Paylaş
Odamda, duvarda duran aynaya son bir kez şöyle bir baktım, ceketimin yakasını düzeltip hemen geçtim masama. Daha yerime oturmadan kapı tıklatıldı ve genç bir hanım girdi içeri. Genç, güzel ve bakımlı bir kadın. Giyiminden kuşamından, hal ve hareketlerinden onun meslek sahibi ve çalışan bir kadın olduğu hemen anlaşılıyor. Ayağa kalkıp uzattığı eli sıkarak ona yer gösteriyorum. Çantasını önündeki sehpaya bıraktıktan sonra hemen başlıyor anlatmaya...
BEN DIŞ KAPININ MANDALI MIYIM
Adım Ziğnet. 31 yaşındayım ve avukatım.
- Ne güzel bir mesleğiniz var.
* Üstelik boşanma avukatıyım. Mesleğim nedeniyle pek çok boşanan aileyi dinledim ama bir yıl önce ben de boşandım eşimden.
- Ne ilginç bir durum. Müvekkillerinden yıllardır dinledikleri, onu bu konuda daha temkinli olmaya yönlendirmiştir ama bazen kaderden kaçılmıyor.
* Eşimle beş yıl kadar arkadaşlık ettikten sonra evlendik. Gençliğim onunla geçti diyebilirim. Ne güzel günlermiş onlar. Ben onunla büyümüş, onunla Ziğnet olmuştum. Şu an ise o Ziğnet’ten eser yok. Tükendim. Yaşama sevincim kalmadı.
- Eskiye özlem duyuyor.
HAYAT SİTEMİ SEVMEZ
* Sorumsuz ve sevgisiz bir ailenin 3’üncü kızıyım. Üçümüz de hiç sevilmeden, ailemizden takdir görmeden, hep kendimizi onlara kanıtlamaya çalışarak büyüdük. Şimdi eğer saygın bir mesleğim varsa bunu biraz da aileme, aileme kendimi kanıtlayabilme çabalarıma borçluyum ama hâlâ kendimi birilerine kanıtlama peşindeyim. Bize çocukluğumuzda sunulmayan şeyleri başka yerlerde arama, eksiklerimi tamamlama isteğiyle bir yerlere varmaya çalışıyorum. Eşimle evlenirken de hep hayalim buydu. Beni sevsin, beni takdir etsin ve hiç olmazsa eşimin önceliği olabileyim.
- Çocukluğundan beri hayatla ilişkisi sitemkâr. Oysa hayat ona sitem edenleri pek sevmez. Onu sevenleri sever.
SÜREKLİ YOK SAYILDIM
* Eşim özgüveni eksik, ailesine aşırı derecede bağımlı biriydi. Ailemden göremediğimi eşim bana gösterir, benimle sevinir, benimle üzülür, hayatla birlikte mücadele ederiz sanıyordum. O evde nihayet değerli olabilecek, saygı görebilecek, ben de varım diyecektim. Ama hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı. Yine değer görmediğim hatta yok sayıldığım bir hayatın içinde buldum kendimi.
- Uzun bir arkadaşlık döneminiz olmuş. Eşinin nasıl biri olduğunu biraz biliyordun değil mi?
* Ailesine düşkün olduğunu biliyordum, hatta o zamanlar ona imrendiğim bile olurdu. Nihayet benim de ailem olacaktı onlar. Çünkü benim ailemde durum tam tersiydi. Ne onlar bana düşkündü, ne de ben onlara. Bir düzeni vardı evin, hepimiz o düzene uyardık. Sorulması gerekenler sorulur, konuşulması gerekenler konuşulur, sonra herkes kendi dünyasına geri dönerdi. Aç kalmadık, açık kalmadık, iyi okullarda okutulduk, hastaysak ihmal edilmedik, insan bunları düşününce şikâyet etmeye utanıyor ama öyle değil işte...
- Gözleri doluyor ama ağlamamaya kararlı. Başını hafifçe arkaya savurup kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor.
