTLULUĞUN KESTİRMESİ
Bir yandan da hayat iyisiyle, kötüsüyle devam ediyor. Aslında bu ölümlü dünyada, yaşadığımız her gün, çabucak dün oluveriyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, hayatta olduğumuz her gün bizim için çok değerli. Kendimizi iyi hissetmenin yolu ise, her zaman bize düşen sorumluluklara sahip çıkmaktan, iyice gerilen sinirlerimize hâkim olmaktan, kimseyi üzmemekten ve başkalarını sevindirmekten, memnun etmekten geçer. Mutlu olmanın en kestirme yolu her zaman bir başkasını mutlu edebildiğinizi görmektir.
Her ne kadar toplum bu ara sinir küpü olup incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle birbirini öldürse de, biz insanlar bu ibreyi her zaman tersine çevirme gücüne sahibiz. Bir küçücük gülümseme bile çok şeyi değiştirir hayatta.
FARKLI OLANI DIŞLIYORUZ
Bugün sizlerle, herkesten farklı olmanın, özürlü olmanın insana getirdiği zorlukları anlatan çok duygulu, çok içten ve samimi yazılmış bir mektup paylaşacağım. Çoğu zaman bilerek ya da bilmeden, bizden farklı olanları toplum olarak dışlıyoruz. Bizden farklı giyineni, konuşanı, düşüneni, farklı görüneni, farklı inançlara sahip olanı sürekli bir dışlama, ötekileştirme eğilimindeyiz. Oysa en çok ihtiyaç duyduğumuz şey toplum tarafından onaylanmaktır. Bu konuda her birimiz belki de hiç fark etmeden, bizden farklı olanın fena halde canını yakıyoruz.
Bu dışlanmadan en çok da fiziksel bir engeli olanlar etkileniyor.
Dünyaya fiziksel bir engele sahip olarak gelmeyi ya da sonradan engelli olmayı doğal olarak kimse istemez. Böyle olmak bizim suçumuz, bizim seçimimiz değil. Fatoş’a da sorulsa, eminim kısa boylu biri olarak dünyaya gelmek istemezdi. Oysa Fatoş, onun tercihi olmayan bir durum yüzünden ömür boyu toplum tarafından ötekileştirilmiş. Bunlar onu o kadar üzmüş ki, intihar etmeyi düşündüğü zamanlar olmuş. Bakın sevgili Fatoş, bize neler yazmış:
BOYUM KISA DİYE SEVİLMEDİM
Merhaba Gülseren Hanım,
Nasıl ve nereden başlayacağımı inanın bilmiyorum. Benim derdim insanlarla... Boyum kısa olduğu için kimse beni sevmedi, insan muamelesi yapmadı. Boyum 1.35. Ben de adeta engelli biri gibi yaşadım.
BABAM BENİ HİÇ SEVMEDİ
Biz üç kardeşiz. Bir kız, bir de erkek kardeşim var. Babam kendimi bildim bileli beni bir türlü sevemedi. Adeta nefret etti benden. Belki de benden utanmıştır. İnsan evladını bu kadar dışlar mı, bu kadar sevgisiz ve ilgisiz bırakır mı? Adam neredeyse yüzümü görmekten korkuyor. Beni görünce başını çeviriyor. Ama diğer kardeşlerimi hep el üstünde tuttu. Sanki ben onun çocuğu değilim de üveyim.
Madem öyle, annem hamileyken kadıncağızı o kadar dövmeseydin. Karnına karnına vurmuş annemin. Belki de bu yüzden kısa kaldım ben, büyüyemedim. Sahip çıkan olmayınca işte böyle yaparlar adama. Annem babamın dayaklarından kendini kurtaramamış ki beni kurtarsın. Ben babama kızacağıma o bana kızıyor. Zaten beni görünce adamın aklına küfür etmek geliyor, ama ne küfürler... Beni nasıl aşağılıyor, bilemezsiniz.
