Müzik dinlemek ergenler için önemli bir etkinliktir. Ergenlerin serbest zamanlarını müzik dinleyerek geçirdikleri gözlemlenir. Hatta bazen ders çalışırken ya da başka şeyler yaparken de müzik dinleme konusunda ısrarlıdırlar.
Müzik neden bu kadar önemli gençlerin hayatında diye baktığımızda bir kaç önemli başlık buluruz:
Ergenlik döneminde dinlenen müziğin türü ve sözlerin içeriği ve ne kadar dinlendiği ergenin ruh sağlığı açısından önemlidir. İzlenen müzik klipleri de çok önemlidir. Kliplerdeki cinsel içerikler ya da şiddet, ergen için olumsuz örnek oluşturabilir. İntihar ya da cinsel içeriğin olduğu şarkı sözleri intihar ve cinsel motivasyonu arttırdığı yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Ergenlik dönemi bilişsel, duygusal ve bedensel gelişim özellikleri düşünüldüğünde bu hiç şaşırtıcı değildir.
Elbetteki ergenleri müzikle bağları onların yaratıcıkları içinde önemlidir. Müzik zarar veren bir unsur değildir tam tersine hayatın her döneminde sağlıklıdır. Ergenlerin dinledikleri müzikler anne babalara saçma ve dinlenmemeli gibi gelebilir ancak bu sadece evebeylere ait bir düşüncedir. Gençlerin dinledikleri müziği, türünü ağır eleştirmek ya da yasaklamak onlarla aranıza duvar örmenize neden olabilir. Ergenler müziğe yetişkinlere göre daha çok zaman ayırırlar, ‘fun olmak" bu dönem için normaldir.
Tüm bunlarla birlikte; anne babaların dikkat etmeleri gereken noktalar şunlardır:
Tüm bu konularda sıkıntı yaşanıyorsa bir uzmandan destek alın.
Zor günler geçiriyoruz, zor dönemler yaşıyoruz hepberaber… Ağır bir hava çökmüş ülkemin üzerine bir türlü gitmiyor. Dünya alev alev…İnsanlar ölüyor, öldürülüyor, aileler dağılıyor, yurtsuz kalıyor, çocuklar açı çekiyor. Her yerde acı her yerde kan var. Ölümler normalleşiyor, sayılar tuhaflaşıyor sanki... Bağırsak duyan yok, bu ölümler çok saçma desek, durun artık desek, neden desek, ne için bu kan desek, insandan kıymetli değil hiçbir şey desek, dünya malı, nimeti hepimize yeter, gelin canlar kardeş olalım desek hep beraber, duyan olur belki bizi !
Ünlü gitarist Jimi Hendrix’in "Aşkın gücü, güce duyulan aşkı yendiğinde dünya barışı tadacaktır" sözünü hatırlıyorum bunları düşününce...
Aşk…İmkansızı imkanlı yapan, olmazları olur yapan, korkuyu, cesarete dönüştüren AŞK!
Gözümüzü kör eden, sevdiğimizi kusursuz gördüren aşk, ayaklarımızı yerden kesen, tüm acıları unutturan aşk... Can acıtan ancak vazgeçilmeyecek kadar güçlü olan aşk…
Eğer her bir insana, sevgilime duyduğum aşkın, sevginin birazı kadar bile baksam, her insanın değerli olduğunu farketsem dünyada bir şeyler değişir belki.
Aşk sadece karşı/aynı cinse duyulmuyor aslında…İnsan yaptığı işe aşık olabilir, AŞK’la yapabilir işini, ör: yemeği aşkla yapan bir aşçının yaptığı yemeğin lezzeti tarifsizdir.
İnsan doğaya aşık olabilir, her bir ağaç, yaprak, kuş, su, toprak, onu kendine daha çok yaklaştırır, dinginliği ve huzuru verir doğa bizlere hemde hiçbir karşılık beklemeden…İnsanın içi yanar hem de nasıl yanar orman yangınlarında ya da rant uğruna kesilen ormanları gördükçe. Ağaçlara, doğaya hep saygı duyarım, onlardan daha güçlü ya da üstün olduğumu hiç düşünmedim. Sevdiğinde kıyas biter. Kim güçlü, kim daha güzel, kim daha zengin, kim daha... Aklına gelmez İNSANın!