SUSKUN, YALNIZ ÇOCUKLAR
* Hepimiz çocuğuz. Yaşlarımız da yakın birbirine... Bize birbirimizle bile ilişki kurmayı, sevinmeyi, heyecanlanmayı, bu heyecanı birbirimizle paylaşmayı öğretmediler. Sonunda suskun ve yalnız çocuklar haline geldik. Beraberken, hep bir aradayken yalnız kalıvermek öyle zor ki...
- Ağlamamak için çareyi tavana bakmakta buluyor.
* Ben bir başka insanla nasıl yakın ilişki kurulacağını ilk Yavuz’la öğrendim. O öyle sıcaktı ki, zamanla beni de dondurucudan çıkardı, ısıttı. Onunla birlikteyken başka biri oldum ben. Konuşmayı, gülmeyi, sevinmeyi, heyecanlanmayı öğrendim. Onunla buluşacağımız saatleri iple çekerdim. Yanındayken zaman nasıl geçmiş anlamazdım, oysa bizim evde o zaman hiç geçmez, sonunda biz üç kız çareyi bir an önce yatıp uyumakta bulur, saat dokuz oldu mu girerdik yataklarımıza.
KURTULUŞ: ERKEN UYUMA
- Tam bir gece kuşu olarak saat dokuzda yatağa girmeyi bir türlü anlayamadım gitti. Akşamı yaşamadan günü bitirivermek bana hayatı yarım bırakmak, eksik yaşamak gibi gelir. Ama Ziğnet’i anlıyorum... Doğup büyüdüğü evde zaman o kadar geçmek bilmezmiş ki, üç kız kardeş kurtuluşu erkenden uyumakta ve günü bir an önce sonlandırmakta bulurlarmış. Zamanını keyifli geçiren insana 24 saat yetmez ama o zamanı cehennem gibi yaşayanlara da zaman bir türlü geçmek bilmez...
* Bana evlenme teklifi ettiğinde hiç düşünmedim bile, hayat Yavuz’la öyle güzeldi ki... Ve ben nihayet çok mutluydum. O evden, o evin içeri gireni donduran enerjisinden kurtulmuştum. Ailesiyle de ilişkilerimiz iyi gidiyordu. Birbirlerine olduğu gibi bana da çok yakın ve sıcak davranıyorlardı. Ancak bu düşkünlüğün bağımlılık derecesinde olduğunu evlendikten sonra öğrendim. Eşimin ve ailesinin bana yaşattıklarına inanamıyordum. Olanları bir türlü hazmedemedim. İşin daha da tuhaf yanı bütün bunları eşimin son derece doğal karşılamasıydı.
- Ailesinde hiç görmediği bu sıcaklık ve yakınlık bir süre sonra onu rahatsız etmiş olabilir. Bizler yakın olmayı isteriz ama bu yakınlığın nasıl kurulacağını öğrenemediysek eğer, yakın ilişkiler kurmayı becerenlere öfke de duyabiliriz.
* İnsan her an da beraber olmaz ki... Eğer beraber değillerse uzun telefon konuşmaları, sık sık gelip gitmeler, aynı şekilde bizi davet etmeler, her pazar günü buluşmalar filan... Bana çok geldi. Sakın beni yanlış anlamayın. Gelsinler, tabii gelecekler, burası oğullarının evi ama o evde başka biri daha yaşıyor. Bunu kimse görmek istemedi.
İHTİYAÇLARI OLDUĞUNDA...
- O dönem sizinkilerle ilişkiler nasıldı?
* Ailem hiçbir zaman arkamda olmadı. Ne evlenirken, ne de ayrılırken. Yok gibiler. Sadece bir şeye ihtiyaçları olduğu zaman ararlar beni.
- Sen onları arar mısın?
* Ararım tabii, dostlar alışverişte görsün hesabı, haftada bir arar hal hatır sorarım. Telefondaki konuşmalarımız en çok bir iki dakika sürer. Zaten onları arayacağım zaman bir sıkıntı çöker içime, ya hep ertelerim ya da bir an önce arar, sırtımdaki yük kalksın isterim. Ama eşimin ailesi öyle mi, bıraksan saatlerce konuşacaklar telefonda. Daha dün beraberdik, bu kadar konuşacak ne buluyorsunuz Allah aşkına... Bir de ses tonlarını duysanız, şaşar kalırsınız. Espriler, şakalar, gülmeler gırla gider.