KARDEŞLERİM DE AYNI
Kardeşlerime hiç öyle yapmadı. Onları üstelik özel üniversitelere yazdırdı, sonunda ikisi de meslek sahibi oldu. İyi para kazanıyorlar. Yakın zamanda ikisi de evlenip yuvasını kurdu. Bir ben kaldım evde, sevmedikleriyle yaşamak zorunda kaldılar. Kardeşlerim evlenip gidince sanki ben elmişim gibi kimse beni arayıp sormadı. Ancak bayram seyran olacak da, onlar annemi babamı arayacak da, bir iki dakika da benimle konuşacaklar. İnsan kardeşine bu kadar ilgisiz kalır mı? Zaten sebebini biliyorum, onlar da sevmiyor beni. Onlar da bana üvey muamelesi yapıyorlar ama birbirlerini hiç ihmal etmiyorlar.
ANNEM KORUDU BENİ
Bir tek anacığım anladı beni. Ağlarsa anan ağlar gerisi yalan ağlar derler ya, annem sayesinde biraz ayakta duruyorum. Kadıncağız beni hep korumaya çalıştı ama ondan başka kimse desteklemediği için babama karşı hep sustum. Dövdü de, sövdü de, olmaz olasıca da dedi, lanetledi beni. Hiç sesim çıkmadı. Başımı önüme eğip her hakaretini, dayağını sineye çektim. Sabrettim yani...
İnsan aciz kalınca sabretmekten başka çaresi kalmıyor ki...
GARİP GARİP BAKIYORLAR
Şu anda 35 yaşındayım. Ve inanılmaz pısırık ve mutsuz bir insanım. Çocukken henüz ne olduğunu anlamıyor insan ama şimdi anlıyorum. Kimse beni kendilerinden biri gibi görmüyor, dışlıyorlar. Garip garip bakıyorlar bana. Onlar baktıkça ben iyice siniyorum, yolda yürümeyi bile şaşırıyorum. Ne kendime hayrım var, ne de etrafıma. Aslında şu anda bir işim var, çalışıyorum ama orada da dışlıyorlar beni.
BENİ DE SEVEN ÇIKAR MI
Bir zamanlar hatırlar mısınız bilmem, benim boyumda bir oyuncu vardı, intihar etti. Bazen benim de aklımdan geçiyor böyle şeyler ama günah diye korkuyorum. Bu dünyada yandık yanacağımız kadar, bir de öbür dünyada yanmayalım bari.
Ben acaba babam bana böyle üvey evlat muamelesi yaptığı için mi böyleyim, yoksa boyum kısa olduğu için mi, bunu da tam bilemiyorum. Bana prenses gibi davranan, beni çok seven, diğer evlatları gibi beni de tepesinde taşıyan bir babam olsaydı, acaba boyum kısa da olsa aldırmaz mıydım? Ben de herkes gibi mutlu mesut yaşar gider miydim? Ben de o zaman birini sever, evlenir miydim? Yani beni de seven biri çıkar mıydı?
SEVDİM AMA HABERİ YOKTU
Aslında ben birini sevdim ama hani tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış ya... Öyle işte. Onun haberi bile olmadı. Ben kendi kendime gelin güvey oldum. Zaten hiç ümidim yoktu. Onun için hayal kırıklığı filan yaşamadım. Geçen sene de evlendi. Annem anlar gibi oldu âşık olduğumu ama sonra unuttu gitti. O unuttu da ben unutamadım. Arada bir unutayım gitsin diyorum sonra vazgeçiyorum. Onu da unutursam gece yatmadan, uyumadan önce düşüneceğim hiçbir şey kalmıyor. Aklıma gelenlerin hepsi kötü...
