13 Aralık 2002
<B>EFES </B>Pilsen deplasmanda<B> </B>19 sayı farkla üstünlük sağladığı Alba'yı İstanbul'da yenerken kan ter içinde kaldı. Bu maç öncesi lacivert beyazlılar Kambala'nın ağabeyinin ölüm döşeğinde olması ve Kerem'in sakatlıktan yeni kurtulmuş olmasının psikolojik handikaplarını yaşıyordu. Buna bir de Abdi İpekçi'ye gelen seyircinin azlığı dezavantajı da eklendi. Bu ortamda Efesli oyuncular normal performanslarını sahaya yansıtamayınca Pesiç'ten yoksun rakipleri karşısında 3 periyot zorlandılar.
Bu periyotlarda 13 top kaybı ve isabetsiz atışlar Alba'nın işine yaradı. Lollis ve Stanojeviç'in etkili oyunları birara Alman takımını 5 sayı da öne geçirdi. Ancak Kerem tüm oyun boyunca istikrarlı bir oyun ortaya koydu. Takımının kötü hücum yüzdesine karşı, Efes'i tıkır tıkır oynattı.
Golemaç faktörü
Brown (17 sayı) ve Kambala (19 sayı) her zamanki gibi lacivert beyazlıların skor gücünü üstlenirken Efes'e maçı kazandıran oyuncu bana göre Golemac'tı. Bu oyuncunun 11 sayı, 3 blok, 7 asist, 2 ribaundluk istatistiği Alba'yı devirmeye yetti. Hem de Alman takımının 33-20'lik ribaund üstünlüğüne rağmen. Kaya'nın ve kenardan gelen Asım'ın formsuzluğu ile Granger'ın istikrarsızlığı Efes Pilsen'i çok etkiliyor. Dün Alper oyuna sonradan girmesine karşın yine takımını ayakta tutan oyunculardan biriydi. Ben Efes Pilsen'in ilk 5'in içine gireceğine inanıyorum, ancak yukarıda saydığım olumsuzlukların bir an önce giderilmesi gerekiyor. Yoksa, Final-Four bu yıl lacivert beyazlılar için hayal olur.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2002
Aziz Yıldırım, Kemal Dinçer'i göreve getirmekle çok isabetli bir karar vermişti. Fenerbahçe’de Kemal Dinçer bu işi yapabilecek 1-2 isimden biriydi. Ama zamansız bir açıklama, köprüleri attı, yolları ayırdı KEMAL Dinçer ile çok eski bir dostluğumuz var. F.Bahçe Basketbol Takımı'nın tek şampiyonluğunda, Kemal'in menajerliğini yaptım. Bir takımın şampiyon olmasında teknik ve idari ekibin uyum içinde olmasının yanı sıra, oyuncularının da bu hedefe inanması ve katkı vermesi gerekir.
F.Bahçe'nin şampiyon olduğu o yıl, Kemal ilk beşte oynamıyor ama büyük bir özveri sergiliyordu. Kaptan Aliço ile birlikte takımı hedefe öyle bir kilitlediler ki, F.Bahçe'yi tarihinin tek şampiyonluğuna koşturdular.
ÖNCE RAKİPTİK
Daha sonra Kemal ile rakip olduk. Ben Ülker'i, Kemal ise Fenerbahçe'yi zirveye taşımaya çalışıyordu. Harun Erdenay'ı, F.Bahçe'den, Ülker'e transfer etmek istiyorduk. Kıran kırana pazarlıklar sürüyor, hatta zaman zaman tartışmalar yaşanıyordu. Ama bu büyük savaşa rağmen, aramızdaki sevgi ve saygı ortamı hiç bir zaman kaybolmadı. Dinçer, bir dönem sonra Basketbol Federasyonu'nda görev aldı. Milli Takımlardan sorumluydu. Kemal, milli takımın yapılanmasını baştan aşağı değiştirdi. İçinde olduğum için biliyorum, Kemal, ilkelere, dürüstlüğe, dayanışmaya ve ekip çalışmasına inanan bir insandır. Zaten başarının ardında da bu ilkeler yatmaz mı? Bugün tüm Türkiye, ‘‘12 Dev Adam’’ sloganıyla sarsılıyorsa, bunda başta Turgay Demirel olmak üzere, Dinçer'in emekleri çok büyüktür.