- Sen öyle zamanlarda nasıl hissedersin?
* Nasıl mı? Canım sıkılır. Yahu o evde biri daha var. Saygısızlık değil mi bu? Kendimi köşeye atılmış çöp gibi hisseder, ona bakar kalırdım. Tabii konuşma uzadıkça kalbim çarpar, sıkıntıdan çatacak adam arardım.
BEN DEVRE DIŞI KALDIM
- Çatar mıydın eşine?
* Bilmem... Bir şey demesem de suratım asılırdı. Madem öyle neşelisin, benimle de yapsana bunu. Benimle de gülüp eğlensene.
- Böyle deyince koltuğumda hafifçe arkaya doğru kayıp daha dikkatli bakıyorum ona. Acaba ben de Ziğnet’le gülüp konuşabilir miyim, birlikte eğlenebilir miyiz diye, ama zor. O hâlâ dondurucudan çıkamamış. Dans iki kişiyle edilir. Acaba Ziğnet kendini yalnız bıraktığı gibi Yavuz’u da mı yalnız bırakıyordu.
Eşinle siz de bu güzel ve sıcak ilişkiyi bir zamanlar kurabiliyormuşsunuz. Sonra ne oldu?
* Sonra... Galiba ailesi girdi devreye. Sanki asıl ilişki Yavuz ve ailesi arasında kuruldu, ben devre dışı kaldım. O zaman eşim ne kadar üzüldüğümü, kendimi nasıl yalnız hissettiğimi görürdü ama bir şey yapmazdı. Aile de bunun farkındaydı. Onlar beni içlerine çekmeye çalıştıkça ben sinir olur, iyice kaçardım.
BÜTÜN SUÇ BENDE Mİ
- Burada bir terslik yok mu? Hem onlardan biri olmak istiyor, hem de bu daveti ısrarla reddediyorsun. Neden diye hiç sordun mu kendine?
* Kıskandım mı yani?
- Bilmem, onu sen söyleyeceksin.
* Yavuz artık evli bir adam, ben de onun eşiyim. Ben nasıl her zaman önceliği Yavuz’a veriyor, kendi ailemi dışarda bırakıyorsam, onun da aynı şeyi yapması gerekmez mi? Ben dış kapının dış mandalı mıyım?
- Ama içlerine girmeyen sensin. Bu kadar yakınlıktan sıkılmış olabilir misin? Ne de olsa bu tür yakın ilişkilere alışkın değilsin.
Hoşlanmadı söylediklerimden.
* Yani onların hiç mi suçu yok, bütün suç bende mi?
- Biz burada seninle bir suçlu aramıyoruz ki... Yaşadıklarını, o dönemde kendini neden yalnız, çaresiz ve sıkıntılı hissettiğini anlamaya çalışıyoruz.
HEP GEÇMİŞİ KONUŞURDUK
* O sıralar sık sık ablamları arardım. O güne kadar bir türlü ablamlarla bile yakınlaşamamıştık. Ben aradıkça, sık sık bir araya geldikçe biraz daha rahat hissettim kendimi.
- Onlarla ne konuşurdunuz?
* Düşünüyorum da, onlarla ne zaman bir araya gelsek hep geçmişi konuşur, çocukluğumuzdaki yalnızlığımızı, çaresizliğimizi, bize ailemizin çektirdiği acıları, bizde açtığı yaraları konuşur, paylaşırdık birbirimizle. İnsan sürekli geçmişte yaşanan acıları düşünür mü? Biz düşünüyoruz. Hiç çıkmıyor aklımızdan.
- Düşünür ya... Belki de o yüzden, birbirine çok bağlı bir ailenin çocuğuyla evlendin. Ailemin eksiğini onlar kapatır dedin ama annenin babanın doyuramadığı çocukları hayatın sonradan doyurması zordur.