Kitaplarda okuduğuma göre eskiden bütün insanların boyu kısaymış hatta benden bile kısaymış. O zaman doğsam demek ben uzun boylu sayılacaktım. Aynada sadece yüzüme bakarsam, aslında pek çirkin sayılmam. En azından âşık olduğum oğlanın evlendiği kızdan daha bile güzelim. Ama yine de beni değil onu seçti. Biraz da şanssızım galiba.
HERKES BIKTI AĞLAMAMDAN
Hadi oğlanları geçtim, kız arkadaşım bile yok benim. Çalıştığım yerde bir sürü kız var. Hepsi birbiriyle arkadaş. Hem arkadaşlar hem de hep birbirlerinin dedikodusunu yapıyorlar. Ben duymadım ama bakışlarından anlıyorum, en çok da benim dedikodumu yapıyorlardır. Bunlar senin kuruntun filan demeyin çünkü beni biraz sevseler böyle sap gibi ortada bırakmaz, beni de aralarına alırlardı. Bir iki kelime ya konuşuyor ya konuşmuyorlar benimle. Gören de beni vebalı sanır.
Peki öyleyse, sen ne yapıyorsun diyecek olursanız, ben sürekli ağlamak için bir bahane buluyorum, yani ağlamadan geçen günüm hiç yok. Ağladığım için annem de kızıyor bana. Ağlamasam diyorum, onu da beceremiyorum. Herkes bıktı galiba bu ağlamalarımdan.
Herkese bir şey diyorsunuz, lütfen bana da bir şey deyin. Ne yapayım ben? Ama sizi çok sevdiğimi de unutmayın.
Not: Sakın adımı vermeyin.
SUÇU KADERE YÜKLEME
Böyle diyor sevgili Fatoş. Bu ismi ona ben taktım. Severim Fatoş adını ama zaten mektubu yazan izin verse de ben gerçek isimlerini kullanmıyorum.
Ne kadar içten yazılmış bir mektup değil mi? Bütün duygularını, araya hiç sansür koymadan bizimle paylaşıvermiş Fatoş.
İLK ÖRNEK OKULDA
Bizim gibi olmayanı dışlamak aslında biz insanların doğasında var. Kendimizi daha huzurlu, topluma aidiyet duygumuzu daha yüksek hissetmek için, bizler hep birbirimize benzemeye çalışırız. Bunun ilk örneğini evinden çıkıp okula başlayan çocuklarda görürüz. Bu nedenle okullarda forma ya da okul önlüğü giydiririz çocuklarımıza. İnsanların dış görünüşleri, giyimleri, kuşamları, davranışları, konuşmaları, hal ve hareketleri ne kadar birbirine benzerse o kişiler kendini o toplulukta o kadar huzurlu ve oraya ait hisseder.
FARKLI GÖRÜNMEMEK
Zengini fakiri, imkânları el vereni vermeyeni neden o yılın modasına uymaya çalışıyor, neden giysileri, takıları, ayakkabıları eskimediği halde gırtlağına kadar borçlanıp yenisini alıyor diye hiç düşündünüz mü?
Modacılar, insanların farklı görünmekten korktuğunu çok iyi biliyor olmalı ki, her yıl başka türlü giyinmeyi moda olarak gösterip insanların ihtiyaçları olmadığı halde yeni giysiler, takılar, değişik saç modelleri, farklı ayakkabı çeşitleri sunuyor topluma. Ve bizler yani dünyalılar, sırf herkes gibi, çoğunluktan biri gibi olmak, farklı görünmemek için o modaya elimizden geldiğince uymaya çalışıyoruz.
ÇOK MUTSUZ OLUYOR
Ancak bir de sahip olduğu görünümü değiştiremeyenler var. Yani engelliler...
İşte o gruba bizim ülkenin insanları eminim hep üzülüyor ama üzülmemiz o kişilere kendilerini iyi hissettirmekten öte daha da kötü hissettiriyor. Farklı da olsalar, onlar en çok sizlerden biri olmayı istiyor. Dışlanmaktan, ötekileştirilmekten korkuyor, kendilerini çok yalnız hissediyor ve çok mutsuz oluyorlar.
