Ahmet Makal, doktora eğitimini ve şeflik kariyerini ABD’de sürdüren Nisan Ak’la bir röportaj yapmış. Ak, eğitimi, kariyeri ve kadın şef olmanın zorluklarını anlatıyor.
Bütün dünyada kadın şefler artıyor ama eline baget almanın zorluğunu çoğu yaşadı.
Bakın Ak hangi saptamalarda bulundu:
“Kadın şeflerin görünürlüğü benim için çok önemli. Ben genç bir şef olarak sürekli biçimde deneyimli şeflerden ilham alıyorum, anlamaya, onları analiz etmeye çalışıyorum. Şeflikte görsellik çok önemli ama maalesef hâlâ ‘izlediğim’ şeflerin çoğu erkek. Çünkü kadınlar müzik klibi diyebileceğimiz prodüksiyonlar yapmıyorlar. Denk geldiğim zaman seviniyorum. Artık bir kadının kendi Beethoven toplu senfoniler dizisini YouTube’a koyma vakti gelmedi mi sizce de?! Uzun lafın kısası, hâlâ görünürlüğü olan, prodüksiyonu olan kadın şef az. O yüzden benim hiç bir kadın şefi beğenmeme lüksüm yok. Her birinden birçok şey öğreniyorum.
Benim bir orkestraya çağrılmam için zaten o orkestranın cinsiyetçilikle olan imtihanını geçmiş olması gerekiyor. Şeflikte cinsiyet garip bir şey. Podyuma çıkana kadar cinsiyetim var, podyumdayken yok. Podyumdayken diğer her şey önemli. Ama indiğim anda başlıyoruz tekrar kadın şef olmaya. Cinsiyetçilik illegal. Kimse benim yüzüme gelip sen kadınsın diye senden direktif almıyorum diyemez. Bunu belki eskiden söyleyebilirlerdi ama şimdi işlerinden olurlar. Ancak cinsiyetçilik artık daha farklı daha psikolojik boyutlarda oluyor. Ve çoğu zaman kapalı kapılar ardında benim bilemeyeceğim durumlarda oluyor. Ancak işin hikâye kısmına gelirsek, tabii ki benim hayatımda da maalesef çok akıl zorlayan durumlar oldu. Yüzüme ‘Kadınlar doğası gereği şef olamaz’ tarzı cümleler söylendi. Gençtim, hatta çocuktum, cevap veremedim. En azından şevkimi kırmamış. Eminim sadece bu cümle bile birçok kadının bu işi hayal etmesine engel olabilir.”
Ak, başarılı örnekler verdi.
Dünyada her zaman kadın şefler konusu gündeme gelir, yıllar önce saygın bir dergide onların adı verilmişti:
Yazının da başlığı: “Yaşa kadın şef!”ti.
Günlerde kimler var?
Handan İnci
Doğan Hızlan
Cevat Çapan
Haydar Ergülen
Neler var?
Edebiyat Günleri’nde, önceki sezonlarda sahnelenen şiir ve hikâye dinletilerinin tam kayıtları, sanatçıların evde kaydettikleri özel performanslar ile Kibele Sanat Galerisi’nde 2015 yılında gerçekleşen “Biz Mektup Yazardık” başlıklı sergiden ayrıntıların yer alacağı çevrimiçi bir seçki.
3 gün boyunca tüm gün sürecek etkinlikler kapsamında, Darüşşafaka Cemiyeti ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen program şöyle:
“Dehanın yüzde doksan dokuzu yaşama sevincidir” demişti. Yanılmıyorsam söz Joseph Joffre’a (1852–1931) aitti.
Tabii ki evde kaldığım, şikâyet de etmediğim için dehadan pay istediğimi sanmayın, şimdiye kadar akli melekelerimde bir bozulma yok.
Gerçi akşam güneş batarken içi sıkılanlar için rahmetli Prof. Dr. Metin Özek ‘deha manyaklı??? deyimini kullanm??t?.
Evden ??kamayanlar?n da bir muhabbet zinciri vard?r, evde kalarak iyi ğı’ deyimini kullanmıştı.
Evden çıkamayanların da bir muhabbet zinciri vardır, evde kalarak iyi çalıştığımızı, yaratıcı yönümüzü ortaya çıkardığımızı anlatırız.
İki öğretim üyesi arkadaşımla telefonda görüştüm, iki kitap bitirmişler, bir tane arkadaşım önemli bir müzenin yapım çalışmalarında epeyce ilerlemiş.
Dört gün gene çalıştım, yazdım, dinledim.
Pencereden caddeye saat 24.00’ten sonra bakıyorum, trafik tıkanıyor. Bazı atıştırmalık yerlerinin önünde kuyruklar uzadıkça uzuyor.
Şimdi bayramı evimizde kutlayacağız, teknolojinin nimetlerinden yararlanacağız, birbirimizin bayramını görüntülü kutlayacağız. Bu arada evlerinin dışında, başka mekânlarda geçirecekler de özgürlüğün tadını çıkaracaklar. Dinlenecekler, konuşacaklar, seyredecekler, müzik dinleyecekler. Vakit geçirecek unsurlar çok.
Çocuklara eski bayramları anlatmalarını salık veririm. Geleneklerin bir toplumu ve bireyi nasıl biçimlendirdiğini öğrensinler. Babalarını dedelerini daha hoşgörüyle anlarlar.
Anneannem aile büyüğü olduğu için, ziyarete gitmekten çok, ziyarete gelirlerdi. Bir misafir varken diğeri geldi mi onlar kalkardı, nezaket icabıydı.