İnsan Yaradan’a aşık olabilir.
Dünyaya geldikten kısa bir süre sonra meslek seçimi ile ilgili çalışmalar çocuğun dünyasında başlar. Meslek seçimi, meslek kimliği, yaşadığımız toplumda kabul görmek, onaylanmak, takdir edilmek için çok önemlidir. Çocuklar genellikle 10'lu yaşlara kadar, ihtiyaçlar, yetenekler, yönelimler, ülkedeki iş alanları gibi konuları önemsemeden daha hayali meslek yöneliminde bulunurlar. Doktor, öğretmen, asker, avukat olmak gibi... Seçtikleri meslekler genellikle mesleki üniformaların olduğu ve kendilerinin de bir şekilde ayırt edebildikleri mesleklerdir.
10'lu yaşlardan 17 yaşına kadar olan bilişsel gelişim döneminde mesleklerle ilgili düşünceleri de değişir. 10 yaşından önce sadece şeklen bildikleri ve olmak istedikleri meslekleri artık yavaş yavaş kendileriyle, değerleriyle, ilgi alanlarıyla yetenekleriyle örtüşüp örtüşmediğini de düşünmeye başlarlar. Bu dönem 15 yaştan sonra hızlanır. O ana kadar geçici tercihler yapmaktadırlar ancak 15 ile 17 yaş arası daha farkındalıklı düşünmeye başlarlar.
15 yaşından sonra mesleklerine yavaş yavaş yönelirken ailenin ve toplumun ne istediği de önemli olabilir. Ergenin gerçekten kendi istediği mesleğe mi yoksa ailesinin istediği mesleğe mi yöneldiğini ayırt etmesi önemlidir. Bunun içinde ilgi alanlarını ve yeteneklerini bilmesi, mutlu olabileceği mesleğin farkında olması gerekir.
Ergenlik döneminde istek, ilgi ve yetenekleri ayırt etmek için yani mesleki seçim konusunda, uzman desteğine ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. Bu konuda okul rehberlik servislerine başvurarak gerekli danışmanlık çalışmalarını talep etmeleri gerekir.
Meslek seçimi sürecinde ailelerin çocuklarına farkındaklı destek olmaları gerekir. Ailenin çocuğunun istek ve fikirlerine önem vermesi, meslek seçimi konusunda uygun uzmanlık desteğinin sağlanması, gereksiz ve ergeni baskı altına alacak yönlendirmelerden, zorlamalardan kaçınmaları önerilir.
Çocuk ve ergenlerde aynı yaş grubunda olanlara akran denir. Akranların birbirleriyle kurduğu iletişim ve etkileşimde genellikle denklik vardır. Akranların aralarındaki denklik, birine ruhsal, fiziksel, cinsel zarar verecek şekilde bozulduğunda Akran Zorbalığı ortaya çıkar.
Akran zorbalığı, itmek, vurmak, tükürmek, tekmelemek, spor esnasında bilerek zarar vermek, çelme takmak vb. fiziksel şiddet; giyimle, gözlük, diş teli vb ile, kilo, boy, konuşmayla dalga geçme, küçük düşürme, lakap takma, alay etme, küfür, argo vb. şekilde sözel şiddet, onaysız cinsel dokunuşlar, giysiyi kaldırıp bakma, sütyen arkasını çekme, rahatsız edici cinsel konuşmalar, taciz, tecavüz vb. cinsel şiddet ve ayrıca izinsiz eşyaları almak, çalmak, kullanmak, para istemek, tehdit etmek vb. şeklinde görülür. Zorbalık, zorbalığı yapan ergenin ve zorbalığa maruz kalan ergenin o anda ve ileri yaşlardaki ruh sağlığını olumsuz etkiler.