Bizden farklı görünene çoğu zaman meraklı gözlerle, bazen de acıyarak bakıyoruz. Aslında bu, biz insanlar için otomatik bir davranış biçimi. Bunlar bize çok doğal geliyor ama baktığımız kişiyi rahatsız ediyoruz. Fatoş’a boyu kısa diye bakıyoruz, bir başkasına da çok uzun diye bakıyoruz. Onları aramıza almaya korkuyoruz çünkü nasıl davranacağımızı bilmiyoruz. Onlar biliyor mu? Bence onlar da bilmiyor. Fatoş’un mektubunu hep birlikte okuduk. İnsanlar onu aralarına almıyormuş. Acaba Fatoş onların arasına girmek için bir şeyler yaptı mı, onlara yakınlık gösterdi mi? Bence göstermedi. O da “Nasıl olsa beni aralarına almazlar” diye önyargıyla hepsinden uzak durdu.
Sevgili Fatoş, artık ağlama. Ağlamak yerine kendin için bir şeyler yap. İşe önce kendine arkadaş edinmekle başla. İnsanlar hep durgun, hep üzgün, konuşmayan, ilişki kurmayan kişileri sevmez. Önce sen kabul et, sen onayla, sen beğen kendini. Yardımı, desteği başkalarından bekleme. Bu hayatta hiçbir engeli olmadığı halde senin kadar mutsuz ve çaresiz pek çok insan yaşıyor.
ÇARE SENDE
Bugün artık yetişkin birisin. Çareyi başkalarında arama. Mutsuzluğunun tek nedenini kısa boyuna yükleme. Daha gerçekçi ol. Sen boyu toplum ortalamasından daha kısa, yüzü hiç gülmeyen, ağlamak için bahane arayan, mutsuz, sevgisiz, insanlardan hep uzak duran, kendini hiç beğenmeyen, başkalarından önce kendi kendini onaylamayan, mutsuzluğunu kabul etmiş, hayattan hiçbir umudu kalmamış bir kızsın.
MUHTAÇ DEĞİLSİN
Babanın ve kardeşlerinin sana nasıl davrandıklarını ayrıntılarıyla yazmışsın. İnan bana bugün böyle olmanda onların da payı büyük ancak geçmiş seni çok yaralasa da, kendin için hâlâ yapabileceğin çok şey var. Hâlâ gençsin. Dünyanın güzelliklerini görebileceğin gözlere sahipsin. Kimseye muhtaç değilsin, kendine ait bir işin var. Sabah yatağından kalktığında bu gün ne yapacağım demiyor, koşarak işine gidiyorsun.
Değiştirebileceğimiz şeyler için sonuna kadar mücadele etmeli, değiştiremeyeceğimiz şeyleri ise bir an önce kabul etmeliyiz. Suçu kadere yükleme çünkü sen bırakırsan kader senin için bir şey yapmaz. Ancak sen ayağa kalkar ve hayatla göze göz, dişe diş mücadele edersen, işte o zaman hayat da sana her türlü desteği verir.
KENDİNE GÜVEN
Daha geçen gün gözleri görmeyen, dünya güzeli bir kızla tanıştım. Önemli bir şirketin en başarılı elemanlarından biriydi. Katıldığım konferanstaki konuşmacılardan biri de oydu. Kendine güveni ve dik duruşuna, bilgisine ve becerilerine hayran olmamak mümkün değildi.
Umarım kısa sürede sen de bu dediklerimi yapar ve hiç yorulmadan arkasından koşacağın mutluluğu yakalarsın.
Haftaya yeniden görüşmek üzere...
HOŞÇA KALIN SEVGİYLE KALIN
Sizler de mektuplarınızı drgbudayiciogluiletisim@madalyonklinik.com adresinden bana gönderebilirsiniz.
Paylaş