Peki ne oldu da, F.Bahçe ile Kemal Dinçer'in yolları ayrıldı? Aziz Yıldırım'ın amacı, Kemal'i göreve getirip, futbol takımı ile yönetim arasında bir köprü kurmaktı. Çok da isabetli bir karar vermişti. Türkiye'de bu işi yapabilecek 1-2 isimden biriydi Kemal.
YAZIK OLDU
F.Bahçe'de başarı için Kemal ile Lorant'ın uyum içinde çalışması gerekiyordu. Dinçer, futbolcularla, diğer antrenörlerle, yönetim ile çok rahat çalışıyordu. Futbolcuların idari sorunlarını yönetime aktarıyor ama teknik sorunları için Lorant ile diyalog kuramıyordu. Alman hoca sadece oyuncularıyla değil, başta Kemal olmak üzere hemen herkes ile köprüleri atmıştı. Kemal, bu sorunları yönetim ile defalarca paylaştı. Bu yapı değişmedikçe, başarı kazanılamazdı. ‘‘Sonunda ya Lorant, ya da ben’’ dedi. Yönetim, Lorant'ı zaten gönderme kararı vermişti. Ama Kemal, zamansız bir açıklama yapmıştı. Bu açıklama F.Bahçe'ye pahalıya maloldu. Kemal gibi pırıl pırıl bir idareci ne yazık ki, görevden ayrıldı.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2002
<B>ÜLKERSPOR </B>her zaman olduğu gibi dünkü maçta da özellikle ilk iki periyotta yaptığı etkili savunmayla salondan galibiyetle ayrılmayı bildi. Sezon başından beri sert bir savunma anlayışı içinde oynayan, hücumda da iyi bir takım oyunu sergileyen turuncu yeşilliler, Partizan önünde rahat bir galibiyet aldılar. Ülker'de Booker, Harun, Praskevicius ve Blair çift haneli sayılara erişirken, birbirleriyle uyum içinde gözüktüler.
Partizan takımına gelince... Yugoslavlar geleceğin takımını hazırlıyorlar. İkisini birleştirsen bir oyuncu etmeyecek iki ABD'lisi dışında, 23 yaş ortalamasındaki Partizan takımı, 2-3 yıl birlikte oynadığı taktirde Avrupa'nın altını üstüne getirebilir. 11 numaralı pivotları 1985 doğumlu Peroviç daha şimdiden NBA kıskacına girmiş durumda. Dünkü maçta NBA gözlemcileri bu oyuncunun üzerine odaklandılar.
Liderlik yarışı
Partizan takımı maçta farkı birara 5 sayıya düşürmesine karşın (Kecman 23 sayı, Vujanic'in 33 sayılık çabalarıyla) Ülkersporlu ouncuların tecrübesine boyun eğmek zorunda kaldılar. Turuncu yeşilliler de bu galibiyetle CSKA Moskova'nın ardından ikinci sıraya yerleştiler. Gelecek hafta da bu takımla deplasmanda liderlik için büyük bir mücadeleye girecekler.
Ülkerspor savunma ve hücumda iyi organize olmasına karşın, eğer Final-Four şansı elde etmek istiyorsa, oyun içindeki iniş çıkışlarına dikkat etmek zorunda.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2002
Bu hedefe ulaşmak o kadar kolay değil. Bir an önce, Dünya Şampiyonası’nda maalesef yapamadığımız tek yürek olma olgusunu gerçekleştirmek zorundayız. O zaman Avrupa’nın 1 numaralı takımı oluruz. Bulgarİstan'ı deplasmanda, İsviçre'yi de evimizde yenip, Ukrayna'ya deplasmanda yenilmemize karşın, 2003 İsveç Avrupa Şampiyonası vizesini (22-25 Ocak 2003 tarihlerinde sahamızda Hollanda ve Litvanya maçlarını oynamadan) yüzde 95 aldığımızı bilmeyen bir kesimin olduğunu üzülerek izliyorum. Statüyü bilmeyen bu arkadaşlar, spor kamuoyunu yanıltıklarının farkında değiller.
Ben de 2003 Avrupa Şampiyonası'na katılma şartlarını bir kez daha açıklayarak sporseverleri aydınlatmak gereğini duydum.