Ergenlerin birbirlerine yönelik yaptıkları bu davranışlar, şiddet yani zorbalık çoğu okul yöneticileri, öğretmenler ve veliler tarafından ciddiye alınmaz. Hatta ‘Ne olacak canım bu şekilde güçleniyorlar, kendilerini korumayı öğrensinler, dişli olsun o da ezdirmesin kendini’ gibi mağduru suçlayıcı ya da mağduru önemsemeyen ve yararınaymış gibi bir yaklaşım sergilendiği görülebilir. Zorbalığı normalleştiren sözler ve davranışlar, ergenlere daha çok zarar verir. Ergen kendini dışlanmış, anlaşılmamış, çaresiz ve zayıf hisseder.
Akran zorbalığına maruz kalan çocuk ve ergenlerin ileride yaşayabilecekleri sorunlar arasında;
Ailelerin, öğretmenlerin akran zorbalığıyla ilgili ve bu konuda sorun yaşayan çocuklara ergenlere nasıl davranacaklarını bilmeleri çok önelidir. Bu konuda yaşanan sorunlar ciddiye alınmalı ve mutlaka müdahale edilmelidir. Aileler ve öğretmenler, zorbalığı uygulayan ergenle iletişim kurmalı, bu tür davranışların normal olmadığı, kalp kıracağı, üzeceği ve verebileceği zararlarla ilgili ergenlerin anlayacağı şekilde anlatılmalıdır. Tüm bunlarla birlikte en etkili eğitim; anne-babanın ve öğretmenlerin çocuklara olumlu model olmasıdır. Zorbalığın altında yatan nedenler farkedilmeli ergene yardım edilmelidir.
Hikayelerimiz var, her birimizin, her olayın, her canlının ve cansızın bir hikayesi var. Bazen aşk, bazen ayrılık, bazen aldatılma, bazen dolandırılma, bazen başarı, bazen komik bazen trajikomik…
Kendine, iş arkadaşına, düşman bildiğine, dostuna, çevrene, doğaya, ağaca, kuşa, oturduğun sandalyeye ya da kullandığın telefona, okuduğun kitaba hikâyesini merak ederek baktın mı hiç?
Kendimi bildim bileli hikâyelere meraklıyımdır. Belki de bundandır psikoloji alanında okumam ve çalışmam… Doğabilimci de olabilirdim ancak insan daha öne geçti o vakitler! Bu da herhalde kendimi merakımdandır.
Doğadaki, evrendeki her canlının ve bize göre cansızın hikâyesini bilmek istemişimdir. Bazen bir ağaca sarılıp ya da dokunup, bazen tepesine çıkıp ona hikâyesini sormuşluğum vardır… Dinlemişimdir, rüzgârın dilinden… Tepesinden düştüğüm limon ağacına saygılar!
Uyuduğum divanın ahşap sırtına her akşam ve sabah elimle dokunup, oluş hikâyesini hissetmeye çalışmam ya da şehrin ortasından geçen nehrin nereden geldiğini ve nereye gittiğini, o nehirde bir damla olsam hissedeceklerimi, suyun içindeki tüm canlı ve cansızı algılamak için kurduğum hayaller beni doğaya, çevreye ve bana yakınlaştırmış!
İlk aşk, ilk acı, baba kaybı, arkadaşlıklar, dostluklar, yapılan dedikodular ve atılan ve yenilen kazıklar, hırslar, tutkular, karalılık ve azim hikâyeleri, kendi hikâyelerim ve dinlediğim binlerce hikâye beni insana ve bana, özüme yaklaştırmış, daha derinden hissettirmiş İNSAN’ı!
Tüm ailesi tarafından kalpsizlikle, soğuklukla, sevgisini hiç göstermemekle, gaddarlıkla suçlanan bir babanın, babasından uzun yıllar şiddet gördüğünü, anne babasının ona hep mesafeli ve soğuk davrandığını bu nedenle şimdi istese bile çocuklarına dokunamadığını içeren hikâyesini dinlediğinde, onun hayat hikâyesini bir anlığına hissettiğinde, onunla ilgili sende neler değişir? Bence, kalbin yumuşar, yargılar ve yorumlar susar, sadece anlarsın.
