Konserin şefi Aziz Shokhakimov, solisti ise genç piyanist Jan Lisiecki idi. 17 Haziran’a kadar devam edecek, Borusan Holding sponsorluğundaki festival toplam 25 konserde Salzburg Mozarteum Orkestrası, Tekfen Filarmoni Orkestrası, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Hollanda Kraliyet Concertgebouw Oda Orkestrası, Münih Oda Orkestrası, Borusan Quartet gibi önemli topluluklar seyirci karşısına çıkaracak. Festival boyunca Anne-Sophie Mutter, Barbara Hannigan, Fazıl Say, Nicolas Altstaedt, Matthias Goerne, Arabella Steinbacher, Avi Avital gibi solistlerin aralarında olduğu 60’ın üzerinde ismi dinleyeceğiz.
Bu seneki programda Cumhuriyet’in 100’üncü yılına özel geliştirilen yeni projeler, asırlar boyunca Anadolu topraklarında yaşamış birçok önemli kadın figürden ilhamla yazılan eser siparişleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarından geleneksel Türk müziği ve İstanbul tangosu besteleri, günümüz klasik müzik dünyasının yıldız solistleri, seçkin orkestralar ve disiplinlerarası projeler de yer alıyor. Festival seyircileri sekiz eserin dünya prömiyerine, dört eserin ise Türkiye prömiyerine tanıklık edecek.
FAZIL SAY’DAN ‘CUMHURİYET KADINLARI’
Dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say’ın festivalin siparişi üzerine, Türkiyeli kadın şairlerden ilhamla bestelediği eserlerden oluşan yeni projesi de festivalde dünya prömiyerini yapacak. Cumhuriyet’in, yetenekli ve üretken kadınlarının kaleme aldığı unutulmaz şiirlerden doğan bestelerini, Say ile yıllardır aynı sahneyi paylaşan mezzo-soprano Serenad Bağcan seslendirecek. Onlara kontrbasta Volkan Hürsever, davulda Ferit Odman eşlik edecek. Cumhuriyet Kadınları’nı 8 Haziran’da AKM’de, 14 Haziran’da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda izleyebilirsiniz.
İstanbul Müzik Festivali bu sene gençlere de özel bir yer ayırmış. Gençler tarafından, gençler için başlatılan Disko Klasik serisi bir ilk olacak. 2018’den beri TSKB’nin desteğiyle devam eden Yarının Kadın Yıldızları serisi ise bu sene de genç kadın müzisyenlerin eğitimlerine katkı sağlayacak. Genç kadın müzisyenleri başarılı kadın sanatçılarla festival sahnesinde buluşturacak. Festivalin TSKB desteğiyle Cumhuriyet’in 100’üncü yılı anısına sipariş ettiği ve genç müzisyen Cem Esen tarafından bestelenen eser de ilk defa Yarının Kadın Yıldızları sahnesinde seslendirilecek.
AİLELER VE ÇOCUKLAR PARKLARA...
Özellikle çocuklu aileler, ücretsiz Hafta Sonu Klasikleri’nde parklarda müzik eşliğinde hoş vakit geçirebilecek. The Beatles klasiklerinin dans eşliğinde seslendirileceği Bebeklere Beatles’ı bebekli aileler kaçırmasın. Konsere Doğru Konuşmaları’na katılırsanız, farklı disiplinlerden konuşmacılarla, konserlerin teması ve sanatçıların hayatlarına değinilecek sohbetlerde buluşabilirsiniz. Festival konservatuvar öğrencilerine ücretsiz, öğrenciler ise tüm İKSV etkinliklerinde 10 TL’lik Eczacıbaşı Genç Bilet uygulamasından faydalanacak.
Deniz Kavukçuoğlu hem iyi bir yazar hem güvenilir bir dosttu. Almanya’daki uzun öğrenim ve öğretmenlik yaşamından sonra Türkiye’ye döndü.
Kitaplarındaki üslupta hem bilgi hem ironi hem de siyasi bir tavır vardı. Üç unsuru da bir arada eşsiz bir senteze kavuştururdu.
Deniz Kavukçuoğlu, siyasi dalgalanmaların bizden uzağa sürüklediği kuşaktandı.
Yurda döndükten sonra TÜYAP Kitap ve Sanat Fuarları Koordinatörlüğü’nü üstlendi.
Kitap fuarlarının büyümesini, arkadaşı olan yazarların katılmasını sağladı.
Onun önerisi Bülent Ünal’ın da onayıyla beni kitap fuarlarının Danışma Kurulu Başkanlığı’na getirdiler. Uzun süre fuara, edebiyata dair sohbetlerimizi çalışma alanının, kurumun dışında da koyulaştırdık.
İnandıklarını savundu, dostlarının değerini bildi, her zaman hayatında önemli bir varlık olarak tuttu.