İsveç’i garantiledik
2003 Avrupa Şampiyonası'na 16 takım katılacak. Yugoslavya son şampiyon olduğu için, İşveç de ev sahibi olarak otomatikman girecek. Elemelere 5 gruptan 15 takım katılıyor. 5 takımdan oluşan gruplar iki devreli lig oynuyorlar. İlk iki sırayı alan 10 takım şampiyonaya katılma hakkını elde ediyor. Geriye kalan 4 takım ise, 5'li gruplarda 3. olan takımlardan en iyi dereceyi alan 4 takımdan oluşuyor.
Milli Takımımız şu anda 6 galibiyetle ve de Hollanda, Litvanya (evimizde oynayacağız) ile oynamadan en iyi üçüncüler konumuyla şampiyonaya girme hakkını elde etmiş durumda. Bir çok eksiğimize (NBA'de yer alan Hidayet ve Mehmet Okur'un olmayışı, Harun Erdenay'ın Milli Takımı bırakması) karşın 2003 Avrupa Şampiyonası'na katılmamız gayet normal. Ülkemizin yaşadığı ekonomik kriz yüzünden İbrahim Kutluay, Hidayet Türkoğlu, Mirsad Türkcan, Mehmet Okur ve Hüseyin Beşok gibi milli takımımızın ilk beşinde oynayan yıldız oyuncularımız yurt dışına transfer oldu. Bu da ligimizin hem seyirci bazında hem de kalite açısından düşmesine neden oldu. Buna karşın Türkiye başabaş mücadele edeceği Yugoslavya dışında Avrupa'da tüm takımları yenebilecek güce erişmiştir.
Şimdi hedefimiz 2003'de İsveç'te yapılacak 33. Avrupa Şampiyonası'nda ilk dört sırada yer alarak ilk kez OLİMPİYATA katılmak. Bu hedefe ulaşmak o kadar kolay değil. Bir an önce, Dünya Şampiyonası'nda maalesef yapamadığımız TEK YÜREK (Milli Takım, basketbol camiası, spor basını olarak) olma olgusunu gerçekleştirmek zorundayız. Eğer bu konuyu halledersek, Türkiye yukarıda saydığım olumsuzluklara karşın Avrupa'nın 1 numarası olacak düzeyde bir takım.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2002
<B>GRUPTAKİ</B> ilk beş maçını da kaybeden AEK'nın, Efes önünde ilk galibiyetini, üstelik de deplasmanda alması gerçekten çok şaşırtıcı. Kadro derinliği, oyuncu kalitesi ve seyirci avantajıyla rakibinden kat kat üstün olan lacivert beyazlılar nedense bu maçı kafalarında hiç düşünmemişler. İlk yarıda Kambala ile oynadıkları sürece rakiplerini ezen ve ribaund toplamında 17'ye 6'lık üstünlük sağlayan Efesli oyuncular, devre sonunda 8 sayılık farkla soyunma odasına girmeyi başardılar.
Kambala unutuldu
Ancak ikinci yarıda nedense Kambala'dan başka oyuna ağırlığını koyan bir oyuncuyu göremedik. İlk devrede sadece 6 ribaund toplayabilen AEK'nın, maç sonunda bu farkı 5'e indirmesi (23-18) sahadan galip ayrılmalarının en önemli nedeniydi. Son periyotta topun bir türlü Kambala'ya geçirilememesi (üstelik de onu tutan Betts'in 3 faulü olmasına karşın) ve Efesli dış oyuncuların uzaktan şut sevdası, AEK'yı ummadığı bir anda 7 sayılık üstünlüğe taşıdı.
Son 3 dakikada Alper ve Kerem'in maçı kazandırma çabaları biraz da hakemlerin yanlış kararları arasında eriyip giderken, Efes Pilsen ilerde çok arayacağı bir maçı kaybetti. Bunun bir tek telafisi olabilir, o da Pau-Ort- hez'i deplasmanda yenmek.