İş hayatında başarılı olmak için her yolu deneyen hırslı, kıskanç, rekabetçi iş arkadaşının çocukluk hikâyesine kısaca göz gezdirdiğinde; başarıya ulaşmak için her yolun mubah olduğunun öğretildiği bir ailede, hayattaki en önemli şeyin başarı ve para olduğunun yerleştirildiği, anne baba sevgisinin bile okul notlarına göre verildiği bir aile ortamı görsen onunla ilgili yargı ve yorumlarına ne olur?
HIV/AIDS ülkemizde hızla artan, kan yoluyla, anneden bebeğe, korunmasız cinsel ilişkiyle bulaşan bir salgındır. HIV/AIDS'le ilgili bulaşma yolları çok sınırlı olsa da yine de önyargılar nedeniyle ayrımcılık, dışlama sorunları yaşanmaktadır.
Bir kişi HIV taşıyıcısı olduğunu öğrendiğinde, toplum içindeki yanlış bilgiler (homoseksüel hastalığı, ölümcül, tedavisi yok, ...gibi) nedeniyle çok zor günler yaşar.
HIV taşıdıklarını öğrenen kişiler ilk anda şok yaşarlar ve bir süre durumu algılamakta zorluk çekebilirler. HIV(+) bireyin durumu kabul etmesi belli bir süreci gerektirir. Bazı bireyler çok kısa sürede HIV ile yaşamayı benimserken, çoğunlukla red yolunu seçerler. Virüsü taşıdığını öğrenen çoğu bireyde ilk zamanlar şok, kızgınlık, depresyon, pişmanlık, öfke, endişe, HIV(-)lere kızgınlık, korku, gelecek belirsizliği, intihar düşüncesi ve girişimi olabilmektedir. Psikolojik kabul süreci çoğunlukla şöyledir: İnkar, öfke (Kendine, yakınlarına, doktorlara), pazarlık (Şöyle şöyle yaparsam daha uzun yaşarım), depresyon, kabullenme.
HIV testinin sonucu (+) geldiğinde ve bu sonuç doğrulama testiyle onaylandıktan sonra sonucun oluşturduğu bazı psikolojik sorunlar beraberinde gelebilir.
Kişi, yaşantısını planlayamama, sekonder enfeksiyonların oluşması, başkalarına bulaştırma korkusu, izolasyon, cinsel düşmanlık ve red, sonuçları değiştirememe, gelecekteki sağlığı, yakınlarının durumu, tedaviye ulaşamama, özel yaşamın ve güvenin kaybı, sosyal ve cinsel olarak kabul görmeme, fiziksel ve mali gücünü kaybetme gibi pek çok faktörden dolayı kaygı duyar.
Kişinin bu sorunların altından kalkabilmesi için psikolojik yardım alması çok önemlidir. Danışmanlığın başarısı, danışman ve danışan arasındaki dostluğun ve güvenin gücüne bağlıdır. Bu dönemde destek gruplara katılmak olumlu gelişimleri hızlandıracaktır.
Eğer HIV taşıyıcıysanız ve tedavi alıyorsanız size ait bilgiler şifreli bir şekilde saklanır, gizlilik ilkesi bu ülkedeki her hasta için olduğu gibi HIV(+)‘ler içinde geçerlidir. Her dert paylaştıkça azalır, HIV(+) gruplarla haberleşebilirsiniz ve yardım alabilirsiniz.
Daha detaylı bilgi için HATAM’ın ya da Pozitif Yaşam Derneği'nin web sitelerini ve HIV taşıyıcıysanız kendilerini ziyaret edebilirsiniz.
İnsan dünyaya geldiği an itibariyle çevresinden gelen uyaranlarla, davranış ve tepkilerle pek çok duyguyu öğrenir. Sevgi, neşe, güven, merak, acı vb. Negatif ve pozitif pek çok duyguyu deneyimleyerek kaydeder.