ÇOCUK BİLE DOĞURMADIM
* Eşimin ve ailesinin bana yaşattıklarını bir türlü affedemiyorum. Çocuk bile doğuramadım ben. Bir kere hamile kaldım, hemen aldırdım çocuğu. Bu sıkıntıların içine bir de masum bir bebeğin girmesini istemedim. Mutsuz bir evliliğin içine doğan bir çocuğun kötü giden bir evliliğe çözüm olmadığını mesleğim öğretti bana zaten. Oysa anne olmayı öyle çok isterdim ki... Şimdi bu kararından memnun musun derseniz, bunu da bilmiyorum. Acaba bir çocuğum olsaydı mutlu olur muyduk diye düşüncelere kapılıyorum. Kendimi suçluyorum. Ben mi iyi bir eş olamadım acaba diye düşündükçe işin içinden çıkamıyorum.
- Bir çocuk, doğduğu evde sevecen, ona sahip çıkan bir anneyle büyümezse yetişkin olduğunda anne olmak onu hep korkutur. Onda kapanmayan yaralar açan, sevgisiz bir anne modeliyle büyümüşse kendisinin de öyle olacağı endişesini bir türlü atamaz zihninden.
Bu kadınların çoğu bebeği çok istediğini düşünse de, ya bir bahaneyle o bebeği aldırır ya da bebek zaten anne rahminde tutunamaz ve düşük yapar.
* Hep sıcacık bir yuva hayal etmiştim. Eşimle bıcır bıcır konuşup sohbet edebileceğimiz, birlikte gülüp birlikte ağlayabileceğimiz bir yuva. Meğer mutlu olmak ne kadar zormuş. Gözyaşlarım hep içime akıyor. Kendimi çok yaralı, sahipsiz bir kedi gibi hissediyorum.
ÇOK ÖZLÜYORUM ONU
- Dıştan bakıldığında o güçlü, ayakları sıkıca yere basan, mesleğinde başarılı bir kadın o. Bazen dış görünüşümüzle iç dünyamız birbirinden ne kadar farklı olabiliyor.
* Evliyken de mutsuzdum, ayrıldım yine çok mutsuzum. Hiçbir şey çözülmedi ki...
- Bir telaş ve aceleyle ayrılmış eşinden ama şimdi bu konuda da kararsız.
Eşini özlüyor musun?
Bir an kaygılı gözlerle bakıyor bana, bu soruya cevap verip vermeme konusunda kararsız. Sonra başını öne eğip sanki mırıldanır gibi cevaplıyor sorumu.
* Çok, çok özlüyorum onu. Onu özledikçe, yeniden ona döner miyim diye korkmaya başlıyorum. Hangisi doğru, hangisi yanlış artık bilemiyorum. Sağlıklı düşünemiyorum galiba.
DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLLAR
ZİĞNET farkındalığı yüksek bir kadın. Bu sefer de aceleyle yeni bir karar almadan benimle konuşmaya gelmiş. Konuştukça, sanırım bu ilişkinin iyi gitmemesinde kendi payını da görmeye başladı. Bizler kendimizle yüzleşmeden, kendi doğrularımızı bulmadan, hayatta ne aradığımızı, arasak da bunun altından kalkıp kalkamayacağımızı görmeden büyük kararların altına imza atmamalıyız.
Çocuk sahibi olmayı çok istiyorum deyip doğacak çocuğun bizim sorunlarımıza çözüm olacağını sanmak, gerçek çözümden bizi iyice uzaklaştırır. Bunlar geri dönüşü olmayan yollardır.
Bana göre asıl sorun insanlarla yakın ve sıcak ilişkiler kurmayı öğrenebilmek. Ve eşi Yavuz buna hazır aslında. Çocuk sahibi olmaya gelince; bu konuda kendini iyice geliştirmeden yola çıkmamalı. Buna hazır olmadan çocuk sahibi olursa o da annesinin yetiştirdiği gibi yani kendisi gibi bir çocuk yetiştirmeye çok yatkın.
Bunları uzun uzun anlatacağım ona.
Haftaya görüşmek üzere hoşça kalın, sevgiyle kalın
Paylaş