Yazının Devamını Oku 13 Kasım 2002
Bir an önce FIBA ile ULEB aynı çatı altında birleşmeli. Avrupa'da, erkeklerde 3, bayanlarda 2 kupa olmalı. Ayrıca, NBA'de uygulanan tüm kurallar Avrupa maçlarının tümünde aynen geçerli olmalı. BASKETBOLSEVERLERİN dünya basketbolu konusunda kafaları karmakarışık. Haksız da değiller. FIBA, ULEB, NBA üçgeni arasında gelişen olaylar, basketbolseverleri şaşkına çevirmiş durumda. Basketbolu yöneten kişiler olarak bizler de bu üçgende yaşanan sorunlar karşısında çaresizlikler içine düşüyor, karar mekanizmasını işletirken zorlanıyoruz.
Gelin yaşanan kaosu biraz açalım...
ULEB ortaya çıkmadan, erkeklerde Avrupa kupaları, Şampiyonlar Ligi, Avrupa Kupası, Koraç Kupası, bayanlarda ise Şampiyonlar Ligi ve Ronchetti Kupası ile FIBA organizasyonu içinde yer alıyordu. Milli turnuvalar da FIBA tarafından yürütüldüğü için, basketbolu takip edenler de, idari bölümde yer alanlar da her şeyi net olarak izleyebiliyorlardı.
Vurdumduymaz FIBA
Bu kupaların statüleri tek bir elden, yani FIBA tarafından yürütüldüğü için fazlaca bir sorun yaşanmıyordu. Ancak bu tek başlı yönetimin hataları da vardı. FIBA, kurallarda katı bir yönetim anlayışı ortaya koyuyor ve özellikle kulüplerin maddi problemleri karşısında vurdumduymaz bir hava içindeydi. Bu durum kulüpleri haklı olarak yeni arayışlar içine soktu ve İspanyollar'ın desteğinde ULEB organizasyonu ortaya çıktı.
ULEB, ilk olarak üst düzey basketbol takımlarının yer aldığı bir lig kurarak, bu takımlara büyüklüklerine göre maddi imkanlar sağladı. Bu da bir çok takımın FIBA'dan kopup, ULEB içine girmesine neden oldu. ULEB, aynı NBA'de olduğu gibi üç hakem uygulamasını başlatarak, oyun süresini 10 dakikalık dört periyoda ayırdı, oyuncu lisansı ve sahaya çıkan basketbolcu sayısı gibi bazı kurallarda ayrıcalıklar ortaya koydu.
Kişisel menfaatler
Avrupa basketbolu iki başlı bir duruma geldi ve ortalık karıştı. ULEB'in kulüplere ve hakemlere sağladığı avantajlar, FIBA içinde yer alan ülkelerin takımları ile hakemlerinde sıkıntılar yarattı. Türkiye gibi bazı ülkelerin takım ve hakemlerini ULEB organizasyonu dışında tutmasına neden oldu.
Bu sıkıntıların farkına varan FIBA ile ULEB ortak toplantılar yaparak anlaşma yoluna gitmek istediler, ama kişisel menfaatler, kişisel egolar, bu ortaklığa imkan vermedi.
Şu anda FIBA'nın organizasyonları Champions Cup, Avrupa Kupası (Bayanlar), ULEB'in organizasyonları EuroLeague ve ULEB Cup. Bir de Adriyatik Ligi diye ayrı organizasyon var. Ben bile şu anda bu organizasyonlar içindeki maçları takip edemiyorum. Milli Takımımız'ın değerli oyuncularından Hidayet Türkoğlu ile Mehmet Okur'un yer aldığı NBA'yi mi izleyeyim, FIBA ve ULEB organizasyonlarını mı, hepsine zaman bulamıyorum. Bu bile bugün yaşanan kaosun en açık göstergesi.
Çıkış yolu birleşmek
Bu arada FIBA, ULEB ve NBA oyun kaidelerinin (24 saniye kuralı, periyot süreleri, üç sayı atış mesafesi, 3 saniye koridor alanı, faul atışları, periyotların başlama biçimleri gibi) birbirinden farklılıklar göstermesi de ayrı bir sorun.
Bu işin bir tek çıkış yolu var...
Bir an önce FIBA ile ULEB aynı çatı altında birleşsin. Erkekler de daha önce olduğu gibi Şampiyonlar Kupası, Avrupa Kupası ile Koraç Kupası gibi üç kupa, bayanlarda da Şampiyonlar Kupası ve Avrupa Kupası adı altında iki toplam beş kupa olmalı.