5 yaşının altında, insan tepki ve kararlarını bilinçaltının iki temel güdüsüyle ‘Hayatta kalmak’ ve ‘mutlu olmak’ için fark etmeden verir.
Korku negatif duygular arasında en önemlisidir, en güçlüsüdür. Çok küçükken öğrendiğimiz hayatta kalmamız için gerekli bir duygudur KORKU! Bazen karanlıktan, bazen koridorda karşımıza çıkan bize göre dev gibi olan babamızın gölgesinden ya da kendisinden korkarak, bazen sevmek için uzandığımız kedinin tırmığından, bazen ablamızın oyun olsun diye yaptığı değişik bir yüz ifadesinden korkmayı öğreniriz. Bizi gece yarısı sıçrayarak uyandıran korkulu rüyalarımız vardır, yeniden uyumaya korktuğumuz.
Ve üstüne koya koya gideriz korkularımızı!
5 yaşından sonra ise soyut ve somutu ayırt edebilmeye başladığımızda aklımız yani bilincimiz devreye girer ve eğer sorgulamayı öğreten bir sistemin içindeysek, bilinç ve bilinçaltımız elbirliğiyle İNSAN olma yolcuğumuzu destekler. Kararlarımızı, davranışlarımızı seçebilme süreci başlar. Örneğin; karanlıktan korkuyorum oysaki karanlık sadece ışığın olmadığı durum, ne olacak ki sanki desek gözümüz karanlığa alışır ve artık karanlık korkmaz oluruz. Tabii ki korkunun üstüne gitmeyi tercih edersek!
Korkunun belli bir dozu iyidir aslında bizi hayatta tutar; trafikte dikkatimizi toplamamıza, hızımızı kontrol etmemize, çok yüksek bir yere çıktığımızda dikkatli olmamıza yani hayatta kalmamıza yardım eder. Temkinli olmamızı sağlar.
Korkunun dozu arttığında ise işte o zaman insan ruh sağlığı açısından tehlike çanları çalar! Köpekten, kediden, yüksekten, karanlıktan, açık alandan, kapalı alandan korkarız, denizden, karadan, havadan, sudan, korkarız da korkarız!
Her insanın kendini iyi ve kısmen de olsa özgür hissettiği yerler vardır, sizlerin de vardır mutlaka... Kendimi güvende, rahat ve en çok ANda hissettiğim yer neresidir sorusuna benim verdiğim cevap DENİZ’dir!
Kendimi ne zaman dengelerim sarsılmış, üzgün, kızgın ya da depresif hissedersem ilk yaptığım şey derin bir nefes alarak gözlerimi beş on saniyeliğine kapatıp denizde olduğumu hayal ederim. Çektiğim nefesin deniz kokusu olduğunu, bulunduğum yerin deniz kenarı ya da içi olduğunu hissederim. Bu beni sakinleştirir ve dengeler!
Yaşadığım ülkeden midir, kentten midir ya da bana ait midir bilmem ama bugünlerde dengelerimin sık sık sarsıldığını farkediyorum. ‘Ben hiç etkilenmiyorum banane canım dünya yansa ben keyfime bakarım, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyen varsa takdir edemeyeceğim!
Şiddetin, terörün her türünün, cinsiyet ayrımcılığının, insanların vatanlarından oluşunun ve daha benzeri insana yakışmayan yaşantıların deneyimlendiği bu süreçte bilirim ki dengede kalmak daha çok zorlaşır.
Tüm bu acılara, üzüntülere inat hayat yapman gereken her şeyle tüm hızıyla devam eder! Dünya da olan her şeyin, herkesin, her canlının, her nefesin ve nefsin birbirine bağlı olduğuna ve birbirini etkilediğine inanıyorum bu nedenle de bu süreçleri ruhumun derinlerinde hissediyorum. İşte ondandır bugünlerde sık sık denizle buluşmam.
Sevdiğim bir dostumun anneanesinin dediği gibi ‘Deniz insanın gamını alır’. Acımı ve yükümü bırakırım denize, bırakma demez!