Türkiye sınırları içinde bütün kitap fuarlarına gittim, dostluklar orada pekişti, evlerde yoğunlaştı.
Müzik festivallerinin benim hayatımda önemli bir rolü olduğunu sık sık yinelemişimdir.
Çocukluğumla gençliğimin başlangıcında yaz ayları müzikten yoksun geçerdi.
İstanbul’da yaşadıklarımı sıralayabilirim.
Küçük Çiftlik Parkı, Tepebaşı Bahçesi, Çiftesaraylar, Türk müziğinin icra edildiği yerlerdi.
Kışın da bugün gibi hareketli bir müzik yaşamı yoktu. Türk müziği solistleri ve yabancı müzisyenler Saray Sineması’nda konser verirlerdi.
Bir de Belediye’nin konserlerine giderdim. Bir hafta Türk müziği bir hafta Batı müziği çalınırdı. Taksim Belediye Gazinosu’nda yapılırdı konserler daha sonraları da Şan Sineması’nda verilirdi.
Nevzat Atlığ’ın korosu da ilgiyle dinlenen bir topluluktu.
Tiyatronun altın çağı yargısı çok mu abartılı olur bilemiyorum.
Dergi vitrinlerini popüler edebiyat dergileri ve magazin dergileri kaplıyor. Hiç şüphesiz edebiyat/sanat dergileri onlar kadar satmayabilir ama bence kurumların sadece kâr odaklı bir anlayışı benimsemeleri, az da olsa okur çeşidini yok saymak anlamını taşır.
Bazı yabancı müzik dergileri de bu mağazalarda bulunmuyor.
Dağıtım şirketlerinin kitap okuru kadar dergi okurunu da kale almasını öneriyorum ama yapılacağına da inanmıyorum.
Kitap mağazalarında long play çalan pikaplar satılıyor, bu anlayıştan dergilerin de yararlanması gerekir.
Kitap mağazalarının daha özenli bir anlayışı uygulamalarını bekliyorum.
Çoğu okura yardımcı olmalı.
Yapılması gerekenlerden bir bölümünü hatırlatmak isterim.
Türkiye’de verilen edebiyat ödüllerini kitapçılar görmezden geliyor. Sorsanız, bu konuda yanıt da alamazsınız.
Tezer Özlü’nün ‘Cafe Boulevard’ yazısını, oradaki dost buluşmalarımızı, başka kentlerden gelen dostlarımızla hasret gidermemizi, tanışmamızı anımsadım. Akşamüstleri gidilen bir yerdi. Bazı yerler moda olur, herkes birbirini orada bulur, yeni okumalar, yeni yazılar orada tartışılır. Aramızdan ayrılanlar da bir film şeridi gibi belleğimden geçti, hüzünlendim.
Tezer Özlü hem kardeşlerini hem de kitaplarını sevdiğim biriydi, Demir Özlü’nün, Sezer Duru’nun kardeşi olduğu için de hayatının birçok bölümüne tanıklık ettim.
Yazıdan bazı bölümleri onu sevgiyle anarak kullandım:
“Cafe Boulevard’a İstanbul’un her yanından gidilir, ama ben bu mahalleden gelip geçerek giderdim. Günün aynı saatlerinde ya da yılın ayrı aylarında bu yolların görüntüsü hiç değişmez. Boyacı gene oradadır, şoförler gene hazır bekler, ütücü de durmadan kolalar. Yokuş bitip Taksim alanı geçilince Cumhuriyet Caddesi başında Cafe Boluvard’a varılır. Ama bu kahve, kışın kahve salonu, yazın dışa taşan masa ve sandalyelerin konulduğu alanda değil de kırk elli metre öndeki postanenin de elli metre kadar öncesinden başlar ve aynı boyutlarda dört bir yöne ve yüksekliğe yayılır. Yani Cafe Boulevard müşterileri kahvenin öncesinde, ilerisinde, karşısında, hatta beş altı metre yükseklikteki park duvarlarında kahvenin çatısına dikilir, oturur, yere serilir ya da beklerler.”
- Demet Elkâtip’in ‘Tadımlık’ yazısı, derginin başında.
“Deprem bölgesinde canla başla çalışan, hayat kurtaranlara gönül borcumuz sonsuz.”
Her sayıda Unutulmuş Halk Yemekleri’nden yedi tarif sunan Musa Dağdeviren, bu kez deprem bölgesinden 11 tarif paylaşıyor.
Kurutlu Çorba
Levent Çalıkoğlu ve Murat Yeşilyurt da bana eşlik etti.
İstanbul Modern’i ilk kurulduğu 2004 yılından bu yana izlediğim için bugün ortaya çıkan yeni müze binası beni çok mutlu etti.
Çünkü modern bir müze ziyaretçilerinin ilgisini çeker. Bulunduğu bölgede başka görülecek yerler de olduğundan ziyaretçinin uğrama oranı artar.