Ayrıca NBA'de uygulanan tüm kuralların Avrupa maçlarının tümünde aynen geçerli olması ortadaki kaosu ortadan kaldıracaktır. Böylece basketbol daha anlaşılabilir ve seyredilebilir hale gelecek, şu anda dibe doğru gitmekte olan basketbolun değeri de artacaktır.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2002
<B>G.SARAY </B>yükselmeye devam ediyor, ancak sancılı. Dün OYAK Renault önünde ezici bir ribaund üstünlüğü (43-23) sağlayan G.Saray, maçı farklı kazanamadıysa bunun nedeni, sistemini oturtamaması. Sarı kırmızılı takımın 5 numaralı pozisyonunda oynayan Koch, 32 sayı, 7 ribaundluk performans sergilemesine karşın, fizik yapısı daha güçlü 5 numaralara karşı savunmada eziliyor. (O.Renault'ta Nedim Dal, 25 sayı, 8 ribaund) Eğer, Cimbomlular bu oyuncu ile devam edeceklerse, onun tuttuğu oyuncuya yardım getirmeleri ve daha sonra da rotasyonu çok iyi yapmaları gerekiyor. Ama bu da Efes Pilsen ve Ülker maçlarında yetmeyebilir.
Mıtchell faktörü
G.Saray'da dün Koch'un dışında dikkati çeken 3 oyuncu vardu. 15 sayı, 13 ribaundla oynayan Arda, 23 sayı, 9 ribaundla oynayan Roy ve oyun kurucu pozisyonunda 15 sayı, 6 ribaundla oynayan Mitchell. Mitchell'in hırsı ve savunması maçı G.Saray'a getiren faktörlerden başındaydı.
OYAK Renault'a gelince... Genç oyunculardan kurulu Bursa ekibinin en büyük özelliği, rakip kim olursa olsun karşılaşmayı hiçbir zaman bırakmaması. Takım oyunu oynadıkları her maçı kazanan OYAK Renault, bireysel oyuna geçtiği anda dağılıyor. G.Saray önünde Nedim (25 sayı), Rasim (19 sayı) ve sinirlenmediği anlarda Barış (20 sayı), sarı siyahlı takımı taşıyan oyunculardı. Dünkü maça gelen bir avuç basketbolsever, zevkli, heyecanlı bir karşılaşma izledi.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2002
<B>iKİ </B>takıma baktığımızda, gerek oyuncu bazında ve gerekse teknik kadroda yeni bir yapılanmaya gittiğini görüyoruz. Neredeyse oyun sistemleri de birbirine çok benziyor. Ülker'in başarılı olduğu maçlara baktığımızda, hızlı oyun faktörünü görüyoruz. Dünkü maçta Virtus Bologna adeta Ülker'in ekmeğine yağ sürdü. 7 numaralı Dial ve 11 numaralı Bell ile oyunu sürekli hızlandıran ve bu iki kısa oyuncuyla hücum şanslarını kullanan Virtus, isabetsiz atışlara başladığı andan itibaren üstünlüğü Ülker'e kaptırdı. Bilhassa ribauntlarda Blair ile çok başarılı olan (15 ribaunt) turuncu yeşilliler, oyunu son derece akıllı bir şekilde hızlandıran ve üstelik 24 sayı üreten oyun kurucu Booker'ın gayretleriyle maçı kazanmayı bildiler.
Öngören faktörü
Bu karşılaşmanın kopuş anı, üçüncü periyotta oyun başa baş giderken, genç Tolga Öngören'in, Booker, Serkan ve Tutku'yu beraber oynatarak, rakibinin kısalarına baskı uygulatması oldu. Tolga'nın akılcı taktiği sonucunda fark birden bire Ülker lehine açıldı.
İstatistikleri incelediğimizde Praskevicius'un da 21 sayı attığını görüyoruz ama bu hiç kimseyi aldatmasın. Bu oyuncunun attığı sayılar, maçın kopuş anından sonra gelen sayılardı. Oyunun genelinde Ülker takımı, rakibini sahadan silerken, Booker ve Blair sivrilen oyunculardı. Ancak Booker gibi bir oyun kurucu sayı atarak coştuğu için sert rakipler önünde, bu oyuncunun kötü oynaması muhtemel maçlarda çok sorun yaşanır.
Yazının Devamını Oku