Benim çocukluğumda ziyaretler yoğun olduğu için, vasıtalar ve caddeler kalabalıktı, gidilmezse gönül koyarlardı.
Bayram sofralarının görkemini birçok kimse anımsar.
Binmesem de bayram yerlerini gördüm, arabaları izledim.
Ziyaretlerde elbet armağanlar da verilirdi.
Yaşamın hızı arttıkça, bayram günleri tatil yapma günlerine dönüştü.
Bu girişim önemli bir eksikliği gidermektedir. Çünkü hemen hemen dünyadaki tüm arkeoloji enstitülerinin Türkiye’de ofisleri vardır. Bunca arkeolojik çalışmanın yapıldığı ülkemiz için bu enstitünün olmaması şaşılacak bir durumdur.
Proje neyi amaçlıyor:
Tarihsel, kültürel değerlerin bilimsel, sanatsal, turistik ve ekonomik açılardan daha yoğun bir çalışmayla gerçekleştirilmesi, enstitü sayesinde de sürdürülebilirliğinin sağlanması.
Bu proje doğrultusunda çalışma alanları şöyle sıralanabilir:
* Mekân
* Organizasyon
* Kütüphane
* Arşiv
Kuşların toplanması, birbirileriyle muhabbet etmesi çok hoşuma giderdi.
Eminönü’nde de aynı hareketi dakikalarca seyrederdim.
Karantina günlerinde meydanlardaki duruşlar bana hüzün veriyor, yalnızlığın en somut halini o zaman hissediyorum.
Yem vermeye gelenleri tanıyorlar sanki. Evden dışarı çıkabildiğim ilk gün kuşlara gideceğim. Birçok dostum da özledikleri kuş seslerini şimdi daha fazla duyduklarını söylüyor. Şehrin gürültüsü yerine o sesleri duymak ancak bir mecburiyet sayesinde mümkün olacakmış.
Ramazan boyunca her gün saat 19.00’da TRT 1’de Feridüddin Attar’ın ‘Mantık Al-Tayr’ından (Abdülbaki Gölpınarlı çevirisi) esinlenilerek hazırlanan ‘Kuşlarla Yolculuk’ dizisinin her bölümünde, eserdeki 9 kuşu simgeleyen dervişlerin ve ‘Hüdhüd’ü simgeleyen Şeyh’in hayata bakış açılarını, yaşam felsefelerini, kainat, tabiat ve insanla ilişkilerinin öykülerini seyredecekiniz.
9 ayrı kuşun yanı sıra ‘papağan’ı temsil eden, ‘ölümsüzlük iksirini’ sergileyen Seyyah’ın ‘imtihan’ı da işleniyor.
Feridüddin Attar, 1136 yılında Nişabur’da (İran) doğdu, 1221’de aynı yerde bu dünyadan ayrıldı.
Kitabın özelliğini şöyle özetleyenler olmuştur. Tasavvufu günlük dile aktarmıştır.
Benim de dinlediğim sanatçılardan biri.
Rol aldığı ‘İnsanlar Yaşadıkça’ filminde nedense onun rolünden çok Montgomery Clift’i anımsıyorum.
Çok Oscar’lı film James Jones’un ‘From Here to Eternity’ romanından sinemaya aktarılmıştı. Yönetmeni de Fred Zinnemann’dı.
Filmdeki trompet karesi bir çoğumuzun belleğinde kaldı. Kitabın çevirisi de Altın Kitaplar Yayınevi tarafından yayımlanmıştı.
Bir Türk caz solisti Esra Zeynep Yücel, son olarak Frank Sinatra’ya adadığı bir longplay çıkardı.
‘Dear Frank
Tribute to Frank Sinatra’
Kayıtta 10 parça seslendiriliyor.
Okuduklarımı, dinlediklerimi, yazdığım kalemleri biriktiriyorum. Eve kapatılınca bu zevkin benim için kurtarıcı olduğuna karar verdim. Bir köşeye koyduğum kitapları okudum, okur ihmalkârlığımı telafi etmeye çalıştım.
Yıllar önce dinlediğim hatta itiraf edeyim alıp dinlediğim long play’leri çaldım. Onları çalarken, kitapları okurken, dolmakalemimle yazarken onlara anılar da eşlik etti.
İlk ciltli kitabım olan Alfabe’den başlayıp sanal bir geziye çıktım, uğradığım bütün kitapçıları anımsadım, yayınevi ziyaretlerimi zihnimde tazeledim.
Yıllar önce müzik seti getirmenin güçlüğünü, ona kavuşunca duyduğum sevinci düşününce, bugüne bir hatıralar çizgisi çektim.
Hayatı düz bir çizgi değil, başarılarla başarısızlıkların karması bir yumak olarak tanımlamalı, düşünmeli bir arada, ne var ki bellek denilen iyimser organ daha çok güzellikleri canlandırıyor.
Erken emekliliğin olduğu ülkemizde insanlar mutlaka bir meşgale bulmalılar, yaratmalılar. Sevdiğiniz makaleleri kesip dosyalasanız, bir fotoğraf albümü yapsanız, televizyonun bazı programlarını esiri olmadan seyretseniz. Hangi tür müziği severseniz sevin, şimdi kanallardan istediğiniz parçayı, birkaç kişiden dinleyebilirsiniz.
Şerif Antepli’nin çıkardığı “Collection” dergisinin okurlarındanım. 20. yılına vardı. Kutlanacak bir çaba.
Bu dergiyi okursanız, değişik konularda, alanlarda bir koleksiyona başlayacağınızdan şüphem yok.