İstanbul Modern’in yeni binası, Paris’teki Centre Pompidou gibi dünyadaki simge kültür sanat kurumları ve müzelerin mimarisinde imzası olan Renzo Piano’nun kurucusu olduğu Renzo Piano Building Workshop (RPBW) tarafından tasarlandı. Yeni bina, müzenin kurucu sponsoru Eczacıbaşı Topluluğu ve ana sponsoru Doğuş Grubu-Bilgili Holding’in ortak katkısıyla inşa edildi.
10 bin 500 metrekarelik kullanım alanıyla sergi ve programlara ev sahipliği yapan beş katlı müze binası; büyük sergi salonları, çok amaçlı mekânlar, ofisler, eğitim ve farklı kültürel etkinlikler için alanlar barındırıyor. Boğaziçi’nin ışık yansımalarıyla pırıldayan sularından ilham alınarak tasarlanan bina, üç boyutlu biçimlendirilmiş alüminyum panellerle kaplı cephesiyle günün her saatinde değişen güneş ışığı ve sudan gelen yansımalarla ışık ve gölge oyunları yaratıyor.
ŞEFFAF ZEMİN KATI
Ziyaretçi için daha çok alan yaratmak amacıyla ücretsiz olarak kurgulanan zemin katta; kütüphane, bilgilendirme noktaları, eğitim atölyeleri, kafe ve mağaza bulunuyor. Şeffaf bir tasarıma sahip zemin katı, ziyaretçilerin Tophane Parkı ve kıyı şeridi arasında güçlü bir bağ kurmasını sağlıyor. Zemin kattaki şeffaflık üst katlardaki fuaye alanlarında da devam ederek ziyaretçilerin binanın çevresiyle sürekli bir görsel etkileşim halinde olmasına olanak veriyor. Binanın birinci katında fotoğraf galerisi, kısa süreli sergi salonu, eğitim ve etkinlik odaları bulunuyor. Aynı katta bir de restoran var. Müzenin koleksiyon ve süreli sergi salonları ise ikinci katta yer alıyor.
Bir zamanların seyirci rekorları kıran filmlerdeki bestelerden ne kaldı, onun istatistiğini bulamadım.
O şarkılardan kaçı bugün severek dinleniyor? Film eleştirmenleri bir araştırma yapsınlar, bizim hangi bestecilerimiz başarılı? O filmlerde oynayanlar bugün şarkılarıyla mı oyunculuklarıyla mı anılıyorlar?
Müzikle görüntü arasındaki bağ konusunda da her zaman bir sonuca varamadım.
Ancak televizyonda ya da sinemadaki başarılı filmlerin müziğinin, kendi başına görüntüsü olmadan ne kadar etkili bu sorunun yanıtını da veremiyorum.
Televizyonda çok seyredilen ‘Binbir Gece’ dizisinden edindiğim sonuçlara değineceğim.
Diziyi seyredenlerin bu dizinin kitabını aldığını kitapçılarda gözlemledim.
‘Binbir Gece Masalları’nın tamamını dilimize Âlim Şerif Onaran çevirmişti, daha sonra başka yayınevleri de yayımladılar.
Beğenilen dizinin kitabının satılmasını olağan karşılayabilirsiniz.
Oysa bir yazarın kitabı önce yayınevinin seçicisi tarafından alınır, o kitap gözden geçirilmesi için redaktöre verilir. O da kitap konusunda yazarıyla ya da çevirmeniyle konuşur, kitap dizilir, düzeltmene gider, kapak tasarımcısı kapağı yapar ve kitap okura sunulur.
Şimdi teknoloji geliştiğinden bazı aşamalar gündeme gelmez ama bir bölüm hâlâ geçerlidir.
Bu redaktördür, çoğu zaman bazı kavramlar karıştırılır, yayınevi sahibine editör denilir; oysa o yayıncıdır.
Redaktörlerin önemini her zaman öne çıkarmak isterim. Çünkü o, kitap konusunda bazı önerilerde bulunur. Bizde redaktörlüğün yeteri kadar geliştiğini sanmıyorum. Ziyaret ettiğim Batı ülkelerindeki redaktörler yazara bazı önerilerde bulunabilirler. Hatta kitabın bazı bölümlerinin atılması konusunda bile önerileri vardır.
Kitap ajansları hele hiç gündeme gelmezler. Oysa yurtdışındaki bir yayınevinden çıkan kitabı bize onlar önerir, yayımlamamızı sağlar.
Ben yayınevi yönetirken o meslek grubuyla yakın temaslarım olurdu. Yayınevleri Nobel Ödülü’nün kazanan yazarları yayımlayabilmek için rekabete girerlerdi.
O zamanlar en gözde ajans ONK (Osman Necmi Karca) idi, şimdi ailesi bu mesleği sürdürüyor.
Geçen gün ONK Ajansı’ndan